10 Temmuz 2016 Pazar

SA3152/KY1-CÇ284: Pazar Yazıları 33

"Sevgili kârîlerimin (okuyucularımın) inanılmaz baskıları karşısında yelkenleri indirip yazmam isteklerine boyun eğdiğimi itirafla:)"


PAZAR YAZILARI -33-

Not 1- Keşke seni tanımasaydım, bir yakınmadan çok içinde bulunulan açmaza gönderi olduğuna –yahut olmadığına- ilişkin her hangi bir apriori kanıtımız yoktur. Olması da muhaldir.
Not 2- İçinde yaşadığı toplumun değerlerine yabancı birinin evrensel bir sanatkâr değil olması olabilmesi dahi düşünülemez.
Not 3- Yüzeysellik can yakıcıdır.
Not 4- Yaz gelmedi gitti.
Not 5- Mahkumiyet mecburiyeti kapsar, mecburiyetin mahkumiyet tarafından kapsanması mecburiyete kendine ait bir eylem alanı olmasını gerektirmez. Mecburiyet kendi alanında seçenekler icat edici bir niteliğe sahipti. Bunu kendi edimlerinizde de gözlemleyebilirsiniz.
Not 6- Hür olmak ille de bir eylemde bulunmayı ve bulunulan eylemin de kendine özgü olması zorunluluğu yoktur.

EYLEYENİN EYLENEN KARŞISINDAKİ DURUMUNA İLİŞKİN KURGUSAL DEĞİNİLER
- ya da azıcık kendine gel-

Ortada bir eylenen görüldüğünde eylenenin bir eyleyeni olduğunu –eyleyeni görmesek de- ussal açıdan rahatlıkla söylerken, eyleyenin eylediğinde hür ya da mahkûm ya da mecbur olduğunu hemen söylemenin bir olanağı yoktur. Bizi bu yargıya götüren nen insanın kendine bile yalan söyleyebilme imkânınsa sahip olması ve tepe tepe bu imkânı kullanıyor gerçekliğidir.

Sartre'a sorarsanız, insanın yalancı olmaması elinde değil. Belki potansiyel olarak – yani bil kuvve olarak insan, yani biz yalan söylememek imkânına sahibiz- elindedir ve fakat bilfiil olarak hali hazırda bundan yoksunuz. Özü itibariyle Sartre – kendisini dışlamadan- hepimizin yalancı olduğunu, rol yaptığımızı söylüyor. Ve en büyük yalanları da kendimize söylüyoruz. Kendimize rol yapıyoruz. Ve çoğu zaman bunun ayrımında bile değiliz.

Erdem üzerine yapılan bunca vaaza karşın Sartre –hem de kendisini dışlamadan- ki muhterem karilerim siz de çevrenizde gözlemlemişsinizdir, gözlemliyorsunuzdur, olumsuz şeylerden yakınanlar olur –kendimiz dahil- ve fakat bu yakınmadan kendisini hariç tutarak yapar bunu. Öyle bir üslupla söyler ki sanırsınız zat-ı şahaneleri –buna biz de dahil- gökten zembille inmiş yahut ak sütten çıkmış ak kaşıktır. 

Ben henüz kendini istisna ederek olumsuz şeylerden yakınanı görmüş değilim. Sartre hariç;- kendini dışlayarak söylemiyor- yalancılığımızı veya başka bir olumsuzlukla ilgili bir yargıda bulunurken hemen her defasında “Bu söylediklerimi kendim üzerinden ortaya çıkardığım yargılardır.” diyor. 

Ve fakat yalan konusunda tuhaf bir tavır sergilediğini söyleyebilirim. Sanki yalan söylemeyi elinde olamamak gibi bir şeyle aklıyormuş gibime geliyor. Bu şimdilik bir kenarda dursun. Kenarda dursun diyoruz, zira konumuz yalancılığın Sartre tarafından aklanıp aklanmadığı değil. Belki bir gün gelir bu konuda da bir Pazar Yazısı yazmak iktiza eder. Konumuz yalan söylediğimiz ve bu edimi kendimize karşı da yapıyor oluşumuz. 

Sahi biz –yani insan türü- niçin yalan söyleriz, niçin rol yapma gereği duyarız? Acaba kendimize yalan söylerken, kendimize rol yaparken kendimizi kendimizin karşısına koyup da mı bu eylemde bulunuyoruz? Yoksa başkalarına yalan söylerken ki bilinçli halimiz kendimize geldiğinde bilinçlilikten çıkıyor mu? 

Büyük bir olasılıkla böyle. Acaba sosyal bir varlık olmanın insana dayattığı bir zorunluluk mu? Hani sosyal bilimciler “rol çatışması”ndan söz eder ya, işte bunun bir aksülameli mi? sosyal bilimciler “rol çatışması” kavramını kullanarak o hali yumuşatıyor ki, bu da erdem vaazlarının bariz bir etkisi olduğunu gösterir. 

Rol çatışması özü itibariyle bireyin iki toplum içindeki iki farklı konumunun gerektirdiği davranışları sergilemesinde kendisinde duymak zorunda kaldığı ikircikli durum demek. Diyelim siz öğretmensiniz ve karşınızda –sınıfta- aynı zamanda ebeveyni olduğunuz –babası yahut annesi olduğunuz- bir kız yahut erkek öğrenciye karşı davranışlarınızda özgür olabilecek misiniz? Özgür kalmayı sürdürebilecek misiniz? 

Diyelim  yaptığınız sınavda dersinizden buçuklu bir puan aldı ve o buçuklu puanı üste tamamlarsanız takdir alacak, -ki aslında o öğrencinin ebeveyni olmasanız bunu kolaylıkla yaparsınız, yapmışlığınız var, bunda ters bir durum da yok- puanını yukarıya tamamlayabilecek misiniz? Tamamlarsanız da içiniz rahat edecek mi? Nasıl bir zorlukla karşılaşacağınızı bir tartın derim! 

Demek ki sosyal varlık olmanın dayattığı ikircikli durumlarla insan sürekli karşı karşıyadır. Ve bu da yalancılığımızı, rol yapmamızı zorunlu kılmakta, bilkuvve olan yalan söylememeyi bilfiil olarak gerçekleşmemizi engellemektedir. 

Bunu yapabilmek için –yani bilkuvve olan yalan söylememeyi bilfiil olarak gerçekleştirmek için- sosyal varlık olmaktan çıkmak gerekiyor. Ya yalan söylemeye, rol yapmaya devam edeceğiz ya birer Robinson Crusoe olarak yaşamayı seçeceğiz. İkincisini seçmenin imkânı olmadığına göre yalan söylemekten şikâyet etmeyi kesmek en doğrusu gibi görünüyor. Varsın erdem vaizleri vaazlarını sürdürsün!


Cemal Çalık, 10.07.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Pazar Yazıları

Pazar Yazıları
Cemal Çalık Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı