8 Mart 2013 Cuma

SA199/DT12: İyilik Tohumu Filiz Verdiğinde

Çocuğun ektiği tohum daha katışıksız yeşeriyor...

Ekilmiş hiçbir tohum yerinde durmazmış, derler; bunu iyi biliyorum. Otuz yıl sonra bir gün, bunu şaşkınlıkla bir kez daha tasdik ettim. Bir düğündeydik, mevlidi okunan, yemeği erkeklere ayrı, kadınlara ayrı verilen klasik bir düğünde. 

Uzun süredir görüşemeyen akrabalar, tanıdıklar, düğünde, tâziyede karşılaşırlar; minik gruplar oluşturur ve geçmişi anar, yeniyi sorarlar birbirinden. Bayramların bile bir araya getiremediği akrabaları, düğünler ve ölümler bir yerde buluşturur. Dedikodular yapılır ve bir dahaki düğüne, cenazeye kadar herkes kendi hayatına gömülür.

Biri yanıma yaklaştı ve bana hoş geldin dedi, elini uzatarak. Yüzüme bakıyordu dikkatlice. Simâsı yabancı değildi, ama geçmiş zamanın nereye nasıl saklandığını bilemez kimse, çıkaramadım. Bir ipucu gerekiyor hafızadaki birikmişlerden isteneni alıp çıkarmak. Fazla uzatmadan,” Tanıdın mı beni?” diye sordu.

Ben, hatırladığımı, ama net olarak sen şusun diyemeyeceğimi söylediğimde gülümsedi. “Ben, Ramazan!” dedi. “Hatırlaman gerekir, çocukken köye geldiğinde benimle gezerdin!”

Zihnim karışmıştı; ipucu yetmemişi çünkü. Bir sürü çocukla gezerdik köyde. Dağ, taş, küçük sulama havuzları, bağlar, bahçeler tek başına gezilir miydi ki? Zorlandığımı görünce diğer ipuçlarını da vermeye devam etti. Biraz da eğleniyor gibiydi, ama…

“Hani,” dedi. “Ben serserilik yapardım, sigara içerdim ve aileler çocuklarına benle gezmemelerini tembihlerlerdi. Sen benle gezmek istediğini söylediğinde, sana benle gezme demiştim de, sen ben senle gezmek istiyorum demiştin?!”

Hafızamdaki bağlar çözülmeye başlamıştı. Evet, hatırlıyordum. 10-12 yaşlarındaydım. Köye gitmiştim. Arkadaşlarımla gezer, oynardım. Ondan uzak durmamız gerektiğini söylerlerdi, köydeki arkadaşlarım. Söylediği gibiydi; tarlalara, bağlara girer, helal haram demez, canının çektiğini alır, yerdi.

Hatırladım tebliğcilik yaptığım o çocukluk günlerimi. Onun kötülenmesine dayanamamış ve arkadaşlık yapmıştım bir süre. Köy camisinde müezzinlik hâtıralarım vardı o zamandan. Elektrik yoktu, akü ile çalışan ses sistemi ile okurdum ezanı. Namaz kılardım beş vakit.

Ona, -ki gözleri biraz şaşı bakardı- herkes hor davranırken ben arkadaşlık yapmıştım onunla, doğruyu anlatmak için. Beni uyarmıştı, benle arkadaşlık yaparsan, senin de adın kötüye çıkar diye. Ben önemsememiş ve bir süre onunla gezmiştim. Namaz kılmanın faziletlerini, küfretmenin kötü olduğunu, helalı, haramı daha bir sürü şeyi anlatmıştım çocuk aklımla… Çok hatırlamak istiyordum o anda… Neler anlatmıştım acaba? Detaylar maalesef çok uzaktaydı. O da hatırlamıyordu. Hatırladığı tek şey, namazı kılmasını tavsiye etmemdi.

Merakla yüzüne baktım. “Namaz kılıyor musun?" diye sordum. “O zamandan beri hiç bırakmadım!” dedi. “Sigara da içmiyorum!”

