26 Şubat 2024 Pazartesi

SA10603/SD3025: Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar 3: Şeytan Usta’nın İşi

   Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Zengine kanıyla, canıyla, teriyle hayat veren fakirin yaşadıklarıyla da zengine hayat vermesini sağlarlar edebiyatçılar; tedarik zincirinin birer parçasıdırlar... Kralların, sultanların sofralarına şarap yahut envâî içki taşıyan sâkiler gibi."

Edebiyat olmasaydı, ne olurdu?

Açıkçası bu sorunun cevabını bilmiyorum; tıpkı ‘Ayakkabı olmasaydı ne olurdu?’ sorusunun istediği gibi bir cevap isteyen bir soru bu. Onun yerine başka bir şey olurdu muhtemelen, ama insan her şeyde olduğu gibi sınırsızlığa ya da övgüye dair biricikliğe duyduğu ihtiyacı bir şekilde giderecekti.

‘Süslü söz’ söylemek sadece ilahî söz söyleme gayreti içerisinde olan şairlere ait bir özellik olarak kalamazdı. Heykel ile resim arasındaki rekabet gibi bir rekabet elbette ortaya çıkardı. İnsan en süslü sözü söyleyebilmek için krallara, şahlara, sultanlara, padişahlara yaklaşırdı; ipekli keseler içerisinde şakırdayan altınlar, kaftanlar  sahipsiz ve yüksek sofralarda iltifatlarla oturtulan özel köşeler asla boş kalamazdı.

Hiçbir şey değişmedi tarih boyunca. Krallar, sultanlar yaşamaya devam ediyorlar; bazıları yerlerini cumhurbaşkanlarına, başbakanlara bırakmış olsalar da keseler dolusu altınlar, itibar, şaşaa hız kesmeksizin devam ediyor. Hepsi ‘Edebiyat’ yüzünden.

Şiir muhakkak ki daha ayrı, daha özel, daha üst bir süslü söz söyleme sanatı, ama ‘Edebiyat’ da iyi bir yancı sayılabilir; şairlerin 'istemem yan cebime koy' haykıran kasılmış heykel duruşlarının yerine, hafif boynu eğik, el ovuşturan, yaltaklanmış duruşları temsil eden edebiyatçıların haklarını yememek gerekir.

Düşünsenize; en yüksek katlarda hep şairler dillendirilir, ödüllendirilir, baş köşeye oturtulur; âlimler değil, ayetler değil. Halk kime teveccüh eder ki kanatlandırılmış süslü söze bütün yüksek katlar heyecanla sarılırken… şiir, türküye, şarkıya dönüşürken, dilden dile büyürken?

Bilim, din nasıl rekabet edebilir ki şiirle? Edebiyat ne yapsın?

‘Edebiyat olmasaydı, ne olurdu?’ derken nesnel bir şekilde, ‘Edebiyat’ nedir diye sormak gerekir her şeyden önce; sadece ‘süslü söz’ müdür şiir gibi?

Fakirlerin duygularını, hayatlarını, hayallerini, acılarını, umutlarını yazanların zenginlere anlattıkları şeydir biraz da edebiyat. Çünkü zenginlerin duyguları, acıları, hayalleri, umutları yoktur; hayatları yoktur anlatılacak. Bir tür bu yokluklardan mustarip zengini besleme sanatıdır ‘edebiyat’ belki de.

Zengine kanıyla, canıyla, teriyle hayat veren fakirin yaşadıklarıyla da zengine hayat vermesini sağlarlar edebiyatçılar; tedarik zincirinin birer parçasıdırlar... Kralların, sultanların sofralarına şarap yahut envâi içki taşıyan sâkiler gibi..

Çok mu ağır ilerliyoruz edebiyatçıların hafif eğik kalmaya alışmış sırtında gezinirken, çok mu yerin dibine batırıyoruz edebiyatı? Haksızlık mı yapıyoruz?

Yoksullar da okumuyor mu edebiyat eserlerini?

Okuyanların önemi yoktur; niçin yazıldıklarının önemi vardır her zaman. Yoksa niçin kapitalizm, sosyalizm, rasyonalizm, realizm, romantizm, ateizm, sufizm, budizm, modernizm ve bütün bunların ana kaynağı olan ‘kabala’ edebiyatın ruhunu tasarlayan, donatan, dolduran kitaplar yayınlasın roman, hikâye, tiyatro ya da senaryo diye? Niçin keseler dolusu altın saçılıyor edebiyat dünyasının bütün kademelerine?

Bir ihtimal daha var nesnel dokunuşlarımızın tam orta yerinde; yoksulları yoksulluklarının kaderleri olduğuna inandırmak için yoksullara yazılmış edebî eserler de çokça ve bolca. Ama yine de onları kimin okuduğunun önemi yok, onların kime hizmet için yazıldığının önemi var.

Altının, yani paranın, yani süslü kaftanların, iltifatların zenginlerden, üst kattaki efendilerden geldiğini bilmeyen mi var? Fakir ne verebilir ki edebiyatçıya, ezikliğine sararak büyük bir saygıyla takdim ettiği hayranlığından başka? Fakirin satın aldığı kitaplardan gelecek olan altın, edebiyatçının parlak altın dişlerinden bir tekinin kovuğuna yetmez çünkü…

Biraz ürkek, biraz da pervasız bir ses tonuyla edebiyatçıların kibirle şişmiş göğüslerine dokunarak, yoksulların yoksul kalma duygularını, zenginlerin çıkarları için yönetme sanatına ‘Edebiyat’ diyebilir miyiz?

‘Edebiyat bilmiyorsan câhilsin’ diye düşündürten kimdir yoksula? Yoksul niçin okur?

Peki ‘Edebiyat’ okuyan yoksul zengin olur mu?

Ama oysa zengin edebiyat okumaz ki; onunla eğlenir, eğlendiği diğer bütün her şey gibi parasını vermiştir çünkü.

Çok bilindik bir yoldan ilerleyelim.

Tedarikçilerin sorduğu ve sonra tanımladığı gibi soralım ve tanımlayalım.

‘Edebiyat nedir?’

Onların diliyle ilerleyelim.

Türk Dil Kurumu, yani edebiyatçı kısaltması ve vurgusuyla söylersek, TDK şöyle tanımlıyor ‘Edebiyat’ı: “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı; yazın. Bir bilim kolunun türlü konuları üzerine yazılmış yazı ve eserlerin hepsi; literatür. İçten olmayan, gereksiz, yapmacık, boş sözler.”

‘İçten olmayan, gereksiz, yapmacık, boş sözler’ kısmını alsak, gücenen olmaz diye düşünüyorum. Türk Dil Kurumu’nun yaptığı bir tanımı hangi tarafından yontacağımıza biz karar verebiliriz. Edebiyat biraz da kendine yontma sanatı değil midir zaten? Altınları kendilerine yontmaktan daha büyük bir işi mi var edebiyatçıların?

İşte kendilerine yonttukları yerden birkaç bilgi daha.

‘Edebiyat’ aslında ne demektir?

‘Edebiyat’ın sözcük olarak dilimize girişinin, Osmanlı’nın çöküş dönemindeki bazı şahısların zihinlerindeki çöküşü derinden temsilen ‘boş sözleri’ne isim bulma telâşından kaynaklandığını biliyoruz.

Arapça ve Farsça’dan tedviren oluşturulan saray dolgunu ceplerin altın şakırdayan keselere ithafen türettikleri ‘Edebiyat’ın aslı, Arapça “Adabiyyât” sözcüğüne dayanır; görgü, terbiye, konuk ağırlama adabını temsilen, “adb” kökünden gelen “adab”ın çoğul hâlidir ve işi hayata dair hikâye ve tanıklıkları anlatmaktır.

Peki niçin anlatır?

“Edebiyat insanın aklını almak için tasarlanmıştır; bunun ilk ustası da şeytandır” dersek kimi gücendirir ya da öfkeden deliye döndürürüz?

Bütünüyle Şeytan Usta’nın işi midir Edebiyat?

Değildir, çünkü bu yazı da bir edebiyat eseridir, ama çünkü bu altın karşılığı yazılmamıştır ve insanın alınmış aklını aynı yolla geri alma çabasıdır.

TDK’nin tanımından biraz daha yontabiliriz.

Edebiyat, ‘Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı’ olduğuna göre aynı zamanda kendisi de nesnesi değil midir tanımının. İnsanın alınmış aklını aynı yolla geri alma çabasının içinde olay, düşünce, duygu ve hayallerin sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi yok mudur?

Edebiyat’ın Arapça aslına dönerek soralım:

Günümüz edebiyatı, görgü, terbiye, konuk ağırlama adabını temsilen herhangi bir şey yapıyor mu sizce?

Ergenlerin zihnine sokulan kin dolu karanlık cinayetlere, vampir gedikli kışkırtılmış cinselliğe, şizofreniye dönen korkuya ve ruhların saflığını yavaş yavaş yok eden entrikalarla satanizme, yani bütünüyle kötülüğe hizmet eden bütün alt kötülüklere de 'edebiyat' diyor musunuz?

Bu Şeytan'ın ustalıkla yaptığı işi değil midir?

Güzel ve iyi olana dair 'edebiyat' nerede?

Başlangıçtaki sorumuz yine yapayalnız kaldı:

“Edebiyat olmasaydı, ne olurdu?”

Bilmiyorum.

Belki de süslü sözler söyleyerek insanı aldatan Şeytan işsiz, zenginler hayatsız olurdu.

Belki yoksulluk da olmazdı.

 

<<<Önceki                           Sonraki>>>


Seçkin Deniz, 26.02.2024, Sonsuz Ark, Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar


Nezdîra | Nesnel Dokunuşlar

Seçkin Deniz Yayınları




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

  

Seçkin Deniz Twitter Akışı