6 Şubat 2016 Cumartesi

SA2453/KY26-CA40: 'İki Nezihe'nin Cumhuriyet Sürgünü

"İki Nezihe’nin unutturuluş sebepleri, diğer unutulanlar üzerine düşünmeye sevk ediyor. Soruları olan kişilikleri silikleştiren tarih kim bilir ne çok simayı örtbas etti, hatta çarpık anlattı. Unutulmaya terk edilenlerin yarım bıraktığı cümleler yüzünden de sahih metinler kaleme almakta ve birbirimizi anlamakta zorlanıyor değil miyiz?…"


Çok farklı toplumsal kökenlere ve imkânlara sahip olarak yetişseler de isimleri ve yazgıları birçok açıdan benziyor. İki Nezihe, Nezihe Muhiddin ve Yaşar Nezihe Bükülmez, Cumhuriyet’ten Türkiye’ye geçiş döneminin sarsıntılarını ve suskunluğunu yaşadılar. Geçiş dönemlerine özgü zor yükleri taşımak onlara düştü, gelgelelim tecrübeleri anonimleşirken adları silikleşti, dönemler boyunca hikayeleri ancak arşivlerin tozlu raflarında yer bulabildi.

Cumhuriyet bu toprakların faal kadınlarının tarihini kendisiyle başlatıyor. Sanki daha önce tek bir kız okulu, tek bir kadın derneği yoktu. Oysa, mesela kızlara yönelik İnas (kızlar) Sanayii Nefise Mektebi 1914’de açılmıştır. Kadın gazeteleri ve derneklerinin yoğun faaliyeti ise, Cumhuriyet’ten sonra kadınların eğitimi ve kamusal hayatı açısından her şeyin sıfırdan başladığı iddiasını geçersiz kılacak ölçüde yoğundur. 

Serpil Çakır’ın “Osmanlı Kadın Hareketi”ni yayımladığı 1994’e kadar bu alanda yeterli bir çalışma yapılmamış olması nedeniyle, Cumhuriyet’in “kadını haremden kurtardığı” inancı görece ayakta kalabildi. Tarih araştırmaları genişledikçe Osmanlı’nın son yüzyılına özgü sezgilerimizi doğrulayan veriler de çeşitlilik kazanmaya başladı. İmparatorluğun son yüzyılında kadınların gösterdiği faaliyet, Cumhuriyet’in kadın hakları doğrultusundaki adımlarının aynı zamanda bir imha hareketi olduğunu düşündürüyor.

Eski, yeni içinde ne kadar kaybolabilir, yeni, “eski”nin silikleştirilmesi üzerinden ne ölçüde sahih ve tam bir cümle kurabilir? Badiou “kazma kürek hareketi” anlamına gelecek çözümlemeler yapıyor “Yüzyıl”da, giden dönemin yerini alan etrafında. Yeni ancak harabeye el konularak mı mümkün olabilir?”Besine dönüşebilecek bir çürüme”den söz ediyor, düşünür. Beri taraftan gerek Nezihe Muhiddin’in gerekse Yaşar Nezihe’nin çökmekte olan imparatorluk karşısındaki tavrı, Kemalizmden çok farklı olmamıştır. İki kadın da Cumhuriyet döneminde yeniden başlayamayacak kadar kendi mücadelelerinin içinde kökleşmişlerdi; Halide Edip gibi.

Yaşar Nezihe Bükülmez ve Nezihe Muhiddin köşelerinde unutulmaya terk edilirken “eli sopalı kemalist kadınlar” (Ayşe Durakbaşı) ulusal kadın modeline sığdırmak için hemcinslerini terbiye etmeye çalışıyorlardı. Cumhuriyet mütedeyyin kadınlara kamusal alanı kapatarak da Osmanlı döneminde başlayan bir kamusallık arayışının gelişmesinin önünü aldı. Savaş yıllarının zorlu çabalarının kahramanları, modern Türkiye’nin zihniyet dünyasına yabancılıkları üzerinden bir söz sürgünlüğünün çölüne gönderildiler. Kültür, sanat, eğitim, Halkevleri, onları muhatap kabul etmiyordu. Katılım için Cumhuriyetin biçtiği ideal kadın formasını giymeleri gerekiyordu.

İki Nezihe de böyle bir formayı benimsemediklerini ister istemez sergiledikleri için zamanla suskunluğa sürüldüler. Yaşar Nezihe’nin ölümü, gerçek ölüm tarihinden 36 yıl kadar önce vefatına dair bir duyurunun yayımlanmış olmasıyla başladı. Böylelikle –medyanın son derece kısıtlı bir alan ve etkisinin bulunduğu bir dönemde- ölünceye kadar kendi ölümünün haberleriyle yaşadı, muteriz şair.

17 Ocak 1880’de Silivrikapı’da, yoksul ailesinin Hünkâr İmam Sokağı’nda bulunan evinde dünyaya geldi. Tatar bir aileye mensup annesi Kaya ve dört kız kardeşi veremden vefat ettiler. Babası –belediyede kantar memuru olarak çalışan- Kadri Efendi “Kaya”adını beğenmediği için “Eda” adını takmış annesine. Beş kız çocuğu doğuran Kaya/Eda 25 yaşında vefat etti. Metinlerde “Sarhoş Kadri Efendi” olarak anılan babası, okumak isteyen kızına destek olacak yerde evden kovuyor. Yaşar Nezihe mahalle mektebine gidip hocaya, “ben öksüzüm hoca efendi, beni de okutun” dediği için, sınıf arkadaşları onu “kendi gelen” olarak çağırıyorlar.“ Dere kenarlarından topladığı papatya, ısırgan otu, deve dikeni, ebegümeci tohumlarını aktarlara satıp eline geçenin kırk parasını mahalle mektebi hocasına, kırk parasını da kalfaya vererek tahsilini sürdürmeye çalıştı küçük kız. (Toros, Taha, Mazi Cenneti I, s. 130-148, İletişim, İst.). 

Ancak geçim sıkıntısı yüzünden mahalle mektebine sadece bir yıl devam edebilecekti. İleride geçimini sağlayacak dikiş-nakış bilgilerini komşu kızlarından öğrenmesi dışında, başka da bir eğitim görmedi. Taş basması ne kadar aşk romanı varsa alıp okudu. Aruzla yazmayı kendi kendine öğrendi. İlk şiiri 15 yaşındayken Malumat gazetesinde yayımlandı. Leyla Feride müstearıyla yayımlanan şarkı formundaki bu şiiri Ahmet Rasim çok beğendi. Sonraki yıllarda Mazlume ve Mamure adlarıyla yayımladı şiirlerini. “Eski zaman dergilerinde en çok benim şiirlerim yayınlanırdı. Bunların tümü yaslı, dertli ve acılı şeylerdir. Bestelenen bir iki şarkım vardır ki, meyhanelere devam eden mutsuz kişileri ağlatırdı.” diye anlattı Toros’a.

1901’de Terakki gazetesinde yazmaya başladı, Hanımlara Mahsus Gazete’nin daimi yazarı oldu. 1913’de Bir Deste Menekşe, 1924’te Feryatlarım başlığını taşıyan şiir kitapların yayımladı. 1919’da Martin Hartmann tarafından Berlin’de yayımlanan “Dichter Der Neuen Türkei?” başlıklı bir antoloji, birkaç sayfasını ona ayırdı. Yerli edebiyat tarihçilerinin varlığından haberi yoktu henüz.
Kolay bir hayatı olmadı. Üç kez evlenip boşandı, iki kez intihara teşebbüs etti. İlk aşkı” olarak bilinen Hilmi Çavuş ile iki yıl, 50 gün evli kaldığı Niyazi Bey ile 1911’den itibaren 40 yıl mektuplaştı. Üç beş kuruş kazanmak için komşusu kadınların cephedeki erkeklerine mektuplar yazdı. 45 yıllık memuriyetin ardından koleradan ölen babasından dolayı kendisine 45 kuruş maaş bağlanmasını gazetelere mektup göndererek protesto etti. Bu nedenle bir yıl kadar sonra şiirleri ve yazıları hakkında bir soruşturma açıldı. O dönemde hatırı sayılır bir konumu olan Nezihe Muhiddin’in çabasıyla bu soruşturmanın önü alındı.

