9 Aralık 2022 Cuma

SA9964/SD2623: Japonya: Yeniden Uyanan Bir İmparatorluk mu?

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, Yeni Zelanda Massey Üniversitesi'nde Savunma ve Güvenlik Çalışmaları alanında doktora yapan, jeopolitik, güvenlik, devlet idaresi, ulusal gücün doğası, uluslararası rekabetler, çatışma, hegemonya, büyük strateji, yeni stratejik rekabet alanları ve 21. yüzyılın jeopolitik gerçekleri için mali ve parasal işlerin artan önemi ile ilgili uzmanlıkları bulunan, Ulusal Güvenlik ve Stratejik İstihbarat alanlarında yüksek lisans derecesine sahip bir uluslararası ilişkiler uzmanı, analist, araştırmacı, yönetici danışman, danışman, akademik makale yazarı, Meksika doğumlu, öğretim görevlisi profesör Jose Miguel Alonso-Trabanco'ya aittir ve Japonya'ya odaklanmaktadır. Analistin şu cümlesi yeterince açık bir özet sayılabilir: "Aslında Japon siyasi sınıfı içindeki bazı gruplar, bu ülkenin uluslararası sistemde iddialı bir rol oynayabilmesi için Japon imparatorluk geleneğini canlandırmanın en akıllıca hareket tarzı olduğuna inanıyor. Shinzo Abe bu görüşün siyasi temsilcilerinden biriydi." ABD ve Batı tarafından önce istifaya zorlanan ve sonra suikastle öldürülen eski Başbakan Shinzo Abe eski Japon İmparatorlukları dönemine geri dönüş için pasifist Japonya'nın potansiyelini güçlendirmeye çalışıyordu. Çok cesur olarak değerlendirilebilecek olan bu nesnel analizin 'Japonya, Atlantikçi güçler tarafından kontrol edilen bir grup olan G7 üyesidir ve Japon elitleri, Üçlü Komisyon gibi gizli güç simsarları, stratejik düşünürler ve iş patronlarından oluşan ağlara katılımları yoluyla işbirliği yapılmıştır. ' şeklindeki cümlesi, Küresel Satanist Çete'nin en büyük ve en eski tetikçi medya organı olan The Economist'in 14 Temmuz 2022 tarihli 'Japan should stay true to Abe Shinzo’s vision—up to a point- Japonya, Abe Shinzo'nun Vizyonuna Sadık Kalmalı; Bir Noktaya Kadar' başlıklı yayınında yeni başbakana yaptığı uyarılar dolayısıyla, Shinzo Abe'nin katilinin kim olduğuna dair çok net bir kanıttır.
Seçkin Deniz, 09.12.2022, Sonsuz Ark 

Japan: An Empire Reawakened?

Çağdaş büyük güç siyasetiyle ilgili çoğu özel tartışmada, Japonya genellikle göz ardı edilir. Bu analitik ihmal, Japonların İkinci Dünya Savaşı'ndaki ezici yenilgilerinden sonra onlarca yıl üstlendikleri sağduyulu, ikincil ve mütevazı konumun bir sonucu olarak anlaşılabilir. Ancak, görünüş aldatıcı olabilir. Aslında, daha yakından bir inceleme, Japonya'nın yakın gelecekte potansiyel olarak oynayabileceği rolün, Pasifik Havzası'ndaki ve hatta belki de ötesindeki güçlerin korelasyonu için önemsiz olmayacağını ortaya koymaktadır. 

Bu nedenle, uzun vadeli bir perspektiften, aşağıdaki bölümler Japon devletinin jeopolitik arka planını, tarihsel gidişatını ve mevcut durumunu inceleyerek, bu Doğu Asya ulusunun kendisini neden ve nasıl bir ağırsiklet olarak yeniden öne sürebileceğini tasavvur ediyor. Uzun süreli “kış uykusuna” ve keskin demografik düşüş gibi sorunlu olaylara rağmen, Japonya henüz alacakaranlığına ulaşmamış gibi görünüyor. Ama öyle değil.


(Renkli) Japonya'nın Teslim Olması, Tokyo Körfezi, 2 Eylül 1945

Japonya'nın Geçmişini Büyük Bir Güç Olarak Anlamak

Profesör Jared Diamond'ın öne sürdüğü gibi, Japonya'nın benzersizliğini coğrafyası belirler. Japon takımadaları Uzak Doğu'ya ait olsa da, Asya anakarasından büyük ölçüde ayrılmıştır (en yakın komşusu olan Güney Kore, 1.000 kilometreden daha uzaktadır). Bu paradoksal eşzamanlı yakınlık ve uzaklık duygusu, Japon dilinin istisnai profili de dahil olmak üzere, Japon toplumunun karakteristik Asyalılığını tarihsel olarak şekillendiren birkaç özellikte belirgindir. 

Ayrıca Japonya, Nicholas Spykman'ın teorik jeopolitik düşüncesinde kenar bölge olarak adlandırılan Avrasya kara kütlesinin periferisinde yer almaktadır. Bu nedenle, böyle bir konum, Japon ulusal güvenliğinin genellikle Çin ve Rusya gibi kıtasal güçlerin doğal yayılmacılığı tarafından tehdit edildiği anlamına gelir. Başka bir deyişle, Japonya'nın konumu, Avrupa'daki İngiltere'ninkine biraz benziyor. Bu denizcilik durumu, ticaret, diplomasi ve askeri konularda daha geniş dünyayla etkileşime geçmek için doğrudan ve dinamik bir geçit sunuyor. Öte yandan, Japonya'nın arazisi çok engebelidir; bu, genellikle klanlı, homojen ve dışarıdan gelenlere karşı temkinli olan muhafazakar toplumların gelişimini etkileyen bir gerçektir.

Meiji döneminde, Doğu'ya ulaşan müreffeh ve güçlü denizciliğe sahip Batı imparatorluklarına maruz kalmasının bir sonucu olarak Japonya, endüstriyel gelişme, ekonomik modernleşme ve teknolojik ilerleme yoluna girmeye karar verdi. Bu hareket tarzı aynı zamanda hem klasik merkantilizm hem de Friedrich List gibi düşünürlerin zenginlik, güç ve güvenlik arayışının tamamlayıcı olduğu ekonomik milliyetçilik fikirlerinden esinlenmiştir. Ancak Japonya, Batı liberalizmini benimsemedi. 

Japon ekonomisinin artan refahı, sinir merkezleri hanedan aileleri tarafından yönetilen büyük iş klanları olan -yan şirketler topluluğu aracılığıyla çeşitli ekonomik sektörlerde çok sayıda faaliyette bulunan ve kendi finansman kaynakları ve finansal hizmetler ile entegre olan - devlete organik olarak bağlı olan Zaibatsu'nun içinde bulunduğu oligopolistik bir yapıyı doğurdu. Bu şirket gruplarının elde ettiği kârlar, Japon toplumunun genel refahını artırmada etkili oldu ve karşılığında, kurumsal çıkarlarını destekleyen bir dış politikanın uygulayan devlet, sözleşmeler, ürettikleri mamul mallar için hammaddeler, yeni tüketici pazarlarına erişim ve bunların tedariki yoluyla onların büyümesini destekledi.  Aynı şekilde, bu firmaların gelişmiş yetenekleri, Japon ordusunun donanımını geliştirmek için de faydalıydı. 

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Japon gücünün hızlı yükselişi Japon imparatorluğunun hırslarını arttırdı. Bu bağlamda Japon devlet idaresi, Pasifik jeopolitiğinde giderek daha iddialı ve saldırgan bir rol üstlenmek için yüzyıllardır süren izolasyondan vazgeçmiştir. Japon kuvvetleri Kore, Tayvan ve Mançurya'yı fethettiler. Dahası, Çin'e ve ardından Rusya'ya karşı kazandığı zaferden cesaret alan Japon devleti, amacı Tokyo'nun hegemonyası altında bir "Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı" kurmak olan yayılmacı bir büyük strateji benimsedi. 

Bu emperyal proje, Singapur, Filipinler Takımadaları ve Malakka Boğazı gibi stratejik önemli konumlar da dahil olmak üzere Güneydoğu Asya'nın büyük kısmının, Çin'in kıyı şeridinin büyük kısmının ve Uzak Doğu'da Sovyetler Birliği'nin elinde bulunan bölgelerin doğrudan kontrolünü öngörüyordu, dahası, sonraki adımları (Mihver güçleri zafere ulaşmayı başarırsa) Avustralya, Yeni Zelanda, Hint Yarımadası'nın güney ucu ve hatta Alaska ve Amerika'nın Batı Kıyısı'nın ya uydular ya da vasallar olarak boyun eğdirilmesini amaçlıyordu. 

Bu tür Lebensraum arayışı, Batılı güçlerin Asya'dan çıkarılmasını ve uygulamaları nedeniyle küresel ölçekte dikkate alınması gereken büyük bir güç olarak Japonya'nın statüsünü sürdürmek için makine, lojistik altyapı, araç ve silah üretiminde gerekli olan doğal kaynakların (yağ, mineraller, kauçuk, nakit mahsul yetiştirmeye uygun verimli toprak dahil) satın alınmasını gerektirdi. Bir zamanlar bir İspanyol gölü olarak kabul edilen Pasifik havzası, münhasır Japon hükümdarlığı altındaki bir alan haline gelecekti. Bu yeni Asya düzeninde, kültürel yakınlıklar açısından ortak paydaların varlığı sayesinde sözde uyum hakim olacaktır.

Bu revizyonist plan, Birleşik Devletler'in Amiral Alfred Thayer Mahan tarafından formüle edilen donanma stratejileri temelinde bir Pasifik ağır sıkleti olarak ulaştığı durumu baltalamakla tehdit ediyordu. Amerikalılar, söz konusu meydan okumaya yanıt olarak, karşılık vermeye ve Japon kuvvetleriyle çatışmaya karar verdiler. Japon işgalciler tarafından işlenen çeşitli zulümlere karşı doğal bir tepki olarak ortaya çıkan yerel direnişin çoğalmasıyla birleşen bu müdahale, Tokyo'nun görkemli emperyal planlarının tamamlanmasını durdurdu. 

Bir dizi büyük savaşın ardından, Japon yayılmacılığının şiddetli dalgası kesin bir şekilde püskürtüldü ve sonra tersine çevrildi. Japonlar, Almanya teslim olduktan sonra bile savaşmaya devam etti, ancak o zamana kadar konumları oldukça umutsuzdu. ABD'nin iki Japon şehrine nükleer silah atmasından kısa bir süre sonra Tokyo nihayet teslim oldu.

Japonya Soğuk Savaş Sırasında Kendini Yeniden Keşfetti

Japonya yenildiğinde, zaten güçlü olan bir jeopolitik çatışma ortaya çıkıyordu. Dünyanın önde gelen deniz gücü ABD ile dünyanın en büyük tellürik gücü olan Sovyetler Birliği arasında küresel hegemonya için yükselen bu stratejik rekabette, her iki süper güç de önemli bölgelerde tutunacak yer bulmaya çalıştı. Sözde "dış hilal"den gelen bir deniz gücü olarak Amerikan Leviathan'ı, NATO'nun kurulmasıyla yerine getirilen bir zorunluluk olan Avrupa'daki Sovyet gücünün erişimini kontrol altında tutmak için bir çevreleme politikası izledi. 

Bununla birlikte, Washington'un bakış açısından, özellikle Çin Halk Cumhuriyeti kendisini Kremlin'in küçük ortağı olarak yeniden konumlandırdığı için, Uzak Doğu'da da bir “güvenlik kordonuna” ihtiyaç vardı. Aynı şekilde, Amerikalıların, Sovyet deniz gücünün Vladivostok limanı üzerinden potansiyel genişlemesini önlemesi gerekiyordu. Bu koşullar Japon devleti için bir fırsat penceresi sağladı. Aksi takdirde, kaderi kesinlikle oldukça farklı olurdu. Böylece Japonlara reddedemeyecekleri bir anlaşma teklif edilmiş oldu. 

Amerikan tüketici pazarlarına erişim, yeniden yapılanma için kredi sağlama ve ekonomik dinamizmin yeniden etkinleştirilmesi, sınırsız uluslararası ticaretle meşgul olma ve - her şeyden önce - Washington'un güvenlik garantilerinin korunması karşılığında Tokyo,  Amerikalıların stratejik küçük ortak olarak jeopolitik ve askeri vesayetini kabul etti. Karar akılsızcaydı. Böylece, Soğuk Savaş'ın büyük bir bölümünde Japonya, Amerikan etkisinin bir çapası ve hem Sovyetler Birliği'ne hem de Çin'e karşı potansiyel bir öncü görevi gördü. Japonya olmasaydı, ABD'nin Asyalı bir güç olarak konumu tehlikeye girerdi. Avrupa'da gerilim donmuş olmasına rağmen, hem Kore yarımadasında hem de Hindiçin'de askeri düşmanlıkların patlaması, Asya-Pasifik bölgesinin Soğuk Savaş'ın önemli bir cephesi olduğunu canlı bir şekilde gösterdi.

Söylenmemiş olsa da, Japonya'nın bir Amerikan sahil başı olarak ikincil konumunun zımnen ek bir amacı, Japon askeri saldırganlığının yeniden canlanmasını önlemekti. Japonya eski emperyal ihtişam hayallerinden hiçbir zaman tam olarak vazgeçmemiş olsa da savunması esasen ABD'ye yaptırıldığı için -ki bu ulusal egemenlik açısından zararlı bir gerçektir- Tokyo'nun emellerini kısıtlamaktan ve itidalli davranmaktan başka seçeneği yoktu, Bu bağlamda Japonlar, ulusal güçlerinin doğasını yeniden keşfettiler. "Ticari gerçekçilik" (ulusal güvenlik, Realpolitik, diplomasi ve büyük strateji kavramlarını ekonomik, endüstriyel, ticari ve finansal kriterlere göre yeniden şekillendiren entelektüel bir prizma) teorik ilkelerinden ilham alan bir politikanın ardından Tokyo, değişken bir jeoekonomik ağırlık haline geldi.

Böylece Japonlar, sanayi şirketlerinin uluslararası rekabet gücünü yeniden canlandırmayı, çıktıları yüksek katma değer içeren üretken sektörlerde pazar güçlerini artırmayı, karlı ticari ortaklıklar kurmayı ve ileri teknolojiler alanında karşılaştırmalı üstünlüklerin gelişimini beslemeyi başardılar. Keiretsu -Mitsubishi, Toyota, Toshiba ve Nissan gibi eski zaibatsu'nun ruhani haleflerini temsil eden finansal olarak bütünleşmiş ve yoğun bir şekilde iç içe geçmiş iş yapıları- Japon devletinin kasasını dolduran kalyonlar gibi hareket etti. 

"Japonya, Inc." artık yabancı ulusları işgal etmekle ilgilenmiyordu, ancak kurumsal taşıyıcıları genişleme, ticaret ve yatırımlar yoluyla denizaşırı pazarları fethedebilirdi. Bu alanda, Japon firmaları, Amerikalı ve Avrupalı ​​meslektaşlarıyla ilişki kurma ve hatta onlardan daha iyi performans gösterme şansına sahipti. Japonlar, ekonomik ve teknolojik üstünlük açısından Batı'yı geçmek istediler. Özetle, geleneksel savaşçı ahlakını terk ettikten sonra Japonya, tüccar prensler, profesyonel teknokratlar, mühendisler ve maaşlılardan oluşan bir ulus haline geldi.

İlginç bir şekilde, Japon yeni önemli bir rezerv para birimi olmasına rağmen, Tokyo doların parasal hegemonyasını destekledi. Japonya, ihracatı sayesinde dolar cinsinden devasa miktarlarda varlık biriktirdi. Bu tür kararlar çoğunlukla yalnızca ekonomik kaygılarla değil, aynı zamanda stratejik hesaplamalara da dayalı olarak motive edildi. Bu dönemde, Robert Gilpin ve ekonomi politiğin diğer akademisyenlerinin altını çizdiği gibi, Japon kalkınma kapitalizmi, yönetimdeki mükemmelliği, yetenekli teknokrasilerin çoğalması, Japon toplumunun kolektif uyumuna yapılan vurgu, ihracata dayalı büyüme, yenilikçi Ar-Ge programları, özel sektör ve devlet kurumları arasında sinerjik bir işbirliği, sanayi politikalarının ortaklaşa uygulanması, kurumsal yönetişim sistemlerinin üst kademelerinde gayri resmi karşılıklı güven ağları, stratejik bir araç olarak pazar istihbaratının iddialı kullanımı ve üretilen mallarının olağanüstü kalitesi demekti. Özetle, Japonlar ekonomik devlet yönetiminin usta uygulayıcıları oldular.

Bununla birlikte, güç dengesi, Sovyetler Birliği'nin ekonomik ve teknolojik durgunluğu, Moskova'nın Afganistan'daki zarar verici askeri müdahalesi, Suudi-Amerikan petrol fiyatlarını düşürme paktı, Doğu Avrupa'daki Varşova Paktı devletlerinde kaynayan kargaşa ve belirsizlik nedeniyle ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti ve artan Avrupa bütünleşme süreci arasındaki durumlar değişti. Soğuk Savaş'ın sonlarında, bazı Amerikan jeopolitik tahmincileri, ABD ve Japonya'nın önümüzdeki on yıllarda eninde sonunda yeniden çarpışacağını tahmin ettiler. Buna karşılık, Japon iş dünyası ve siyasi seçkinler, Asya ile daha yakın bağlar benimseme ve ABD'ye aşırı bağımlılığı azaltma fikriyle flört etmeye başladılar.

Son olarak, bu dönemin bir diğer ayırt edici özelliği de Japon "yumuşak gücünü" güçlendirmeye yönelik aktif bir çabadır. Bu arayış, Japonya'nın uluslararası itibarını hala zedeleyen militarist saldırganlığın gölgesini en aza indirme, yabancı tüketici pazarlarında Japon firmaları için iş fırsatlarını artırma ve Japon devletinin uluslararası prestijini, çekiciliğini ve etkisini destekleme ihtiyacına cevap vermektedir. Dolayısıyla Japonya kültürel etkisini geleneksel mutfağı ve içecekleri, dövüş sanatları, anime, klasik ve çağdaş edebiyat, şiir, film, müzik, video oyunları, tören eşyaları, dekoratif el sanatları, mistisizm ve Japon tarihinin ikonik karakterleri (samuraylar, ninjalar, geyşalar) gibi temsili unsurlar aracılığıyla yansıtmıştır. Aynı şekilde, Japon teknolojisinin gelişmişliği, Japon lüks ürünlerinin cazibesi ve Japon firmalarının girişimcilik becerileri ve dünya çapında öne çıkmaları da Japonya'nın havalı görünmesini sağlamıştır.

Samuray Geri mi Dönüyor?

Soğuk Savaş sonrası dönemde, Japonya'nın stratejik ortamı önemli ölçüde değişti. Çin'in geniş kapsamlı jeopolitik ve jeoekonomik emelleri barındıran büyük bir güç olarak yükselişi, Hindistan'ın bölgesel bir ağırlık olarak ortaya çıkışı, Pekin ile Washington arasında giderek karmaşıklaşan stratejik rekabet, Orta Krallık'ın deniz yeteneklerini yükseltmek için üstlendiği çabalar, Rusya ile Batı arasında Ukrayna konusunda yaşanan çatışma ve Kuzey Kore'nin aralıklı olarak yaptığı nükleer kılıç sallama eylemleri, Tokyo için tektonik etkiler gerektiren oyunun kurallarını değiştiren unsurlardır.

Aynı şekilde, hem yüksek politika hem de ekonomik dinamizm açısından küresel bir çekim merkezi haline gelen Asya-Pasifik bölgesindeki Tayvan, potansiyel bir Kore birleşmesi ve nihai jeopolitik yeniden hizalanma olasılığı da sorunlu olacaktır. Şimdiye kadar, Japonya, özellikle güvenlik alanında, ABD'nin yörüngesine sıkı sıkıya bağlı görünüyor. Japonya, Amerikalılar tarafından NATO dışı büyük bir müttefik olarak sınıflandırılıyor ve Doğu Asya ülkesi, hava üsleri, deniz tesisleri ve cephanelikler dahil olmak üzere önemli bir Amerikan askeri varlığına ev sahipliği yapıyor.

Tokyo, F-35'ler gibi savaş uçakları da dahil olmak üzere gelişmiş Amerikan yapımı silahların satın alınmasında ayrıcalıklı erişime sahiptir. Ek olarak, Japonya ile Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'yı da içeren ABD liderliğindeki kapsamlı bir istihbarat paylaşım ittifakı olan Five Eyes (Beş Göz) arasında işbirlikçi bağlar var. Özellikle Japonya, amacı Çin'in etkisini kontrol altına almak olan sözde “Dörtlü”ye (Quad-QSD; NATO'nun Asya'daki eşdeğeri olarak faaliyet göstermeyi amaçlayan ABD, Avustralya ve Hindistan'ı da içeren bir ittifak) katıldı.

Ayrıca Japonya, Atlantikçi güçler tarafından kontrol edilen bir grup olan G7 üyesidir ve Japon elitleri, Üçlü Komisyon gibi gizli güç simsarları, stratejik düşünürler ve iş patronlarından oluşan ağlara katılımları yoluyla işbirliği yapılmıştır. Öte yandan Japonya, ulusötesi altyapı ağları aracılığıyla Avrasya kara kütlesinin çoğunu kapsayacak bir jeoekonomik karşılıklı bağlılık ekseni oluşturmak için başlatılan bir Çin projesi olan Kuşak ve Yol Girişimi'ne meydan okumaya hazırlanıyor gibi görünüyor. Görünüşe göre Tokyo, lojistik koridorları, enerjiyi, dijital telekom platformlarını, ticareti içerecek olan alternatif çok taraflı çerçeveler ve arayüzler geliştirerek bununla ilgilenmeye çalışıyor.

Yine de, Japonya'nın Batı yanlısı stratejik yöneliminin sürekli olarak hafife alınmaması gerektiğini gösteren ince işaretler var. Doğrudan bir çatışmada Çin'e karşı ABD ordusunun yanında yer almak, Tokyo için tehlikeli riskler (yani ağır misilleme) getirecektir ve Tokyo'nun böyle bir sonuçla başa çıkmak için siyasi ve maddi hazırlığı belirsizdir. Savunma amacıyla Amerikan nükleer şemsiyesinin korumasına güvenmek başka bir şeydir, ancak seferi bir savaş kampanyasına katılmak tamamen farklı bir konudur. 

Alternatif olarak, DC'deki izolasyonist siyasi duyguların etkisiyle ABD hegemonyasının düşüşü veya çatışmaya girme konusundaki isteksizlik, doğal olarak Japonya'yı bağımsızlığını güçlendirmek ve elverişli bir güç dengesi aramak için konumunu yeniden değerlendirmeye zorlayacaktır. Diğer bir paradoks ise, Japonya, yaptırımlar uygulayarak Rusya'ya karşı Batı'nın ekonomik savaş kampanyasına proaktif bir şekilde katılmış olsa da, Doğu Asya ülkesi hala petrol, doğal gaz ve kömür dahil olmak üzere Rus fosil yakıtlarının ithalatçısıdır. 

İlginç bir şekilde, ülkenin en büyük elektrik üreticisi olan Japon özel firması JERA, Ukrayna Savaşı'nın sonuçlarına bağlı olarak, Kremlin ile Batı ve Rusya arasındaki karşılıklı düşmanlık atmosferine rağmen Sakhalin-2'de bulunan LNG tesisinden Rus enerjisinin uzun vadeli teslimatı için sözleşmeleri yeniledi.  Öngörülebilir bir gelecekte Moskova'ya yönelik bu kararsızlığın nasıl ele alınacağı bilinmiyor. 

Jeopolitik düşünürler tarafından Japonya'nın stratejik olarak yeniden hizalanacağını öngören bazı ilginç tahminler formüle edilmiştir. Örneğin General Karl Haushofer, Japon devletinin uzun vadede Atlantikçi muadillerine karşı pan-Avrasya güçleri bloğuna katılacağına inanmış ve emperyal devletler olarak hem Çin hem de Japonya'nın yüzyıllar boyunca ortak bir yaşam sürdüğünü ve bunun çok kutuplu bir dünyada bir kez daha mümkün olabileceğini düşündürücü bir emsal olarak eklemiştir. Elbette bunun için tarihi düşmanlıkların ve huzursuz toprak anlaşmazlıklarının üstesinden gelinmesinin yanı sıra, büyük olasılıkla jeoekonomik bir düzenleme yoluyla bir tür uzlaşmayı teşvik etmenin bir yolu olarak işbirliğine dayalı bağları geliştirme konusunda ortak bir isteklilik gösterilmesi gerekecektir. 

İlginç bir şekilde Hintli düşünür Parag Khanna, Japonya'nın yavaş yavaş gelişmekte olan -ve çoğulcu- Asya dünya düzeninin ekonomik, kültürel, kimliksel ve uygarlıksal çekim gücüne kapılacağını ve sadece bir uydu olarak değil, bu düzenin temel direklerinden biri olacağını ileri sürmektedir. Amerikalı analist George Friedman ise, Orta Krallık'ın gücünün yükselişini sürdürmek yerine azalacağı varsayımına dayanarak daha da ileri gitmektedir. Japonya ve ABD'nin ulusal çıkarlarının önümüzdeki on yıllarda hem Pasifik Havzası'nda hem de uzayda çatışacağını ve bu çatışmanın gerçek bir kinetik savaşa yol açabileceğini iddia ediyor. Her ne kadar bu tahminler birbirinden farklı olsa da, hepsi de tarihin akışının Japonya'yı, sadece bir uydu olarak değil, öyle ya da böyle gelecekteki olayların kilit bir kahramanı olmaya ikna edeceği konusunda hemfikir.

Akılda tutulması gereken önemli bir faktör de Japonya'nın ulusal gücünün yeterince kullanılmadığıdır. Japon devleti daha iddialı ve bağımsız bir rol üstlenme zamanının geldiğine karar verirse bu durum değişebilir. Ne de olsa Japonya dünyanın üçüncü büyük GSYİH'sine sahip (Harvard'ın Ekonomik Karmaşıklık Atlası'na göre Japonya tüm dünyadaki en sofistike ekonomidir), askeri-endüstriyel kompleksi son teknoloji silahlar üretiyor (Mitsubishi F-X'in altıncı nesil hayalet savaş uçağı olarak geliştirilmeye devam edilmesi bunun etkileyici bir hatırlatıcısıdır), Bölgesel güç projeksiyonu kabiliyetine sahip bir mavi su donanmasına sahiptir ve - müthiş bir bilimsel kadro havuzu sayesinde - "Dördüncü Sanayi Devrimi "nin stratejik, askeri ve ticari faydalarından yararlanmak için iyi bir konumdadır. Aynı şekilde Japonya, kendi nükleer silah programını geliştirmek için gerekli teknik uzmanlığa sahiptir. Karmaşık karşılıklı bağımlılığın silah haline geldiği, finansal dalgalanmaların ve sistemik ekonomik aksaklıkların olağan hale geldiği belirsiz bir dünyada, uluslararası tüketici pazarlarına ve doğal kaynak tedarikine güvenilir erişimin özerk bir şekilde korunması, Japon ulusal güvenliği için hayati bir önceliktir. Bu önceliğin yerine getirilmesi tamamen yabancıların eline bırakılamaz.

Süslü söylemler bir yana, Japonya liberal dünya düzeninin sözde Batı modeliyle ilişkili soyut ilkeleri ya da sözde "açık toplumlar" tarafından benimsenen kozmopolit dünya görüşünü gerçekten paylaşmamaktadır. Bunun yerine, Tokyo'nun "Pax Americana" tarafından sağlanan somut faydaları - ABD'nin nükleer şemsiyesi ve Hint-Pasifik'te açık su yollarının mevcudiyeti gibi - araçsal olarak toplayacak kadar akıllı ve pragmatik olması bu yanılsamayı yansıtmaktadır. 

Aslında Japon siyasi sınıfı içindeki bazı gruplar, bu ülkenin uluslararası sistemde iddialı bir rol oynayabilmesi için Japon imparatorluk geleneğini canlandırmanın en akıllıca hareket tarzı olduğuna inanıyor. (Seçkin Deniz'in Notu: Önce istifaya zorlanan ve sonra suikastle öldürülen eski Başbakan) Shinzo Abe bu görüşün siyasi temsilcilerinden biriydi. Japonya'yı 20. yüzyılda savaş yolunda yürümeye teşvik eden şahin ideoloji hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Katı Japon milliyetçiliği sadece uykuda kaldı ve yeniden uyandırılmayı bekledi. Mevcut koşullar böyle bir gündemin takip edilmesi için bir fırsat penceresi sunmaktadır. Japon ordusunun yeniden aktif hale gelmesi, stratejik ortaklarla askeri işbirliğinin yaygınlaşması ve savunma harcamalarının artması bu yöne işaret eden önemli göstergelerdir.

Son sözler

Japonya, Soğuk Savaş sırasında rahat bir ihmal politikası benimseyip bunun yerine işine odaklanabilirdi. Ancak, Hint-Pasifik'te statükonun korunmasını destekleyen -Amerikalıların söz konusu bölgedeki güçlü varlığıyla desteklenen- koşullar ortadan kalkıyor. Bölgesel istikrar ve küresel güç dengesinin yeniden tanımlanması artık tehlikede. Buna ek olarak, dünyanın çeşitli köşelerinde iddialı revizyonist projelerin uygulanmasına başlandı bile. Dolayısıyla Japonlar, giderek daha belirsiz, tehlikeli, düşmanca ve çatışmacı bir hal alan uluslararası sistemde artık atalete güvenemezler. Bu Darwinist koşullar, kişisel olmayan jeopolitik güçlerin itici gücü, Japon ulusal karakterinin efsanevi gücü ve kendi kaderini belirleme zorunluluğu, küresel meselelerin gidişatını kenardan izleyen büyük bir gücü yeniden uyandırıyor. Tarihin donduğu günümüzde, Japonya'nın büyük ve kendine güvenen bir paydaş olarak yüksek siyaset arenasına geri dönmesi an meselesi, ancak böylesine acımasız bir satranç tahtasında nasıl bir performans sergileyeceği henüz bilinmiyor.

Jose Miguel Alonso- Trabanco, 7 Eylül 2022, Geopolitical Monitor

(Meksika'da doğan Jose Miguel Alonso-Trabanco, Ulusal Güvenlik ve Stratejik İstihbarat alanlarında yüksek lisans derecesine sahip bir uluslararası ilişkiler uzmanıdır. Analist, araştırmacı, yönetici danışman, danışman, profesör, öğretim görevlisi ve akademik makale yazarı olarak deneyime sahiptir. Halen Yeni Zelanda'daki Massey Üniversitesi'nde Savunma ve Güvenlik Çalışmaları alanında doktora yapmaktadır. Uzmanlık alanları arasında jeopolitik, güvenlik, devlet idaresi, ulusal gücün doğası, uluslararası rekabetler, çatışma, hegemonya, büyük strateji, yeni stratejik rekabet alanları ve 21. yüzyılın jeopolitik gerçekleri için mali ve parasal işlerin artan önemi bulunmaktadır.)


Seçkin Deniz, 09.12.2022, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı