3 Ekim 2015 Cumartesi

SA1835/KY26-CA22: Bülbülzade Vakfı Kadınları

"Onlar küçük şehirlerin yasaklı kadınları için de duruşları, çabaları ve ısrarlarıyla farklı kapılar ve pencereler açabildiler. Çünkü okudukları tek metin kendi yazdıkları, dinledikleri tek söz kendi sarf ettikleri olmadı."


Anadolu Platformu’nun genellikle yazları gerçekleşen yıllık toplantıları bir muhasebe fırsatı anlamına da geliyor. Birkaç yıl önce Kuzuluk’ta katıldığım programdan iyi izlenimlerle ayrılmıştım. Bu programlara yurdun dört tarafından aileler çoluk çocuk katılıyorlar. Kamusal alan yasakları nedeniyle başörtülü kadınlarla erkeklerin ortak bir kamusal dil geliştirememiş olmalarının problemlerini dile getiriyorum bazen. Böylesine geniş katılım alanları, çeşitli müzakere masalarıyla birlikte bu ortak dil için önemli bir imkân.

Platform’un faaliyetlerinde olsun söylemlerinde olsun, kadın üyelerinin ağırlıklı bir rolü var. Yıllardır gözlemlediğim kadarıyla Anadolu Platformu’ndaki kaynaşma sağlayan ortam, Bülbülzade Vakfı’nın faal kadınlarına çok şey borçlu. Rabia Aldemir, Şeyma Akdoğan, Ayşe Kar, Fadime Eminoğlu  ve Gülhan Dinç ilk aklıma gelenler. Onlara herhangi bir Anadolu şehrinde rastlayabilirsiniz. 

Yolculukları dün başlamış da değil, yani çabalarının siyasi kariyer hesabıyla ilgisi yok. Kamusal alan yasaklarının evleri de delik deşik etmeye çalıştığı dönemlerde onlar okuyarak ve konuşarak kişiliklerini ezmeye ve inançlarını tahkire yönelen söylemlere direniyorlardı.  

Vakıfla ilk olarak Suriye üzerinden otobüsle Lübnan sınırına gittiğim Doğu Konferansı gezisinde tanışmıştım. Zaman kısıtlıydı, ancak arkadaşlarımızın davetleri geri çevrilemeyecek kadar içtendi. Bir grupla birlikte eski çarşıyı aşarak vakıf binasına gittik ve muhabbetle karşılandık. 

Aradan on yıl geçti. İletişimimiz hiç kopmadı Bülbülzade Vakfı kadınlarıyla. Bu iletişim ağına onların çeşitli üniversitelerde eğitim gören kızları da katıldı. Bülbülzade Vakfı kadınları okudular, okuttular, konuştular, hayırlı işlerde yarıştılar geçen yıllar içinde. Kamusal yasaklı kadınların ihtiyaç duyduğu alternatif kamular büyük şehirlerde daha kolay yapılanabilirdi. 

Onlar küçük şehirlerin yasaklı kadınları için de duruşları, çabaları ve ısrarlarıyla farklı kapılar ve pencereler açabildiler. Çünkü okudukları tek metin kendi yazdıkları, dinledikleri tek söz kendi sarf ettikleri olmadı. 

Sanki okurken bile koşuyormuş gibi yaşayan dört çocuk annesi Rabia Aldemir, sürekli vakıf çalışmalarını nasıl ileri bir noktaya tartışacağını düşünür, araştırmalar yapar, istişarelerde bulunur. Bülbülzade Vakfı’nın faaliyet alanında gençlik buluşmaları, piknikler, bilgi yarışmaları, doğa ve ramazan kampları, gençlerle kitap tahlili programları, şehir gezileri, yaz okulu müsamereleri, yoksullara ve mültecilere çeşitli yardımlar gibi sayısız başlık var ve bu başlıkların her birinde kadınların çabaları önemli bir yer tutuyor.

Bazen İstanbul’da, bazen bir Anadolu şehrinde bir faaliyette karşılaşıyor ve aceleyle konuşuyoruz. İki kuşaktan genç kadınların birlikte oluşturduğu iyimser, yapıcı bir hava, kendi kamusunu oluşturma gayretinin tecrübesi ve olgunluğu cümlelerine yansıyor. 

Kızılcahamam toplantısında tekrar bir araya geldik. 25-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen toplantının mekânı 8 katlı ve 256 odalı Çam Otel olarak belirlenmişti. Otelde yer bulamayan konuklar çevredeki otel ve motellere dağılmışlardı.

***
Kızılcahamam toplantısında yüz yıllık muhasebeler çeşitli bölümler altında yapıldı. “Dünyanın Son Yüzyıllık Muhasebesi”, “İslam Dünyası’nın Son Yüzyılı”, “5.Yılında Arap Devrimlerinin Muhasebesi: Nereden Nereye”, “Türkiyenin Yüz Yıllık Muhasebesi: İdari ve Siyasi Yapı”, ilk iki günün oturumlarıydı. Benim katıldığım “Sanat ve Edebiyat” oturumu Cuma günü öğleden sonra gerçekleşti. Kamer Çamurluoğlu’nun yönettiği oturumda üç konuşmacıydık. Ancak, Mehmet Ali Eminoğlu’nun “Kültürel Değişimin Serencamı” başlıklı sunumu, bizim panele daha geniş zaman kalsın diye sabah saatlerinde düzenlenen “Sosyal ve Kültürel Yapı” paneline yerleştirilmiş.

Yıldız Ramazanoğlu “Edebiyat” başlığı altında edebiyatın okurlar, yazarlar ve toplum için önemini irdeledi. “İnsanı insana yakınlaştıran, insanı sınır boylarında gezdiren edebiyat dünyanın neresinden yükselirse yükselsin herkesin malı.” Yıldız, kadın yazarların kalemini sınırlamaya çalışan mahremiyet yargılarına da değindi. Fatma Aliye’nin Muhadarat romanı ile yaptığı başlangıcın Müslüman kadınlar için taşıdığı önemi irdeledi. Don Kişot, Açlık, Gece Kelebeği romanları ve Kafka’nın “İşkenceci” başlıklı öyküsü Yıldız’ın irdelediği eserlerden bazıları.

Ben konuşmamı sanat olgusunun tanımlarıyla başlattım, mimarlık, resim ve sinema ile sürdürdüm. “Müzik” başlığına geçmeme süre izin vermedi.  Sanatın 20. yüzyılın başından bu yana aradığı anlam ve görünümlerden söz ettim. Konuşmamın ana hatlarını gelecek haftalarda bu köşede aktarmaya çalışacağım.

Toplantıda ilgimi çeken bölümlerden biri, Mustafa Gümüş’ün hazırladığı  “Karagöz ve Hacivat” üzerineydi.  Gümüş, geçmişe gömülmesine seyirci kalınan gölge oyununun şimdiki zamanın beğenisine uygun bir içerikle nasıl sunabileceği sorusuyla yola çıkmış ve ulaştığı cevapları çocukların karakterini aile ortamında geliştirmeye dönük bir proje içinde yorumlamış önce.  “Evde karakter eğitimi” de Bülbülzade Vakfı kadınlarının bir çalışması.

Otel toplantısında gençler ve çocuklar ağırlıklı bir yer tutuyordu. Panelin ardından üniversiteli gençlerle bir araya geldik. Büşra Kaya biyomedikal eğitimi görüyor. Soruları üzerine konuştuk: İnsan nasıl yazar olur, yazar olacağını bilir mi, bunu amaçlar mı? Büşra Hilal Arvas İlahiyat öğrencisi. 

Henüz 21 yaşında, ancak bir roman yazıyor. Kahramanının yaşadıklarını tasvir ederken gözyaşlarını tutamadığını anlattı. Romancı kahramanıyla bu denli özdeşleşmeli mi? Bir mesafe koymak zorunlu mudur? 

İsmail Özer’in hatırlattığı Tim Burton’un “Büyük Gözler” filmi üzerinden kadın sanatçıların varlık mücadelesini irdeledik söyleşinin akışında. “Harflerin Mimarı” olarak tanınan Muhammed Bozorgi’nin çalışmalarını konuştuk. 

