20 Mart 2015 Cuma

SA1226/ KY23-NN11: Nehir Nil Güney Amerika'da 1; Santiago De Chile& Valparaiso (Şili)

"Ne kadar absürdsün Valparaiso?.. Saçlarını bile taramamışsın...Giyinmeye bile hiç vaktin olmaz senin... Hayat seni hep şaşırttı, öyle değil mi?" 
Pablo Neruda

Valparasio

Şimdiye dek yazdığım gezi yazılarımda, özellikle inanç faktörünün öne çıktığı yerleri anlatmaya çalıştım sizlere. Hepsi ruhumda derin izler bırakmış, kalbime dokunmuş diyarlar. Yaşayan görür, gezen daha çok görür derler.

Endülüs'ün İslam izleri, Eski Mısır'ın ölüm yolculuğu, Hindistan ve Nepal'in Hinduları ve Budistleri.. Klasik bir turistik seyahat kimliğindeki hüzne yolculuklar... Bu ülkelerde gördüklerimi, yaşadıklarımı ölene dek hafızamdan silemem sanırım.

Ama şimdi hüzne veda zamanı.. Biraz da hayatın ritmini ve eğlencesini yakalamak gerek.

Tutun elimden, gelin hep beraber Güney Amerika'ya gidelim. Hayatı doya doya yaşayan insanların hayatlarına ve doğa harikası ülkelerine dalalım. 'İstanbul'dan daha güzel' denen Rio'nun tepelerinde, plajlarında, favelalarında gezinelim. Buenos Aires'in enerji fışkıran caddelerinde dolanıp, tango ile hüzünlenelim. Colonia del Sacramento'nun (Uruguay) huzurlu ve sakin dar sokaklarında yürüyelim, Şili'nin şarap bağlarında üzümlerin tadına bakıp, salsa yapalım. Hatta Del Este'den (Paraguay) imitasyon saatler alalım.

Ve Iguassu Şelaleleri'nde,Tanrı'nın başyapıtlarından birini seyrederken, çığlık çığlığa buz gibi bir de şelale banyosu yapalım.

Güney Amerika seyahatinin en zor tarafı, çok uzun ve sık uçak seyahatlerinin olması. Bitmek bilmeyen kıtalar, yarım küreler ve mevsimlerarası seyahatler.


Santiago de Chile

Santiago de Chile'ye yola çıkarken üzerimde müthiş bir gerginlik vardı bu yüzden. Dile kolay, iki kıta ve bir okyanus aşacak, kıştan yaza varacaktım. İstanbul'dan Barcelona'ya, Barcelona'dan Madrid'e, Madrid'de de 6 saatlik bir beklemeden sonra yaklaşık 14 saatlik bir uçuşla Santiago de Chile'ye vardım. (Ve Madrid'deki o 6 saatlik arada bile, akşam olmasına rağmen şehre inip Porta del Sol'da yürümeyi ve bir kahve içmeyi ihmal etmedim)

Şili, Büyük Okyanus ve And Dağları arasına sıkışmış, güneyden kuzeye ince uzun bir ülke. O kadar uzun ki, yaklaşık 4500 km... (Kıyas yapmak isterseniz, Türkiye'nin en doğusu ve en batısı arasındaki mesafe yaklaşık 1600 km.)



İronik olan, ülke bu kadar uzunken, doğudan batıya genişliği ise ortalama 180 km. Hemen hemen Türkiye ile aynı yüz ölçümüne sahip olsa da, Şili'nin nüfusu 18 milyon civarı. Bunun nedeni ise gayet dağlık bir yapıya sahip olması. 

5 milyonluk başkent Santiago de Chile'de beni güzel, ılık bir öğleden sonra havası karşıladı.


Santiago de Chile

Şilililerle ilk tanışmam bir İsrail seyahatim esnasında olmuştu. Hristiyan inanışına göre Hazreti İsa'nın kabrinin olduğuna inanılan ve çarmıhtan alındıktan sonra bedeninin yatırıldığı mermerin de bulunduğu Kutsal Kabir Kilisesi'nde ağlayan, yüzünü o mermere süren, İspanyolca konuşan insanlar görmüştüm. Yabancılarla sohbet açma işinin piri olan meraklı ben, içlerinden biri ile sohbet etmiş ve Şili'den geldiklerini öğrenmiştim. Kafamda o an 'Şili? Çok uzak. Gider miyim acaba?' diye sorduğumu çok net hatırlıyorum.

Kutsal Kabir Kilisesi'nden çıkıp hemen karşısındaki Hz.Ömer Camii'ni ziyaretimde ettiğim duamda, daha fazla yer gezebilmeyi diledim Allah'tan. Belki o duanın tatlı bir tecellisi olarak Şili'deydim işte.

Keşfetme heyecanı, insanın yorgunluğunu ve uykusuzluğunu hemen yok ediyor. Otele eşyaları bırakır bırakmaz şehir merkezine gidiyorum. 

İlk gittiğim yer, Armas Meydanı. En önemli özelliği 17. yy'da yapımına başlanmış Metropolitan Katedrali.


Armas Meydanı/ Santiago

Şehirde göze çarpan, İspanyol koloniyal mimarisi ve modern mimari iç içe. Santiago depremlerden çok zarar gören bir şehir. En son ki depremde şehir merkezinde gözüme çarpan bazı binalar da yıkılmıştı. Uzun bir süre caddelerde dolanıyorum. Sonra her şehirde yaptığım ritüelim, şehrin en kalabalık noktasında bir kafeye oturup kahvem eşliğinde insanları, hayatın o şehirde akış şeklini izliyorum. 


Santiago de Chile

Şili edebiyatının dünyaca ünlü yazar ve şair Pablo Neruda'nın evi "La Chascona" yı ziyaret ediyorum sonra. Neruda'nın Valparaiso, Isla Negra ve Santiago'da olmak üzere 3 evi var. Burası çok şirin bir ev ve özellikle edebiyat meraklısı yabancılarla dolu.

Ve şehirde en son, bir Türk olarak görmemiz gereken bir noktayı, Cerro Navidad Parkı'ndaki Atatürk rölyefini ziyaret ediyorum. Rölyef, 1973 yılında Santiago Las Condes Belediye Meclisi tarafından alınan bir kararla, 29 Ekim 1973 tarihinde Cumhuriyetin 50. yıldönümünde parka yerleştiriliyor. Şili Türkiye Cumhuriyeti'ni ilk tanıyan ülkelerden birisi. Rölyefin yapılmasında bunun da etkisi var.

Bir şehir olarak Santiago, size fazla bir şey vaat etmiyor. Ama ulaşılması güç, seyahat rotalarının dışında, belki hayal dahi etmediğiniz, ülkenize çok ama çok uzak bir yerde olmanın verdiği farklı ve özel bir hisse kapılmanızı sağlıyor. 


Steak

O gece, Santiago'da beni en çok cezbeden yere gidiyorum. El Apero, ünlü Güney Amerika ızgaralarını tatmanız ve gece eğlencesini görmeniz için mükemmel bir yer. Mekanın girişinde, kalın kalın etleri yumuşacık pişirdikleri kocaman mangallar var. Ve tabii ağır bir ızgara kokusu.. Koku ve müzik insanı geçmişe götüren en önemli iki etken.

Maalesef Nepal gezimin bana en kötü mirası, ceset yakımı sırasında çıkan koku. Aldığım her ızgara ve kebap kokusu, beni hala Nepal'e, Paşupatinah Tapınağı'na götürür.

Mekandaki kocaman sahneye bakıyorum. Yüksek platformda 60 yılların Amerikan filmlerindeki orkestra tiplerini andıran müzisyenlerin coşkuyla söyledikleri İspanyolca şarkılar eşliğinde, sahnenin hemen altında dans eden onlarca Şilili'yi seyrediyorum. Bizlerin paralar vererek dersler aldığı Latin danslarını o kadar doğal ve mutlu yapıyorlardı ki..  Siz de o ritme bırakıyorsunuz kendinizi haliyle..

Ertesi gün, Santiago'ya yaklaşık 100 km. uzaklıktaki Valparaiso'ya gidiyorum. Santiago'dan Valparasio'ya giderken uçsuz bucaksız üzüm bağları size eşlik eder..


Üzüm Bağları

Yolda bir şarap imalathanesinde duruyorum. İmalathanenin terasından uçsuz bucaksız üzüm bağlarının yeşilliği ve sonsuzluğa seyretmek insanı dinlendiriyor. Hayatımda ilk kez şarap üzümünün tadına da bakıyorum, doğrusu bu kadar tatlı olmasını beklemiyordum. Şili şarap üretiminde dünyanın en iyi ülkelerinden birisi. Bunda iklimin ve toprak kalitesinin payı büyük.

Valparaiso'ya girerken bir pazar yerinde duruyorum. Pazar, özellikle Peru'dan gelen göçmenlerin satış yaptığı bir yer. Tabii insanların yüz yapısındaki ve giyim stilindeki farklılık hemen gözünüze çarpıyor. O pazarda gezerken genç bir Peru'lu kızla bakışlarımız buluşuyor. Gülen gözleriyle elindeki göz nuru bileklikleri uzattığında haliyle kayıtsız kalamıyorsunuz.


Valparasio

Şilililerin kısaca Valpo dedikleri şehir, UNESCO Dünya Mirası Listesinde ve kolonyal dönemin uğrak limanlarından birisi. Uçsuz bucaksız Pasifik'le buluşma noktası.

Okyanusu seyrederken Hz. Ömer Camii'nde yaptığım dua aklıma geliyor ve o an Allah'a içimden şükrediyorum, beni 3 umman'la da buluşturduğu için...Ve Ümit Burnu'nda aynı anda iki okyanusu seyretmeyi kısmet ettiği için...

Valparaiso, dağ ve okyanus arasında sıkışmış ince bir sahil şeridi, bu yüzden yükseklere doğru çıkan bir füniküler dizisi var

Burada yapacağınız en güzel şeylerden birisi ise 100 küsur yıllık fünikuler Ascensor Artilleria ile yapacağınız gezi. Muhteşem bir şehir manzarası izleme imkanınız olur. 

Bir de Plaza Matriz diye bir meydan var. Sakin şehrin güzel meydanı. Şehirde böyle sakin birkaç meydan daha var.

Farklı bir havası var Valparasio'nun, Santiago ile kıyaslandığında kesinlikle çok daha özgün ve karakterli. 

Pablo Neruda bu şehri çok severmiş, elimdeki kitapta Neruda'nın şu sözlerini okuduğumda Ona hak veriyorum:

"Ne kadar absürdsün Valparaiso?.. Saçlarını bile taramamışsın...Giyinmeye bile hiç vaktin olmaz senin... Hayat seni hep şaşırttı, öyle değil mi?"


(Bir sonraki yazı; Buenos Aires, Colonia del Sacramento...)


Nehir Nil, 20.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gezi Notları


Seçkin Deniz Twitter Akışı