15 Şubat 2017 Çarşamba

SA3977/KY13-AO108: Alfabe ve Dil Üzerine

"Osmanlıca'nın yani Arap Alfabesi'yle oluşturulan alfabenin Türkçe'ye uygun olmadığı cumhuriyetle ortaya çıkmış değildir. Bunun hikayesi oldukça eski olduğu gibi Türkler'in Latin Alfabesi denilen alfabeyle tanışması da yeni olmamıştır."


Bir önceki paylaşımımda Latin Alfabesi'ne geçişimizle birlikte 600 yıl kullandığımız Osmanlıca'nın unutulmaya terk edildiğini, bu durum nedeniyle toplumun hafızasının silindiğini, bu durumun yeni devlet yapısı içerisinde zamanla eski/yeni kavgasına dönüştüğünü belirtmiş, eğer yeni alfabeyle birlikte Osmanlı Alfabesinin öğretilmesi zorunlu kılınsaydı bugün birbirini daha iyi anlayan bir toplum olabileceğimizi öne sürmüştüm.

Buna birkaç yönden itirazlar geldi. Bu itirazlarda biri; Osmanlı'nın çok farklı etnik yapılara dayandığını, ortak bir alfabenin onları aynı kültürel düzlem üzerinde birleştirdiği, yeni alfabeye geçişle birlikte geçmişin üzerinin silindiği, tek tip alfabe ve dil nedeniyle toplumun ayrıştırıldığı, bunun da çatışmalara yol açtığı şeklindeydi.

Bir diğeri ise; Osmanlıca eğitimde okuma-yazma oranının oldukça düşük olduğu, geçmişte korunması gereken bir kültür olmadığı, o nedenle hafızadan bahsedilemeyeceği, olsa olsa tarihten bahsedilmesinin mümkün olabileceği yönündeydi.

Bu iki farklı düşüncede de kanaatimce yanlışlar var..

Birincisi; Osmanlıcada alfabe, dilin ihtiyaçlarını karşılamıyordu. O nedenle önemli eserlerin çoğu Arapça veya Farsça yazılıyordu. Günlük kullanımda ortaya çıkan eksikleri gidermek için bazı yöntemlere baş vuruluyor, Arap alfabesiyle yazılmış harekesiz Türkçe sözcüklerin okunmasındaki güçlükleri azaltmak için elif, vay ve harfleri bu yüzden bir yandan ündeş olarak kullanılırken, öbür yandan da ünlü görevlerinde kullanılıyordu. 

Arap Alfabesi'nin reforma tabi tutulmasını ilk dile getiren, son Osmanlı Maarif Nazırlarından Münif Paşa idi. Münif Paşa 1862’de Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de yaptığı konuşmada, Arap harflerinin Türkçenin grameri için yetersiz olduğunu, bu yüzden Arap alfabesine yeni işaretler eklenmesini ve harflerin birbirinden ayrı yazılmasını (huruf-ı munfasıla) önermişti.

Konuşma dilindeki birçok sesin alfabede yer almaması alfabe tartışmasını diri tutarken bir yandan da Türkçe kelimeler yerini Arapça ve Farsça'ya bırakıyordu. Türkçe dili git gide yabancılaşıyordu.

Geriye doğru gidildiğinde görülmekte ki; Türkçe tarih boyunca çeşitli alfabe sistemleri ile yazıldı. Runik alfabe, Arap alfabesi, Yunan alfabesi, Kiril alfabesi, Ermeni alfabesi, İbrani alfabesi, Latin alfabesi bunlardan ilk akla gelenlerdir. O nedenle tarihi süreç içerisinde Türklerin Arap Harfleri yerine bu alfabelerden birini kullanmanın daha uygun olduğunu ileri sürenler olmuştur. Örneğin; alfabe değişimi gündeme geldiğinde Rıza Tevfik Ermeni Alfabesi'nin Türk Dili'ne daha uygun olduğunu öne sürmüştü.

Özetle; Osmanlıca'nın yani Arap Alfabesi'yle oluşturulan alfabenin Türkçe'ye uygun olmadığı cumhuriyetle ortaya çıkmış değildir. Bunun hikayesi oldukça eski olduğu gibi Türkler'in Latin Alfabesi denilen alfabeyle tanışması da yeni olmamıştır.

Eski Türk kitabelerinde Latin harflerinin yer almış olması Latin alfabesi denilen alfabenin aslında Türk Alfabesi olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, Osmanlı döneminde de bu alfabenin kullanıldığı görülmektedir.

Osmanlıda Latin harfli yazışmaların ilk örneklerinden bazıları, Üçüncü Mustafa’nın kızı ve Üçüncü Selim’in de kızkardeşi olan Hatice Sultan ile Fransız ressam ve mimar Antoine Ignace Melling arasında 1700’lerin sonunda Latin harfleri ile ama Türkçe yapılmış olan yazışmalar gösterilmektedir.

Osmanlının son dönemlerine doğru Arap Harfli Alfabe'nin terki konusunda çalışmalar hızlanmıştır. Latin Harfleri'ne geçilmesi konusundaki ilk gündem 1850 yılında ortaya atılmıştı. Türkçe üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Azeri yazar ve bilim adamı Mirza Fethali Ahundzade Efendi, Türkçenin Arap Alfabesi ve Fars gramer yapısı ile kullanılmasındaki zorlukları tetkik etmiş, hem kullanılması hem de öğrenilmesi açısından ortaya çıkan müşkülleri belirten bir çalışma yaparak Osmanlı Hükümetine sunmuş, çözüm olarak da Latin Harfleri'nin kullanılmasını teklif etmiştir.

Sultan Abdülmecit döneminde gündeme gelen Latin Alfabesinin kullanılması meselesi her ne kadar itibar görmüş olsa da dönemin şartları gereği gerçekleştirilememiş ancak reform hareketleri içerisinde bir gündem maddesi olarak canlılığını korumuştur. Abdülmecit’in vefatı ve 2. Abdülhamit Han’ın hilafet makamına geçmesi ile daha da canlanan reform hareketleri, Latin Alfabesi'nin kullanılması meselesini yeniden gündeme getirdi.

1928 yılında gerçekleştirilen Harf Devriminden 66 yıl önce 2. Abdülhamit Han bu teklife ilgi göstererek üzerinde çalışmalar yaptırmıştır.

Abdülhamit Han, Saltanat Makamı'ndan indirildikten sonra kaleme aldığı “Siyasi Hatıralarım” kitabında naklettiği bilgilerde Latin Harflerine geçilmesi yönündeki düşüncelerini şöyle açıklamıştır:

“Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin Alfabesini kabul etmek yerinde olur.“ (Siyasi Hatıralarım, Sayfa 192)

Abdülhamit Han’ın bizzat kaleme aldığı hatıralarında bahsettiği gibi Latin Harfleri'nin kullanılması, Osmanlı Türkçesi'nin halk nezdinde yaygınlaşması için faydalı görülmüş, bu konuda verilecek kararın yerinde olduğu kanaati belirtilmiştir. 

Sultan Abdülhamit’in bu konudaki ön niyeti her ne kadar süregelmiş olsa da 31 Mart Ayaklanmaları neticesinde Saltanat Makamı'ndan indirilmesi Latin Harfleri'ne geçilmesi meselesinin topyekun rafa kaldırılmasına neden olmuş, harf devrimi cumhuriyetten sonra da ortaya çıkan çeşitli tartışmalar nedeniyle cumhuriyetin ilanıyla birlikte hemen gündeme sokulamamıştır.

DİLDE SADELEŞTİRME KONUSU VE OSMANLICA'NIN UNUTTURULMASI

Latin Alfabesi'nin kabulünün ardından Osmanlı'yla ve İslam dünyasıyla bağ kurmamızı kolaylaştıracak en önemli unsur olan Arap Alfabesi'nin yasaklanması geçmişimizle bağın koparılmasına yol açmıştır. Bu durum toplum içerisinde de eski yeni kavgasının ana nedeni olmuştur.

Sadece bununla kalınılmamış dilimiz de Öz Türkçe-dilde sadeleştirme adına önemli bir değişime uğramış, türetilen farklı kelimelerle hem arapçadan aldığımız zengin kelimeler yerini kısır kelimelere bırakmış hem de Türk dünyasının kullandığı ortak kelimelerden uzaklaşılmıştır.

Bugün artık hem tarikimizle, ona ait kültürle bağ kuramadığımız gibi, 'Türk Dünyası Türkçesi'nden de fersah fersah uzaklaşılmıştır.


Adnan ONAY, 15.02.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar

Seçkin Deniz Twitter Akışı