Kendini yetiştirmiş, mücadeleci bir şair Yaşar Nezihe. Kocasının üzerine kuma getirmesini sineye çekmeyip, çocuklarını da alarak evini terk etti. Üç çocuğundan ikisini yitirdi. Hayatta kalan biricik oğlunun tahsil görmesi için çalışmaya devam etti. Darphanede işçilik gibi birçok işte çalıştı. Soyadı kanunu çıktığında seçtiği “Bükülmez” kelimesi, hayattaki duruşunun bir açıklaması gibi. Cumhuriyet’ten sonra ise işçi hakları üzerine yayımlanan şiirleriyle rahatsızlık uyandırdığı görülüyor. Aydınlık dergisinin 1923 yılı Haziran sayısında yayımlanan şiirinin 1 Mayıs üzerine Türkçe yayımlanan ilk şiir olduğu belirtiliyor kaynaklarda. Amele Cemiyeti üyesiydi. 

1 Mayıs 1925’de yayımlanan bir beyanname nedeniyle Takrir-i Sükun Kanunu bağlamında tutuklanan 38 kişi arasında olduğu dile getiriliyor. Sorgu notlarına göre, Şefik Hüsnü’nün Yaşar Nezihe’yi öven bir yazısı yayınlanmış o günlerde. Şiirlerinden ateist olduğu çıkarılabilir. Bir çatıdan yoksunluğun öfkesi ve ağrısı hissediliyor bu şiirlerde.

İnançsızlığı, çöken imparatorluğun cevabını veremez olduğu sorularla ne ölçüde ilişkilidir, kestirmek zor. Yazmayı sürdürdüğü halde edebi kamuda bir Nazım Hikmet gibi tanınmadı. İşçi hakları üzerine militan söylemi, greve çağıran mısraları, kadın şairlere özgü bilinen duygusallıktan uzak sert dili, yaşadığı dönemlerin siyasal iktidarları açısından bir örtme sebebi mi olmuştur? Taha Toros notlarında, görüşmek için gittiğinde kapıyı açan kadını hizmetçi sandığını belirtiyor. 1971 yılında İstanbul’da vefat ettiğinde, 48 yaşında olan Cumhuriyet henüz varlığını fark etmiş değildi.
Peki ya Nezihe Muhiddin, “kafes arkasında Osmanlı kadını” söylemini bütün hayatıyla yalanladığı için unutturulmuş olabilir mi? Adıyla birlikte çok fazla sıfat zikrediliyor: Yazar, düşünür, kadın hakları savunucusu, gazeteci, eylemci... 1889 doğumlu, yani Cumhuriyet kurulduğunda 34 yaşındaymış. Osmanlı döneminde, Cumhuriyet sonrası çalışmalarına ivme kazandıran bir kuruculuk faaliyetiyle öncü bir konuma sahip oldu. 

Yaşar Nezihe’den farklı olarak seçkin bir ailenin kızı olmanın imtiyazlarıyla hazırlandı hayata. Kandilli’de doğdu. Annesi Zehra Hanım, babası ise Savcı ve Ceza Hakimi Muhiddin Bey. Farsça, Arapça, Fransızca ve Almanca öğrendi. Aile çevresi içinde, toplumsal meselelere duyarlı kılan ve edebiyat zevkini geliştiren tartışmalara katılarak yetişti. 1909 yılında Kız İdadi Mektebi’nde Fen Bilgisi dersi öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Öğretmenliği sırasında Şükufe Nihal ve Halide Edip ile tanıştı. CV’si bir hayli zengin; sadece bazı bölümlere değineceğim: Müdürlük yaptığı okulda jimnastik dersine de piyano dersine de girdi. 

İlk Tedavi Hastanesi’nde öğrencileriyle birlikte hastabakıcı olarak çalıştı. Bir taraftan kadın hakları faaliyetleri içindeyken gazetelerde yazılar yayımlamaya başladı. Muhsin Bey’le kısa süren evliliğinin ardından ikinci evliliğini belediye şirketler komiseri Memduh Tepedelengil ile yaptı. Bu evliliği sırasında oğlu Malik dünyaya geldi. (Yaşar Nezihe’nin oğlunun adını bilmiyoruz. Acaba hayatta mı? Annesini nasıl anlatırdı?) 20 roman ve yüzlerce öykü yazdı zaman içinde Nezihe Muhiddin; çeviriler yaptı. Kısaca anlatayım desem de başaramıyorum: İlk romanı Şebab-ı Tebah 1911’de yayımlandı. 1913’te Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nin kuruluşunda yer aldı. Bu tarihten sonra kadınların siyasal haklarını talep eden dernekçiliğin faaliyetleri içinde giderek ağırlık kazandığı söylenebilir.

İstanbul’un işgali üzerine kurulan Milli Kongre’nin delegeleri arasındaydı. Daha Cumhuriyet kurulmadan, 15 Haziran 1923’te kadınların siyasal hakları için çalışmalar yapan arkadaşlarıyla birlikte bir şura toplantısı düzenlediler. Bu şurada Kadınlar Halk Fırkası adıyla, hazırlığı Osmanlı, kuruluşu ise Cumhuriyet döneminde gerçekleşen, dolayısıyla Cumhuriyet’in ilk partisi olacak bir partinin kuruluş kararı da alındı. Ancak “1909 tarihli seçim kanuna göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle valilik bu partiye faaliyet izni vermedi.

Görüşleri “aşırı” bulunmuştu. Kadınlar Halk Fırkası da “Türk Kadınlar Birliği” adıyla dernek faaliyetlerine yöneldi. Nezihe Muhiddin bu derneğin başkanlığını üstlendi. Derneğin 1924’te yayımına başlanan dergisi Türk Kadın Yolu’nunun 18 sayısını, masraflarını kendi cebinden karşılamak suretiyle çıkardı. Derginin ilk sayısında “kahvehane köşelerinde esrar çeken birine verilen bu hak neden müdrik, tahsili mükemmel bir kadından esirgensin?” diye sormaktaydı.

Kadınların siyasal hakları henüz kabul edilmemişken, 1925 seçimlerinde Halide Edip’le birlikte aday gösterildi. Ne var ki CHP adaylıklarını reddetti. Şeyh Said isyanının bu reddiye için bir gerekçe kılınması ilginçtir.

Badiou geçtiğimiz yüzyıl için cinayetin bir tür merkezi ikon konumunda olduğunu düşünür. Eski kültürün sonu olarak yüzyıl, adlandırılamayan cinayet türleri altında ölüm olarak son düşüncesini canlandırır. Galiplerin tarihinin atladığı sayfaların bilgisinin eksikliği her zaman şimdinin bir yanıyla kötürüm olması demek. Nezihe Muhiddin’in camilerde kadınlara dönük konferanslar düzenlenmesi için Diyanet’e yaptığı başvuru gibi birçok ilginç teklifi olduğunu kaçımız biliyor?

Nezihe Muhiddin’i kamusal alanda silikleştirmeye dönük muamele, derneğin harcamalarında yolsuzluk iddiasıyla başka bir mecrada ortaya çıktı. Yolsuzluk iddiaları hiç eksilmese de dernek başkanlığından süreç içinde uzaklaştırılmasını sağlayacak şekilde yeniden gündeme getirildi. Ve Türk Kadınlar Birliği’nin şayiaların gölgesinde gerçekleştirdiği 1927 kongresinde birlikten ihraç edildi. Valilik ve Türk Kadınlar Birliği’nin açtığı yolsuzluk davalarından aklanarak değil, ancak 1929’da çıkarılan Af Kanunu ile beraat edebildi. 

Yıpratıcı sürecin ardından suskunlaştı. Öğretmenlik yaparak ve roman yazarak geçimini sürdürdü. Kadınlara seçme ve seçilme haklarının tanınmasından bir yıl sonra, 1935’de yapılan ilk seçimlerde İstanbul’dan aday oldu. Seçimleri kazandı. Aynı yıl, kendi kurduğu derneğin, “Cumhuriyet kadınlara bütün hakları vermiştir, kadınların artık örgütlenmesine gerek kalmamıştır” denilerek feshedilmesine tanık oldu. 1954’te İstanbul’da bir akıl hastanesinde vefat etti.

İki Nezihe üzerine bilmediğimiz çok şey var hâlâ, özellikle de sessizleştikleri dönemlerde neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını merak ediyor insan. Yaprak Zihnioğlu’nun “Kadınsız İnkilap”ı, Nezihe Muhiddin’in gündeme gelmesinde önemli bir rol oynadı. Ancak Yaşar Nezihe üzerine yapılmış kapsamlı bir çalışma mevcut değil. 

İki Nezihe’nin unutturuluş sebepleri, diğer unutulanlar üzerine düşünmeye sevk ediyor. Soruları olan kişilikleri silikleştiren tarih kim bilir ne çok simayı örtbas etti, hatta çarpık anlattı. Unutulmaya terk edilenlerin yarım bıraktığı cümleler yüzünden de sahih metinler kaleme almakta ve birbirimizi anlamakta zorlanıyor değil miyiz?…


Cihan Aktaş, 06.02.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 







Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Seçkin Deniz Twitter Akışı