25 Nisan 2016 Pazartesi

SA2799/MEY31: Okulda Zaman Öldürmek ve Nihayetsiz Sorunlar

“Çözüm çok da karmaşık değil; çocuklarımıza bir hedef vermek zorundayız, onlar kendileri hedefleri sorgulayana kadar bu vazgeçilmez bir şey ve ne değişirse değişsin insan doğasında bu değişmeyecek.”


Ders anlatırken öğrencilerimin hepsinin bana bakmasını isterim. Onların gözlerinde derse olan ilgilerini, anlattıklarımı anlayıp anlamadıklarını, sıkıntılarını, motivasyon durumlarını görürüm çünkü. Dersin akışını o gözlerdeki ifadelere göre düzenler ve sık sık sorular sorarak dikkatlerini diri tutarım.

Öğrenmek isteyen insana öğrenmek istediği şeyi anlatmak her zaman başarıyı arttırmış, tam öğrenmenin yollarını açmıştır; bunu yirmi iki yıllık meslek hayatımda çokça kez deneylemişimdir. Binlerce öğrencimle, ancak neden Matematik öğrenmeleri gerektiğine dair uzun süreli bir bilinçlendirme döneminden sonra bağ kurmam mümkün olabilmişti. Öğrenmek için bir nedeni olmayana zorla bir şey öğretmek mümkün değildir ve ne yaparsanız yapın başarılı olamazsınız.

Bu yıl onbirinci sınıf öğrencilerimle tanıştığım ilk gün, Eylül ayının son günlerinde bir soru sormuştum, “Kaç kişinin bir hedefi var, kaç kişi hangi mesleğe karar verdiğini söyleyebilir?” 

Maalesef aldığım parmak sayısı sınıfın sadece yarısı kadardı, 17 öğrencimin bir hedefi yoktu ve bu 17 öğrencimin bakışlarında derin bir belirsizlik vardı.

Bunun sebeplerini irdelerken asla bizim lise çağlarımızdaki sosyolojik ve ekonomik şartların hayallerimize ve hedeflerimize yön verdiğini unutmuş değilim, ama ne yazık ki kuşakların birbirinden farklı olmasını sağlayan tüm nedenler bizim zamanımızla hemen hemen hiçbir şekilde ilgili değildi. Her kuşağın yetiştiği şartlar diğer kuşaktan çok daha hızlı değişen niteliklere sahipti, galiba kuşaklar birbirinden kopuk yaşayacak kadar hızla değişiyordu her şey.

Ülke olarak zenginleşmiştik ve tuhaftır, çocuklarımız bizim yaşadığımız yokluklarla sınanmadıkları için herhangi bir iş temelli kaygıyla zorlanmıyorlardı, bize göre lüks içinde yaşıyorlardı çünkü. Bunun sonsuza kadar böyle süreceğini zannediyorlardı çoğunluk olarak. Sorunumuz sanılandan çok daha büyüktü, sadece ekonomik seviyemizin yükselmiş olması değildi öğrencilerin motivasyonlarını bozan nedenler, meslek seçiminin gerçekten zorlaşmış olması da çok etkiliydi bu belirsizlikte.

Geçen hafta dış kapıda güvenlik görevlisi olarak görevlendirilen bir hizmetlimizle sohbet ediyorduk. “Bir abim Orman Mühendisi, şimdi öğretmenlik yapıyor, bir kardeşim de İşletme mezunu, ama polis!” dedi. “Peki, sen nesin?” diye sordum, gülümsedi. Cevabını bildiğim bir soru sormuştum ona. Yıllarca yeşil sahalarda top oynamış bir Futbol Antrenörü’ydü Belediye takımında, ama Başkan’ın keyfi gereğince devlet kurumlarına hizmetli olarak geçirilmişti.

Öğrencilerim bu gerçeğin farkındaydı işte. Hangi bölümü bitirirlerse bitirsinler KPSS vardı ve KPSS sonrası hangi kadroya atanacakları belli değildi. Bir tatil beldesinde tatil yapmaya gelen üç İstanbullu banka çalışanının asıl mesleklerinin elektronik mühendisliği olduğunu söylemişti bir ahbabım. En büyük işveren devletti ve ne yazık ki artık devlet kadroları dolup taşmıştı. Eğitim Fakültesi mezunu olmayan yüzbinlerce üniversite mezunu öğretmen olarak istihdam edilmişti ve ben bunun olumsuz sonuçlarını her gün yetersiz bir şekilde liseye gelen öğrencilerimde bizzat gözlemleyebiliyordum.

Çocuklarımız eğer doktor değillerse kesinlikle işsiz kalma olasılıklarının yüksek olduğunu biliyorlardı; Tıp fakültesi kazanmak zordu ve bu durum diğer mesleklerin de hayallerine girmesine engel oluyordu. İşler geçmiş yıllara göre daha da karmaşıklaşmıştı. Çünkü devlet politikaları herkesi 12 yıllık zorunlu eğitime yöneltiyor ve herhangi bir meslek erbabının yetişmesi için gerekli olan yaş aralığında çocuklarımız okul sıralarında zaman öldürüyorlardı. Evet; bu tamamen zaman öldürmekten başka bir şey değildi. İlkokul’da, Ortaokul’da ve Lise’de neredeyse sınıfta kalmak yoktu. Örgün eğitimdeki öğrencilerin yüzde doksanı ite-kaka okula gidiyorlardı.

İletişimin artık doyma noktasına geldiği günümüzde, aşırı iletişim insanların kendi başlarına kalmalarını engelliyor ve yaşadıkları sorunları düşünmelerine fırsat vermiyor. Hayat birdenbire tüm ağırlığı ile sekizinci ve onikinci sınıfta ufukta belirince de büyük bir psikolojik çöküş yaşıyorlar gençler. Buna bir çözüm bulmak zorundayız, aksi halde gittikçe şişecek ve patlamaya hazır hâle gelecek bir süreç yaşayacağız okullarda.

Çözüm çok da karmaşık değil; çocuklarımıza bir hedef vermek zorundayız, onlar kendileri hedefleri sorgulayana kadar bu vazgeçilmez bir şey ve ne değişirse değişsin insan doğasında bu değişmeyecek. Hedef insanı motive eder çünkü, neyi neden öğrendiğini bilir öğrenci. Ve buna bağlı olarak diğer sorunlar etkisini yitirir.

Sınavlar yapıyoruz, sonuçlarını analiz ediyoruz, başarı durumlarını incelerken başarısızlığın temel sebebinin yeterince çalışmamak olduğunu söylüyoruz, bu doğru ancak yeterince çalışmamanın sebepleri artık biz öğretmenlerin ve okulların haddini aşıyor; bu bir devlet sorunu ve bizim bunu tamamen çözebilmemiz mümkün değil.

Devlet hangi sektörde ne kadar insana ihtiyacı olduğunu belirleyecek ve ilkokuldan itibaren bu ihtiyaca uygun öğrencileri yönlendirecek, onları dikkatle eğitecek, son aşamaya kadar her öğrenci ile ilgilenecek. Ve bu sistemde öğretmene düşen rol de net bir şekilde tanımlanacak.

Matematik düşünerek yaşamak isteyen her insan için vazgeçilmez bir ders, ama artık liseye altyapısı olmayan öğrenciler göndermek, akademik başarıyı başından itibaren yok etmek demek. Hedefi olmayan bir öğrencinin matematik öğrenmek istemesini sağlamak gittikçe zorlaşıyor ve sorunlarımız artıyor.

Unutulmamalı herkes akademik eğitim almak zorunda değil, devlet insan kaynağını daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmek zorunda. Öğrencilere okulda zaman öldürterek varacağımız tek yer nihayetsiz sorunlar demek olacak. Bu da en gelişmiş olduğumuz zamanda ülkemize yakışmayan bir israf, maalesef.


Mustafa Eyyüboğlu, YirmiBeş Nisan İkiBinOnAltı – OtuzBir



Seçkin Deniz Twitter Akışı