3 Ocak 2020 Cuma

SA8261/TG274: How America Ends-Amerika’nın Sonu-II

Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda çevirisini yayınladığımız analiz, Atlantik Enstitüsü Fikirler bölümü kıdemli editörü Yoni Appelbaum'a aittir ve Amerikan toplumunda ve siyasetinde yaşanan kaotik durumu ele almaktadır. Sonsuz Ark olarak 'ABD'nin Çöküşü' etiketi ile yayınladığımız bir çok yayına ek olarak, doğrudan 'How America Ends- Amerika’nın Sonubaşlığını taşıyan bu analiz, ABD dışında yaşayanların bir temennisi beklentisi olmaktan ziyade, ABD'nin çöktüğünün somut bir gerçek olduğunu tescil etmektedir. Yazar Yoni Appelbaum'un şu cümlesi yeterince net ve nesneldir: "Amerika Birleşik Devletleri, belki de hiçbir zengin ve istikrarlı demokrasinin tecrübe etmediği bir geçiş dönemi yaşamaktadır: Tarihsel olarak baskın olan grup politik bir azınlık olma yolunda ilerlerken, azınlık olan gruplar ise eşit hak ve menfaatlerini savunur hale geldiler. Böyle bir geçişin emsalleri varsa; o emsaller, Beyaz İngilizler’in başlangıçta baskın olduğu ve baskın grubun sınırlarının o zamandan beri müzakere edildiği Amerika Birleşik Devletleri'ndedir. Ancak bu emsaller pek de teselli edici değildir. Bu yeniden müzakerelerin çoğu siyasi çatışmaya veya açık şiddete yol açmıştır ve çok azı şu anda devam etmekte olan kadar derindir." Türkiye, bu gerçeğin ışığında dış politika hedeflerini belirlemeli, temkinli ve tereddütsüz ilerlemelidir.
Seçkin Deniz, 03.01.2020

How America Ends
"Tektonik bir demografik değişim sürüyor. Ülke bir arada kalabilecek mi?"

Doğu Avrupa ve Latin Amerika demokrasileri üzerine çalışan bir siyaset bilimcisi olan Adam Przeworski, demokrasilerin ayakta kalabilmesi için demokratik kurumların; “i̇lgili tüm siyasi güçlere, çıkar ve değer rekabetinde zaman zaman kazanma şansı vermesi gerektiğini” söylüyor. Przeworski ayrıca, bu kurumların eşit öneme sahip başka bir şey daha yapmaları gerektiğini ifade ediyor; “demokrasi altında kaybetmeyi bile demokratik olmayan bir gelecekten daha çekici hale getirmeliler.”

Muhafazakârların, şu anda Beyaz Saray, Senato ve pek çok eyalet yönetimini elinde tutmalarına rağmen gelecekteki seçimleri kazanabileceklerine yönelik inançlarını kaybetmiş olmaları,  Amerikan demokrasisinin sorunsuz işleyişi ile alakalı kötü bir gidişata işaret ediyor.  Bu seçim kayıplarının tamamen kendi sonlarını getireceğini düşünmeleri ise daha da endişe verici bir durum.  

Tehlikelerin abartılması konusunda dikkatli olmalıyız. Birleşik Devletlerde tarih ne 1960’lar ne de 1950’lerdir. Ancak Amerikan tarihinden, özellikle de savaş öncesi Güney Amerika’dan birçok örnek, halkın büyük bir bölümü seçimleri kazanmaya devam edemeyeceğine ve kaybetmeyi de göze alamayacağına inandığında, güçlü bir demokrasinin ne kadar çabuk zayıflayabileceğini göstermektedir. 

Cumhuriyetçi Parti ana akımının Trumpizm karşısında çökmesi, ilk elde çok özel şartların ve başka olayların rahatsız edici yansımasının bir ürünüdür. Siyaset bilimci Daniel Ziblatt, Batı Avrupa'da demokrasinin doğuşuna yönelik yakın zamanda yapmış olduğu çalışmada, demokratik istikrar kazanan devletler ile otoriter dürtülerin avı haline gelenleri birbirinden ayırmaya yönelik kesin bir etmenin varlığı üzerine yoğunlaşıyor. (Ziblatt’a göre) anahtar değişken, politik solun gücü veya karakteri veya daha fazla demokratikleşme için zorlayıcı güçler ya da merkez sağın canlılığını koruyabilme yeteneği değildi. Güçlü bir merkez sağ parti, daha aşırı sağ kanat hareketlerin önüne geçebilir, siyasi sistemin bizzat kendisine saldıran radikalleri dışarıda bırakabilirdi. 

Politik sol da otoriter dürtülere karşı hiç bir şekilde bağışıklık kazanmış değildir; yüzyılın en kötü aşırılıkları, totaliter sol kanat rejimleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak sağ partiler tipik olarak bir toplum içinde güç ve statüden hoşlanan insanlardan oluşur. Bu insanların arasında, hükümetlerin sadakat ve desteklerine dayandığı orantısız sayıda lider [iş dünyası kodomanları, askeri görevliler, yargıçlar, valiler] bulunabilir. Ziblatt’ın bulgularına göre, geleneksel olarak ayrıcalıklı konumlardan yararlanan gruplar, daha demokratik bir toplumda kendileri için bir gelecek görürse, buna razı olurlar. Ancak eğer “muhafazakâr güçler, seçim politikalarının onları hükümetten kalıcı olarak dışlayacağına inanırsa, demokrasiyi açıkça reddetme olasılıkları daha yüksektir”. 

Ziblatt, demokrasinin kaderinin muhafazakârların elinde olduğuna yönelik bir kanıt olarak, 20. yüzyılda bir demokrasi için en yıkıcı çöküşün yaşandığı 1930'lar Almanya'sına işaret ediyor. Merkez sağ geliştiği zaman, daha radikal hareketlerin destekten yoksun kalmalarını sağlayarak, kendi yandaşlarının çıkarlarını savunabilir. Merkez sağ partilerin yalpaladığı Almanya’da, (bu partilerin)  “güçleri değil, zayıflıkları”, demokrasinin çöküşünün arkasındaki itici güç oldu.

Tabii ki, 19. yüzyılda bir demokrasi için en yıkıcı çöküş, değişime uğrayan bir ulus içinde kendi güçlerinin azalmasından korkan beyaz seçmenlerin endişeleri ile tetiklenerek,  tam burada ABD'de gerçekleşti. Kölelik sisteminin yer aldığı Güney, cumhuriyetin erken döneminde orantısız siyasi güç kullandı. Adams adını taşıyanlar hariç olmak üzere Amerika’nın ilk cumhurbaşkanları köle sahipleri idi. İlk 16 bakanın on iki tanesi köleliğin meşru olduğu eyaletlerden gelmekteydi. Güneyli senatörler başlangıçta Kongreye de egemen olmuştu, köleleştirilmiş insanların beşte üçünün kâr dağıtım kuralları gereğince meta olarak kabul edilmesini sağladıkları için destek görüyorlardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında çakışan menfaatler nedeniyle hizipçi ve fevri bir siyaset vardı. Ancak Kuzeyli eyaletlerin köleliği resmen terk edip Batıya doğru genişlemeyi benimsemesi, serbest işgücünü savunan eyaletler ile servetleri doğrudan köle işçiliğine bağlı olanlar arasında gerginliğin artarak bölgesel ihtilafların ön plana çıkmasına neden oldu. 19.yy ortalarında demografik avantaj açık bir şekilde, nüfusu hızla artmakta olan özgür eyaletlerden yanaydı. Dalgalar halinde gelen göçmenler Kuzeydeki fabrikalarda iş bularak Orta Batıya yerleşiyordu. İç savaş patladığı sırada, Kuzey eyaletlerindeki yabancılar nüfusun yüzde 19’unu oluştururken, Güneydeki nüfusun ise sadece yüzde 4’ünü oluşturmaktaydı. 

Yeni dinamik, ilk olarak Amerikan hükümetinin en demokratik kurumu olan Temsilciler Meclisi'nde hissedildi; Güneyin buna cevabı, kölelik konusunu tartışmadan çıkarmak için ortak bir çaba içine girmek oldu. 1836'da Güneyli Kongre üyeleri ve müttefikleri, Mecliste konuşmayı sınırlandırma kuralını uygulayarak, kölelikle ilgili tekliflerin değerlendirmeye alınmasına engel oldular, bu kural 9 yıl boyunca geçerli olacaktı.  

Tarihçi Joanne Freeman'ın Kan Tarlası: Kongrede Şiddet ve İç Savaşa Giden Yol adını taşıyan son kitabında ortaya koyduğu gibi; köleliğin varlığını sürdürdüğü eyaletlerin Washington'daki temsilcileri zorbalığa, silahla tehdide, değerli bir kurumu düello mücadelesi ile küçük düşürmeye cüret edenler ile çatışmaya veya Mecliste doğrudan yumruk yumruğa veya sopalarla kavga etmeye başlamışlardı. 

1845 yılında Ohio'dan Joshua Giddings tarafından yapılan kölelik karşıtı bir konuşma, Louisiana temsilcisi John Dawson’ı o kadar kızdırmıştı ki, silahının horozunu kaldırarak Kongre arkadaşını öldürmek istediğini ilan etmişti. Başka bir olayda ise Sergio Leone, Frank Capra ve başka temsilciler, en az dördü kendi silahları ile birlikte, karşı tarafa saldırmıştı.1850'li yılların sonunda şiddet o kadar yaygın hale gelmişti ki, üyeler düzenli olarak Meclise yanlarında silahları ile birlikte geliyorlardı.

Güneyli siyasiler, demografik eğilimlerin Kuzey'den yana döndüğünü fark ederek, popüler demokrasiyi tehdit olarak görmeye başladılar. Güney Karolayna’dan Senatör John C. Calhoun 1850 tarihinde şu uyarıda bulunuyordu: “Kuzey, bu hükümetin her bölümünde tartışmasız bir üstünlük elde etmiştir. Bu, Güneyin menfaatlerinin feda edildiği despotik bir durumdur ancak sonuçları ağır olabilir”.

Güneyli politikacılar, Meclisteki durumun kendi aleyhlerine dönmesi üzerine Senato üzerine odaklandılar ve güçlerini korumak adına, yasama meclisine herhangi bir özgür eyaletin (Çev: Köleliğin kaldırıldığı eyaletler) kabul edilmesine karşılık, dengeyi sağlamak için yeni köle eyaletlerin (Çev: Köleliğin devam ettiği eyaletler) kabulünü dikte etmeye başladılar. Daha sonra dikkatlerini, güçlerinin muhafaza edilmesini sağlamak için, çoğunluğu köle eyaletlerin üyeleri tarafından oluşturulan, yüce divan üzerine çevirdiler. Ve kaçınılmaz bir şekilde, kendi güçlerini ikame etmek için Kuzeyli eyaletlerin haklarına yönelik cephe saldırısı başlattılar. Ama Güney ve onun uzlaşmacı müttefikleri boylarını aşmıştı. Güneyli çiftlik sahipleri ile Kuzeyli iş adamlarını bir araya getiren bir merkez-sağ konsensüs, Birliği uzun süredir korumuşlardı.

Demografi Güney’in aleyhine döndükçe, Güneyli politikacılar Kuzeyli komşularını pozisyonlarının ahlâki adaleti ya da pragmatik anlamda uzlaşma noktasında ikna etme umutlarını kaybetmeye başlamıştı. Yaşam tarzlarını korumak için seçim demokrasisine inanmak yerine, Kuzey'i kölelik kurumunu desteklemeye mecbur bırakmak için federal hükümetin zorlayıcı gücünü kullandılar ve özgür bir eyalette olsa bile, kölelere koruma alanı sağlayan herkesin cezalandırılmasını dayattılar. 

1850 Tarihli Kaçak Köle Kanunu, Kuzey yasa uygulayıcılarının, Güneydeki çiftliklerden kaçan köleleri tutuklayarak onlara barınak sağlayan vatandaşları cezalandırmasını gerektiriyordu. Güneyin zulüm kompleksi, köleliğin kaldırılmasına yönelik aktivizmin on yıllardır başarısız olduğu yerlerde amacına ulaşarak Güneylilerin korktuğu kölelik karşıtı nefretin daha da artmasına neden oldu. 

Aileleri parçalayan ve komşularını köleliğe geri döndüren silahlı polislerin görüntüsü, birçok Kuzeylinin içinde bulundukları ahlaki uyuşukluktan uyanmasını sağlamıştı. Demokratik siyasette uygulanan itme-çekme stratejisi, önceki yıllarda Güney için aksiliklere sebep olmuştu. Ancak Güney’in, karşı-çoğunlukçu siyaset lehine seçim demokrasisini terk etmesi, bunun nedeni açısından felaket olacaktı.

Bugün, ağırlıklı olarak beyaz Hıristiyan seçmenlere hitap eden bir cumhuriyetçi parti, kaybetmekte olduğu bir savaş yürütüyor. Seçmen Kurulu, Yüksek Mahkeme ve Senato bu yenilgiyi bir süre erteleyebilir, fakat sonsuza dek değil.

Cumhuriyetçi Parti'nin ikna etmek yerine zorbalarla iktidara yapışma çabaları, çoğulcu bir demokrasi içinde yer alan bir siyasi partinin, değerler veya idealler yerine ortak bir miras etrafında tanımlanmasının tehlikelerini gözler önüne sermektedir. Trump’ın göç hızını yavaşlatmaya yönelik çabasının, ilginç bir biçimde geri teperek kamuoyunun Trump’ın kısıtlayıcı tavrına karşı gelmesine neden oluşunu düşünün. 2015'te Trump başkanlık adaylığını açıklamadan önce, Amerikalıların dörtte birinden azı yasal göçün artırılması gerektiğini düşünüyordu; bugün ise üçte birinden fazlası bu şekilde düşünüyor. Trump'ın özel göçmenlik tekliflerinin içeriği ne olursa olsun, bu tekliflerin yürürlüğe konma olasılığını kendisi daha düşük hale getirdi.


Abraham Lincoln, 16. ABD Başkanı, Cumhuriyetçi ilk başkan, 
Fotoğraf: Sam Kaplan; Tasarım: Brian Byrne

Bir popülist için Trump, popüler olmaktan oldukça uzaktır. Ancak bu gerçek kimseyi rahatlatmamalıdır. Rakiplerini gündemine karşı ne kadar çok radikalleştirirse, kendi destekçisine o kadar çok korku verecektir. Solun aşırılıkları destekçilerini ona daha sıkı bağladığı gibi; Sağın aşırılıkları da Cumhuriyetçi Parti'nin çoğunluk desteğini yönetmesini zorlaştırarak partinin kısır bir döngü içinde düşüşe geçmesine yönelik korkuyu doğrulamaktadır.


Yoni Appelbaum, Aralık 2019 sayısı, The Atlantic

(Yoni Appelbaum, Atlantik Enstitüsü Fikirler bölümü kıdemli editörüdür.)




<<Önceki                     Sonraki >>



Tamer Güner, 03.01.2020, Sonsuz Ark, Stratejik Araştırma, Çeviri








Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı