4 Mayıs 2016 Çarşamba

SA2846/KY1-CÇ246: Suçlama

"Hayır, niye vampir soyu diyeyim ki? Bence vampir dememişimdir. Diğerlerini demişsem de vampir dediğim aklıma yatmıyor. Bu arada Rati sözcüğünü üçüncü duruşmada öğrendim."


Birkaç saat sonra dördüncü duruşmaya çıkacağım. Umarım bu son duruşma olur. Gerçi duruşmaların uzaması tutuklunun lehine olurmuş. Koğuş arkadaşlarım öyle diyor. Neredeyse bir yıldır “Yoga Hocasını Öldürmeye Teşebbüs” suçlamasıyla mahpus yatmaktayım. İlk duruşma dosyadaki eksikliklerin tamamlanması, diyerek üç ay ileri bir tarihe atılarak sonlandı. İkinci duruşma müdahil avukatın bir şey itirazı ile ertelendi. Derken üçüncü ne içindi, hatırlamıyorum. 

Koğuş arkadaşlarımdan en kıdemli olan – 50 yaşında ve ömrünün çoğunu hapishanede geçirmiş, adi suçlar, öldürmeye teşebbüs, tehdit vs.- Veysi baba –babalık mahpushanede bir statü, iyi de bir statü- “Duruşman ne kadar uzarsa o kadar çabuk çıkarsın damdan. Hüküm verildiğinde muhakeme süresince yattığın günler iki katı çarpılır..” dedi. 

Gerçekten öyle midir? Yoksa beni avutmak için mi söylenmiştir bilemeyeceğim. Hani diyelim ki berat verildi. O vakit ne olacak? Ben alacaklı oluyormuşum. Aynı suçtan yargılanamıyormuş muşum ne! Bunun da gerçekliğini bilmiyorum.

Veysi Baba olanı olduğu gibi anlatmamın da kendi yararıma olduğunu söyledi. Süsleyip püslemeden, acınıp acındırmadan olanı olduğu gibi anlatırsam her defasında aynı şeyi anlatmış olacağımdan –Veysi babanın deyimiyle- “Bir falsoya mahal verme ihtimalim ortadan kalkacak” dolayısıyla hakim de “Geçen duruşmada böyle demiştin, şimdi böyle diyorsun.. niye yalan söylüyorsun?” deme ihtiyacı duymayacak. Ben de zaten aynını yapmaya kararlıydım. Süslemeye püslemeye, acınıp acındırmaya gerek yok. Cinnet geçirdim falan filan da demeye niyetim yok. Yok, kendimi kaybettiğim doğru. 

Durun olayı en başından anlatayım.

İnsanın başına ne gelirse yaşına uygun davranışlar yerine en cevval olduğu zamanlarda yapıp ettiklerinin peşinde koştuğunda gelir. Bu, insanın her zaman –yaşlılığında, gençliğinde, çocukluğunda- başına gelir. 

Her şey ulaşamayacağım yere uzanmaya kalkışmamla başladı. Hayır, görüyorum ki ulaşamayacağım, hem görüyor, hem de biliyorum. E mübarek hemen yanında sandalye var, çık onun üzerine oradan uzanıp al lanet olasıca düdüklüyü. 

Yok. Oysa yaklaşık on yıldır o düdüklüyü altıma sandalye çekerek rafından indiririm. Nedense sandalyesiz almaya heveslendim bu kere. Bir zamanlar öyleydi. Demek ki insan yaşlandıkça boyu kısalıyor. 

Neyse efendim lafı uzatmayalım, uzandım almaya. Hay uzanmaz olaydım. Sırtımda korkunç bir ağrı. Allah sizi inandırsın o an yere çökmediysem mutfak tezgâhı sayesindedir. Gözlerim karardı. Nasıl kararmasın arkadaş sırtıma bıçak saplanmış gibi oldum. Nasıl böyle bir şey olabilirdi ki? 

Kaslar efendim! Kaslar güçten düşüyor, onları güçlendirmek lazım imiş. Spor falan yapmak gerekir imiş. Sağdan soldan komşulardan birkaç kişi yaşıma uygun – 56 yaşındayım- en ideal olanın yoga yapmak olduğunu söyledi. Öyle trans falan hikâye. Kaslar için çok ideal hareketleri varmış. Hemen yan blokta yabancı bir yoga öğretmeni olduğunu da kaşla göz arası belirttiler. Ucuzmuş da. 

Neyse sitenin sosyal tesisinde görüşüp konuştuk. Hoca yarım yamalak Türkçesiyle isabetli bir karar verdiğimi, Yoga’nın gerçekten ben yaşlarda biri için ideal olduğunu söyledi. Anlaştık ve ilk dersi bir pazartesi günü yapmaya karar verdik. 

Dediği saatte geldi tesise. Önce “Doğru nefes almayı öğrenmelisin!” dedi. Bu yaşıma kadar yanlış nefes alıyormuşum iyi mi? Ben nefes alırken karnım şişer, nefes verirken karnım söner haldeyim. Nasıl olur, bunun neresi yanlış? 

Hoca çok mantıklı bir açıklama yaptı, açıklama yapmadan önce yeryüzündeki insanların neredeyse tamamının yanlış nefes aldığını doğru nefes alanların bir elin parmaklarını geçmeyeceğini söyledi. Açıklaması gerçekten pek isabetliydi. "Nefes al!" dedi. Nefes aldım tabi karnım içeri çekildi. "Nefes ver!" dedi, nefes verdim, karnım şişti. 

"Şimdi", dedi hoca, "Su içsen yahut yemek yesen karnın iner mi şişer mi?"

Doğruydu valla. İçimize bir şey girdiğinde karnımız şişiyordu. Ya hava girince? Söylediği önce aklıma yatmamıştı ve ister istemez kuşkulanmıştım. Fakat bu somut veriler ışığında aklımda oluşan azıcık kuşkular gitti. Gitmesine gitti ve fakat bu kere de bir korku almasın mı beni? Yahu doğru dürüst nefes almayı beceremeyen, bilmeyen ben kim bilsin daha neleri nasıl yanlış yapmaktayım. Daha neler göreceğim.

Ayakta nefes alma temrinleri yaptık. Başım döndü. Döneceğini zaten söylemişti. “Dönecektir çünki ciğerlerin temiz havaya alışıkk değil!” dedi. Temiz hava ciğerlerimin başını döndürdüğü için oturabileceğimi söyledi. Fakat bağdaş kurarak oturmamı istedi. Zor da olsa oturdum. Sağa esnedik, sola esnedik.. kolumuzu bir diğer kolumuzun altından geçirip omuzumuz üzerine yattık. Her bir tarafım ağrımaya başladı. Ve tabi korkum da arttı. 

Hocaya dedim ki: “Hocam şimdi kaç hareket, alacağımız kaç şekil var, bunları toplu halde gösteremez misin? Hiç değilse görsel olarak kendimi hazırlayayım!” 

Kabul etti. Hay demez olaydım o da kabul etmez olaydı. Ben bağdaş kurup oturmuşum –en rahatsız olduğum oturma biçimidir- hoca da şekilden şekile, biçimden biçime girmeye başladı. Allah sizi inandırsın bir su hortumu onun aldığı şekli alamaz. Yani içinde su varken onun aldığı şekilleri bir hortuma yaptıramazsınız. Benim gözlerim faltaşı gibi açıldı. 

Ben oturduğumu sanıyorum. Kadının haykırışıyla kendime geldim. İki elim kadının gırtlağına sarılmıştı. Ne zaman ayağa kalkmıştım, ne zaman kadının gırtlağına sarılmıştım.. bilmiyorum. O anlar kayıp. Kadının gözleri iri iri açılmış, gırtlağını bir mengene gibi sıkan ellerimden kurtulma çabasına şaşkınlıkla bakar buldum kendimi.

Arkadaş o nasıl hareketlerdi. Yok, benim kadının gırtlağını sıkışım değil, o kadının şekilden şekile girişini diyorum. İki ayağını ensesinin arkasına mı atmadı, kafasını çevirip sırtını mı izlemedi.. poposunu kafasına yastık mı yapmadı.. daha neler.. aklın hayalin almayacağı, imkânsız ne varsa hepsini birer birer yapıyordu. Ben bayıldım sanıyordum, çünkü hiçbir şey görmez olmuştum. Meğer bayılmamışım. Yerimden fırlamış olanca gücümle kadının gırtlağına sarılmışım. 

Eğer doğruysa “Seni iblis yamağı seni.. seni ifrit yoldaşı seni.. seni cehennem kaçkını zebani.. vampir soyu! Hadi dizlerini başına yastık yaptın yaptın, ardını nasıl yapıyorsun Rati’nin evladı!” demişim. 

Hayır, niye vampir soyu diyeyim ki? Bence vampir dememişimdir. Diğerlerini demişsem de vampir dediğim aklıma yatmıyor. Bu arada Rati sözcüğünü üçüncü duruşmada öğrendim. Yani üçüncü duruşmaya kadar bilmediğim bir sözcüğü nasıl söyleyebilirim? Rati Hindu tanrıçası mıymış ne? Şehvet mehvet tanrıçası.. Yalandan ne çıkar? 

Ne öyle bir sözcüğü daha önce ne duymuştum ne de öyle bir tanrıça biliyordum. Ona öyle dediğim düpedüz yalandı. Vampirden daha kuyruklu bir yalan. Bunu avukatıma da söyledim. Hoca yalancının, müfterinin tekiydi. Elbet gırtlağına sarıldığım doğru. Ellerimi boğazından zorlukla ayırdığım şuan gözlerimin önünde. Umarım hâkim bu eylemimde bir kasıt görmez de savcının “taammüden” suçlamasını reddeder, bir anlık bir öfkenin sonucu olmuş bir şey der. Yoksa işim harap!



Cemal Çalık, 04.05.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı