16 Eylül 2014 Salı

SA890/ KY4-FM20: Bir Ressamla Röportaj - Seksenbirinci-

“Birileri geldi, gördü hatta burada dahi itiraf ettiler ki Michelangelo resim konusunda elime su dökemez. Biraz biraz Leonardo da Vinci yaklaşabilirmiş…”


Sevgili kâriler (aman işte) okuyucular, haber peşinde, röportaj peşinde koşmaktan yorgun argın masamda oturmuş idim ki, telefonumun bed sesi ile kendime geldim. Telefondaki sesin sahibinin içine düştüğü hayreti, şaşkınlığı, ürküntüyü anlatacak bir sözcük her hangi bir dilin lügatinde olduğuna ihtimal veremem. O sesin acipliği karşısında nefesim kesildi ayaklarımdan önce.

Sözünü ettiğim kişi çok yakın bir dostum –bir akıl hastanesinde doktordur kendisi- iş yerinden arıyordu. Bir ressam getirmişlerdi. Kendisini mutlaka görmem konuşmam gerektiğinden söz ediyor gibiydi. Kalktım gittim. Ve ressamla aşağıdaki görüşmeyi yaptım.

 -Böyle bir görüşme oldu mu yoksa zihnimin bir oyunu mu olduğu sorulsa kat’i bir cevap vermekten uzak olduğumu itiraf etmekten kaçınmam. Efendim ben sordum, o söyledi. Yani öyle sanıyorum.-

Doktor arkadaşım gözleri yuvasından uğramış bir halde beni karşıladı. Bir odaya götürdü. Yüksekçe bir yerde penceresi olan büyük olmayan bir oda. Duvarlar beyaz. Bir adam bir resmin karşısında oturmuş, gözlerini resme dikmiş öylece duruyor. Adeta dünyadan ilişkisi kesik. Kendinden başka kimsenin, hiçbir şeyin –tablo hariç- farkında değil gibi.

Tablodaki figürler oldukça ilginç. Çöl. Eski Arap kıyafetli bir adam süpürgeye binmiş, etrafında güvercinlere benzeyen kuşlar, önünde öne doğru atılmış bir çita, ilerde, ufukta dev bir firavunu andıran bir heykel.

Arkadaşımın ressam dediği kişi tabloya öylesine dalmış ki, adeta onun içinde.  Ressam bedenen zayıf biri. Oldukça esmer. Ellili yaşlarını geçkin. Bıyıklı. Saçları karma karışık. Seslendim. Duymadı.

Arkadaşım bir sandalye verdi. Çıkıp gitti. Sandalyeyi Ressam’ın yanına yerleştirip oturdum, ben de tabloyu izlemeye başladım. Zaman durmuştu sanki. Resme baktıkça kendimi içinde hisseder gibi oldum. Ressam’ın bana baktığını ayrımsayınca kendime geldim. Konuşabilecek kıvamdaydık.

Ve ben sordum o cevapladı.

Fikri Muhayyer- Beyefendi sizi tanıyabilir miyim?

Ressam- Beli.. amma badu.. siz kimsiniz? Durun imdi bildim. Yani bildirildi. Siz şu yazar olmalısınız! Hani şu sabitelikten azâde olduğunu ima eden perdeperdar öyle değil mi?

Fikri Muhayyer- Yazar olduğum söylenebilir de, perdecilikten hiç anlamam.

Ressam- Echel-ü cühelâ sınıfındasınız amma pek yakın bir vakitte o sınıftan çıkacağınız bana müjde edildi. Aklınızda bir takım sualler var, o suallerin hakikatlerini deruhte etmek için buraya avdet ettiniz!

Fikri Muhayyer- Eski kelimelerle pek aram yok, ama sanki avdet dönüş anlamında olsa gerek. Ben daha önce burada olmamıştım. Bu avdeti bir yerlere yerleştiremiyorum açıkçası.

Ressam- Dedim ya henüz echel-ü cühelâ sınıfından kopmamışsınız, henüz hamsınız ve inşallah bu anda, bu zamanda, bu mekânda  edvar-ı sâbıkanızdan azad, âdiyât-ı umûrdan halâs, adgâsu ahlâmdan mitevanid ez şir olacaksın. Âdem-i emniyetten çıkacak felaha ulaşacaksın. Ki bu şuan ile bana bildirilmiştir.

Fikri Muhayyer- Herhalde söylediklerinizi anlamışımdır. Yani öyle sanıyorum. Bu resmi siz mi yaptınız? Oldukça kuvvetli bir fırçanız var, hani kalemi kuvvetli deniyor da, kuvvetli fırça denir mi bilemiyorum.

Ressam- Bu resim hem bana ait, hem değil. Mesleğim ressamlık değil. Bu resme kadar bir tek bir çizgi çekmişliğim yoktur. Bu bana çizdirildi. Görsel bir çağda olduğunuz için böyle yapmam ihtar edildi. Ve görselliğin de a'la-d derecâtı bana hasredildi. Hiçbir ressam böyle bir tablo yapmamıştır, yapamaz. Bu tablodaki ilah-ı tılsım hiçbir tabloda görülemez. Bu tablo Kur’anın en mucizât-ı ehemmîsidir. Öyle ki bu tablo Araf suresi kırk üçüncü ayetle müjdelenmiştir. Orda tasvirin görkemi söz ile verilirken bana ihtar olundu ki; bu görkemliliği çizginin diliyle ifade et. Ve birden kendimi bir tuval önünde buldum. Fırçalar ve boyalar dahi hazırdı. Elim hangi boyaya gideceğini biliyor, hangi boyadan ne kadarını ne kadarına karıştıracağımı anında fehmediyordu. Ve işte diğerleri gibi senin de aklını başından alan bu tablo ortaya çıkmış oldu.

Fikri Muhayyer- Peki madem ressam değilsiniz, kimsiniz?

Ressam- Seksen birinci.

Fikri Muhayyer- Doğrusunu isterseniz anlamış değilim.

Ressam- Ben bu anda, seksenbir Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar. Şu Said seksen meyyit, bir hayyı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said’ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.

Fikri Muhayyer- Ha şimdi anladım.

Ressam- Dedim ya bana müjdelendi anlayacaksın ve bak anlamaya başladın.

Fikri Muhayyer- Demek bu tablo size çizdirildi. 80’e yazdırıldığı gibi.

Ressam- Beli.

Fikri Muhayyer- Siz ressam olmamakla beraber böylesine bir tablo yaptınız, sizden önceki de her hangi bir ilim mekânında ilim tedris etmeden ilimlere vakıf olduğunu söylüyordu.

Ressam- Doğrudur. Öyle olmuştur. Bizdeki ilim kesbi değil vehbidir. Kesbi ilim âhâd-ı nâs içindir. Bizim mesleğimiz nebilik mesleğidir. Ki, nebilikten de bir adım öndedir. Zira nebiler aracılar vasıtası ile bilgiyi alırken biz Vehbi ilim sahipler doğrudan alırız. Bu bakımdan velilik peygamberlikten üstündür ki, üstadımız Muhyiddin-i Arabi bunu sahih bir biçimde belirtmiştir. Bu yüzden bizim bilgimiz üstüne bilgi, bizim aklımız üstüne akıl yoktur, bizim üstadlığımızın üstüne üstatlık yoktur. İşte bana çizdirilen bu tabloda buna şahitlik etmektedir. Öyle ki biraz öncede dediğim gibi bu yaşıma kadar ne bir tek çizgi çizmişliğim ne de herhangi bir resimle ilgili uğraşım olmuştur. Tesadüfen baktığım, gördüğüm resimler dışında resme dahi bakmamışımdır ki, benden önceki şeraitte resim haramdı. Resmin haramlığı bu çağda lağvolunmuştur, zira çağ görsel bir çağdır. Şimdi itiraf et böylesi bir resmi daha önce gördün mü? Böylesine muazzam bir eserle karşılaştın mı? Yok! Böyle bir şaheser ilk kez yeryüzüne inmiştir.

Fikri Muhayyer- Üstadım ben resimden pek anlamam. Hatta hiç anlamam. O apayrı bir alan. Ne perspektif bilgim ne estetik bilgim resim konusunda konuşmama elverişli; yani yeterli değil. Dolayısıyla benim resminiz hakkında söyleyeceğim şeyin bir kıymet-i harbiyesi olmaz. Ancak bu işin uzmanlarının söyleyeceği şeylerin anlamı olur. Resminizi her hangi bir uzmana gösterdiniz mi? Onlar ne diyor?

Ressam- Gören her bir resim uzmanı Musa’nın asasının  karşısında secdeye kapanan büyücüler gibi hayretler içinde kalıp itirafta bulundular ve her biri parmaklarını ısırarak dediler ki, bu;  bugüne kadar gördüğümüz, incelediğimiz resimlerin hiçbiri bu resimdeki  a'la-d derecâta ulaşamamıştır. Bunda öyle bir başkalık vardır k, biz bu işin uzmanı olarak bu başkalığı tarif edecek bilgiye sahip değiliz. Bu, bu dünyadan değildir. Ki, elhak öyledir.

Fikri Muhayyer- Özür dileyerek bu uzmanlardan herhangi birinin adını verebilir misiniz? 80’de eserlerinin karşısında tüm filozofların sessiz kaldığını, payitahtta kendisiyle tartışan bütün alimlerin sükut ettiğini, kendisinin ululuğunu ikrar ettiklerini söyler. Fakat ne tartıştığı batılı filozoflardan herhangi birinin adını söyler ne payitahtta suspus olan âlimlerden bir tekini zikreder. O zamana ait mecmuaları mevkuteleri özel bir ilgi ile araştırdığımda da ne böyle tartışmalara ait bir bilgi ne bir ima ile karşılaşmadım. Sadece bir şairin karşı çıkışı var, 80’cinin söylediklerinin, yazdıklarının mükemmelliğinden ziyade pespayeliğinden dem vurarak;

“Lisân-ı pâk-i Nebî’den yalanlar uyduruyor:
Sıkılmadan da "sevâb işledim" deyip duruyor!
Düşünmedin mi girerken şerîatin kanına?
Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?” 

İtirazlarını dile getiriyor. Bunu şunun için söyledim 80’cinin isim söylemekten imtina etmesinin sebebini bilemeyiz, fakat siz bir isim verebilir misiniz? Bu işin uzmanlarını nerede gördünüz? Bir sergiye mi katıldınız eserlerinizle, hani tek bir çalışmayla bir sergi de olmaz?

Ressam- Ey echel ben kimesnenin ayağına gitmem. Onlar bana gelir. Onlar bana geldiler. Ben pasuhgüzârım pasuhşinahların yanına niye gideyim.

Fikri Muhayyer- Bir isim lütfeder misiniz?

Ressam- 80’ninci isim vermedi mi? Ben verdim hatırlıyorum. Tüh ya, birine yazıp vermiştim bu isimleri sözlere mutlaka dercedin, ola ki birileri sorar. O vefasız şakirt unutmuş demek ki. Belki de bir keçi yedi, kim bilir. Bugüne gelirsek isimleri aklımda tutamam pek., ama birileri geldi, gördü hatta burada dahi itiraf ettiler ki Michelangelo resim konusunda elime su dökemez. Biraz biraz Leonardo da Vinci yaklaşabilirmiş..

Fikri Muhayyer- Günümüz ressamlarıyla kıyaslayan uzmanlar da oldu mu? Mesela Picasso, Van Gogh ya da Vincent van Gogh ya da Raskolnikov, Oblomov (Burada bir iki ressam olmayan roman kahramanlarının isimlerini araya sıkıştırdım ki tepkisini ölçeyim, fakat heyhat!)

Ressam- Onları hepsi ile birer birer görüştüm. Sen isimleri sayarken hatırladım şimdi.
Fikri Muhayyer- Oblomov’la da görüştünüz mü?

Ressam- Evet, evet.. şu bodur olan değil mi?

Fikri Muhayyer- Valla üstadım boyunu ben de hatırlamıyorum. Ne söylediler resminiz hakkında?

Ressam- Azz-i benâm bir halde kalakaldı. Ve sonra feryat ederek tabloyu tavafa başladı. Acip arkasında bir şey mi gizli diye yapıyordu bu hareketi. Pür-âteş ü hevl içinde saatlerce kaldı. Nihayet eb'âd-ı nâmahdud bu resmin içine duhul etmeye kalkıştı zor engelledik. Güçlükle dedi ki, bizimle ebnâ-i cins olanlar arasında böyle bir şeyi zuhura getiren olmadı. Bu dahi bizim mesleğimizin dışındadır. Verin elinizi öpeyim. Elime sarıldı. Güçlükle mani olduk.

Fikri Muhayyer- Demek Oblomov böyle dedi?

Ressam- Aynı ile naklettiğim gibi. Peki şimdi sen söyle nasıl görüyorsun ecerran arasında daha önce bir şahesere şahitlik ettin mi?

Fikri Muhayyer- Aman efendim buyurduğunuz gibi.. peki bu resimde ne anlatılıyor, neyi murat ediyorsunuz?

Ressam- Bu resimle bir nadanın, bir kendini bilmezin verdiği rahatsızlığı gidermek gayesi ile yola çıkılmıştır. 80’cinin “vahşi hayvanların helal gıdası leşler”dir hükmü hilafına bir şeyler söylendiği için bana ihtar edilmiştir. Hem bu resimle “şeriat-i fıtriyece haram olanın” vahşi hayvanlara bildirilmesi gaye edinmiştir. Bak şu resme, süpürgeye binmiş kişi benim. Etrafımda avcı kuşlar var. Ve bir de bir ceylan peşinde koşan çita var. Onlara bu işin haram olduğunu anlatmam ihtar ve ikaz olundu ben dahi bu görevi hakkıyla yerine getiriyorum.

Fikri Muhayyer- Çok iyi ediyorsunuz, çok isabetli bir iş yapıyorsunuz, eğer müsaade ederseniz ben gideyim.

Ressam- Gidebilirsiniz. Yalnız şuan bana ihtar olundu ki, bu resmi anlatman gerek imiş. Hatta farz imiş. Diyeceksin ki insanlara, 81’ci geldi bundan önce söylediklerinin hükümsüz olduğunu belirtti ve bundan kelli çağa uygun görselliğin önde tutulmasının ehemmiyetine işaret etti. Ve şakird-i azamım ağlayan adamı da özellikle uyar, artık sözlerin bir hükmü yoktur. Sözün bir hükmü yoktur. Derhal resme başlasın, hakikatleri resimle anlatsın. Derhal resim okulları açsın.

Fikri Muhayyer- Baş üstüne üstadım.



Fikri Muhayyer, 16.09.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Mizah





Seçkin Deniz Twitter Akışı