22 Aralık 2017 Cuma

SA5368/KY57-AHCZD67: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 30: Maide(01-10)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. 


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


MAİDE SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (1-10. Ayetler)[1]

MÂİDE SURESİ Medine döneminde inmiştir. 120 âyettir. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan “mâide” (sofra) kelimesinden almıştır. Mâide Suresi muhteva bakımından Nisâ sûresinin devamı mahiyetindedir. Zira Nisâ sûresinin son bölümünde değinilen yahudi ve hıristiyanların bâtıl inançları, tutum ve davranışları bu sûrede de ağırlıklı olarak ele alınmış ve bunlarla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır. 

Bunun dışında akidlere bağlılık, yardımlaşmada ölçü, helâl ve haram olan yiyecekler, av ve avlanma hükümleri, hayvanlarla ilgili bazı Câhiliye âdetlerinin yersizliği, Ehl-i kitabın kestiklerini yemenin ve kadınlarıyla evlenmenin câiz olması; abdest, gusül, teyemmüm, temizlik ve hac farîzasıyla ilgili hükümler; hırsızlık, yol kesicilik ve ülkede fesat çıkarmanın cezası, cihadın lüzumu, insanların birbirlerine iyilikle muamele etmeleri, fiil ve niyette doğruluk ve adalet üzere bulunmaları, yemin kefâreti, vasiyet, dinden dönmenin kötülüğü, içtimaî ve ahlâkî münasebetler, içki ve kumar yasağı gibi dinî ve hukukî konular ele alınmaktadır. Bunlara ek olarak sûrede öğüt ve ibret alınacak kıssalar yer almıştır. 

Bunlar, Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssası ile Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’nın hayat hikâyelerinden kesitler şeklindedir. Ayrıca sûrede âhiret hallerinden de bahsedilmektedir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/200.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ

“Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramda bulunduğunuz sırada avlanmayı helâl saymamanız şartıyla, size bildirilecek olanlar dışındaki "en‘âm" denen hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Şüphesiz Allah dilediği gibi hükmeder.”  (Mâide Suresi,5/1.)

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً

“… Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” (İsrâ,17/34.)

Ey Müminler, iman edin ve imanınızda sebât edin, evveliyatla Allah’a verdiğiniz söze sadâkât gösterin! Allah’a verdiğiniz söze ihanet etmeyin!

Müminler kendileri için bu surede açıklanan ve genelde İlâhî Hukuk'ta ortaya konan tüm akitleri yerine getirir, tüm sınırları gözetirler. Âlemlerin Rabbi olan Allah insanlara hem dinlerinde aşırı gitmemelerini (Nisâ,4/171.) hem de “Hududullah” (Allah’ın sınırları) nı aşmamalarını emretmiştir. (Bakara, 2/229)  Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’i insanlara rehber olarak göndermiştir. 

Rabbimiz Mâide suresinin başında hayvanlar hususunda da “Hududullah” (Allah’ın sınırları)nı bildiriyor ve Allah’ın koyduğu sınırların aşılmamasını ve aşırıya gitmemelerini emrediyor.

أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

“Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.” (A’râf,7/54.)

Bir müminin hayatında helal ve haram çizgilerine riayet etmenin kulluğun ispatında, dinin algılanma, içselleştirilme ve yaşanması noktasında büyük bir önemi vardır. Helal, mükellefin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı davranışları ifade eder (TDV İlmihal, I, 172; Koca, “Helâl”md., DİA, XVII, 175-176.). Tehânevî’nin tanımıyla helâl, câiz ve mubah bir sebeple Kur’ân ve sünnetin yapılıp yapılmamasını serbest bıraktığı davranışlardır. En genel ifadesiyle haram, yapılması din tarafından yasaklanan fiildir. [2] Mâide Suresinin bu ayetlerinde de helal ve haram kılınan hayvanlar belirtilmektedir.

Arapça “En'am” kelimesi deve, sığır, koyun ve keçi, behîme ise, karada veya denizde yaşayan dört ayaklı otlayan tüm hayvanlar için kullanılır. İki kelimenin (isim tamlaması şeklinde) birlikte kullanılması, En'am kelimesinin ifade ettiği dört tür hayvanı andıran tüm otlayan dört ayaklıları içine alarak anlamı daha kapsamlı hale getirmiştir. Yine başka hayvanları öldürüp yiyerek beslenen etoburların (pençeli ve yırtıcı hayvanlar) gayri meşru olduğunu da imâ etmektedir. (Tefhîm’den)
Helal ve haram olan gıdalar bağlamında Kur’ân-ı Kerim’de tayyib/tayyibât kavramının öne çıktığı görülmektedir. Gıdalar bağlamında ise tayyib, helal olan ve insanın hoşlandığı temiz yiyecekler anlatılmaktadır. Haram ve helal kılma yalnızca fayda ve zararla bağlantılı olmayıp şâriin teabbüdî yönü ağırlıklı olan bir tasarrufudur. Ancak gözden uzak tutulmamalıdır ki haram ve helal sınırına riayet etmek mükellefler açısından fayda ve zarar ilişkisine dayalı somut gerekçelerin ötesinde, kulluğun bir gereği olarak dünyada tabi tutulduğumuz imtihanın bir parçasını oluşturmaktadır.[3]
Yüce Allah’ın hayvanların bir kısmını helâl bir kısmını haram kılması, avlanması helâl olan hayvanları ihramlı olanlara yasaklaması ve benzeri hükümler koyması, kulların menfaatlerinin ve ihtiyaçlarının bunu gerekli kılması hikmetine dayanmaktadır. Kullar bu emir ve yasakların hikmetini araştırmakta serbesttirler, ancak bunlara uymak zorundadırlar. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/204-205.)

“Sözleşmeler” diye tercüme edilen ukûd, akd (akid) kelimesinin çoğuludur. Akid sözlükte “ipin iki ucunu birbirine bağlamak, bir şeyin kenarlarını toparlamak, sağlam bağ ve düğüm” gibi anlamlara gelir. İslâm hukuk terimi olarak akid, günümüz hukuk terminolojisinde olduğu gibi “hukukî bir sonucu meydana getirmek üzere karşılıklı iki iradenin birbirine uygun olarak açıklanması”nı ifade etmenin yanı sıra, yer yer (vasiyet gibi) tek taraflı hukukî işlemleri belirtmek için de kullanılır ki, bu geniş anlamıyla akid, “hukukî işlem”le eş anlamlıdır. Akid, kanun tekniğine uygun bir anlatımla Mecelle’de ise şöyle tanımlanmıştır: “Akid, tarafların bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki, icap ve kabulün irtibatından ibarettir” (Yunus Apaydın, “Akid”, İFAV Ans., I, 98-99). (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/202-203.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَاناًۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

“Ey iman edenler! Allah’ın işaretlerine (şeâir), haram aya, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklara, rablerinin büyük lutuf ve rızâsını dileyerek Beytülharâm’a yönelmiş kimselere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Harâm’a girmenizi engellediler diye bir topluma karşı duyduğunuz kin, sakın aşırı gitmenize sebep olmasın. İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Mâide Suresi,5/2.)

HAYIRDA/İYİLİKTE YARDIMLAŞMAK VE YARIŞMAK

Müminler “Hududullah” (Allah’ın sınırları)nı aşmaz ve Şe‘âirullah’a (Allah’ın işaretlerine) saygısızlık etmezler. Müminler bir topluma olan kin ve nefretleri onların aşırı gidip zulmetmelerine yol açmaz. İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşırlar, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmazlar. Takvâ sahibi olup Allah’tan korkarlar. Müslümanlar hayır ve iyilikte yardımlaştıkları gibi birbirleri ile yarışırlar da.

يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ

“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âli İmrân,3/114.)

أُوْلَئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ

“İşte Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler hayır işlerine koşuşurlar ve o uğurda öne geçerler.” (Mu’minûn,23/61.)

“İşaretler” diye tercüme edilen şe‘âir kelimesi, sözlükte “alâmet” anlamına gelen şa‘îre kelimesinin çoğuludur. Şe‘âirullah ise Allah’ın hac ibadetiyle ilgili emir ve yasaklarıyla O’na itaati gösteren ihram, mîkatlar, cemreler, Safâ ile Merve, Meş‘ar-i Haram, Arafat ve benzeri “haccın menâsiki” denilen ibadetlerle ilgili mekânları ve alâmetleri ifade eder. Yüce Allah müminlerin bu nişanelere karşı saygılı olmalarını, haram aylarda savaşmaktan, Beytullah’a gönderilen kurbanlıklara veya bu kurbanlıkların sahiplerine zarar vermekten, saygısızlık göstermekten sakınmalarını emretmekte; hac ya da umre niyetiyle Beytullah’a gelmek, aynı zamanda ticaret yapıp Allah’ın lutfundan bir şeyler elde etmek ve rızâsını kazanmak isteyenlerin ibadetlerini huzur ve emniyet içerisinde yerine getirmelerine engel olunmamasını istemektedir. 

 İlk âyette akidlerin yerine getirilmesi emredildikten sonra, İslâm’ın en temel ahlâk ve hukuk ilkelerinden birini ortaya koyan 2. âyette dinin kutsal değerlerinin çiğnenmesi yasaklanmış, ardından intikam duygularının insan haklarına tecavüze sebep olmaması gerektiği bildirilmiş; müslümanların iyilik ve takvâ hususunda birbirlerine yardım etmeleri; günah işlemek, intikam almak, düşmanlık gütmek, insan haklarını çiğnemek gibi amaçlara yönelik faaliyetlerinde birbirlerine yardım etmemeleri ve Allah’a karşı saygılı olmaları buyurulmuş; aksi takdirde uğrayacakları azabın şiddetli olacağı haber verilmiştir. Şüphesiz yardımlaşma ve dayanışma sosyal hayatın bir gereğidir. Ancak bu yardımlaşma hukuk ve ahlâk kurallarına, insanlığın İslâmiyetçe de benimsenen ortak değerlerine aykırı olmamalıdır. Hukuk ve ahlâk ilkeleri gözetilmeden yapılan yardımlaşmanın İslâm nazarında hiçbir değeri yoktur; aksine İslâm haksızlığa yardımı zulüm sayar ve engellenmesini emreder. Hz. Peygamber, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurunca, “Ey Allah’ın resulü! Kardeşim mazlum ise yardım ederim, zalim ise nasıl yardım edeyim?” diye sorulmuş, Resûlullah da “Onu zulmetmekten engellersin, senin ona yardımın budur” cevabını vermiştir (Buhârî, “Mezalim”, 4; “İkrâh”, 7). (Bkz. Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/205-208.)

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“Murdar hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurularak öldürülmüş, yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş hayvanlarla -henüz canı çıkmadan yetişip kestiklerinizin dışında- yırtıcıların yediği hayvanlar, dikili taşlar önünde (sunaklarda) boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla paylaşmanız size haram kılındı. Çünkü bunlar doğru yoldan sapmaktır. Bugün, kâfirler dininiz hakkında ümitlerini yitirmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim. Kim açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, günah sınırına varmaksızın yiyebilir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Mâide Suresi,5/3.)

Müslümanlar iman ederler ki bu din, insanın hayatını her yönüyle ve bütün kapsamıyla kuşatmaktadır. Yaratan Allah yarattıklarını her şeyden daha iyi bildiğinden fıtrata uygun bir hayat nizamı göndermiştir. Cenneti arzulayan kula düşen de bu imtihan hayatında Allah’ın belirlediği bu hayat nizamına tâbi olmak ve elinden geldiği kadarı ile yaşamaktır.

Müminler Allah’ın haram kıldığı hayvanları yemezler. Helâl dairede kalırlar, haram alanına düşmezler. Sadece Allah’tan korkarlar.  “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim” buyruğu ile Allah’ın kendilerine verdiği, razı olduğu İslam’dan sapmazlar, İslam’dan başka yollar aramazlar ya da Allah’ın emirlerini görmezden gelmezler. Allah’ın emrettiklerini yerine getirir ve yasakladıklarından kaçınırlar.  Rabbimiz bizim için hayat tarzı olarak İslâm'dan razı olduğuna göre, itaatimizle ve ona olan bağlılığımızla, kabul etmiş olduğumuz İslâm'a içten inandığımızı uygulamada da göstermemiz gerekmektedir. Her türlü kölelik ve bağımlılıktan kurtulup -yani kula kulluktan- günlük yaşantımızda Allah’tan başkasına teslim olmamamız gerekir.

“Bugün, kâfirler dininiz hakkında ümitlerini yitirmişlerdir” meâlindeki cümle, artık müşrik Araplar’ın İslâmiyet’i ortadan kaldırmaktan, müslümanları yok etmekten veya putperestliğe geri döndürmekten umutlarını kestiklerini ifade eder. Ama bu inkâr edenlerin, müşriklerin, münafıkların, ateistlerin, faşistlerin, nazi ve barbarların, mason, Siyonist, mistik ya da bâtinî örgütlerin vb. toplanıp size saldırmayacakları ya da sizin dininizi bozmak ve sizi haktan uzaklaştırmak, kendilerine benzetmek için yoğun bir şekilde çalışmayacakları anlamına gelmez. Kıyamete kadar Hakk ile bâtılın mücadelesi devam edecektir. Bugünün muvahhid müminleri, Müslümanları, şâhitleri, şehitleri, muhâfızları olarak takvâ şuuru ile elimizden gelen cehdi gerçekleştirmemiz gerekiyor.

SÂHÎH İMAN, SÂLİH AMEL VE HELÂL YİYECEK

İslam’dan önce Araplar arasında yiyecek ve içeceklerin hiçbirinden sakınma yoktu. Hepsi mubah görülüyordu. Leşlere ve böceklere varıncaya kadar her şeyi yiyorlardı. Sadece putlara adanmış olan bazı hayvanları yemiyor, onları kesmeyi mubah kabul ediyorlardı. Bazı hayvanları erkekler yiyebilir, kadınlar yiyemez diye adıyorlar, çocuk ölü doğarsa kadın-erkek her ikisi de yiyebiliyor, canlı doğarsa sadece erkek yiyebiliyordu. Buna benzer daha pek çok putperest adet vardı. düzeltilmesi gereken bu âcil durum sebebiyle helal-haramla ilgili âyetler Mekke’de inmeye başlamıştır.[4]

Rabbimiz iman edenlere, iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılmıştır. Kur’ân’ın helal ve temiz şeyleri yemeyi ve peşinden sâlih amel yapmayı emretmesi beslenme ve ibadet ilişkisini anlatması bakımından manidardır. Rabbimiz bizden tevhîd’i korumayı, küfür, şirk, nifâk ve fısk karışmamış sahîh bir iman, riyâ karışmamış sâlih amel ve helal rızık/yiyecek istemektedir.

يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ

“Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.” (Mu’minûn,23/51.)

الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf,7/157.)

Kur’an-ı Kerim’de dört ayette yenilmesi yasaklanmış olan hayvanlar ve hayvan kökenli gıdalar açıkça belirtilmektedir.  Kur’ân-ı Kerim’de yenmesi haram kılınan hayvan kökenli gıdalar leş, akıtılmış kan, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar ve domuz eti olmak üzere dört tanedir. Bu husus ikisi Mekke’de (Enâm, Nahl) ikisi ise Medine’de (Bakara, Maide) nazil olan dört surede tekrarlanmıştır.

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına boğazlanan(hayvanlar)ı haram kıldı. Bununla birlikte kim mecbur kalırsa istek göstermeksizin ve sınırı aşmaksızın bunlardan yemesinde ona herhangi bir günah yoktur…” (Bakara, 2/173)

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanmış, boğulmuş, darp edilerek öldürülmüş, düşme sonucu ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş ve yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış olan hayvanlar –canları çıkmadan önce yetişip kestikleriniz bu hükmün dışındadır- ile [putlar adına dikilmiş olan] taşlar üzerine boğazlanan kurbanlar size haram kılındı…” (Maide, 5/3)

قُل لاَّ أَجِدُ فِي مَا أُوْحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلاَّ أَن يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَّسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“De ki: “Bana vahyolunan Kur’an’da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir.” Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Enam, 6/145)

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالْدَّمَ وَلَحْمَ الْخَنزِيرِ وَمَآ أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nahl, 16/115)

Bu dört ayette, haram kılınan hayvan kökenli dört yiyecek bulunmaktadır. Kendiliğinden ölen ya da nassların öngördüğü şekilde boğazlanmaksızın öldürülen hayvanın (meyte/leş) etini yemek haram kılınmıştır. (Maide, 3/5) ayetinde zikredilen “…boğulmuş, darp edilerek öldürülmüş, düşme sonucu ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş ve yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış olan hayvanlar...” meyte kapsamında değerlendirilmektedir. Tevhid inancının bir gereği olarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etleri haram kılınmıştır. Burada öncelikli olarak putlar namına kesilen hayvanlar söz konusudur.[5]

Kur’an’da yiyecekler konusunda haramlıkla ilgili açıklamaların ortak noktası ise “habâis” (pis ve iğrenç) şeylerin yenmemesi hükmüdür. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin alınmaması İslâm’ın genel ilkelerinin gereklerindendir (Bakara 2/195).

Âyet-i kerîmede, haram olduğu bildirilen etler şöyle sıralanmıştır:

 1) Usulüne uygun kesilmeksizin veya avlanmaksızın öldürülmüş veya kendiliğinden ölmüş hayvan (meyte).

 2) Kan. Âyette haram kılındığı bildirilen kandan maksat boğazlanma veya başka bir sebeple hayvanın damarlarından akıp boşalan kandır. Nitekim En‘âm sûresinde (6/145) haram olanın “akıtılmış kan” olduğu açıkça ifade edilmiştir.

 3) Domuz eti. Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili âyetlerinde haram kılınan şeyler sıralanırken domuzun sadece eti zikredilmiş olmakla beraber bu âyette fısk ve En‘âm sûresinin 145. âyetinde rics yani maddî veya mânevî bakımdan pis, murdar olarak nitelendirilmiş olmasını, A‘râf sûresinin 157. âyetini ve diğer delilleri değerlendiren müfessir ve fakihler, evcil olsun yabani olsun domuzun kemiği, yağı ve sütü dahil bütünüyle haram olduğuna hükmetmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de etinin haram olduğu belirtilen tek hayvan domuzdur.

 4) Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın eti. Müşrikler putların ve cinlerin adını anarak hayvan kesiyorlardı. Bu şekilde kesilen hayvan, tıbbî bakımdan değil, dinî ve mânevî sebeplerle murdar sayılmıştır. Zira İslâm tevhid esası üzerine kurulmuş bir dindir. Diğer bütün varlıklar gibi hayvanların da yaratıcısı Allah olduğu halde onları başkasının adını anarak kesmek tevhid inancına aykırıdır, şirktir.

5) Herhangi bir şekilde nefesi tıkanıp boğularak ölen hayvanın eti. Nefesin tıkanması vücuttaki kanın ve dolayısıyla etin bozulmasına sebep olur.

 6) Ağaç parçası, taş gibi öldürücü şeylerle vurularak öldürülen hayvanın eti. Böyle hayvanın kanı akıtılmadığı için bu et de murdar sayılmış ve haram kılınmıştır (Râzî, XI, 133). Modern alet ve silâhlarla başından vurularak öldürülen hayvanın eti de haramdır.

7) Yüksek yerden düşerek veya atılarak ölen hayvanın eti.

8) Bir başka hayvan tarafından boynuzlanarak öldürülen hayvanın eti. 

9) Yırtıcıların öldürüp parçaladığı hayvanın eti. Son beş maddede zikredilen hayvanlar murdar hükmündedir. Ancak bu hallerde hayvanda canlılık belirtileri varken Allah’ın adı anılarak bıçak veya keskin taş gibi bir aletle kesilip kanı akıtılırsa helâl olur. Canlılık belirtileri ise kesim sırasında hayvanın hareket etmesi veya kanının normal akması gibi işaretlerdir.

10) Dikili taşlar için kesilen kurban eti. Câhiliye döneminde üzerinde putlar için kurban kesmek ve Kâbe’ye saygı göstermek üzere onun etrafında dikilmiş birçok taş vardı. Bu taşlara nüsub (çoğulu ensâb) denilmiştir. Bir rivayete göre de nüsub “put” anlamına gelir.

11) Fal oklarıyla paylaşılan et. Âyette paylaşımda fal oklarının kullanılmasının haram kılındığı bildirilmiş olmakla birlikte maksat bu oklarla paylaşılan etin haram kılınmış olmasıdır. Çünkü bağlam, yenilmesi haram olan etlerle ilgilidir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/208-217.)

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ قُلْ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۙ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّب۪ينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُۘ فَكُلُوا مِمَّٓا اَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

“Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar. De ki: "İyi ve temiz olanlar size helâl kılınmıştır." Yırtıcı hayvanlardan olup Allah’ın size öğrettiği ile eğiterek avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yiyin; üzerine Allah’ın adını da anın. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah’ın hesabı pek çabuktur.” (Mâide Suresi,5/4.)

Müminler helal ve haram olan şeyleri bilmeleri gerekmektedir. Allah’ın kendilerine gönderdiği ve razı olduğu dini yine gönderilen Kur’an ve Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa (sav)’den öğrenmeleri gerekmektedir. İman ettiği dinin, kitâbın, Peygamberin câhili bir Müslüman olmaması gerekmektedir. Modern çağın câhiliyyeti yakıp kavurmaktadır…

Mâide Suresinin 3 ve 4. âyetlerinde etleri helâl veya haram olan hayvanlar belirtildikten sonra 4. âyetin sonunda bu konuda Allah’ın emir ve yasaklarına saygılı davranılması istenmekte ve aykırı davrananların hesaba çekilecekleri vurgulanmaktadır.

Helal ve haram olan gıdalar bağlamında Kur’ân-ı Kerim’de tayyib/tayyibât kavramının öne çıktığı görülmektedir. Tayyib kelimesi hoşa giden beğenilen şeyler, yenilmesi helal olan yiyecekler, usulüne uygun olarak kesilmiş hayvanlar, verimli ve temiz toprak, iyi davranışta bulunan erdemli insanlar gibi oldukça olumlu nitelikleri içeren bir anlam çevrenine sahiptir.( Râğıb el-İsbehânî, el-Müfredât, s. 141) Bu kavramın karşısında da olumsuz anlamların yüklendiği habîs kelimesi yer almaktadır.  Haram ve helal kılma yalnızca fayda ve zararla bağlantılı olmayıp şâriin teabbüdî yönü ağırlıklı olan bir tasarrufudur. Unutulmamalıdır ki, haram ve helal sınırına riayet etmek mükellefler açısından fayda ve zarar ilişkisine dayalı somut gerekçelerin ötesinde, kulluğun bir gereği olarak dünyada tabi tutulduğumuz imtihanın bir parçasını oluşturmaktadır. Kur’ân-ı Kerim temiz ve helal olan gıdaların yenilebileceğine dair genel vurgu yapılmıştır. [6]

Böylece Kur'an haramların bir listesini verdi, kalan şeyleri helâl saydı. Büyük bir ıslahattı bu, çünkü, insan hayatını birçok bağlardan kurtarıyor ve insanlığa geniş dünyanın kapılarını ardına kadar açıyordu. Bundan önce, yalnızca belli şeyler helâldi ve kalan geniş dünya haramdı; fakat bu ayet sınırlı şeyleri haram kılıp, öteki geniş dünyayı helâlleştirdi. Helâl dairede kalınmasını ve harama gidilmemesini emrediyordu.

اَلْيَوْمَ اُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُۜ وَطَعَامُ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْۖ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْۘ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ مُحْصِن۪ينَ غَيْرَ مُسَافِح۪ينَ وَلَا مُتَّخِذ۪ٓي اَخْدَانٍۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُۘ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ۟

“Bugün size iyi ve temiz nimetler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir; sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Gayri meşrû ilişkide bulunmak veya gizli dost tutmak şeklinde değil de meşrû bir nikâhla evlenmek şartıyla mümin kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar -mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helâldir. Kim inanmayı reddederse ameli kesinlikle boşa gider. O, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır.” (Mâide Suresi,5/5.)

Müminler helâl, iyi ve temiz nimetlerden istifade eder, iffet ve namuslarını muhafaza ederler, zinaya yaklaşmazlar; öncelikle  kendileri gibi Mümin/muvahhid muhsana kadınlarla evlenirler ama şartlar gerektiriyor ve Mümin/muvahhid bulunamıyorsa kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlardan mehirlerini vermek kaydı ile  evlenebilirler.  Müminler, muhsanât “İffetli kadınlar” ve iffetli erkeklerdir. Mümin erkek ya da kadın olarak iffet ve namuslarını muhafaza ederler. Ayrıca inkar ederlerse bütün amellerinin boşa gideceğini ve âhirette de hüsrana uğrayacaklarını bilirler.

“Temiz ve güzel nimetlerin müslümanlara helâl kılındığı bir defa daha hatırlatıldıktan sonra Ehl-i kitabın yani ilâhî bir kitaba inanmış olan kimselerin kestiği veya avladığı hayvanların ve pişirdiği yemeklerin müslümanlara helâl olduğu, müslümanların yiyeceklerinin de onlara helâl kılındığı bildirilmektedir. Ancak yemeklerine domuz eti veya şarap gibi İslâm’ın haram kıldığı herhangi bir şeyi katarlarsa bu, müslümanlara helâl olmaz.

 Müslümanlarla Ehl-i kitabın yemekleri karşılıklı olarak birbirlerine helâl kılınmıştır. Evlenme konusuna gelince âlimlerin çoğunluğuna göre müslüman erkeklerin müslüman veya Ehl-i kitap kadınlarıyla evlenmelerine izin verildiği halde, müslüman kadınların Ehl-i kitap erkekleriyle evlenmelerine ittifakla izin verilmemiştir. Nitekim âyet-i kerîmede müslümanların yiyeceklerinin Ehl-i kitaba helâl olduğu açıkça bildirildiği halde, kadınlarının onlara helâl olduğuna dair herhangi bir işaret yoktur (bk. Bakara 2/221; Mümtehine 60/10).  Müslümanlar, gayri meşrû ilişkilerde bulunmamak ve metres tutmamak şartıyla mehirlerini vererek Ehl-i kitap’tan hür ve iffetli kadınlarla evlenebilirler. Ehl-i kitap terimi müslümanlar dışındaki kutsal kitap sahipleri ve özellikle yahudiler ve hıristiyanlar için kullanılır (bu konuda bk. Bakara 2/105; Âl-i İmrân 3/64).”  (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/220-221)

“Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır.” uyarısının Ehl-i kitabın kadınlarıyla evlenme izninin hemen ardından gelmesi hayli anlamlıdır. Bu izinden yararlanan müslüman, inanmayan karısının etkisine karşı inancını ve ahlâkını titizlikle koruması hususunda ikaz edilmektedir. Karısına karşı duyacağı derin sevgi, kendisini mümin olmayan karısının inançlarına ve hareketlerine yem yapabilir ve bunun sonucunda imanını ve ahlâkını yitirebilir veya inancının ruhuna aykırı olan yanlış bir ahlâkî veya sosyal tavır içine girebilir.(Tefhîm’den Nakille.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَع۪يداً طَيِّباً فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْد۪يكُمْ مِنْهُۜ مَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلٰكِنْ يُر۪يدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedin, ayaklarınızı da topuk kemiklerine kadar (yıkayın). Eğer cünüp olursanız temizlenin. Şayet hasta veya yolculuk halinde veya içinizden biri ayak yolundan gelirse yahut kadınlarla cinsel ilişkide bulunursa, bu hallerde su bulamadığınız takdirde temiz bir toprağa yönelin (teyemmüm edin), yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat O sizi tertemiz kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Mâide Suresi,5/6.)

Müminler  Allah’ın emrettiği şekilde salâtı (namazı) ikâme edebilmek için abdest alırlar. Maddi menevi temizliklerine dikkat ederler. Cünüplük yani büyük mânevî kirlilikten guslederek temizlenirler. Müminler suyun bulunmaması halinde veya kullanma imkânı olmayan durumlarda temiz toprakla yapılan teyemmüm ederler bu da gusül yerine geçer. Yüce Allah abdesti, guslü veya teyemmümü farz kılmakla insanları güçlük içerisine sokmak değil, onları temizlemek ve onlara nimetini tamamlamak istemiştir. Dinde insanların yapamayacağı hiçbir yükümlülük yoktur. (Geniş bilgi için bkz. Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/223-227.)

İslâm’da teyemmümün meşruiyeti, Benî Mustaliķ (Müreysî‘) Gazvesi dönüşünde (5/627) veya bir başka gazvede Hz. Âişe’nin gerdanlığını kaybetmesi dolayısıyla Resûlullah ve ashabının susuz bir yerde konaklaması ve abdest alacak su bulamaması üzerine nâzil olan, “Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse veya kadınlara dokunup da su bulamazsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün” âyeti (el-Mâide 5/6; ayrıca bk. en-Nisâ 4/43) ve Hz. Peygamber’in kavlî ve amelî sünnetiyle sabittir. Ayrıca, “Benden öncekilere verilmeyen beş şey bana verildi: Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı …” (Buhârî, “Teyemmüm”, 1; Müslim, “Mesâcid”, 5); “On yıl su bulamasa da temiz toprak müslümanın temizlenme aracıdır, suyu bulunca tenini ona değdirsin” (Tirmizî, “Ŧahâret”, 92) gibi hadisler zikredilebilir. Bunlardan hareketle İslâm âlimleri teyemmümün belli durumlarda abdest ve gusül yerine geçeceği hususunda icmâ etmiştir.[7]

Müminler "salâtı ikâme” ederler, dosdoğru/tastamam-eksiksiz yerine getirirler  ve "salat''a aykırı tutum ve davranışlar içinde bulunup salâtı (namazı) zâyi etmezler (Meryem,19/59.), "salat"ın anlamından bî-haber olmazlar. (Mâun,107/4.)

Müminler, dinin emir-yasak ve tavsiyelerine karşı daha duyarlı olabilmek, (Nisa,4/77.) imanda samimi olduklarını gösterebilmek (Tevbe,9/11), dosdoğru yolda gidenlerden (mühtedin) olabilmek (Tevbe,9/18), Allah'ın rahmetine nail olabilmek (Nur,24/56), Hiç zarar etmeyecek karlı bir alışveriş (Fâtır,35/29), Allah katında ödüllendirilmek ve mahzun olmamak (Bakara,2/277) ve bütün insanlığa model (şâhid) ideal bir karakterli mümin haline gelebilmek için salâtı ikâme ederler.[8]

Kur’an sonrası yazılan sözlüklerde ise “salât” kelimesi için genel olarak dua, tapınma, ibadet, rahmet, istiğfar, bağışlanma dileme, ibadethane/tapınak ve namaz kılma gibi farklı anlamlar zikredilmektedir.[9] Bilindiği üzere Türkçe’de kullanılan “namaz” sözcüğü Farsça kökenli bir kelimedir ve dilimize ‘peygamber, abdest, oruç’ ve benzeri başka dini terimler gibi Farsça’dan geçmiştir. “Namaz” kelimesi Farsça sözlüklerde ‘hizmet, bendelik, Hakka itaat-ibadet ve bir kimseye tazim için eğilmek’ gibi anlamlara gelmekte, ‘nemazî’ sözcüğü ise ‘temiz ve pâk’ manaları taşımaktadır.[10]

“Hicri beşinci yüzyıl Kur’an sözlüğü yazarlarından Abdulmelik b. Muhammed es-Seâlibî, (ö.429/1038) vücûhu’l-Kur’an’a dair yazmış olduğu bir eserinde ‘salat’ kavramının Kur’an’da toplam olarak on ayrı anlamının bulunduğunu ifade etmektedir. Bunları da şu şekilde sıralamaktadır:

1. Namaz: “Onlar ki namazı kılar ve zekatı verirler.” (5/Maide,55) Ona göre Kur’an’da zekat ile yan yana kullanılan bütün ‘salat’ ifadeleri bu anlama gelir.

2. Mağfiret: “Allah ve melekleri Nebi’ye salat ederler.” (33/Ahzab,56), Bunun bir benzeri de “Allah size salat eder ve melekler de.” (33/Ahzab, 43) Bu ayetlerdeki Allah’ın salatı mağfireti demektir.

3. İstiğfar: Ahzab suresinde geçen meleklerin salatı bu manadadır. (33/Ahzab,43,56)

4. Dua: “Ey Peygamber onlara salat et!” (9/Tevbe,103). Yani dua et demektir.

5. Kıraat: “Salatını cehri yapma ve gizleme de.” (17/İsra,110),

6. Din: “Senin salatın mı bize bunları terk etmemizi emrediyor?” (11/Hud,87)

7. İbadet yeri (manazgâh): “Savami, biye’, salavat ve mescitler yıkılırdı” Ayetin tamamı: (Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi.) (22/Hacc, 40), 

8. Cuma namazı: “Cuma günü salat için nida edildiğinde.” (62/Cuma, 9),

9. İkindi namazı: “Onları salattan sonra alıkoyarsınız.” (5/Maide,115), 10. Cenaze namazı: “Onlardan ölen hiçbiri için artık salata durma!” (9/Tevbe,84).”[11]

Namaz manasına salât’ın nasıl ifa edileceği, Kur’an’ın hiçbir yerinde bütün ayrıntılarıyla tasvir edilmemiş ve kati şekilde kaidelere bağlanmamış ise de, menâsikin inkişafı sırasında, esaslı hatlarının değişmediği kabul olunabilir. Nitekim Kur’an’ın muhtelif ayetlerinde namazdan bahisle kıyâm, rükû ve sücûddan bahsedilmiştir. “Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin ve iyilik yapın ki, saâdete erişesiniz.” (Hacc,22/77) Hz. Peygamber de ashabından kendisinin kıldığı gibi namaz kılmalarını istemiş ve Kur’an’ın bu mücmel emrini, sözleri ve fiili tatbikatıyla beyan etmiştir.(Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, Daru İbn Kesir, Beyrut, 1990, c. I, s. 226. (14.Ezan, 18).)[12]

“Namazı benden gördüğünüz şekilde kılın” diyen Hz. Peygamber (Buhârî, “Eźân”, 18) namazı sükûnet ve huşû içinde kılma ve rükünlerini usulüne uygun olarak yerine getirme hususunda örnek teşkil etmesi yanında (Buhârî, “Eźân”, 122, 127; Müslim, “Śalât”, 193, 196; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 154), “Rükû ve secdeleri tam yapın” (Buhârî, “Eymân”, 3); “Rükû ve secdeleri güzel yapın” (Müsned, II, 234, 319, 505); “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken belini tam doğrultmadıkça namazı geçerli olmaz” (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 143) şeklindeki açıklamalarıyla ta‘dîl-i erkânın önemine dikkat çekmiş ve bunlara uymayanları uyarmıştır.[13]

Salât (namaz) kişinin hem Hak'la hem de halkla ilişkilerini düzenlemektedir. Salâtı (namazı) ikâme ederken;  Cismani-ruhani bütün varlığımızı Allah'a yöneltmediğimiz, O'nun huzuruna/divanına durmadığımız,  O'na yoğunlaşmadığımız, O'nunla iletişim kurduğumuz bilincinde olmadığımız, O'nu hatırlamadığımız, anmadığımız, düşünmediğimiz,  O'na hamd ü sena etmediğimiz, O'nu her tür eksiklikten tenzih etmediğimiz, büyük bir alçakgönüllülükle O'nun yüceliği önünde eğilmediğimiz, en değerli varlığımız olan başımızı O'nun azameti karşısında yerlere koymadığımız, O'nun kelamından ayetler okumadığımız,  O'na dua ederek dünya ve ahiretine yönelik O'ndan bir şeyler istemediğimiz, önemli işlerimizde O'ndan medet ummadığımız/yardım beklemediğimiz, maddi -manevi pisliklerden arınmadığımız, bizi fahşa ve münker denilen kötü alışkanlıklardan uzaklaştıramayan, bize Hakk'a ve halka karşı alçakgönüllülük kazandıramayan, kibir, istiğna ve tuğyan gibi komplekslerimizi tedavi edemeyen; Hakk'ın emir-yasak ve tavsiyelerine karşı dikbaşlılığımızı yok edemeyen, gönüllü olarak eda etmediğimiz,  O sırada ne yaptığımızı / ne söylediğimizi bilmediğimiz bir ritüele; fıkhi manada dense de- Kur'an'a göre namaz denmeyeceğini bilmeli; namazlarımızı bu bilinçle eda etmeliyiz.[14]

وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Mâide Suresi,5/7.)

Müminler Allah ile yaptıkları iman 'sözleşmeleri' karşısındaki ortak tavır ve sözleri şudur: Ya Rabbi “işittik, itaat ettik!” Biz Senin kulunuz, Sen emredersin biz kul olarak yerine getiririz. Ya Rabbi, yalnız Senin rızan için yaptığımız ibadetlerimizi/kulluğumuzu bizden kabul eyle.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide Suresi,5/8.)

Müminler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutar, adalet ile şahitlik ederler. Bir topluma olan kinleri onları adaletsizliğe sevketmez. Âdil ve takvâ sahibi olurlar. Müminler yalan söylemezler ve yalancı şahitlik etmezler. Hakka ihanet etmezler. Doğruluk (sıdk) tan ayrılmazlar, zulmün her türlüsünden berîdirler. Mutlak manada âdil olan Allah Teala tüm işlerinde adâlet ilkesini öncelemiştir. Bu çerçevede, kullarına zulmetmesi, hikmetsiz bir iş yapması, adâletten sapması Allah hakkında düşünülemez. Rabbimiz kullarına da âdil olmalarını emretmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de, hakların ihlâl edilmesinin önüne geçip bunların sahiplerine aidiyetini temin edecek şekilde adaletle şahitlik edilmesini ve bir kimsenin şahit olarak gösterildiğinde şahitlikten kaçınmayarak gördüklerini ve bildiklerini anlatması gerektiğini ifade eden ayetler vardır. (Bakara,2/282; Nisâ,4/135.) Rabbimiz bizden şahitliği "Allah için ve dosdoğru yapmamızı”, “bir topluma olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevk etmemesini, adil olmamızı”, "(Birisi hakkında) konuştuğumuz zaman yakınımız dahi olsa doğrudan ayrılmamamızı”, “kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olmamızı” istemektedir.

Adalet, ifrât ve tefrit arasında orta yolu tutmak, dînen haram kılınan şeylerden sakınıp hak yol üzere dosdoğru olmak, büyük günâhları işlemekten ve küçük günâhlarda ısrar etmekten kaçınmak, hak sahibine hakkını tam vermek, hakkını tam almak, cezâ ve ödülde eşit davranmak, zulmü terk etmek, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi sağlamak (Firuzâbâdî, el-Kamusu’l-Muhît, IV, 13.) anlamındadır.[15] Adâlet, haklıya hakkını, suçluya cezasını vermektir.

وَعَدَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ

“ Allah, iman edip salih ameller işleyenler hakkında, "Onlar için bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vardır" diye vaatte bulunmuştur.” (Mâide Suresi,5/9.)

Sâlih amel, Allah’a itaat etmek, nehyettiklerinden kaçınmaktır ve  kendisiyle Allah’ın rızası istenen her şeydir. Müminler de Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşayan; mümkün olduğunca çok sayıda insana, diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapan; meşru ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma içinde olan muvahhid kişilerdir.

