23 Ekim 2017 Pazartesi

SA5049/KY57-AHCZD50: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 13: Âl-i İmran (81-104)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. 


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


ÂLİ İMRÂN SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (81- 104. Ayetler)[1]

1- Allah Mü’minlere, Ehl-i Kitabın, kendi peygamberine verdiği sözle son Peygamber Muhammed Mustafa’ya (s.a) inanmak ve O'na yardım etmekle, tevhid ek­senli olarak düşünüp, inananlardan yana tavır almak, inananlara des­tek olmakla  yükümlü olduklarını hatırlatıyor. 

Son peygambere uymayan ehl-i kitap mensuplarının, peygamberlerin direktiflerinden ve Allah’ın onlarla birlikte olan sözünden dışarı çıktıkları, inat ve inkarlarının temelsiz olduğu haber verilmektedir. Yani ehl-i kitap hem kendi kitaplarını tahrif etmişler hem de kendilerine sunulan son bir hidayet fırsatını da geri çevirmişleridir. Ayrıca Allah’ın görevlendirdiği Peygamberler kafilesinin dayanışma halinde birbirine bağlı, hep birlikte, teslimiyetle yüce direktiflerine bağlı olarak yürüdükleri ve birbirlerini destekledikleri vurgulanıyor.  

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

“Allah peygamberlerden, "Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekini tasdik eden bir elçi size geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz" diyerek söz almış, "Kabul ettiniz mi ve bu ahdimi üstlendiniz mi?" dediğinde "Kabul ettik" cevabını vermişler; bunun üzerine "O halde şahit olunuz, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim" buyurmuştu.” (Âli İmran,3/81.)

Tevhidin zedelenmesi, tevhid inancının bir şekilde yara alması, şirke bulaştırılması sonucu ortaya çıkan sosyal kirlenmenin her çeşi­dini te­mizlemek için hangi peygamber olursa olsun, hep aynı nokta­dan, aynı çağrı ile işe başlamıştır: Tevhid telkini… Allah’ın dini birdir. Tüm peygamberler ona çağırmıştır. Bütün peygamberler bu din üzere antlaşmışlardır. 

Allah’ın birliği inancının kabul edilmesi için uğraşmakta bütün pey­gamberler ortaktır. Peygamberler ortak tevhid mücadelesi vermişlerdir. Bize düşen de ne pahasına olursa olsun tevhide şirk, küfür karıştırmamak ve Peygamberlerden günümüze intikal eden  “muvahhid nesiller yetiştirme gayret ve sorumluluğumuzu” yerine getirmektir.

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.” (Âli İmran,3/82.)

Yeryüzünde insanoğlunun yegane kurtarıcısı olan Allah’ın sistemini yürürlüğe koyan, ona bağlılık gösterme ve ona tüm varlığını adama ile gerçekleşecek olan İslâm, fıtrî, orijinal evrenin değişmez yasasıdır. İnsanoğlunun da en sonunda yaradan, yaşatan ve hesaba çekecek olan, egemen ve hakim olan Allah’a dönüşten başka çıkar yolları yoktur. Buna rağmen Ehl-i Kitab, Hz. Muhammed'e (s.a) karşı çıkıp O'nun davetini reddederek Allah'a verdikleri sözü tutmamışlardır. Onlar kendi peygamberlerinin Allah'la yaptığı sözleşmeyi önemsemiyorlardı. Bu nedenle onlar, Allah'ın koyduğu sınırları aşan fâsıklardır (azgın ve sapık). Zaten fasıklardan başkası son peygambere uymaktan geri durmaz.

2- Allah Mü’minlere, göklerdekiler ve yeryüzündekiler isteyerek ya da istemeyerek hepsinin kendisine  boyun eğmiş olmalarına rağmen,  haktan sapan, heva ve heveslerini tanrı edinen azgın insanın yegane kurtuluşu olan İslam’ı reddederek Allah’ın dininden başkasında kurtuluşu aradıklarını haber vermektedir. Bütün kâinat ve onun içindekiler İslâm'a uyup Allah'a teslim olurken, aynı kâinatta yaşayan, kendilerine yazık eden bu kâfirler İslâm'dan başka bir  hayat nizamına uymaya çalışıyorlar. Daha da ileri gidip İslam’ı yok edebileceklerini zannediyorlar.

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

“Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar! Oysa göklerde olanlar da yer de olanlar da isteyerek veya istemeyerek hep O’na boyun eğmişlerdir ve O’na döndürüleceklerdir.” (Âli İmran,3/83.)

3- Allah Mü’minlere, kafirlerin hidayet, hakka tabi olma ve kurtulma diye bir dertleri olmadığını belirttikten sonra Müslümanın tavrını ortaya koyuyor. İslâm, Allah’ın tanımladığı şekilden başka bir tarzda tanıtılamaz. Bu, bütün evrenin boyun eğdiği İslâm’dır. Yaradan Allah, yarattığı insanın uyacağı kurallar bütününü de belirlemiştir. 

Kula düşen Allah’ın dinine teslim olmaktır yoksa dini kendi istediği şekilde yorumlamak, dini kendine uydurmak değildir. Herhangi bir nesil tarafından beşeri arzuların doğrultusunda şekillendirilen “İslâm”a itibar edilmez!  Ayrıca insandan istenen bu dini Allah’ın razı olduğu şekilde yaşamasıdır.

قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

De ki: "Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ, Îsâ ve bütün peygamberlere rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayırım yapmayız ve biz O’na teslim olmuşuzdur." (Âli İmran,3/84.)

4-   Allah İslâm’dan başka din arama çabası içine girmenin hüsranla sonuçlanacak beyhude bir gayret olduğunu çok açık bir şekilde belirtmektedir. İslâm’ın gerçek mahiyetini tanıdıktan sonra Allah’ın dilediği şekliyle İslâm’ı kabul etmeyenler ve içtenlikle onu benimsemeyenler, ahirette hüsrana uğrayanlardır. Yüce Allah onlara hidayet vermeyecek ve onların cezasını bağışlamayacaktır.

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

“Kim İslâm’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âli İmran,3/85.)

Kendisi Oxford eğitimli biyolog/zoolog olup, Texas’daki Rice Enstitüsü’nde hocalık yapmış ve UNESCO’nun ilk (1946-48) genel müdürü  olan İngiliz “Sir”ü, Julian Huxley: “Yeni bir din gelişecek...bu dinin en önemli unsuru evrenselliği olacak...Batı’nın ve Doğu’nun büyük dinlerinin insancıl öğretilerini kucaklayacak...”[2] söylemi üzerinde epeyce süredir çalışılan projeyi anlatmaktadır. Restorasyon aracı olarak,  dinlerarası diyalog safsatasında iddia edilen ve
Fetö’nün de istediği “Tek Dünya Dini” de aynı yönde bir çalışmanın ürünüdür.

Bugün küresel ölçekte “Yeni Dünya Düzeni” adı altında yapılmaya çalışılan şey, kendilerini dünyanın efendisi gören bir avuç insanın dünyaya hükmetme ve yön verme düzenidir. Kendini hükümranlıklarının önünde engel teşkil eden her türlü din devlet ve organizasyonu tasfiye çalışmaları hızla sürmektedir. İnsanlık tarihi, kendini egosuna tapan ve kendini Tanrı yerine koyan bir sürü meczubun hikâyeleri ve enkazları ile doludur.[3] İnsanların nefislerini ilahlaştırarak yeni oluşturulmaya çalışılan din arayışlarının hiçbir ehemmiyeti yoktur çünkü İslam’dan başkası kabul edilmeyecektir. Zaten bu mühendislik çalışmaları da insanı özgürleştirme adına  insanın esaret altına alınma işlemidir. Çünkü özgürlük için en doğru tanım, ancak Allah'ın sınırlarına uymaktır.[4]

5- Allah, bu inkâr eden zalimlerin tam anlamıyla bir inatlaşma, hakikatlere karşı bile bile direnme içinde olduklarını, bilerek kendilerine yazık ettiklerine ve göz göre göre kendilerini uçurumdan aşağıya attıklarını haber verir.  Bu, kendisine kurtuluş imkanı tanındığı halde ondan bu şekilde yüz çevirenlere, kendilerine zulüm edenlere gerçekten uygun bir cezadır. Zalimlerin, Allah’ın kendilerini hidayete iletmeyeceğini bilmeleri gerekiyor. Mü’min ise hem zulümden hem de zulme meyletmekten berî olan kimsedir.

كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

“İman edip bu resulün hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Âli İmran,3/86.)

Ayeti Kerime, Hz. Peygamber'in (s.a) zamanında yaşayan Yahudi âlimlerinin, O'nun gerçekten Allah'ın peygamberi olduğunu ve O'nun öğretilerinin daha önceki peygamberlerle aynı olduğunu açıkça anlayıp, şehadet ettikleri anlatılıyor. Fakat buna rağmen onlar, sadece, O'nu reddetmekle kalmadılar; yüzyıllardan beri süren önyargıları, inatçılıkları, ırkçılıkları ve Hakk'a düşman oluşları nedeniyle, aynı zamanda O'na düşman da oldular.

6- Allah Mü’minlere, inkârcılığın “insan olma” sıfatıyla ve insanlığın mâşerî vicdanıyla bağdaşamayacağını öğretir. Şirk, küfür, nifak ve fıskta diretip karşılığında Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetini hak etmek… Bu, korkunç bir cezadır; içinde zerre kadar iman taşıyan, işin hem dünyada hem de ahiretteki önemini kavrayan her kalbi titretir. İnkar eden ise zaten kalbini taşlaştırmıştır ve titreyecek bir kalbe sahip değildir. Zaten onlar, “hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Bakara,2/175.)

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ

“İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğramalarıdır.” (Âli İmran, 3/87.)

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ

“Ebedî olarak bu lânetin içine gömülüp gideceklerdir. Ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine fırsat tanınacaktır.” (Âli İmran,3/88.)

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“Ama yaptıklarının ardından tövbe edip kendilerini düzeltenler başka; çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Âli İmran,3/89.)

Tevbe etmeyen ve O’na samimi olarak sarılmayan, küfürde ısrar eden ve küfürlerini arttıranlara dahi köprüden önce son bir çıkış kapısı gösterilmiştir. İslâm’da günah işleyenlere bir daha dönüşü olmayan bir yola girmiş ve tamamıyla dışlanmış insanlar olarak bakılmadığı ve yüce Allah’ın–işledikleri günahın ağırlığı ne olursa olsun– kullarına karşı ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğu bu âyette çok açık bir biçimde ifade edilmiştir. Bu tevbeyi de, haddini aşan ve günah işleyen kul isyan ettiği Rabbine karşı yapacaktır, zaten tevbeleri de Allah’tan başkası kabul edemez. Birilerinden tevbe alınmaz(!)…Birilerinin de günahları affetme diye bir selâhiyeti zaten yoktur. Müslüman kendine yazık etmemelidir.

"Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?" (Tevbe,9/104.)

“Rabbinizden günahlarınız için bağışlanma dileyin ve sonra tevbe ve pişmanlık tavrı içinde O’na yönelin.” (Hûd,11/3)

“Ey iman edenler! Tam bir pişmanlık ve gönül huzuru içinde gösterişten uzak ölçüde Allah’a tevbe edin.” (Tahrim,66/8)

7- Bunca uyarıya, köprüden önce son bir çıkış olan tövbeyi elinin tersi itip ben kendi irademle cehennemin dibinde özgürce yanmak istiyorum diyenlere yapacak bir şey yoktur. İmandan sonra tekrar inkârcılığa döndükleri  için daha evvel yaptıkları tövbe de iptal edilmiştir. Bunlar iman ettikten sonra küfre dönmüşler (mürted), küfürde ısrar etmiş, inkârcılıklarına inkârcılık katmışlar ve imanı reddetmekle de kalmayıp, daha da ileri gidip ona karşı düşmanlık ve kötü niyetlerini ortaya koydular. Kafalarda şüpheler ve sorular yaratarak ve tebliği başarısız kılmak için çeşitli tuzak ve gizli planlar kurarak insanları Allah'ın yolundan engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Allah dileyene bunu seçme imkanı tanımıştır. İnkâr bataklığında ısrarla ilerleyen bu sapkınların tövbeleri kabul edilmeyecek ve onlar için ne yerdekiler ne göktekiler ağlamayacaktır. (Duhân,44/29.)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ

“Elbette imanlarının ardından inkârcılığa sapıp sonra inkârlarını daha da arttıranların tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapkınların ta kendileridirler.” (Âli İmran,3/90.)

8-  Allah,  İnkâr edip kâfir olarak ölenlerden her hangi bir  fidye kabul edilmeyeceğini haber veriyor. Bilinçli bir şekilde, ısrarla istediği özgürlüğü cehennemde bulacaktır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟

“Evet, inkâr edip de kâfir olarak ölenler var ya, onların hiç birinden -kendini kurtarmak için dünya dolusu altın verecek olsa dahi- asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem veren bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur.” (Âli İmran,3/91.)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

“Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir.” (Bakara,2/161.)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَن سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ

“İnkâr eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” (Muhammed,47/34.)

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

“Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa,4/18)

وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِّنْهُم مَّاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَىَ قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُواْ وَهُمْ فَاسِقُونَ

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe,9/84.)

9- Müslümanlar zaten Allah’ın kendilerine verdiklerinden fedakârlık ederek, sevdikleri mallarının en değerli olanlarını Allah yolunda dağıtarak gerçek fazilete, iyiliğe (birr) ve Allah’ın rızasına ulaşma çabasına girdiler. Kendilerini İslâm’a kavuşturduğu günde, iyiliğin tümüne kavuşturan Rablerinin direktiflerine sarıldılar, teslim oldular, Allah’tan gelene râzı oldular.  Bu yönelişleri kibirden, malın köleliğinden, nefsin cimriliğinden, egoistlikten ve kula/dünyaya kulluktan onları özgürlüğe kavuşturdu. İmanın tadını ve lezzetini aldılar. Müslümanlar ancak Allah'ı sevip, O'nun dileğini her şeyden üstün tutarak gerçek fazilete, iyiliğe kavuşabilirler. Ayette mü’minin  cömertlik vasfına atıf vardır, cimrilik ise bir mü’min vasfı değildir. Zaten kişi herhangi bir şeyi Allah’tan daha çok seviyor ve onu Allah yolunda feda edemiyorsa onun iyiliğe (birr) ulaşması mümkün değildir.

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

 “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Âli İmran,3/92.)

“Kur’an terimi olarak “birr”, “kişiyi Allah’a yaklaştıran iman, ibadet ve ahlâk ile en doğru ve en güzel hayatı yaşamak” mânasına geldiği gibi (bk. Bakara 2/177) “Allah’ın rızâsı, rahmeti ve cenneti” şeklinde de yorumlanmıştır. Allah’ın rızâsına, cennetine lutuf ve inâyetine ulaşabilmenin şartlarından biri de kişinin sahip olduğu ve sevip bağlandığı nimetleri Allah yolunda kullanmasıdır. Müfessirler kişinin sevdiği şeyleri “servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddî ve mânevî imkânlar” şeklinde yorumlamışlardır.” (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 629-631.)

10- Allah Mü’minlere yahudileri bu kadar detaylı tanıtmak sureti ile ibret alın, sakın ha bunların yaptığı hataya sizlerde düşmeyin mesajını vermekte ve bizlere lütfu ile muamele etmektedir. Israrla ve detaylı bir şekilde anlatılan Yahudi figürü hem fert hem toplum anlamında nasıl olunmaması gerektiğinin iyi bir misaldir. Allah’ın gönderdiği ve sorumlu tuttuğu bu kitabı okuyup yahudilerin yaptığı kötü şeylerin benzerlerini yapmak, ibret almamak Müslümanca değildir.

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Tevrat indirilmeden önce, İsrâil’in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceklerin her türlüsü İsrâiloğulları’na helâl idi. De ki: "Doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirip okuyun!" Artık bundan sonra kim Allah’a karşı yalan uydurursa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Âli İmran,3/93-94.)

Ayette Müslümanlara, yahudilerin nasıl Tevratı tahrif ettikleri anlatılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes'te devenin, yabanî tavşanın, vs. haram olduğunu bildiren hükmün Tevrat'ta olmadığını, fakat sonradan Yahudi bilginlerinin -yaptıkları bu kötü şey güzel gösterilerek- Allah’a karşı yalan uydurarak Tevrat'a soktuklarını gösterir. (Enam,6/122)  

Bu sapkınlıkları yüzünden daha sonra yahudilerin, insanları Allah yolundan alıkoymaları, faiz almaları ve birtakım haksızca ve edepsizce davranışları yüzünden –ceza olarak– birçok temiz yiyecek Tevrat’ta kendilerine haram kılınmıştır. (Nisâ 4/160; En‘âm 6/146) Ayetin sonunda ise, gerçeğin açıkça ortaya çıkmasına rağmen hâlâ bâtıl ve haksız bir iddiada inat eden yahudileri yüce Allah “iftiracılar ve zalimlerin kendileri” olarak nitelemiştir.

11- Kur’an Yahudilerin tevhîd ilkesini terkettiğini ve Allah’ın yanısıra başka ilâhlar edindiklerini; bilginleri tarafından ortaya konulan küçük meselelerle uğraşmaya daldıklarını, Peygamberleri öldürdüklerini, hakikati gizlediklerini, kibirlenip şımardıklarını, Tevrat’a ekleme ve çıkarmalar yaptıklarını, Tevrat’ın hükümlerini değiştirdiklerini, bilginlerinin kendilerini Allah’ın dini ile aldatmalarına fırsat tanıdıklarını anlatır. Yani onlar ne İbrahim (as) ne de Musa ve İsa (as)’ın dini üzeredirler. Ayetteki “Allah doğruyu söylemiştir” ifadesi, Kur’an’da anlatılanların Hz. Muhammed’in sözü olmayıp Allah kelâmı olduğuna ve yahudilerin yalan söylediklerine işaret eder. 

قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

De ki: "Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz. O müşriklerden değildi." (Âli İmran,3/95.)

Yahudilerin kendilerini legalize etme, yaptıkları kötü işleri gizleme ve hakikati perdeleme için kendilerini tek başına bir millet olan ve tevhidin temsilcisi İbrahim (as)’a  dayama çalışmaları ibretliktir. Benzer bir mühendislik çalışması bâtini tarikatlarda aynı yol ve yöntemle kendilerini Kur’an’a, Muhammed Mustafa (sav)’ya ve ashâbına dayandırma şeklinde karşımıza çıkar. Kendi icat ve inşâ ettikleri paralel din algılarını insanlara sunabilmek ve tepki almamak için bâtıl olanı hak sosu vererek hatta hakkın ntâ kendisi olarak  sunmaya çalışırlar. Yani Yahudiler nasıl  şirk sayılabilecek inançlarını İbrahim (as) ile perdelemeye çalıştılarsa takiyyeci, bâtıni (ezoterik) ve mistik (gizemli) yapılarda aynı yolu izlemektedir.

12- Yahudilere verilen bir cevaptır bu. Kâbe'nin Hz. İbrahim (a.s) tarfından Mescid-i Aksa'dan önce inşa edilmiştir ve bu nedenle kıble olmaya da daha layıktır. Ayrıca Müslümanlara önce Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılmalarını emreden sonra da Kabe’ye doğru kılmalarını emreden de Allah’tır. Müslümanlar iki kıbleye döndüklerinde de Allah’a itaat etmişler ve rızasını kazanmışlardır. 

Yahudinin kafasının basmadığı nokta budur. Mesele inatla hakikate direnmeleridir ve buna rağmen hakkı tekeline alma hastalığını terk etmemeleridir. İnsanın yaradanı, mevlâsı, ilâhı ve rabbi olan Allah nasıl insan için kuralları belirledi ise aynı şekilde kıblesini de belirlemiştir. Yahudi’nin problemi Rabbi iledir, dinin sahibi olan Allah’a rağmen kendi istediği bir hayat nizamı ortaya koymaktadır ama yine devre dışı bırakmaya çalıştığı Allah’ın rızasını ve cennetini de kimseye bırakmamaktadır. Allah için, Allah’ın kesinlikle tasvip etmediği şeyler yaparak yine o Allah’ın rızasını kazanacağını zannetmektedir.

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ

“Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.” (Âli İmran,3/96.)

Bu âyet Kâbe’nin, mâbed olarak yeryüzünde yapılmış ilk bina olduğunu ve tarih boyunca saygınlığını koruduğunu ifade ettiği gibi önceki âyette geçen “Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz” emrinin de gerekçesini açıklar mahiyettedir. Çünkü bu bina insanların hidayeti ve putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan dinin (hanîf olan İbrâhim’in dini) sembolüdür. Kâbe’nin “âlemler için bir hidayet kaynağı” olmasından maksat, buranın Allah’ın birliği (tevhid) inancına dayanan ilâhî dinin ilkelerini yansıtıcı özelliklere sahip olmasıdır. (Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 1, Sayfa: 635-637.)

13- Hacc; müslümanların, davalarının doğduğu, babaları İbrahim’in eliyle Hanif dininin başladığı ve yüce Allah’ın yeryüzünde sırf kendisine ibadet edilen ilk ev kıldığı Kâbe’nin yanında gerçekleştirdikleri yıllık genel kongreleridir. İnsanları bu yüce mananın etrafında toplayan ve onları Rabblerine bağlayan Haccın böylesine bir amacı ve hatırası vardır. Ne yazık ki bugün Müslümanlar bu amaç ve hatıra etrafında toplanamamaktadır. Hac da bile toparlanamayan Müslümanlar küffar karşısında paramparça bir halde çok kötü sonuçlarla karşı karşıyadır.

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

“Orada (Kabe) apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Âli İmran,3/97.)

Mevdûdî’nin ifadesine göre İslâm’dan önce bütün Arabistan’da 2500 yıldan beri süregelen karışıklık ve düzensizliğe rağmen Kâbe ve çevresinde barış ve emniyet hüküm sürmüştür (Tefhîm, I, 247). Kâbe’nin kutsiyeti insanlar üzerinde o derece saygı uyandırmıştır ki Câhiliye döneminin en karanlık günlerinde birbirlerinin amansız düşmanı olan insanlar bile onun içerisinde düşmanlarına saldırmamışlardır. Ama bugün Şii etkisindeki Husi alanlarından Mekke’ye doğru füzeler atılabilmektedir. Hareme hizmet ettiğini söyleyen Suud ise Yemen’i çoluk-çocuk demeden bombalayabilmektedir. 

Müslümanların birbirini tekfir ettiği, her grubun hakkı tekeline almaya çalıştığı ve Müslümanların he ne sebeple olursa olsun korkmadan Müslüman öldürdüğü bir dünya da zaten birliktelikten bahsedilemez. Milyonlarca Müslümanın katili Amerika, İsrail ve Rusya’ya şirin görünmek için her şeyi yapan Suud’un mazlum Gazzeli hacılara Mısır’la birlikte zorluk çıkarttığı; sırf kendine itaat etmediği için Katar’lı Müslüman hacılara her türlü engeli koyduğu bir dönemdeyiz.

“Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir” cümlesinin ilk kısmını “kim haccı inkâr ederse” şeklinde anlayanlar bulunmakla beraber, müfessirlerin çoğunluğu buradaki kefere fiilini “nankörlük etmek” anlamında alarak bu kısmı “kim gücü yettiği halde nankörlük edip hac ibadetini yerine getirmezse” şeklinde yorumlamıştır. Buna göre âyette imkân sahibi olduğu halde hacca gitmeyen kimsenin çok büyük bir günah işlemiş, Allah’ın buyruğuna karşı isyankârlık etmiş olacağına işaret edilmektedir (Elmalılı, II, 1149; Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 1, Sayfa: 637-639.)

14- Allah Ehl-i kitabın ipliğini pazara çıkararak ehl-i kitabı gerçek konumlarıyle yüzyüze getirmiş, gerçekte kâfir oldukları halde iman ve dindarlık maskesine bürünmelerine karşın onları gerçek sıfatlarıyla vasıflandırmıştır. Sonra da Mü’minler Ehl-i Kitabın işlediği iki korkunç suça karşı uyarılmışlardır: Allah’ın ayetlerini inkar;  gerçeği görüp bildikleri halde Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenmek (insanların kalplerine şüphe düşürme ve müminleri İslâmiyet’ten soğutma) ve müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışmak.

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَقُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 De ki: "Ey Ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah’ın âyetlerini inkâr edersiniz?" De ki: "Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir." (Âli İmran,3/98-99.)

İnsan bütün yaptıklarına Allah’ın şahit olduğunu ve kendisinden habersiz olmadığını hisseder ve özellikle de yaptıklarının küfür, hile bozgunculuk ve sapıklık olduğunu bilirse bu tehdit daha bir korkunç olur. Bugün Hıristiyan ve Siyonist Yahudilerin el birliği ile İslam’a ve Müslümanlara olan hınç, nefret, yok etme içgüdülerinin ve sürdürdükleri savaşın  altında bu korkunç gerçeği bilmeleri yatmaktadır. Kendilerini Allah’ın has kulları olarak kabullendirmeye çalışırken şeytanın has köleleri oldukları gerçeğinin yüzlerine vurulmasını unutamıyorlar. Yenilmeye mahkum, kaybetmiş, gözden düşmüş, sapmış ve kıyamete kadar Kur’an’da zulmün, kötülüğün ve sapmanın timsalleri olarak anlatılmalarının öfkesi ile ayette bahsedilen suçları bugün daha da bilinçli ve pervasız bir şekilde işlemeye devam etmekteler.

15- Hakikatin son temsilcisi ve muhâfızı olan bu ümmet her konuda yalnızca Allah’a başvurmak zorundadır. Allah’ın dışında başvurduğu her şey kendisini hakikatten uzaklaştıracaktır ki bunu yüzyıllardır acı bir şekilde tecrübe etmektedir. Zaten bu ümmet Allah’a tutunmayı unutunca, tutunduğu her şey başına bela olmuştur. Ayrıca bu ümmet insanlığa önderlik yapmak için var olmuştur. O halde, değiştirip Allah’a bağlamak ve Allah’ın metoduyla kendisine önderlik yapmak için geldiği eski/modern cahiliye sistemlerine herhangi bir konuda başvuramaz. İnsanlığa tanıma fırsatı verilen en güzel değerlere sahip iken dinini küçümseyip kurtuluşu başka adreslerde arayamaz.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَوَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟

“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir grubun sözünü dinlerseniz sizi imanınızdan vazgeçirip yeniden küfre döndürürler. Size Allah’ın âyetleri okunup dururken, üstelik Allah resulü de aranızda bulunurken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.” (Âli İmran,3/100-101.)

Ayette bir de ehl-i kitabın bu ümmeti akidesinden saptırmak için harcadıkları ve başka hiçbir konuda göstermedikleri hırslarından haber verilmektedir.  Çünkü bu akîde müslüman ümmetin kurtuluş siperi, savunma hattı ve içten gelen gücünün kaynağıdır. Düşmanları bunu çok iyi biliyor. Bu yüzden bütün imkanlarını, tuzaklarını, hilelerini, kuvvet ve malzemelerini bu ümmeti akidesinden uzaklaştırma yolunda kullanıyorlar. Bu hususta en başarılı oldukları alan ise Müslümanların bu akideyi ve her şeyi öğrenecekleri Kur’an’dan bir şekilde uzaklaşmalarını sağlamadaki başarılarıdır. Allah’ın gönderdiği hidayet olan Kur’anı ve onu hayatında uygulayan en güzel örnek Muhammed Mustafa’yı tanıma ve anlamadaki korkunç cehalet şeytana ve milislerine çok büyük fırsatlar sunmaktadır.

16- Allah Mü’minlere takvâ sahibi olmalarını emretmiştir. Takvâ ise; iman, ihsan, ihlâs, ibadet, itaat, sâlih amel, birr ve adalet gibi bütün erdemleri kapsar. Mü’minlere son nefeslerine kadar Allah'a bağlı ve itaatkâr olmaları emredilmiştir. Böylece ayet-i kerime hiçbir sınırlama getirmeksizin kalbi, düşünebildiği ve yapabildiği kadar bu hedefe ulaşmak için çabalamaya sevk etmektedir. Yine Rabbimiz Müslüman olarak ölmemizi emretmektedir. Ölüm, insanın ne zaman geleceğini bilmediği bir gaybtır. O halde müslüman olarak ölmek isteyen, o andan itibaren ve her dem müslüman olarak kalmalıdır.  İşte bu temel kural Müslümanların varlığının gerçekleşmesine ve insan hayatında üstlendiği rolü yerine getirmesi için dayanmak zorunda olduğu ilk temel kuraldır. İkinci olarak ta, Allah’ın yolunda, O’nun metodu üzere ve O’nun hayat metodunu hakim kılmak için gerekli olan kardeşliği tesis etmektir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun, (takvâ sahibi)  ve ancak müslüman olarak can verin.” (Âli İmran,3/102.)

“Tefsirlerde anlatıldığına göre bu âyet indiğinde sahâbîler, Allah’a karşı gereği gibi saygılı olma konusunda endişeye kapılmışlar, bir yandan hiç kimsenin bunu hakkıyla yerine getiremeyeceğini söyleyip bir yandan da kendilerini aşırı derecede ibadete vermişler, bunun üzerine, “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” (Tegåbün 64/16) meâlindeki âyet inmiştir.  Takvâ sahipleri Kur’an’da övgüyle anılmışlar ve kendilerine âhirette büyük nimetler verileceği bildirilmiştir. 

Buna göre Allah katında en değerli kimseler takvâ sahipleridir (Hucurât 49/13); yüce Allah takvâ sahiplerinin dostudur (Câsiye 45/19); Allah onları sever (Âl-i İmrân 3/76); onlarla beraberdir (Bakara 2/194); onlar için güzel bir gelecek vardır (Sâd 38/49); âhiret yurdu onlar için hazırlanmıştır (Zuhruf 43/35); onlar güvenli bir makamda bulunmaktadırlar (Duhân 44/51); cennetler ve her türlü nimet onlar içindir (Ra‘d 13/35; Nebe’ 78/31-36; takvâ hakkında bilgi için ayrıca bk. Bakara 2/197; A‘râf, 7/26).” (Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 642-643.)[5]

17- Mü’minlere "Allah'ın ipi"ne yani gönderdiği azîz kitabımız Kur’an’a ve  O'nun tarafından belirlenen hayat tarzına sımsıkı sarılmalarını emretmektedir.  Kur’an, sayesinde müminler Allah'la ilişkilerini sağlam tutarlar ve aynı zamanda Kur’an onları birbirlerine bağlayıp, bir toplum halinde birleştirir. Ayetteki kardeşlik emri, birinci temel kural olan takva ve iman kuralından kaynaklanmaktadır. Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın ilk müslümanlara bahşettiği bir nimettir. Aynı şekilde O’nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarında onları kurtarmasından dolayı yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor. 

Bugün ise Müslümanlar Allah’ın ipinden yani Kur’an’dan uzaklaştıkları, tefrikaya düşmeme emrini hiçe sayıp paramparça olup, takvâ kalitesini kaybettikleri ve kardeşlik hukukunu zedeledikleri için ateş çukurunun tam kenarında dolaşıyorlar. Müslümanlar birbiri ile çekişip birbirlerine düştüklerinden korkuya kapılıyor,  izzet, cesaret ve kuvvetlerini, topraklarını, devletlerini ve yarınlarını  kaybediyorlar. Allah’ın kendilerine verdiği en hayırlı ümmet olma vasıflarına (Âli İmran,3/110.) gölge düşürüyorlar.

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayınız. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran,3/103.)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl,8/46.)

 “Müfessirlere göre “Allah’ın ipi”nden maksat, Kur’an ve İslâm’dır. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak”, hep birlikte İslâm dinine inanmayı, onu kabul etmeyi ve gereklerini yerine getirmeyi ifade eder. Hz. Peygamber Kur’an’ı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir” diye tarif etmiştir (Müsned, III, 14, 17; İbn Kesîr, II, 73). Allah’a karşı gereği gibi saygılı olmak ve müslüman olarak ölebilmek için Allah’ın ipine toptan yapışarak tevhid inancında birleşmek, ayrılıktan uzak durmak ve hayatın sonuna kadar imanı korumak gerekir. 

Nitekim bu âyet-i kerîmede müslümanların birliği Allah’ın bir nimeti olarak değerlendirilirken, toplumsal barışı tehdit eden çekişme hallerini her an içerisine düşüp yanabilecekleri ateşten bir çukurun kenarında bulunmaya benzetmiştir. Yüce Allah, insanların böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamaları için toptan Allah’ın ipine (Kur’an) sarılmalarını, onun genel prensiplerinin dışına çıkmamalarını emretmektedir.” (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 643-644)

18- Yüce Allah müslümanların içinde onlara önderlik edecek, birlik ve beraberliklerini sağlayacak, onlara iyiliği emredecek, onları kötülükten sakındıracak, insanları İslâm’a çağıracak bir sosyal kontrol mekanizmasının bulunmasını istemektedir. Müslümanlar İnsanları iyiliğe (ma’rufa), doğruluğa, güzel ve yararlı olan şeylere çağıracaklar, kötülüklerden  (münker) sakındıracaklardır. Toplumun birlik ve bütünlüğünü sağlayacaklar, onları bölünüp parçalanmaktan koruyacaklardır. Bu da Müslümanın en temel vasıflarındandır. İslâm toplumunun en önemli ilkelerinden olan emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l münker görevinin yerine getirilmesi, her müslümanın, toplum içindeki konumuna, maddî ve mânevî gücüne göre katıldığı bir sorumluluktur. Kur’ân-ı Kerîm’deki ifadesiyle “yeryüzüne sâlih kulların hâkim olması” (Enbiyâ 21/105) idealine hizmet etme sorumluluğudur.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âli İmran,3/104.)

“Yüce Allah önceki âyetlerde inkâra sapmaları ve başkalarını da saptırmaları sebebiyle Ehl-i kitabı kınamıştı. Bu âyetlerde de müminlere iman ve takvâyı emrettikten sonra başkalarını da İslâm’a çağırmalarını emretmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz âyette iyiliği emretme ifadesi yer alır. Bir âyette iyiliği yasaklayanlar kınanır (Tevbe 9/67). Ayrıca otuz âyette mâruf kelimesi “iyilik, iyi güzel, örf haline gelmiş tutum ve uygulama” gibi anlamlarda geçer. Bu âyetlerin birinde “Güzel (mâruf) bir söz, arkasından eziyet gelen sadakadan daha iyidir” (Bakara 2/263) buyurulmuştur. 

Münker kelimesi ise on altı âyette geçer. Bunların sekizinde mâruf kelimesiyle birlikte “iyiliği emretme, kötülüğe karşı çıkma” anlamını ifade edecek şekilde, diğerlerinde ise genel olarak “kötü, çirkin, kamu vicdanını rahatsız eden, meşruiyet sınırını aşan tutumlar” anlamında kullanılmıştır.  İyiliğe arka çıkıp kötülüğe karşı koyma, ağır olduğu kadar da değerli bir ödevdir. Ancak insanları iyilik yapmaya ve kötülükten uzak durmaya çağıran kişinin, öncelikle kendisi bu görevi yerine getirmelidir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 645-649) ”



<<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 23.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları

[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir. Ayrıca Rabbine kavuşmuş iki güzel insanın tefsir çalışmalarından istifade edilmiştir. Rabbim kendilerine rahmeti ile muamele etsin.
[2] The Humanist, Vol. Xll, 5, 1952; Bkz. Alev Alatlı, BIRLEŞMIŞ DİNLER TEŞKILATI, http://www.alevalatli.com.tr/makale.asp?s=detaym&ID=23
[3] SA2431/Sonsuz Ark-YD-26: Masonluk- Kabala-Tasavvuf'un Kökeni ya da Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve İslam'ın Tahrif Tarihi
http://www.sonsuzark.com/2016/02/sa2431sonsuz-ark-yd-26-masonluk-kabala.html
[4] SA135/SD20: Özgürleşme; Kabala, Ruhbanlık ve Tasavvuf Prangalarından Kur'an'a Sığınarak Kurtulmak
http://www.sonsuzark.com/2012/12/sa135sd20-ozgurlesme-kabala-ruhbanlk-ve.html
[5] Geniş bilgi için bkz. SA4745/KY57-AHCZD36: İslam'ın Kavramları; Takvâ
http://www.sonsuzark.com/2017/08/sa4745ky57-ahczd36-islamn-kavramlar.html


Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz

Seçkin Deniz Twitter Akışı