3 Temmuz 2016 Pazar

SA3122/KY1-CÇ281: Pazar Yazıları 32

"Sevgili kârîlerimin (okuyucularımın) inanılmaz baskıları karşısında yelkenleri indirip yazmam isteklerine boyun eğdiğimi itirafla:)"


PAZAR YAZILARI -32-


Not 1- İçimden geldiği gibi söylediğimin tanığıdır her bir yazılan
Not 2- Yalan ya da alaca olana kapılmak insanın doğasında elbet vardır ve fakat kurtuluş için kendi özünde imkânları taşıdığı da bir gerçekliktir
Not 3- İnat ne sana ne bana yakışıyor.. ikimizde de iğreti duruyor.
Not 4- Azıcık insafın kimseye zararı olduğuna dair bir bilgi bende mevcut değil.
Not 5- !
Fecr-i Kâzib
-ya da sinek kâğıdına kapılmışlığın ayırdında olmayanın hali pür melali-

İlkesel bazda söylenmeyen, ilkesel bazda temellendirilmeyen her duruş aktüel olanla sınırlıdır. Bu dahi bizi sınırlandırır. Ve güneşin, günün bilgisinden bizi uzaklaştırır. Hatta böyle bir bilginin dolaşımda olmasının önüne geçilmeye çalışılır, zira zannınca o bir sapıştır. Fecr-i Kâzib'i asl bilen için öyledir. Güneşin gelişi, günün belirişi karanlıktan bir sapıştır. Bizce sapış olmasa da. Doğal olan olsa da çarpılmış zihin bunu öyle algılayacaktır.

Fecr-i Kâzib'in egemenliğine sığınır onay verirsen, olması gereken olarak bellersen, güneşe diş bileyecek ve hatta diş bilemekle yetinmeyip savaş açmayı düşünecek ve hatta savaş açacaksın. Böyle bir savaşı başlatmanın ve sürdürmenin yolunu, yollarını arayacaksın. Bir imkân bulduğun sanısıyla güneşe oklar, mızraklar, kargılar fırlatıp gürzler savuracaksın. Hiç anlayıp dinlemeden, hiç anlayıp dinleme gereği duymadan güneşin getireceğinin bir sapma olduğu sanısı ve zannıyla yapacaksın bunu. Oysa aslolan güneştir. Günü getirecek olandır güneş. Güneşin yolunu kestiğini sanan yalancı şafağın çerisi olmak ancak gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlü olanın harcıdır. Senin o çerilerin arasında işin ne?

Hangi büyücünün ininde uyandın ki fecr-i kazibin yaşaması için çırpınırsın? Hangi zehirli yemişten tattın ki Fecr-i Kâzib'in alacalığını aydınlığa tercih eder oldun? Aydınlığı getirecek olan güneşe diş bilemen, sövüp sayman, hakaret etmen, aşağılaman hangi uğursuz cehennem kaçkınının fısıldadıklarıdır? Hangi sesin suflörüsün? Kendi sesini hangi çölde kaybettin? Dilinde öfkenin virdi, gönlünde şakinin sevinci, kulaklarında vahşetin sesi asılı kalmış. Kalkıp bir silkinme gereği duymamaktasın. 

Silkinip kendine gelmeyi, kendin olmayı, yüklendiğin emanetin gereğini yerine getirmeyi düşünür bir halin hiç yok! Bu halde nasıl huzura varacaksın seni yoktan var edenin? Sana yaşam verenin huzurunda karanlığın, alaca olanın yanında oluşunu hangi gerekçeyle izah edeceksin? Hangi gerekçe kabul edilebilir ki? Kendin olmanın nimetini elinin tersiyle itişin nasıl bir gerekçesi olabilir ki? Rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi oluşa nasıl bir gerekçe bulunabilir ki?

Hani bir at olsaydın “derede kendimi gördüm o yüzden geçemedim!” deyişin bir yere kadar anlaşılabilirdi belki. Ve fakat sen olmayan hiçbir varlık mükellef değil ki? Mükellef varlık derede kendini görüp geçememişse yine kendisi sorumludur. Kaçışın için bu da bir gerekçe olamaz.


Cemal Çalık, 03.07.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Pazar Yazıları

Pazar Yazıları
Cemal Çalık Yazıları



Seçkin Deniz Twitter Akışı