Kuran’da insanın bütün kazanç ve kaybının amellerinin sonuçlarına bağlı olduğu belirtilir. Her insanın amellerine göre Allah katında bir derecesinin olduğu vurgulanır. (En’âm,6/132) Allah’ın hoşnutluğunu ve ebedi cenneti (Beyyine,98/7.) Allah’ın dostluğunu ve korumasını (En’âm,6/127) yeryüzü varisliğini (Enbiyâ,21/105.) insan yaptığı amelleriyle kazanabilir.

Kuran’da insan sorumluluğunu “iman etmek” ve “sâlih amel işlemek” olarak iki başlıkta özetlemek mümkündür. Din, insanı tembellik, atalet ve miskinlik yerine “iman et ve eyleme/Sâlih amele geç” diyerek aktif olmaya; yeryüzünün imar etmeye, adalet, iyilik ve merhamet gibi ahlaki ilkelere uygun davranışlarla yaşam sürmeye, halifelik sorumluluğu ile “hayır yarışı”na çağırır.(Bakara,2/148) İman sâlih amellerle korunmak ister. İman eden, imanına şirk, küfür, nifak ve fısk karıştırmayan ve sâlih amel işleyenlere de cennet vaat edilmektedir.

وَمَنْ يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُوْلَئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى

“Kim de O’na sâlih ameller işlemiş bir mümin olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır.” (Ta-ha, 20/75)

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ

“İnanan ve sâlih amelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele...” (Bakara, 20/25)

مَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ

“Her kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Ve kim de sâlih amel işlerse, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar” (Rum, 30/44).

İman ve sâlih ameli ıskalayanlar ise çaresizce yalvaracaklar ama nafile…;

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ

 “Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, sâlih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fatır,35/37)

Kuran’da “sâlih amel” ve “iman” ikiz kavramlar olarak hep birlikte yan yana geçer.[16] Öyle ki bu iki kavram, bir bütünün görünen ve görünmeyen parçaları gibidir. Sâlih amel gerekçesini ve teorik temellerini imanda bulur. İman, hayat ve ölümün varlık nedeninde sâlih amel ile birleşir. (Mülk,67/2) İnsan varlığını iman ve sâlih amel ile gerçekleştirebilir.” [17]

اِنَّ الَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُولٰئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ

“İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.” (Beyyine,98/7.)

İman ve Sâlih amel yoksa insan ne işe yarar ki? Yaratan Allah’ın verdiği değeri kaybeden, değersiz bir varlık olana insan denir mi?

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبّى لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

De ki: "Sizin duanız (ibadetiniz) olmayınca Rabbim size ne kıymet verir.! Halbuki, siz tekzîp ettiniz, artık (bu tekzîpin cezası size) yakın bir zamanda ulaşacaktır." (Furkan, 25/77).

Buna göre insanın değeri, iman edip sâlih amel işlemek sureti ile yalnız Allah’a kul olup O’nun dışındaki şeyler karşısında özgürleşmektedir. İnsan için en büyük suç ise –ister sözleriyle olsun, ister eylemleriyle olsun– ona kendi benliğini, gerçek insanlığını ve gerçek insanlık değerini, izzetini, onurunu kazandıracak temel kaynak olan Allah’ın dinini asılsız saymasıdır; insanoğlu yoldan çıkmışlığını sürdürdükçe dünya ve âhirette türlü şekillerde cezalandırılmaktan yakasını kurtaramayacaktır; sûrenin son uyarısı budur.

وَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ

“İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar var ya; işte onlar cehennemliklerdir.” (Mâide Suresi,5/10.)




 <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 22.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları


[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Geniş Bilgi için bkz. Prof. Dr. Abdullah Kahraman, İslam’da Helal ve Haram’ın Yeri ve Fıkıh Usulü Açısından Temellendirilmesi,s.47.  http://isamveri.org/pdfdrg/D02533/2012_20/2012_20_KAHRAMANA.pdf
[3] Kâşif Hamdi OKUR, İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler, s.9.  http://www.usuldergisi.com/img/_1345342152013_.pdf
[4] Abdullah Kahraman, a.g.m., ,s.45. 
[5] Kâşif Hamdi OKUR, a.g.m., s.10-11.
[6] Kâşif Hamdi OKUR, a.g.m., s.8-9.
[7]  Mehmet Boynukalın ,TEYEMMÜM, DİA, XXXXI/51.
[8] Prof. Dr. Murat Sülün, Kur' An-I Kerim'de Salât'ın Kavramsal Çerçevesi, s.47-48.
http://isamveri.org/pdfdrg/D197706/2009/2009_SULUNM.pdf
[9] Mesut Okumuş, Semantik ve Analitik Açıdan Kur’an’da “Salât” Kavramı, s.10.
http://www.ilafdergi.hitit.edu.tr/Makaleler/706693312_6.1.pdf
[10] Ziya Şükun, Farsça-Türkçe Lügat (Gencine-i Güftar Ferhengi Ziya), MEBY, İstanbul, 1984, c. III, ss. 1904-1905.; Bkz. Mesut Okumuş, a.g.m., s.11.
[11] es-Seâlibî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, tahk.: Muhammed el-Mısri, Alemu’l-Kütüb, Beyrut 1984, s. 188- 189.; Bkz. Mesut Okumuş, a.g.m., s.12-13.
[12] Mesut Okumuş, a.g.m., s.16.
[13] Abdullah Kahraman, Ta‘dîl-i Erkân, DİA, XXXIX/366.
[14] Murat Sülün, Kur' An-ı Kerim'de Salât'ın Kavramsal Çerçevesi, s.45-46.
[15] Osman ORAL, KELÂM İLMİNDE İLÂHÎ ADALET, Kelam Araştırmaları 11:1 (2013), s.445.
[16] T.Izutsu, Kuran’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Çev: S. Ayaz, Pınar Yayınları, İst.1984, s. 269.
[17] Ömer DEMİR, Dini Kavramlar Ve Öğrenme Ortamları: Salih Amel Örneği , s.75.



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı