5 Ocak 2014 Pazar

SA517/AŞ33: Gülen’in Sulh Mektubundaki Engerek ve Serencâm

“Şantaj altında çalışamayız!”

"Bu küresel bir sûikasttir!" 
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan, 04.01.2014, Dolmabahçe

İnsan aklı elindekine bakar, elindekini evirir, çevirir yorumlar; elindekinden daha uzaktakini de lazım olunca gider alır ve irdeler. Fakat insan aklının en büyük zaafı, daha uzaktakinin ne zaman  lazım olduğunu kararlaştırmakta tereddüt etmesidir. İnsan da bunu çok iyi bilir ve sürekli gündemi elinde tutmak ister; evirecek, çevirecek ve yorumlayacaktır. Gündemi takip eden bizlerin telaşı da bundan ileri geliyor, biraz da an itibarı ile olabilecek her şeye karşı pozisyon alma zorunluluğumuz var; taraf mıyız, değil miyiz? Tarafsak neyin tarafıyız, taraf değilsek taraf olmak ne demektir, falan…

Taraf olmak, nasıl bir şey; pek bilmiyorum galiba. Bir şey yanlışsa ona yanlış demek taraf olmak mıdır? Ya da bir şey doğruysa ona doğru demek? Körü körüne yanlışa doğru, doğruya yanlış demek ahmakların  işidir; zira en yakın vakitte bu taraf çektirisi, kendisini taşıyanları suya gömer. Şu an onu yaşıyoruz. Cemaat, yanlışlara doğru dediği için bindiği Fethullah Gülen çektirisi ile birlikte suya gömülüyor.

Taraflı tarafsız herkesin şu anda hiç kuşku duymadığı bir şey var. Devlet içinde Gülen’e bağlı bir yapı var ve bu yapı devlete hükmeden Hükümete ve Erdoğan’a karşı bir darbe girişiminde bulundu. Daha açık ifade ile halktan aldığı yetkiyi Gülen’le paylaşmayan Erdoğan, her türlü yasa dışı işbirliği ile alaşağı edilmek istendi. Erdoğan da bu yapıyı hızla tasfiye etmeye kararlı. Ocak 2014’ün ilk günlerine gelmeden Emniyetteki acil tasfiyeler yapılmıştı bile.

Cemaat yazarlarından Adem Yavuz Arslan’ın 3 Ocak tarihli tweetlerine göre Maliye Bakanlığında da her gün 3-5 tasfiye sürüyor. “Tasfiyeler sürüyor. Ankara Emniyet İstihbarat'tan son 12 kişi de kızağa alındı. Böylece 17 Aralık öncesi kimse kalmadı. PKK ya bakan birim de dağıtıldı. / Bir arkadaşa rastladım,.'Her gün mesai saati bitiminde bugün kimler yollanacak diye bekliyoruz.3'er 5'er tasfiye ediliyoruz' dedi. Yıl 2013./Tasfiyeler hız kesmiyor bile. Bugün maliye bürokrasisinde kimler fişlenmişse hepsi görevden alındı. Başkentte gün boyu bu konuşuldu.”

Bugün Gazetesi yazarı Adem Yavuz Arslan, Twitter’da“Cumhurbaşkanı konuşsun, konuşsun!" diye tempo tutanlar Cumhurbaşkanı "Devlet içinde devlet olmaz!" deyince, şimdi "Cumhurbaşkanı ne dedi" diye sulandırmaya çalışıyor.” diyen Sabah Gazetesi yazarı Meryem Gayberi’ye soruyor:  “Devlet içinde devlet olmaz; orada herkes hem fikir. Sorun şu: Kimi hangi hakla fişleyip hangi kanunla tasfiye ediyorsunuz ? Kendimizi kandırmayalım. Şu an yapılan şey cadı avıdır. Tasfiyelerin tek kriteri Camiadan olmak. Fişlemeler zaten hazırmış.”

Adem Yavuz Arslan, cemaatin bürokrasiden tasfiye edildiğini iddia eden geçmiş zaman söylemlerini unutmuşa benziyor, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Genel Başkanı Mustafa Yeşil’e göre Erdoğan 2011’den beri cemaate takmış durumda. Elbette Mustafa Yeşil bunu böyle söylemiyor. “Hizmet, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki her tür demokratikleşme hamlesini açıkça desteklemiştir. Ancak, Sayın Erdoğan’ın ve partisinin yönetiminde, eylemlerinde ve eylemsizliklerinde 2011 genel seçimlerinden bu yana ciddi bir farklılık oluştuğu açıktır.” 

Ama ne hikmetse 2011’den beri cemaate takan ve cemaat mensuplarını tasfiye ettiği iddia edilen Erdoğan, iki yıl sonra 2013 Aralık ayında cemaatin emniyet ve yargıdaki mensupları tarafından alaşağı edilmek istendi. 25 Aralık’ta yapılmak istenen büyük iş adamaları operasyonu da durduruldu; ancak 3. Köprü ve 3. Havalimanı ihalelerini alan firmaların mal varlıklarına koyulan tedbir kararı hâlen yürürlükte. Ayrıca başka bir operasyonun etkileri sürüyor. 1 Ocak Çarşamba günü Suriye’deki Türkmenlere yardım malzemesi götüren Mit görevlilerinin eskortluk ettiği tırı basına ihbar eden de bir polis.

Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanınca ‘yardım  malzemesi’ olarak tanımlanan tır içeriği, belli ki bir devlet sırrı ve bu sır Cemaat medyası (Bugün, Zaman) ile Radikal gazetesi tarafından BM’ye sınırlarda kontrolün eksiksiz yapılmasına temas eden açıklama yaptırttı. Birkaç gün önce de Esed, sırf bu sebeple Türkiye’yi BM’ye şikayet etmişti. Türkiye, güya muhaliflere silah yardımı yapıyordu. Tezgahın dip taraflarında çalışan birkaç Today’s Zaman yazarı da, El Kaide’ye destek veren iş adamlarına operasyon yapılmasına mani olundu, diye İngilizce tweetler yazıyorlardı. Hedefte Erdoğan vardı. El  Kaide ile işbirliği yapıyor diyerek etiketlenmek istenen  bir başbakan. Bu utanç verici eşleşmenin yerli mimarları cemaattendi, yabancı mimarları da WSJ’de, Washington Post’ta, Financial Times’da , Economist’de, Bild’de, BBC’de üstlenen neoconlar.

Aklımız, uzaktakileri alıp gelsin ve irdelesin, olmaz mı? Tembellik etmeyelim, dürüst olalım; kim yalan söylüyor? Mit Müsteşarına yapılan 7 Şubat Operasyonu’ndan sonra yapılan tasfiyeler var mı , yok mu bilmiyorum, ama Fethullah Gülen’in hem Kürt Sorununda hem de İran ve Suriye politikalarında Erdoğan’a karşı ‘cephe’ anlayışı ile hareket ettiği kendi beyanları ile  sabit. Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın İsrail ve neoconlar tarafından kendilerine bilgi aktarmadığı için ‘istenmeyen adam’ ilan edildiğini bilmeyen hiç kimse yok. Ve işin en korkunç olanı da şu; cemaat Fidan’ı tutuklamak istedi.  Belge arayan varsa Zaman Gazetesi’nden Hüseyin Gülerce ve Ekrem Dumanlı’nın ilgili yazıları cemaatin bu işten sorumlu olduğunun belgesidir, onlara bakabilirler. Bir cemaatin böyle işlerle ne ilgisi olabilir ki? Bu paralel bir yapılanma değilse, nedir?

Başbakan Erdoğan bugün, 4 Ocak 2014 cumartesi günü basın mensuplarıyla bir toplantı yaptı. Erdoğan: "Zanlılara, 'Efendilerinizin bundan haberi var. Efendileriniz gelsin sizi kurtarsın!' denir mi?" diyerek Savcı’nın yaptıklarını eleştirdi. Bunun bir yolsuzluk operasyonu değil, hükümete ve ülkeye yönelik bir suikast olduğunu söyledi. Sonra bir mektuptan bahsetti; ıslak imzalı bir mektup… 21 Aralık tarihine endekslenen, Cumhurbaşkanı Gül’e gönderilen ve Başbakan Erdoğan’ında mutlaka görmesi istenen mektubun yazarının bizzat Fethullah Gülen olduğu ortaya çıktı

Muhtevasından bir kısmının herkül org’da yayınlandığını gördüğümüz mektubun sunuşunda, “O günlerde sayın Cumhurbaşkanımızın da tartışmaların büyümemesi ve milletimizin huzuru adına farklı kesimlerle görüşmeler yaptığı, binaenaleyh muhterem Hocamıza da bir elçi gönderip kendi düşüncelerini aktarmak ve buranın mülahazalarını öğrenmek istediği iletildi.21 Aralık’ta gelip Hocaefendi’yle görüşen ve onun değerlendirmelerini not eden misafirimiz, yazılı bir metinle dönmenin çok daha faydalı olacağını söyleyince, muhterem Hocamız, medyada sözü edilen o mektubu yazıp verdi. Daha misafirin gelişi teklif edilirken “Bu ziyaretten mutlaka Başbakanımızın da haberi olsa!” dileğini ifade eden Hocaefendi, mektupta muhtevanın Başbakan’la paylaşılması arzusunu da dile getirdi. İhtimal bu iki hususla da gizli saklı bir iş yapılmadığı nazara veriliyordu." deniyor ve devamla mektubun içeriğinden birkaç kısım paylaşılıyordu:

“Kendisinin, devletin kanun çerçevesinde yürüyen işleyişi hususunda emir verme, müdahale etme ya da memurları bir noktaya sevk etme konumunda asla bulunmadığını; Bununla birlikte, sohbetlerinde tansiyonun düşürülmesi adına dost, muhip ve sevenlerine itidal tavsiye edeceğini; özellikle bir kesim medya kuruluşlarında kara propaganda sayılabilecek yayınların sona ermesini arzuladığını; bu konuda kendisinin elinden geleni yapacağını; Cumhurbaşkanımızın da ciddi etkili adımlar atacağına ve samimi gayretlerle yeniden akl-ı selime dönüşün sağlanacağına inandığını; Kanunların belirlediği vazifeleri yine kanunlar çerçevesinde yerine getiren memurînin sırf belli bir yere nispet edilerek engellenmesini ve hatta süreçle hiçbir ilgisi olmadığı halde yine aynı nispete dayandırılarak tasfiyelerin (daha doğrusu kıyımların) yapılmasını üzüntüyle izlediğini; Devlet memurlarının üzerlerine gidip onları vazifelerini yapmaktan men etme ve masum vatan evladını sadece belli bir yere nispet ederek tasfiyeye/kıyıma tabi tutma konusunda kendisi ve sevenleri sussa bile maşeri vicdanın susmayacağını;"

Ve daha birçok şeyi söyleyen bir mektup okumuştu, 3 Ocak Cuma akşamı Habertürk’te konuşan Cumhurbaşkanı Gül. 30 Aralık’ta yayınlanan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın zehir zemberek açıklaması da o mektuptan sonra yayınlanmıştı. Fethullah Gülen’in mektubunda ifade ettiği organik olmayan ilişki, organik bir şekilde dizayn edilen bir ilişkiler zincirini ortaya koyuyordu. Fethullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Zaman ve Bugün gazeteleri ile Samanyolu TV Grubu ve Bugün-Kanaltürk televizyonları organik bir ilişki içerisindeydi. Aynı organik ilişki şu an tasfiye edildiği iddia edilen  bürokratlar için de geçerliydi. Çünkü yönetim organizması açıklamalarıyla bu tasfiye sürecine karşı çıkıyordu. Herkes kendi elemanını koruyor ve bu hususta en sert söylemleri piyasaya sürmekten çekinmiyordu. Hatta Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil yayınladığı son metinde Hükümeti açıkça sokak olayları ve gösterilerle tehdit ediyordu:

“Yasalar çerçevesinde yapılan, şiddete başvurmayan barışçıl sokak eylemleri demokratik bir haktır. Ancak Hükümetin, Yargıya bile tahammül edemez bir görüntü verdiği ve her gün üst üste çok gergin ve kutuplaştırıcı açıklamalar yaptığı bugünlerde, barışçıl ve haklı da olsa, bu tarz sokak eylemlerinin bir takım provokasyonlara sebebiyet verebileceği endişesini taşımaktayız.Açıkçası, eylemlerin ülkemizi kaotik bir ortama sürüklemesinden kaygı duyuyoruz. Yolsuzluğun protesto edilmesi için ortaya çıkmış barışçıl protestoların sabote edilmesinin yolsuzluk gündeminin değişmesine sebebiyet verebilme ihtimali, amaçlananın tam tersi bir sonuç verecektir. Bu çerçevede, Gezi olaylarında da ifade ettiğimiz üzere, Hükümeti basiretli ve serinkanlı yönetime ve protesto eylemlerinde bulunanlar da dâhil olmak üzere 76 milyonun Hükümeti olarak davranmaya, aynı şekilde eylemcileri de barışçıl yöntemler ile sınırlı kalmaya davet ediyoruz.”

“Demokratik bir ülkede paralel devlet kabul edilemez. Varsa böyle bir yapı hükümetin bunu delilleri ile ortaya koyması gerekir.” diyerek cemaate  istisnâî bir hareket alanı açan Mustafa Yeşil, “… herkesi ajanlıkla suçlamak ülkeyi içinden çıkılmaz bir cinnet haline sürükleyecektir” diyor ve geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyordu herkesi, hem de nasıl bir yolculuk, bir ABD ya da AB veya müstemleke komiseri gibi düşüncelerimize İsrail’in ve azılı neoconların 2010 yılından beri dillendirdiği diktatörlük bayrakları eşliğinde yürüyorduk cümlelerin arasında:

“Muhterem Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin, ülkeye çok hizmetleri geçmiş AK Parti’ye karşı bir husumeti bulunmamaktadır. Hizmet, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki her tür demokratikleşme hamlesini açıkça desteklemiştir. Ancak, Sayın Erdoğan’ın ve partisinin yönetiminde, eylemlerinde ve eylemsizliklerinde 2011 genel seçimlerinden bu yana ciddi bir farklılık oluştuğu açıktır. AB sürecinin yavaşlaması, kuvvetler ayrılığını erozyona uğratan şekli ile başkanlık teklifi, medya özgürlüklerinin giderek daralması, parlamenter denetimin zayıflaması, Sayıştay’ın görevini yapamaz hale gelmesi ve otoriterleşme emarelerinin artması, son olarak yargıya bile müdahale edilmesi AK Parti’yi destekleyen sağduyulu kesimleri ülkenin geleceği ile ilgili derin endişelere sevk etmiştir.”

Mektup,  bildiri, gazete yazıları , yayınlar, tweetler  ve daha birçok şey aslında cemaatin bütün gücüyle Erdoğan’ı hedef aldığını ve onu  neoconların,  İsrail’in arzuladığı gibi iktidardan alaşağı etmeye odaklandığını anlatıyor bize.  Hüseyin Gülerce’nin 27.12.2013 Cuma akşamı Twitter’da “Benim ülkemin Başbakan'ını yabancılar gönderemez. Demokrasi adına, insaf adına, vicdan adına tertiplere, provokasyonlara fırsat vermemeliyiz.” diyerek birdenbire ortaya çıkışı, ABD Elçisi Ricciardone’nin başarısız darbe girişiminden sonra yaşadığı büyük panik ve AB Büyükelçilerine “İmparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” şeklindeki sözlerini acilen yalanlaması, ABD Dışişleri Sözcü yardımcısı Marie Harf’ın Türk-Amerikan İlişkilerinin bozulmasına karşı yaşadığı tedirginliği yansıtan sözleri hiçbirimizde zerre kadar kuşku bırakmadı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, günlük basın toplantısında, kendisine yöneltilen, "Başbakan Erdoğan, yolsuzluk operasyonlarının ABD'de planlanıp uygulamaya konduğunu söyleyen sözler söyledi. Türk Hükümeti'ni yıkmak için sizin böyle bir girişiminiz oldu mu? sorusuna verdiği yanıtta, "Kesinlikle hayır. Bu saldırıyı temelsiz buluyoruz. Amerikalı yetkililer hakkındaki bu tür iddialara ilişkin kaygılarımızı Türk yetkililere ilettik, bunlar tamamen temelsiz." diyordu.

Şimdi toparlamak için Cumhurbaşkanı Gül’ün mektup-bildiri trafiğinden sonra 3 Ocak Cuma akşamı söylediklerine bakalım. Gül’den Erdoğan karşıtı bir çıkış bekleyen herkesi hayal kırıklığına uğratan bir performans görmek istikrar kaygısı olan herkesi rahatlattı. Gül, 25 Aralık’ta durdurulan operasyonun savcısının bildiri dağıtmasını, HSYK’nın yayınladığı duyuruyu eleştirdi ve paralel yapılanmalara  kesinlikle müsamaha edilemeyeceğini söyledi.

Kim ne anlar bilmiyorum, ama Gülen’in gönderdiği ‘sulh Mektubu’ aslında ‘Beddua’nın temellerinden bir adım geri gitmiş değil. Zaten Başbakanın ve Cumhurbaşkanının mektupta gördüğü bu ‘Küstah tavır’  ve kullanılan ‘Buyurgan Dil’ onların 3 ve 4 Ocak’ta kararlı bir şekilde konuşmalarına neden olan bir tavır ve dildi.

Basın Toplantısı’na katılan gazeteciler ve yazarlardan alınan görüşleri aktararak konuyu kapatıyorum. Bana göre cemaat intihar etmiştir; ölmüş bedenine, cesedine kalp masajı ve sûni teneffüs istiyor.

Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür: “Benim gördüğüm şey şu; Başbakan kararlı. Ne ile kararlı? 17 Aralık'ta Türkiye'ye kurulan tuzakla ilgili kararlıdır. Başbakanın söylediği şey şuydu; yasal prosedür içerisinde, yasaların elverdiği ölçüde, hatta diğer davaların yargılanmasıyla ilgili de bunu söyledi, her şey yasal prosedür içerisinde devam edecek.”

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila:“Başbakan Erdoğan Gülen Cemaati'nden ıslak imzalı bir sulh mektubu geldiğini bunun değerlendirileceğini ancak paralel devletle mücadele ve dershaneler konusunda geri adım atılmayacağını söyledi.”

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç: “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 17 Aralık süreciyle ilgili bilgilendirici bir toplantı yaptı, sürecin nasıl başladığını, nasıl geliştiğini, neyi amaçladığını anlattı ve sorulara cevap verdi. Evet cemaat konusu gündeme geldi. Yani o konuda da Başbakan fikirlerini, görüşlerini ifade etti. Tır olayı da tabi gündeme geldi. Bunların birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor Sayın Başbakan. Tır olayının, 17 Aralık operasyonuyla bağlantılı olduğunu düşünüyor. "Ben hükümete karşı yargıda ve emniyette yapılanma varsa hükümetin tedbir almasının hakkı olduğunu fakat camiaya veya cemaate karşı bir operasyon düzenlenecekse bunun on binlerce insanı içine alabileceğini, 28 Şubat'ın tekrarı olabileceğini, öğretmenden esnafına kadar birçok insanı mağdur edebileceğini söyledim. Sayın Başbakan 'Bu konuda biz çok dikkatliyiz, öyle bir şeye asla izin vermeyiz, mahal vermeyiz' dedi ama devletin içerisinde bir yapılanma varsa onları hukuk dahilinde kalmak suretiyle tasfiye etme konusunda da kararlı olduğunu söyledi.”

Yazar Doğu Ergil:“Yolsuzluk konusu ağırlıklı olarak işlenmedi çünkü Başbakan yolsuzluğun bir araç olarak kullanıldığını ve yolsuzluk üzerinden hükümetinin karalanma ve dolayısıyla Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmaya çalışıldığına inanıyor. Bu toplumdaki kutuplaşmış kanının yani bir tarafta yolsuzluk vardır ve en önce onun üzerine gidilmelidir. Bir tarafta 'Bu istismar edilerek gerçekten hükümet karalanabilir' görüşü, öteki tarafta 'Bu tamamen bir komplodur, hatta bir milli ihanettir, o yüzden de bunun üzerinde durulmamalı, bunu yapanlar ve niye yaptıkları teşhir edilmelidir' görüşü var. Bu görüşler birbirine yaklaştırılırsa herhalde mesele daha açıklığa kavuşturulacaktır, toplum da ikna olacaktır.”

Yazar İsmail Kapan: “Başbakan'ı gayet rahat gördüm. Sonuç olarak şöyle söyledi; 'Bunun esas göstergesi 30 Mart seçimleri olacak, bu konuda bizim hiçbir endişemiz yok.' Bunun devamı olarak 'Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili çok önemli bağlantılar kurulmak isteniyor' dedi. Sayın Başbakan aynen 'Başbakanlık makamı ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir fitne çıkarılmak isteniyor, bu konuda biz rahatız, hiçbir endişemiz yok, zamanı geldiğinde gerekli adımlar atılacaktır' ifadelerini kullandı.”

Çok anlattık, çok üzüldük, ama artık moda tabirle şeriatın kestiği parmağın acıtmadığını gösterecek bize emekli vaiz Fethullah Gülen ve cemaat. Başka türlü bu ülkeye yapılan ihaneti hiç kimse affetmeyecek ve unutmayacak.  Şakirdler bürokrasiye atandıkları gibi, atamaya yetkili amirler tarafından da adandıkları yerlerden teker teker indirilecekler. Hiç kimse de bir daha böyle büyük bir ihanete izin vermeyecek. Başbakan bunu yapmasa kendisine ve kendisine “Dik dur, eğilme! Bu millet seninle!” diyen oy verenlerine ihanet eder.

7 Şubat( Mit Olayı), 31 Mayıs(Gezi Parkı-Diktatörlük), 17 Aralık (1. Operasyon), 25 Aralık (2. Operasyon), 1 Ocak (Tır)… daha kaç kez aynı delikten ısırılacak şakird olmayan Müslümanlar? Cemaatin hükümetleri tehdit edecek kapasitesi ortaya çıktı. Yerleştikleri o etkili hangi yol ve yöntemlerle yerleştiklerini az çok hepimiz biliyoruz. Buna rağmen hak ve hukuktan bahsediyor olmaları bizi kızdırıyor. 

Herkesin kendi alın teri ile ve bizzat kendisini referans vererek yükseleceği bir bürokratik yapı istiyoruz. 

Bir bakıma Erdoğan'ın 'Ne istediler de vermedik?"serzenişinin kırılan ve yok edilen sınırsız güvenden kaynaklandığını görüyoruz. 

Bir daha hiç kimseye böyle güvenmek istemiyoruz.

Hukukî olan da budur... Cemaat hâriç herkes dersini aldı. 

Artık hiçbirimiz 'Şantaj altında çalışamayız'. 





 Arif Şahin, 04.01.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 33





Seçkin Deniz Twitter Akışı