19 Eylül 2015 Cumartesi

SA1778/KY32-YR12: Ortak Mahallemiz Ütopya Değil

"Batı’yı sorgusuzca taklit kültürel dokumuzu zedeledi ve değerlerimizle telif edebileceğimiz bir gündelik yaşam elimizden alındı. Buna cevap olarak eski yapıları ve yaşantıyı aynen tekrarlama düşüncesi de son derece beyhude."


Bugünlerde kardeşlik kelimesini yazdığınızda tepki veren insanlara dua kelimesinden rahatsız olanlar da eklendi. "Kürt -Türk savaşı çıkmayacak, büyük çoğunluk sağduyu içinde dua ederek bu kâbusun sona ermesini bekliyor" dediğinizde hakarete uğrayabiliyorsunuz. Durmadan masayı kimin devirdiğini, ajan ve hainin kim olduğunu konuşmanız gerekiyor. Esas olan fiili duadır elbette, fakat dua en edilgen haliyle bile kalpleri yumuşatır, nefreti söküp atar, ayrımcılıkları ortadan kaldırır, aynı mahallede bir arada yaşamanın güzelliğini hatırlatacak nice kapılar açar. 

Şehir insanın aynası. Neyse halimiz ve efkârımız bunlar aynıyla şehrin yapısına kültürüne inşasına yansıyor. Portakal, kiraz, kayısı bahçeleri tarumar olup yerlerinde korkunç yapılar yükseldikçe ne akıl, ne izan, ne de merhamet kalıyor mahallelerde. Yapılaşma biçimi şehrin güvenliği, mahremiyetin korunup korunamadığı, hakça paylaşma olup olmadığıyla ilgili sağlam fikirler veren bir gösterge.

Bir medeniyetin inanç, zaman ve mekân arasındaki bağlarda kurduğu ahenk, insan ilişkilerinde, toplumsal meselelerin çözümünde son derece belirleyici rol oynar. Şehir ve insan biri ötekini kuşatan, belirleyen, yoğuran iki canlı. Üslubu beyan aynıyla insan söyleyişinden yararlanacak olursak şehrin dokusu, kamu alanları, ara sokakları, alış veriş biçimleri, hayattaki öncelikler ve gündelik yaşam pratiklerinin bütününe ‘şehir’ diyoruz. 

Estetiğe değer veren, yaşam içinde incelikleri önemseyen insanların kuracağı şehirler elbette sadece sahip olmaya ele geçirmeye odaklanmış insanların hoyrat ve nobran şehirlerine benzemez. Şehirler resim gibi duran içinde poz verilen edilgen mekânlar değil, insanı ortak değerlerde buluşturan, ruh üfleyen, evirip çeviren fakat aynı zamanda sakinlerinden de kendisi için şefkat ve özen isteyen sosyal hayat alanları. 

Şehirde ana caddelerden içerilere daldıkça mahalleler çıkar karşımıza. Mahalle bir uygarlığın hülasası ve efkârı umumiyenin ruhu demek. İnsan neden bir ev inşa etmekle yetinmez de evi evle tahkim etmek, mahalle olup başka insanlarla bir arada yaşamak ister. Bu toplumsal hayat arzusu ve iradesi insan fıtratının değişmez yapısından kaynaklanıyor. 

Ortak duyuşlar birbirine benzer kapı pencere yapılarını, ev içi düzenleri oluşturur. Sokakların biçimlenişinde, pencerelerin cephesi evin konumu kapının yönü gibi tercihlerde belli maksatlar gözetilir. İnsanlar arasındaki kaygıları giderecek, huzuru tesis edecek, doğanın çetin koşullarına karşı koyacak bir yapılanma. Hepimizin hâlâ hatırladığı mahalle yaşantısında farklılıklar arasında kurulan hoşgörü ve dengeler güveni ve adaleti de getirirdi. 

Kadınların şiddete uğraması, başka bir etnisiteden diye birilerinin kolayına darp edilmesi mümkün olamazdı, birlikte yaşadığı insanları düşmanlaştıran politik gerekçeler üretmek hoş görülemezdi. Aslında şimdilerde insanlar daha bireysel ve içe kapanık yaşamlar sürse de, ayrım yapmadan her kapıyı çalıp aşure dağıtan kadınlar, hal hatır soran amcalar hâlâ iş başında.

Osmanlı mahallesinde hayatını kaybeden gayrı müslimleri hayırla anmak, cenazelerine katılmak, bayramlaşmak gündelik hayatın rutiniydi. Eski diyerek terk ettiğimiz yaşantıda sorumluluk zinciriyle birbirine bağlıydı insanlar. Mahallede evlenecek kızlardan, hastalardan, yoksullardan, işi bozulan aile reislerinden, sakatlanan hayvanlardan, kötü muamele gören kadınlardan herkesin haberi olurdu. 

Terapistler yerine tecrübeli arif insanlar sıkıntıya düşenleri, ruhu daralanları dinler anlar ve bir hal çaresi önerirdi. Zenginler ve yoksullar güvenlikli sitelerle duvarlarla birbirinden ayrılmamıştı, herkes ötekini kollardı. Hasta mahallenin hastası, fakir mahallenin fakiriydi, herkes herkesin sorumluluğu altındaydı. Kimin evinde yemek pişmiyor, kurban kesilmiyor, bilinirdi. 

İnternetten verilen bağış kurbanlarının değil ev ev dağıtılan kurbanların makbul olduğu zamanlar. İnsan ihtiyaç sahibi birinin varlığından haberdar olduğu halde rahatça yatıp uykuya dalamazdı. Sadece Türk- Kürt yok ki, farklı insanların Çerkez’in, Yahudi’nin, Rum’un, Arab’ın hayat tecrübesi de yaşantıya bir şekilde katılır ve herkes birlikte zenginleşirdi. 

Mahalle halkının birbirine müteselsilen kefil olması da çok önemli bir emniyet unsuru. Her isteyen yabancı gelip yerleşemezdi mahallelere, birilerinin şimdi referans dediğimiz kefaletiyle onay alırdı yeni gelen. Kimin nesisin diye sorulması insanlık durumuyla ilgiliydi. 

Emniyet her şeyden önce can mal emniyeti sonra da mahremiyete hürmettir. Eski mimaride avlular bunun içindi. Sokakla ev ahalisi arasında geçiş yerleri olan avlular hem temizliği sağlar, hem de cümle kapısından giren kişi ilk etapta insanları göremez, müsaade ile içeri alınırdı. 

Herkesin birbirinin acı ve kederinden haberdar olup evini açtığı, paylaştığı bir durumdan kimsenin kimseye selam vermediği netameli belirsiz tekinsiz konuma geldik. Selam esenlik ve güven içindir. Öfkenin, kuşkunun, bilmediğinin düşmanı olmanın eriyip gitmesi kalplerin yumuşaması için. Öze dair selamlaşma kalkınca kabuğa karşılık gelen önyargılarla düşmanlaşma kolaylaşıyor. 

Bu noktada imamlara da biraz dokundurmak lazım. Beş vakit namaz kıldırıp ortadan kaybolan imamların yerine eskiden olduğu gibi mahallesinin meseleleriyle ilgilenen, ihtilaflarda arabuluculuk yapan, insana emek veren, cemaatinin gerekirse ayağına giden imamlar olmalı. Diyanet’in yeni felsefesinde cemaat sana gelmiyorsa sen cemaate git ilkesi ortaya kondu ki bu, karabulut gibi üzerimize çöken nefretin ortadan kalkmasında çok işlevsel olabilir.

Batı’yı sorgusuzca taklit kültürel dokumuzu zedeledi ve değerlerimizle telif edebileceğimiz bir gündelik yaşam elimizden alındı. Buna cevap olarak eski yapıları ve yaşantıyı aynen tekrarlama düşüncesi de son derece beyhude. 

Bu noktaya silah zoruyla gelmedik sonuçta, zaman içinde bireyselleşmeyi, bencilleşmeyi biz tercih ettik. Tarihe dönmek değil, değişen koşullara, beklentilere, gelişmelere uygun şimdiki zamanın ruhunu da dikkate alan yeni fikirler toplumsal ve mimari yapılanmalar gerekli.

Mimaride, şehircilikte çevreden doğadan kopmayan, insanın fıtratına savaş açmayan ademi merkeziyetçi, özgürlükçü projeler lazım. Kürtler ve Türkler birlikte bütün bunlara kafa yormak yerine birbirini öldürüyor. Kaderimizi ve geleceğimizi birlikte üreteceğiz. Ortak mahallemizi yeniden inşa etmemiz bir ütopya gibi görünebilir ama ütopyası olmayanın geleceği olmaz.

Yıldız Ramazanoğlu, 19.09.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Çöl'de Yürüyüş Yazıları
Yıldız Ramazanoğlu Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: 
Yıldız Ramazanoğlu Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 28.06.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Serbestiyet:

http://serbestiyet.com/Yazarlar/ortak-mahallemiz-utopya-degil-167694

Seçkin Deniz Twitter Akışı