Gündüz Vassaf’ın bir yazısından hatırladığım modernizmden etkilenmemiş rüyalar peşinde koşarken Konya’ya uğrayan Batılı sosyologlara değinmiştim konuşmamda, bu konuyu da açtık.

***
Anadolu Platformu, bütün ülke sathında oluşturduğu kanallarla bir kaynaşma tecrübesi biriktirdi geçen yıllar boyunca. Çam Otel yerine çocukların toprağa değmesine izin veren Kuzuluk türü toplanma mekânları böyle bir birikimin değerlendirilmesi açısından için daha uygun bir zemin sunuyor kanımca; bunu Rabia Aldemir  ve Gülhan Dinç’le konuştuk. 

Dikey değil, yatay seslenme ve nefes alma ortamlarına ihtiyacımız var. Otel servisleri özellikle kadınlar için büyük kolaylıklar sağlıyor. Çocukların üstü başı daha az kirleniyor, oyun odaları var, anneler yemek hazırlamak zorunda değil, dahası akılları çocuklarında kalmadan programlara katılıyorlar, vs. 

Buna karşılık Kuzuluk’ta gördüğüm toprakla ve ağaçlarla haşır neşir olmayı sağlayan serbestlik yok işte. Katılımcılar sohbetlerini yürüyerek sürdüremiyorlar. Kalabalığın izdihamı yer yer sıkıcı oluyor. 

Dikey yığılma gözden kaçırma sebebi. Üstelik Anadolu Platformu  toplantılarındaki bereketi, kaynaşmayı mümkün kılan ve imece usulü bir çalışmaya açık faaliyetlerine borçlu. Genç kuşaklar benzeri bir çalışmanın yolunu yordamını başka türlü nasıl öğrenecekler? 

Hayatın çeşitli alanları birbirini gerektiren, iç içe geçen kavram ve eylemlerden oluşuyor. Mesela Gandi’ye göre yün eğirmek ve iplik sarmak, zihni olumsuz düşüncelerden arındırmasıyla fiziksel ve ekonomik bir faaliyet olmaktan çıkıp ahlaki bir eylem niteliği kazanıyor. 

Yenilerde okuduğum “Gandi ve Mira” kitabı bu açıdan çarpıcı ayrıntılar içeriyor. (Kaknüs, sf. 51) Bir çalışma sadece zihinsel faaliyetlerle değil, el emeği ve becerilerle de toplumun içselleştirerek dönüşmesini sağlayan bir mahiyet ediniyor. Anadolu Platformu bu açıdan çeşitli okuma ve eyleme yollarını bir araya getiren bir çatı mahiyeti kazanmıştı. Otel toplantıları kısa vadede pratik görünmekle birlikte uzun vadede böyle bir yapının anlamını ve imkânlarını daraltan bir etkiye sahip olacaktır, bana kalırsa.

Platformun bir unsuru ve kaynağı olan Bülbülzade Vakfı bu açıdan kayda değer tecrübelere sahip. Çocuklar ve kadınların tabiatla buluşması, geziler, oyunlar, programın niteliğini elbette güçlendiriyor. Vakfın hatırasını ismiyle yaşatmaya çalıştığı Müderris Bülbülzade Abdullah Edip Bayram Efendi (1856-1927), bilgisini halkla paylaşma ve halkın içinde olma azmi, öğrenci yetiştirme konusunda gösterdiği fedakârlıklar ve zamanının tanığı olma konusundaki duyarlığıyla faaliyetlerine ilham veriyor olmalı. 

Anadolu Platformu da farklı seslerin kaynaşmasına izin veren varlığı önemli bir çatı oluşturuyor.  Bu çatı kolay oluşturulmadı. Platform özgüvenini ve uzun soluğunu oluşturan saikleri ve vüsatı (uzamı) korumayı borçlu geçmişine ve katılımcılarına.

Cihan Aktaş, 03.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 

Sonsuz Ark'ın Notu: 
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015


Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20358/bulbulzade-vakfi-kadinlari

Seçkin Deniz Twitter Akışı