Ben, hayretin de üstünde bir hayretle yüzüne bakakaldım. Demek etkilenmişti, anlattıklarımdan. Tam otuz yıl sonra karşılaşacaktım o gün ektiğim tohumların büyümüş hâliyle. İçimde, bana çok iyi geldiğini gördüğüm bir duygu oluşmuştu o anda. Sevinçliydim.

Tuhaf bir şeydi, ama bir insanın kötü davranışlarını değiştirmenin mümkün olduğunu net bir şekilde gösteren bir deneyimdi bu. Başrollerde ikimiz vardık ve bunu otuz yıl sonra konuşarak kanıtlıyorduk. Onu yalnız bırakan ötekileri yenmiştik. Ben yapmasam olmayacak olan bir şeydi bu. Çok güzel bir duyguydu, hatırladıkça şimdi yine içim sevinçle genişliyor.

Evlenmişti ve boyu kadar çocukları vardı. Muhtemelen onları da güzel bir terbiye ile yetiştirmişti Ramazan. Ben yaşadığım şaşkınlığın etkisinden çıkana kadar on-on beş dakika geçti. Sonra sohbete devam ettik. Çok uzun bir ara vermiştik hayata.

Ben anlattığımı unutmuştum, ama o anlattıklarımı tek tek düşünmüş ve bir süre sonra da uygulamaya başlamıştı. “Haklıydın!” diyordu. “Haklı olduğunu düşündüm ve namaza başladım, helal, harama dikkat ettim, sigarayı bıraktım. Allah senden râzı olsun, o günden beri de işlerim yolunda!”

Örnek gösterilen bir çocuk, dışlanmış başka bir çocuğa bir şeyler anlatıyordu ve o çocuk değişiyordu. Eğri büyüyen bir fidanı, başka bir fidan sözüyle doğrultuyor ve onu hayata bağlıyordu. Bu anlatılması güç olan bir şeydi.

Müezzinlik yapan hangi çocuk örnek gösterilmezdi ki? Çocuk kendimi de takdir etmiştim. Nasılsa örneksin, daha başka bir şey yapmana gerek yok, dememişim kendime. Örneksem, o zaman örnek olan iyiliği tavsiye eder, kötülükten men eder demiş ve adı çıkmış umutsuz bir çocukla risk alarak arkadaşlık etmiş, ona anlatmışım. Bunları da unutmuşum üstelik.

İnsan hataları olan ve hatalarından pişman olmayı da, onları terk etmeyi de bilen bir varlık. Hiçbirimiz kusursuz değiliz, ama işte önemli olan daha az kusurlu olmayı başarmaya karar vermek. İnsan ne kadar sakınırsa kendini, o kadar çok temiz kalıyor iç dünyası. Gözleri daha parlak bakıyor.

Ramazan’ın o günkü bakışlarında samimi bir dost görmüştüm. Bana asıl iyi gelen o bakışlardı. Kardeşimin gözlerinde bile göremediğim bu bakışları sevmiştim. Oysa daha fazlasını kardeşime de anlatmıştım. Demek ki kardeşimi sık görüyor olmam, ondaki uzak etkiyi oluşturmakta yetersiz kalıyordu. Uzak terbiye edicidir her zaman, yakınsa şımarık alışıldık.

Kardeşim de iyi bir çocuktu. Biri ruhuna kıymık uzatana kadar. Hayat herkese ayrı bir kıymık parçası fırlatılan bir yolculuk aslında. Yaralanmak, yaralamak hep iç içe geçen zor şeyler. Onarmaksa, işte o diğerlerinden çok daha kolay. Her durumda ektiğin tohum kendi ağacını yeşertiyor. İster kötülük ekilsin ister iyilik o filiz veriyor insanın ruhunda.

Anlatmak gerek bıkmadan ve anlamaktan vazgeçmemek. Bunu öğrendim ben, Ramazan’la karşılaştıktan sonra. Anladım ki; çocuklar birbirlerini yetişkinlerden daha iyi anlıyorlar ve en çok arkadaşlarından etkileniyorlar. Çocuğun ektiği tohum daha katışıksız yeşeriyor...



Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 08.03.2013

Doğa Toprak Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı