18 Haziran 2022 Cumartesi

SA9713/MT64: Suudi Arabistan Vehhabîlik'ten 'Bilinçli Olarak Ayrışıyor'

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, The New Lines Magazine'in baş editörü Hassan Hassan'a aittir ve Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Salman'ın (MbS) Suudi Arabistan Devleti'ni, Suudi Krallığı'nın resmî-dinî ideolojisi olan Vahhabilik'ten ayıran reformlarına ve bu reformların arka planına odaklanmaktadır. Mart 2018'de, Washington Post Gazetesi'nden Karen De Young’a konuşan Veliaht Prens Selman, Suudi Arabistan’ın egemen ideolojisi olan ve bazı kesimler tarafından küresel terörizmin temel kaynağı olarak gösterilen Vehhabiliğin Suudi finansmanıyla yayılmasıyla ilgili soru üzerine, küresel çapta cami ve medreselere yatırım yapmalarının kökenlerinin Soğuk Savaş’a uzandığını, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin talebiyle komünizme karşı Vehhabiliği yaymaya başladıklarını, Sovyetler Birliği’nin Müslüman ülkelerle ilişkileri ilerletmesini engellemek için müttefiklerin Suudi Arabistan’dan kaynaklarını seferber etmesini istediklerini açıkladı; sonraki Suudi hükümetlerinin bu işle uğraşırken ipin ucunu kaçırdığını vurguladı; “Şimdi her şeyi geri toplamamız lazım” diyen MbS Vehhabiliği yayma faaliyetlerinin finansmanının artık hükümet değil, Suudi merkezli vakıflar tarafından sağlandığını söyledi. MbS, Ekim 2017'de yaptığı açıklamada da “Suudi Arabistan, radikal düşünceleri derhal yok ederek 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama dönecek” demişti. Çevirisini yayınladığımız analiz, bu açıklamalara ve Vahhabiliğin ve onunla birlikte Suud Krallığı'nın İngilizler tarafından Osmanlı'nın parçalanmasını sağlamak için kurulduğuna değinmese de geldiğimiz noktada, Türkiye'yi düşman olarak tanımlayan ve ilişkileri normalleştirmemek için çabalayan ve CIA'in kurduğu El Kaide'yi destekleyerek Pakistan ve Afganistan'ı, ABD Başkanı Obama'nın kurduğu IŞİD'i finanse ederek Irak ve Suriye'yi cehenneme çeviren Suud Hanedanı'nın batılı devletler ve ideolojiler için ne kadar kullanışlı bir aparat olduğunu kanıtlamaktadır. MbS'nin sürdürdüğü bu genetik ayrılıkçı yaklaşımların değişmediği ve analizde de görüleceği gibi Vahhabiliğin tamamen yok olmadığı ancak dördüncü evreye girdiği gerçeğini gözden uzak tutmamamız gerektiğini düşünüyoruz. ABD-İngiltere güdümündeki Suud Hanedanı'nın Türkiye'ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik olumsuz tutumları da, Türkiye'nin güçlenen bölgesel ve küresel pozisyonu dolayısıyla 2021-2022 yıllarında değişmeye başlamış, Erdoğan'ın  Kral Selman bin Abdülaziz El Suud'un daveti üzerine eşi Emine Erdoğan'la birlikte Nisan 2022'de Suudi Arabistan'a iki günlük ziyaret gerçekleştirmesi sonrası, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman'ın 22 Haziran 2022'de Türkiye'yi ziyaret edeceği açıklanmıştır
Seçkin Deniz, 18.06.2022, Sonsuz Ark


The ‘Conscious Uncoupling’ of Wahhabism and Saudi Arabia
"Mezhep ve devletin bilinçli olarak ayrılması yıllardır sürüyor, ancak bu, devletin zaten içi boşaltılmış olan ideolojiye (Vahhabîlik) artık bağlı olması gerekmediği için ortaya çıkmıştır."

İki yıl önce öne çıkan bir podcast'te, bir Suudi akademisyen (Khaled al-Dakheel), 1744'te Muhammed bin Suud ve Muhammed bin Abdülvehhab arasında kurulan kabile-din ittifakıyla başlatılan İslam dışı uygulamalara karşı mücadeleden devletin hikayesini ayırarak ülkesinin tarihini yeniden yazma ihtiyacından bahsetmişti. Khaled al-Dakheel, iki hikaye bağlantılı kaldığı sürece, Suudilerin  hem yurtiçinde hem de yurtdışında Vahhabilik tarafından boğulacağını savunuyordu.


Canterbury Başpiskoposu Justin Welby, Suudi Arabistan Veliaht Prensi MbS'ye eşlik ederken, Lambeth Sarayı kütüphane koleksiyonundan Hristiyan, Müslüman ve Yahudi inançlarına ait erken dönem metinlerini inceliyorlar.
Yui Mok – WPA Pool / Getty Images

Konuyla ilgili yayınladığı kitabı yakın zamana kadar yasaklı olan Dakheel, Suudilerin krallığın Vahhabiliğin siyasi denkleme girmesinden 17 yıl önce kurulduğunu vurgulaması gerektiğini söylüyor. Suudi podcast yayıncısı Abdulrahman Abumalih'e göre:

“Devlet tarihini yanlış yazdık, bu yüzden çoğu Suudi, Suudi devletinin veya Arap Yarımadası'nın tarihini maalesef bilmiyor. Hepsini çoktanrıcılığa (putperestliğe) indirgemişsiniz. İnsanlara bütün hikayenin şirkle ilgili olduğunu anlattınız: Şeyh Muhammed ibn Abd al-Wahhab şirkle savaşmak için yola çıktı, Muhammed bin Suud ona katıldı ve birlikte şirke karşı savaştılar... Bunu yaparak, devleti gölgede bıraktınız. Bunun yerine, bundan daha büyük olan devletin tarihini öğretmeliyiz. Devletimizin tarihini incelemedik; bize sadece İbn Ghannam ve İbn Bişr'in (Vahhabiliğin biyografi yazarları) sözleri öğretildi ve hala bunu yapmaya devam ediyoruz.”

Dakheel'in revizyonist yorumları, Suudi aydınların Vahhabiliğe karşı yaptığı eleştiriler kapsamında nadir özellikte değildi. Bununla birlikte, tarihsel bağlantıyı yeniden gözden geçirme ihtiyacı ile ilgili konuşması dikkat çekiciydi ve bunun zamanlamasının kendiliğinden olması pek olası değildi. Veliaht prens Muhammed bin Salman'ın (veya MbS), Vahhabiliğin ülkedeki rolünü içeren, din adamlarını kısıtlamaktan dini metinleri gözden geçirme ve güncelleme girişimlerinin başladığını duyurmasına kadar benzeri görülmemiş açıklamaları ve hamleleri arka planıyla birlikte ortaya çıkmıştı.

Vahhabiliği marjinalleştirmeye yönelik bu hareketlerin sonuncusu, 23 Eylül'deki olağan ulusal güne ("al-youm al-watani") ek olarak 22 Şubat'ta Suudi devletinin kuruluşuna (“youm al-ta'sees”) işaret eden yeni bir resmi tarihin belirlenmesidir. Eylül ayındaki ulusal gün, 1932'de Suudi Arabistan Krallığı adı altında ulusun oluşumunu kutlarken, yeni tarih, Muhammed bin Suud'un, günümüzde yaygın olarak “kurucu başkent” olarak anılan Diriyah'ı 1727'de ele geçirmesini kutluyor. Yeni tarih, Dakheel'in talep ettiği yeni dinamiğin resmi başlangıcına işaret ediyor.

Bu hikayeyi, ulusal anlatıyı yeniden yazmaya yönelik basit bir siyasi karardan daha önemli kılan şey, tıpkı Suudi Arabistan'ın çıkarlarının artık Vehhabiliğe bağlı olmaması gibi, Vehhabiliğin kaderinin artık Suudi Arabistan'a bağlı olmamasıdır. Vahhabilik bir hareket olarak uzun yıllar önce gerilemişti ve bunun bin Selman'ın ittiği siyasi değişimle bir ilgisi var; ama sadece belirli bir dereceye kadar. Çöküş ondan önceydi ve aynı hızda ya da çok sessizce olmasa da, bu siyasi değişiklikler olmadan gerçekleşecekti. Bu ayrım önemlidir, çünkü Vahhabiliğin hem krallıkta hem de daha geniş bölgede azalan gücüne başka faktörlerin katkıda bulunduğu anlamına gelmektedir ve Vahhabiliğin mevcut sıkıntılarını derin ve kalıcı kılan bu iç çürüme ve çevredeki ortamdır.

Mevcut veliaht prensin Vahhabiliği yerinden etme girişimleri, kendisinin ve önceki kralın son yirmi yılda ortaya çıkan sorunlarla başa çıkmak için daha geniş kapsamlı olan İslamcılığa karşı yürüttükleri iki yönlü bir kampanyanın parçasıydı. Birçok yönden, Vahhabiliğin çöküşü, Suudi liderliğinin ülkedeki İslamcı ve cihatçı güçlere karşı düşmanca mücadelesinin öncelikle istenmeyen bir sonucuydu.

Bin Salman, Müslüman Kardeşler konusunda acımasızdı ve doğrudan müdahale ediyordu: Grupla bağlantılı din adamlarını hapse attı ve onları yabancı bir ideoloji olarak etiketleyen ulusal bir anlatı için baskı uyguladı. Müslüman Kardeşler Mısırlıydı, bu yüzden anlatı şöyle devam etti; Selefilik ve siyasal İslam'ın melezi olan Sürurizm Suriye'ydi; büyük ölçüde Vahhabilikten ilham alan ancak Suriye-Arnavut kökenli din adamı Muhammed Nasiruddin ile ilişkilendirilen başka bir Selefilik kolu da ithal edildiği için reddedildi. İnkar edilemez yerli İslamcı ideoloji olan Vahhabilikle, doktrini pasifleştirmek ve etkisiz hale getirmek için farklı ve aşamalı bir yaklaşım izledi. Kampanyası verdiği ipuçlarıyla başladı, geçen yıl krallığın tek bir kişiye veya ideolojiye bağlanmaması gerektiğini açık bir şekilde ilan edene kadar zamanla yoğunlaştı.


MS 1808'de Diriyah ve Wadi Hanifa'nın bir el çizimi / Twitter / Suudi Arabistan Krallığı Dışişleri Bakanlığı

Bir bakıma, mevcut Suudi veliaht prensi, büyükbabası ve “Üçüncü Suudi Devleti”nin kurucusu Abdülaziz ibn Suud'un 1929'da eski müttefiklerine yaptığı şeyi Vahhabiliğe yapıyor.

Yıllar önce, İhvan Min-Ta'-Allah (Allah'a itaat edenlerin kardeşleri) olarak bilinen göçebe ve radikal Bedevi kabileleri, İbn Suud'a meydan okumuştu ve İslam'ın gerçek ve saf mesajını yaymak ve Vahabi olmayan toprakları fethetmek adına Irak, Ürdün ve Kuveyt'e baskınlarını sürdürmüşlerdi.

İbn Suud sonunda kabile üyelerine karşı bir sefer düzenledi ve o yılın ilkbaharında Sabilla (veya Sbalah) Savaşı'nda, ardından kesin olarak Ocak 1930'da onları yendi. Aşiret üyeleri isyanları bastırılınca teslim oldular. Bazıları daha sonra Ulusal Muhafızlara dahil edildi.

Tam yarım yüzyıl sonra isyancı bir liderin çocuklarından biri tarafından Mekke'deki Ulu Cami'yi ele geçirmeye yönelik umutsuz bir girişim dışında, hareket neredeyse yok oldu. Cüheyman el-Otaybi'nin 1979'da camiyi ele geçirme süreci sonrasında, bunun siyaset üzerinde kalıcı bir etkisi olmadı. Yeni isyan, o zamanki Kral Halid bin Abdülaziz'i alarma geçirmişti ve onu, genellikle petrol gelirlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte onlarca yıllık modernleşme girişimleri pahasına, din adamlarını yatıştırmaya ve muhafazakar uygulamalar kurgulamaya yöneltti. (İran devrimi ve 1979'da Sovyetlerin Afganistan'ı işgali gibi diğer jeopolitik olaylar yeni politikaya eşit ölçüde katkıda bulundu.) 

Bu aynı zamanda krallığın özellikle 1980'ler boyunca hem Vahhabi hem de İslamcı eylemcilere büyük ölçüde hoşgörü gösterdiği anlamına geliyordu. Kral Halid ve haleflerinin bu durumu yatıştırması, bin Salman tarafından sık sık bir aksilik olarak ve ülkenin açılması ve aşırılık yanlılarının çökertilmesi gerekliliğinin tartışılması olarak anılıyor. Bin Salman, amcasının neredeyse yarım asır önce boyun eğdiği ve büyükbabasının bundan yarım asır önce sona erdirdiği tehditlerin bazılarıyla uğraşıyor.

Çağdaş Vahhabilik, cihatçı ideolojilerin artan bir şekilde bölgesel savaşlara katılımı, uydu kanallarının yanı sıra teknolojinin yükselişi ve 1990'ların sonunda ve 2000'lerin başında gençlerin artmasıyla iç ve dış zorluklarla yüzleşmeye başladı. Bundan önce Vahhabiler, mesajının sadeliğinden, saflığından ve birliğinden yararlandılar: İslam'ın ilk nesillerine dönüş ve tevhid (Tektanrıcılık). 

Vahhabilik, tüm enerjisini -neredeyse sınırsız kaynaklarla-, çok tanrılı veya sapkın uygulamalar olarak adlandırdığı üç şeye karşı kanalize edebildiğinde gelişti: Mistik Tasavvufun akımı, ilerici veya ılımlı din adamlarının sapkın fikirleri ve Şii İslam'ın ve diğer Sünni olmayan mezheplerin “sapkın” öğretileri. Mesajının püriten ve kategorik doğası, Müslüman dünyasındaki köylerde ve şehirlerde bir çekiciliğe sahipti. Vaizlerinin Afrika'ya, Orta Doğu'ya, Güney Asya'ya ve hatta Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne cömertçe misyonerlik gezileri düzenlemek için ölçülemeyecek kadar kaynakları vardı. Basra Körfezi'ndeki Arap ülkelerinde çalışan Müslüman göçmenler, kendi ülkelerinde cami inşa etmek için kolaylıkla fon buldular. Suudi büyükelçilikleri Şii misyonerliğini takip etti ve buna Suudi devleti veya hayır kurumları tarafından sağlanan tüm mali güçlerle karşılık verdi.

Genel olarak Suudi İslamcılığını silip süpüren değişikliklerin mikroskobik bir görünümü, George Washington Üniversitesi'nde bir Suudi bilim adamı olan Sultan Alamer tarafından yakın zamanda sunuldu. Alamer, geçen Kasım ayında yayınlanan kapsamlı araştırmasında, 2011 Arap Baharı'ndan önceki on yılda, özellikle de 1998'den 2001'e kadar Suudi Arabistan'daki entelektüel dönüşümlerin izini sürüyor.

Suudilerin “tayyar al-tanweer” (aydınlanma akımı) dediği şeyin ortaya çıkmasına neden olan koşullara ve neden daha sonra kamusal yaşamdan silindiğine odaklanıyor. Tanweeriler, yazarın yazdığı gibi bir monolit değildir, ancak modern değerlerin ve mezhepçiliğin savunulmasında İslamcılık ve Vahhabilikten ayrılma eğilimindedirler.

Bunlar arasında, çok laik olan ve televizyonda insancıllığın tek dini olduğunu açıklayan, ardından krallığı terk edip Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşlığına geçen eski bir İslamcı olan Mansour al-Nogaidan'dan, İslami Uyanış'ın eski bir ikonu olan ve ilerici dini ve sosyal görüşleri ile tanınan, birçoğunun Suudi ve BAE'ye muhalefetinden kaynaklandığına inandığı uydurma terörizm suçlamaları nedeniyle 2017'de hapse atılan Salman al-Oudah'a, O yıl Katar ile yaşanan krizden, veliaht prensi ekonomi politikaları nedeniyle yaşanan huzursuzluk konusunda uyardığı için 2017 yılında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan genç ekonomist Essam al-Zamil'e kadar çeşitli figürler var.

Alamer, ilerici fikirlerin yükselişiyle ilgili iki Suudi pozisyonunu gözden geçiriyor; biri, bütün İslamcı akımı yargılayan ve sırayla onu zayıflatan ve daha az popüler hale getiren “Eylül Depremi”ni (11 Eylül) suçluyor. Bu, İslam yanlısı görüşe göre, ilerici akımın ortaya çıkması için bir güç boşluğu bırakmıştı. Diğer görüş ise ilerici hareketin özellikle 1998'den başlayarak 11 Eylül'den önce geldiğini söylüyor. Bu doğmakta olan hareket, İslam'ın radikal fikirlerinden uzaklaşmaya başlayan revizyonist İslamcı fikirlerin egemen olduğu 1980'lerin sonu ve 1990'ları, “gerginliğin, olumsuz etkinin veya gerici fikirlerin olmadığı sakin bir dönemi” içeriyordu. Bu kısa ömürlü hareket, 11 Eylül'de kesintiye uğradı.

Alamer, 11 Eylül sonrası kampanyaların en büyük etkisinin, "Faysal Formülü" adını verdiği şeyi ortadan kaldırmaları olduğunu savunuyordu; bununla, İslamcıların ABD ile ilişkiler gibi siyasi kararlara müdahale etmeden (eğitim, dini veya sosyal alanlarda) kamusal alana hükmetmesine izin veren Suudi dengeleme eylemini kastediyordu.

Bu dengeleme eylemi, komünizm, liberalizm ve pan-Arabizm gibi geniş kapsamlı ideolojilere karşı da dahil olmak üzere iç cepheyi korumak için İslamcıları kullanmak ve dışarıdan güvenlik sağlamak amacıyla ABD'ye güvenmek isteyen Kral Faysal tarafından kuruldu.

1979 sonrası tehditlerle başa çıkmanın temeli haline gelen formül, 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra sorgulandı ve ortaya çıkan devlet tepkisi, formülü ortadan kaldırmadan güvenlik ve yetkiyi önceleyen önlemleri içeriyordu. Bu dönemde,  Suudi tarihinde ilk kez resmi Vahhabi kurumu tarafından Saddam Hüseyin'e karşı ABD ile ortak çalışma lehine verilen fetvalara, İslamcı aktivistler tarafından alenen karşı çıkıldı.

Suudi yetkililer, kamusal alanı düzenlemek ve tepkileri kontrol altına almak için adımlar attılar. Buna karşılık İslamcılar diasporada siyasi bir muhalefet oluşturdular ve radikal unsurlar şiddete başvurarak ABD'ye savaş ilan ettiler.

Sonra 9/11 oldu. Alamer, gayrı resmi paktın çözüldüğünü ve ilericilerin siyasi seçkinler tarafından onu sona erdirmek için kullanılan bir araç olduğunu savunuyorlar. Yani Faysal Formülü'nün bina edildiği ikiz temeller, İkiz Kuleler'e çarpmıştı. Alamer'in dediği gibi: "Tıpkı en asil eylemlerini gerçekleştirerek ölmeden zaferi tamamlanmayan Yunan kahramanları gibi, bu akım Faysal Formülü ezildiği anda yok oldu."

Arap Baharı, Suudi Arabistan için bir ikilem daha sunmuştu: İlerici akım, haklar, azınlıklar ve sosyal özgürlükler açısından İslamcılığa karşı çıkmasına yardımcı olurken, aynı zamanda demokratik idealler ve anayasal değişiklik hakkında tartışmaları da zorlamıştı. Akımın İslamcılığa karşı kazandığı zafer, bölgede demokratik değişim talep eden ve doğal olarak Suudileri bu akıma karşı düşmanca bir tavır almaya yönlendiren halk ayaklanmaları dalgasından hemen önce gerçekleşmişti.

Siyasal İslam bu dönemde hedef olsa da, kazananlar ve kaybedenler mutlaka savaşın iki ana tarafıyla sınırlı değildi. İlericiler zayıflamış olabilirdi, ancak kavramsal ve ideolojik olarak yeni bir hareketin ortaya çıkmasının yolunu açmadan önce zayıflamış değillerdi ve krallıkta son yirmi yılda yapılan herhangi bir reform onların yardımlarıyla veya yükselişleri sırasında gerçekleşmişti. Hem İslamcılara hem de devlete karşı olan ilerici hareket muhtemelen ölmedi. Aksine, hem gizli varlığını sürdürüyor hem de temkinli davranıyor. Anlaşılır bir şekilde, bu tür sesler, baskıların ve netliğin olmadığı mevcut siyasi atmosferde dikkatli bir şekilde ilerleyecektir, ancak bu hareketin kökleri zaten var ve sıfırdan oluşması gerekmiyor. İslamcılığın güçleri azalmaya devam ettikçe, İslam karşıtı hareket muhtemelen önümüzdeki yıllarda krallıktaki ideolojik manzarayı şekillendirecek.

Hem siyasi İslam hem de Vahhabilik zayıfladı, ilerici fikirlerin krallıkta önceki ikisinde olmadığı şekilde bir yeri ve geleceği var. Vahhabilik, devletin İslamcılığa karşı yürüttüğü savaşın doğrudan hedefi değildi, ancak devletin ona yaklaşımını aşan nedenlerle bir kaybeden olarak ortaya çıktı.

Vehhabiliğin bu çekiciliği 2000'lerin ortalarında azaldı. Parçalanması daha önce, özellikle 11 Eylül saldırılarıyla başlamıştı, ancak hareket, Irak ve Afganistan'da cihatçılığın yükselişi tevhid gibi fikirleri ayakta tuttuğu için, karanlık bir durumdan hala faydalanıyordu; Cihatçılar aynı sloganları dile getirdiler, ancak Vahhabilik ile Selefi-cihatçılık (siyasal İslam'ın devrimci fikirlerini Selefilik ve Vahhabiliğin köktenci öğretileriyle birleştiren bir hareket) arasındaki farklılıkların ve anlaşmazlıkların kamuoyunda büyütülmesi biraz zaman aldı. Selefi cihatçılar, Vahhabilik ve İslamcılık tarafından ortaya konan ideolojik altyapı veya temelden yararlandılar, ancak özellikle 11 Eylül ve ardından gelen bölgesel savaşların ardından kendi ayrı alanlarını oluşturdular. Arap ayaklanmalarıyla birlikte, liberal ve radikal rakipleri rejimlerine karşı çatışmalara katılırken, zaten parçalanmış ve içi boşaltılmış Vahhabi müessesesi statükonun yanında yer aldıkça, Vahhabiliğin cazibesi daha da azaldı.

Vahhabiler için son çifte darbe, Suudi destekçileri onları desteklemeyi bıraktığında ve IŞİD'in 2014'teki yükselişi dikkatleri Vahhabiliğe ve aşırılıkçılığa odakladığında geldi. Veliaht prensin Vahhabilik hakkında kamuoyu önünde konuşmasından yıllar önce, eski kral Abdullah bin Abdülaziz bir Suudi hükümdarı için eşi görülmemiş bir şey yapmıştı: Ulusal televizyonda, Vehhabi din adamlarının üst ulemasıyla görüştü ve krallıkta geniş çapta haberleştirilen ve tartışılan bir açıklama ile onları azarladı. Onlara şöyle dedi: “Sizde tembellik ve sessizlik görüyorum.” Körfez'de bu tür anlaşmazlıklar veya açıklamalar kapalı kapılar ardında yapılırdı. Yeni tehdide karşı harekete geçememeleri ile ilgili bu kısa ve öz sözler, krallığın son derece saygın ve güçlü din adamlarının bulunduğu kurum için alçaltıcıydı ve tarihi bir hilafet ilan ettikten sonra Irak ve Suriye'yi işgal eden Mekke ve Medine'deki “iki kutsal yerin ülkesine” yayılmaya adayan IŞİD'e (din adamları bazen Vahhabilerin ellerinde eğitim görmüş veya Vahhabi literatüründen yoğun bir şekilde ödünç almış olanlar) verdikleri zayıf tepkiden duyduğu hayal kırıklığını yansıtıyordu. 

(Adil olmak gerekirse, bu, kurnazca ve harekete geçiren cihatçı propagandayı reddetme ya da karşı koyma girişimleri bakımından daha yavaş ve daha pedagojik olma eğiliminde olduklarından, bölgedeki birçok din kurumunun yaşadığı bir sorundu. Liberal ve cihatçı kutup karşıtları da Vahhabiliğin yönünü şaşırtıyor ve onun ülke içindeki ve bölgedeki yeni siyasi ve dini sularda gezinmesini zorlaştırıyorlar.)

Bu nadir yorumdan sekiz yıl sonra bin Salman savaşı çok daha ileri götürdü. Geçen yıl ailelerin televizyon başında toplandıkları oruç ayında, yayınlanan geniş kapsamlı bir televizyon röportajında ​​Suudi bir lider olarak Vahhabiliğe karşı en net açıklamaları yaptı.

Röportajı yapan Abdullah Al Mudaifer'e, Suudi Arabistan'ın ibn Abd al-Wahhab'ın öğretileriyle bağlı olmadığını söyledi. Abdullah Al Mudaifer, son yıllarda görüşlerini yumuşatmış eski aşırılık yanlıları veya din adamlarıyla yaptığı röportajlarla tanındığından, röportajı yapacak olanın seçimi bile dikkate değerdi.

Bin Salman, Vahhabiliğin kurucusunun öğretilerine yapılan vurgunun, bir insanı putlaştırmak anlamına geldiğini ve bunun da kurucu şeyhin öğretilerine aykırı olduğunu söyledi. Röportajı yapan kişinin sorusuna verilen cevabın tamamı, Vahhabi düzeninin temel ilkelerine yönelik katı ve yıkıcıydı:

“Kendimizi belirli bir ekolü veya âlimi takip etmeye adadığımızda, bu, insanı tanrılaştırdığımız anlamına gelir.

Şeyh Muhammed ibn Abdel al-Wahhab bugün bizimle birlikte olsaydı ve bizi onun metinlerine körü körüne bağlı ve onu tanrılaştırırken ve kutsallaştırırken aklımızı yoruma ve fıkıhlara kapatmış olarak görseydi, buna ilk itiraz eden o olurdu. Sabit düşünce okulları yoktur ve yanılmaz insan yoktur. Kuran metinlerinin sürekli olarak yorumlanmasıyla meşgul olmalıyız ve aynı şey Peygamber'in gelenekleri için de geçerlidir.

Gidip tekerleği yeniden icat etmek mümkün değil. Dünya, insanların yaşamlarını düzenleyen açık yasalara uyar. Bizim rolümüz, Suudi Arabistan'da kabul edilen tüm yasaların aşağıdakileri yansıtmasını sağlamaktır: ... anayasamız Kuran olmak üzere Kuran'ı ve Peygamber'in geleneklerini ihlal etmemelerini; çıkarlarımızla çelişmediklerini; vatandaşların güvenliğini ve çıkarlarını koruduklarını ve ülkenin kalkınmasına ve refahına yardımcı olduklarını. Dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göre kanunlar bu usule göre çıkarılmaktadır.”

Suudi liderliği için Vahhabilik, katılığıyla artık sadece gelişme ve modernleşmenin önünde bir engel değildi, aynı zamanda son zamanlarda devleti yeni bir tehdide karşı etkin bir şekilde savunmak için en çok ihtiyaç duyulduğu zaman işe yaramaz olduğunu kanıtlamıştı.

Bu arada, birden çok neden, Arap ayaklanmalarının etkilerinden ve IŞİD'in yükselişinden İran ve Türkiye'deki jeopolitik rakiplerin artan etkisine kadar, Suudi Arabistan'ın iç cepheyi güçlendirmeye daha fazla odaklanmasını ve Vahhabi hareketine verilen küresel destekten vazgeçmesini sağlamak için birleşmişti.

Ülke, Rusya ve Avrupa da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki camileri ve hayır kurumlarını kapatma kararı aldı. Örneğin, Ekim 2017'de Moskova'da Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede, Kral Salman bin Abdülaziz'in cami finansmanı ve dini misyonerleştirmenin fişini çekmeyi kabul ettiği bildirildi. Şubat 2018'de Riyad, aşırılıkçılığın üreme alanı olarak bilinen Belçika'nın en büyük camisinin kontrolünden vazgeçerek benzer bir hamle yaptı.

Vahhabilik artık küresel sahnede bir devlet gündemi tarafından desteklenmiyordu ve korkunç dini polis teşkilatının kaldırılması, kadınların araba kullanma yasağının kaldırılması ve toplumsal ve cinsiyete dayalı kısıtlamaların gevşetilmesiyle birlikte ülke içi gündemi belirlemeye yardımcı olma yeteneği de benzer şekilde azaldı.

Vahhabiliğin önde gelen eski taraftarlarından biri olan Yasir Qadhi, bugün Vahhabiliğin 18. ve 19. yüzyılda olduğundan çok farklı olduğundan bahsetmişti. Pakistan asıllı bir Amerikalı olan Qadhi, Suudi Arabistan'da büyümüş, çeşitli Vahhabi din adamlarından eğitim almış ve Medine İslam Üniversitesi'nde eğitim görmüştü. Kadhi, 2014 yılında, Vahhabilikten alenen uzaklaştıktan sonra, Vahhabiliğin geçtiği üç dönüşümden ve bugün başlangıcına göre çok fazla sulandırılmış bir harekete dönüştüğünü söylemişti.

Ona göre ilk evre, 1792'de ölen ibn Abd al-Wahhab'ın yaşamı boyunca süren orijinal dönemdi; ikincisi, 1969'da ölen Muhammed İbrahim El Şeyh'in fikirlerinin somutlaştırdığı gibi, Vahhabiliğin önemli ölçüde yumuşatıldığı Kral Abdülaziz yönetimindeki isyanın evcilleştirilmesini izledi; üçüncüsü, sırasıyla 1999 ve 2001'de ölen Abdel Aziz Bin Baz ve Muhammed ibn Uthaymeen tarafından somutlaştırılan modern “temizlenmiş” olanıdır. Qadhi, niteliğini belirtmeden, dördüncü bir aşamanın yapım aşamasında olduğunu da sözlerine ekledi.

Ancak Vahhabilik her ne biçime dönüşüyorsa, yeni bir yaşam kiralamasına yol açmayacaktır. Suudi Arabistan ve ötesinde, Vahhabilik çok uzun yıllardır zemin kaybediyor. Bir zamanlar büyümesine yardımcı olan faktörler artık yok. Politik olarak, devletin artık devlet olmadan gelişemeyecek olan ideolojiye ihtiyacı yoktur.

Suudi devleti, Vahhabiliğin faydası konusundaki görüşünü değiştirmeye karar verse bile, gidişatı tersine çeviremezdi. Vahhabilik ideolojik gazını siyasi olarak tüketmeden önce bitirdi. Bazen içinden çıktığı Sünni geleneğinden bile ayrı bir mezhep olarak görülen ideoloji, güçlü ve varlıklı bir krallığın desteğine ve geniş bir zengin ve cömert bağışçılar ağına sahip olduğundan, uzun süredir gerçek çekiciliği ve gücüyle orantısız bir güç yansıtıyordu. Bu balon şimdi patladı ve Vahhabilik, giderek Suudi Arabistan da dahil olmak üzere Müslüman coğrafyasında küçük bir oyuncu olma boyutuna indirgendi.

Hassan Hassan, 22 Şubat 2022, The New Lines Magazine

(Hassan Hassan, New Lines'ın baş editörüdür.)


Mustafa Tamer, 18.06.2022, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri-Analiz, Onlar Ne Diyor?

Mustafa Tamer Yayınları

Onlar Ne Diyor?




Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.


Seçkin Deniz Twitter Akışı