8 Ekim 2016 Cumartesi

SA3515/KY26-CA85: 15 Temmuz Kahramanları Nasıl Anlatılmamalı?

"Şehitler ölmez, ancak onları hatırlama üslubumuz veya unutkanlığımızla biz öldürürüz, hem de bazen hatıralarını yaşatma adına yaparız bunu. Ola ki kişiliklerini abartır, kutsallaştırma yoluyla ulaşılmaz kılar, tanınmaz hale getiririz; bu da bir anlayış cinayetidir."


Kahramanlar bazen iki kez ölür, diye düşünürüm. İlk kez belki şehit de olmuşlardır. Fakat kimileri öylesine bir abartıyla değiştirir ki hikâyelerini ve suni bir kutsallıkla dokunulmaz kılar ki, şehadetlerinin yanlış yorumla ölüme dönüşmesinin ardından, tanıma ve öğrenme imkânları açısından da yeni bir ölüme maruz kalırlar.

15 Temmuz şehitleri, olağanüstü bir gecenin kahramanları. Her zaman nasip olmayacak ilahi bir rahmetin kendini hissettirdiği, bir çağrıyla, sesleniş ve bağışla gerçekleşen ve bu açılardan devrimi andıran bir gece koşusu içinde yıldızlaştılar. Hayat hikâyelerini okuduğunuzda, bu bağışın sebeplerini de fark ediyorsunuz gerçi. 

Söz konusu, gönül gözü, kalp gözü, akleden kalp. Taşralı bir inşaat işçisi, Metin Arslan o gece nerede olması gerekiyorsa oraya yetişmek için şehrin çeşitli adreslerini dolaştı koşar adımlarla ve Büyükşehir Belediyesi önünde açılan ateşle, gözlerinden vurularak şehit oldu. Haberi okuduğumdan beri düşünüyorum: Vurulan gözleriyle o gece şehir içinde koştururken neler gördü acaba?

İhlas, sadakat, cömertlik… Esenler sakini Türkmen Tekin, darbe girişiminden haberdar olur olmaz apar topar fırlamış evinden, kendisiyle gelen eşi Ramazan Bey’in acele etmemesi yönündeki tavsiyesine karşılık. Öyle ki ayakkabılarını giymeye bile sabredememiş ve terlikleriyle çıkmış. Terliklerle yürümüş Atışalanı Karakolu’na ve ardından havaalanı yoluna düşmüş. “Kahraman”, diyor Campbell, “Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın, kendi özünün huzurundadır; çünkü, görebilen kusursuz göze sahiptir.”

Bu konuyu geçen hafta Çarşamba günü Cibali Erkek Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde konuştuk: “15 Temmuz Şehitleri Nasıl Anlatılmamalı?”

Doğrusu bir heyecanla gittim Cibali’ye. Efsanevi bir semt gibi gelir bana; üstelik gittiğim lisenin arka planı da çok zengin. İsminin değişeceği söylendi, öğretmenler arasında geçen bir konuşma sırasında. Kamusal mekânlara en fazla yakışacak isimler, şehitlerinki elbette. Ancak Cibali söz konusu olduğunda bu fikre yakınlık duyamadım. Bir geleneğe sahip liseler şehrin hafızasının selameti adına isimlerini korumalı. Şehitlerin isimleri, henüz isimleri hatıra biriktirmemiş mekân ve kurumlara verilemez mi acaba?

Programdan önce bir süre sohbet etme fırsatı bulduğum Okul Müdürü Erdoğan Söylemez lise öğrencileri üzerine bilgi vermişti. Bu arada belirtmeliyim, öğrencilerin okulun ününe yaraşan bir gayret sergilemesinde Müdür Bey’in ve öğretmenlerin büyük payı olduğu izlenimi edindim, okulda bulunduğum saatler içinde. Bu payı belirleyen başlıca sebepler elbette eğitimde uygulanan yöntem ve üslup. 

Geçen yıldan bu yana gerek eğitim alanında, gerekse de sosyal ve kültürel faaliyetlerde adından söz ettiriyor Cibali Erkek Anadolu İHL. Sözgelimi 8. Attilâ İlhan Liseli Gençler Kompozisyon Yarışması'nda Muhammet Ümit Akgül Türkiye 3.sü olmuş. “Senin Kahramanın Kim?” adlı yarışmada ise lise olarak epey ödül almışlar. Furkan Can Sevga Osman Emin Usta, not ettiklerim. Bu sene ise öğrencilerin 15 Temmuz Darbe Girişimi konusundaki farkındalıklarını arttırmak amacıyla en çok etkinlik düzenlenen okul olduğunu belirtti, konuştuğum öğretmenler. Öğrenciler, yaptığım konuşmaya katılımları ve sorularıyla da bunu gösterdiler zaten.

Kahramanlık, tarifi kolay olmayan bir olgu… 15 Temmuz, olağan hayatın akışı içinde kaybolmuş gibi gözüken sayısız insanı kahraman olarak tanıttı bize.

Ülkemiz tarihinde ilk kez bir darbe bu kahraman insanların direnişiyle başarısız oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe girişimi karşısındaki cesur tavrıyla, direnişin kırılmadan sürmesinde önemli rol oynadı. Medya direnişin kahramanca sahnelerine ayak uydurmayı başardı. Toplumumuzun darbelere ilişkin kötü tecrübelerinin yol açtığı sağduyuyla bir ittifak gerçekleşti.

Darbeler, hayatın olağan akışına bir grup veya çevrenin, bir cuntanın ideolojisinin hedefleri adına el koymak üzere gerçekleşirler. Kan dökülmesi pahasına zamana, mekâna ve topluma yönelen bu müdahale, hayatı durdurup teslim almayı amaçlar. Türkiye’de gerçekleşen darbelerin hepsinde emperyalist programların belirleyici olduğu bir gerçek… 

Gizli ajanda ne olursa olsun vesayet sistemi pekişirken geriye yaralarını iyileştirmeye zaman bulamamış, güvensiz bir toplum bırakıyor. Faili meçhul cinayetlerle hazırlanan bir dönemin akabinde bir darbe yaşanması neredeyse kural haline gelmişti ülkemizde. 15 Temmuz işte bu kökleşen akışı geri çevirdiği için de önemli bir dönüm noktası. 15 Temmuz aynı zamanda kendi potansiyellerimiz üzerine düşünmeye sevk etmesi gereken bir tefekkür başlangıcı nasıl olabilir?

Modern dünya, bitip tükenmek bilmeyen bireyselleşme yolculuğu nedeniyle belki de öznenin geri çekildiği var sayılan bir dünyadır. Bu yüzden pop kültürü sürekli kahramanlar üretir. Süpermen kanıksanmaya başlandığında Matrix görünür ekranda. Olağanüstü güce sahip kahramanlardır bunlar. Beri taraftan, bütün bu kültür endüstrisi kahramanları,kötülük karşısında insanın fıtratında mevcut iyilik arzusunu harekete geçirme iradesini hafife almaya götüren bir etki uyandırırlar.

Oysa Aliya İzzetbegoviç uyarıyor: "Aşk gibi kahramanlık da insanı olduğu değil, olması Murad edilen bir hâl üzerinden hayal etmeye sevk eder. İnsanı idealize etmezsek, kahraman hakkındaki hakikate daha çok yakınlaşırız. Can alarak değil, insanlar haysiyetli bir hayat sürdürebilsinler diye gayret etmekle nail olunacak bir sıfat, kahramanlık."

Bizim geleneksel kahramanlarımız genellikle yoksul bir aileden gelir ve haksızlığı sineye çekemedikleri için, zalim egemenle çatışmaya düşerler; Köroğlu (Ruşen Ali) örneğinde olduğu gibi. Efsanelere konu olan kahramanlarımız çoğunlukla ümitsizce savaşır ve haklı bir gaye uğruna şehit olurlar.

Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda oluşturduğu şema, kahramanlığa ulaştıran yolun dönüştürücü özelliğini sergiler. Kahramanlığın programı bir bakıma düşülen yolda oluşuyor ve çeşitli sınavların ardından gerçeklik kazanıyor. İlk şık, “evden ayrılma.” Bu, ailenin ve toplumun bellettiği genel geçer mutluluk ve başarı tanımlarıyla yetinmeyen bir zihin, bir yürek alt yapısı anlamına geliyor. Kendini yeniden var eden sınavların bitiminde eve dönen kişi, ayrıldığı andaki kişi olmaktan uzaktır. Bir değişim geçirmiş, bilinç sıçraması yaşamıştır.

Kahraman her zaman başkalarına haksızlık etmekten çekinen ve iç sesinin de doğruladığı şekilde, kendi haklılık payına güvenen kişidir.

Bununla birlikte kahraman, o yola çıksa bile nasıl yıldızlaşacağını hayal bile etmemiş olabilir. Yol, kahramana niyetini yeniden öğretir.

Safiye Bayat, bu açıdan bir hayli etkileyici bir 15 Temmuz kahramanı. Kimdi, nasıl bir hayat yaşardı, bilinmezdi. Kamusal yasakların baskısına karşılık kendini geliştirme çabasından vazgeçmediği anlaşılıyor. 1982 İstanbul doğumlu, liseyi dışarıdan bitirmiş. İSMEK kurslarına devam etmiş.

Köprünün işgal edildiğini duyunca Güzeltepe’den yola çıkıp cuntacıların karşısına dikiliyor Bayat. Neredeyse 30 yıl boyunca şehrin çeşitli alanlarının yasaklısı olarak hayat mücadelesi vermiş genç bir kadın, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüyü işgalcilerin elinden kurtarmaya çalışıyor. Bu soru üzerine sayfalarca yazı yazılabilir: “Benim köprümü siz nasıl kapatırsınız?” 

Mustafa Cambaz, Yunanistan’da askerlik yapmamak için kaçarak Türkiye’ye gelen azade ruhlu adam, darbe girişimine ilişkin ilk haberi duyduğunda, “askeri yakacaklar” diyerek dışarı fırlıyor. Biz onun her zaman müşahit bir hayat sürdürdüğüne şahit olmamış mıydık zaten? 

Bir vinç kepçesi nasıl darbecilere direnebilir? Pendik Belediyesi’nde kepçe operatörü olarak çalışan Yalçın Aran kepçesiyle Beykoz gişelerini kapatarak darbecileri şaşkına çeviriyor. Öyle ince ayrıntılar var ki direnişçilere özgü, kahramanlığın düşülen yolda hazırlanan bir eser olduğunu düşündürüyor.

15 Temmuz üzerine iki buçuk aydır konuşuyor, yazıyor, okuyor, tartışıyoruz. Öyle bir gecenin ardından hayatımız eskisi gibi nasıl sürebilir? Bu soruyu kurcaladım konuşmamın sonunda.

Sıtkı Bulduk, Mehmet Alp, Furkan Can Sevga, Mehmet Ali İnal ve adlarını not alamadığım birkaç öğrenci daha, sorularıyla açtılar konuşmamı.

Şehitler ölmez, ancak onları hatırlama üslubumuz veya unutkanlığımızla biz öldürürüz, hem de bazen hatıralarını yaşatma adına yaparız bunu. Ola ki kişiliklerini abartır, kutsallaştırma yoluyla ulaşılmaz kılar, tanınmaz hale getiririz; bu da bir anlayış cinayetidir. 

Onlar şehit, gelgelelim abartılı bir yüceltme, ulaşılmaz kılmaya dönük mistifikasyon ve hayat hikâyelerine özgü sahici bir tanımadan yoksunluk üstünü örtebilir o geceye özgü yürüyüşün aslî sebeplerini. Hele ki yanlış yaşanan, hiçbir özeleştiriye girişmeden eskisi gibi süren hayat tarzlarımızın sebep olduğu körleşme yüzünden, bu yorumlar an gelir şehitlere özgü tek gerçeklik gibi görünür.

Şehitleri kendi kişisel amaçlarımız ve gündemlerimiz için değil, onların kaygıları açısından anlamalı ve anlatmalıyız. Onlara, bizi vesayet altına alarak parçalamaya çalışan emperyalist proje karşısında bir direnişin cesaretini borçluyuz. Ailelerine ise, soylu eylemleriyle değiştirdikleri dünyayı olabildiğince korumayı… 

Cihan Aktaş, 08.10.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015







Seçkin Deniz Twitter Akışı