19 Ağustos 2012 Pazar

SA39/DT3: Uysal Boz Eşeğin Nallarından Ansiklopedi'ye Uzanan Yol



Bir eşekle 1963 basımı Türk ve İslam Tarihi Ansiklopedisi seti arasında bir milyon bağ kurabilir misiniz? Kuramazsınız, en fazla iki-üç olasılık vardır; ya eşek ansiklopediyi kemirmiş ve yemiştir ya ayaklarıyla ezmiştir ya da sırtında taşımıştır. Size eşekle ansiklopedi arasındaki dördüncü bağın hikayesini anlatacağım.

Tercüman Gazetesi'nin 1963 yılında verdiği gazete kağıdına basılı Türk ve İslam Tarihi Ansiklopedisi 5 ciltten oluşuyor. Bendeki set hâlen bir kısmı fareler tarafından yenmiş diğer kısımları sağlam duran 50 yıllık eksik bir set; hangi cildinin eksik olduğunu da hatırlamıyorum. Şu an nerede tam emin değilim, ama rahmetlik babamlarda olduğunu sanıyorum.

Kitaplığım olsun isterdim, kocaman. Okuduğum bütün kitapların da o kitaplıkta olmasını. Herhalde çok büyük bir kütüphane çıkardı ortaya. Ve herhalde onları satın almak için de babamın çokça parası olmalıydı. Kütüphâneler iyi ki varlar, bana ait olmasalar da okumama yardım ettiler.


Çok eskiden, herhangi bir sebeple zengin evlerine giden fakirler o evlerde gördükleri lüks, oymalı işlemeli mobilya kitaplıklardaki Ansiklopedileri görünce sorarlarmış: "Hepsini okudunuz mu?" diye. Zenginler de bu soruya bıyık altından gülerek: "Ansiklopedi okunmaz, gerektiğinde merak ettiğiniz bir şeyi açıp okursunuz!" derlermiş; yani dalga geçerlermiş. Ben işte, o ansiklopedi okuyan çocuklardan biriyim.

Zenginlerin câhillerle(!) böyle dalga geçtiğini de binlerce kitap ve ansiklopedi okuduktan sonra duymuştum... Çok sonra aslında zenginlerin ne kadar çok câhil olduklarını anlayınca da "İyi ki ansiklopedi okumuşum!" dediğimi hatırlıyorum. Câhil olmasalardı zengin olmazlardı zaten, değil mi ama?.. Aşırı zenginlik aşırı fakir üretir, fakir zenginin aşırı malına bir şekilde musallat olur;öyle olmasa da Allah zenginliğin sosyal sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerini onlara soracak. Basit hesap; bunu düşünemeyen zengin câhildir.

İlk bitirdiğimi hatırladığım kitap yeşil ciltli Peygamberler Tarihi adlı bir ansiklopedi idi, 7 veya 8 yaşındaydım. Anlatacağım hikayem, sanırım 12 yaşıma ait ve aradaki o 4-5 yıl boyunca sayısını hatırlamadığım kadar çok hikaye kitapları okumuştum.

O yıl da her yaz olduğu gibi, babam, beni, kendi doğduğu köye göndermişti akrabalarımızla. Babam esnaftı ve epeyce çok olan akrabalarımız Adana'ya her gelişlerinde bizde kaldıkları için, babama ve çocuklarına çok değer verirlerdi. Köye gittiğim zamanlarda da özel misafir olarak şımartılırdım. Hiçbir isteğim geri çevrilmezdi.

Dağları, tarlaları çok severdim. Sabah ne kadar erken ayrıldığımı hatırlamıyorum köyden, ama akşama kadar akraba çocuklarıyla dağı, taşı gezer, gelir yorgunluktan uyuya kalırdım.

O gün, yine dağlara tırmanmış, yamaçlardaki bağlara çıkmış, üzüm yemiş; sonra tarlalarımızın bir kısmına ekilen sebze ve meyvelerden yemiştim. Babamın halası ekip biçiyordu tarlalarımızı... En güzel ve en sulak tarlamızın üst kısmına ekilen sebzelerin tadını unutamıyorum. Hele domatesler, hele salatalıklar. Taştan yapılma kısa boylu taş setlerin arasına sıkıştırılmış olan iri tuz torbasını alır, domates sıralarına dalardım.. En kırmızı domatesi dalından koparır, ellerimle tozunu siler ve parmaklarımla domatesi yarardım... iri tuz tanelerinden birkaçını döker ve tuz her tarafa dağılsın diye yarılmış domatesi kapatırdım. Sonra da afiyetle yerdim.



Hiç domates kokladınız mı bilmiyorum... nefis kokardı; içi cıvıl cıvıldı, şimdiki domatesler gibi içi oyuk mağaralara benzemezdi. Doğal gübre dedikleri 'zibil'le gübrelenirdi, sentetik gübre kullanılmazdı o zaman, hiç bir zehir bulamazdınız.


Salatalıkları anlatamam size... ısırdığınızda hafif yağlı bir tat damağınızı yalar... tuza bandığınızda lezzetine doyamazdınız... Erikler, armutlar... bir çocuk akşama kadar tarlalarda, bağlarda, bahçelerde hiç aç kalmazdı.

Ağaçlara tırmanırken kaç gömleğim, tişörtüm yırtıldı hatırlamıyorum; kunduralarımın tabanları erirdi köye gidip geri döndüğümde.. Hatta bir defasında köyden siyah lastik ayakkabı almıştım da babamdan habersiz, akrabalarımız gülmüşlerdi bana... rahattı ayakkabılar, kolay erimezdi tabanları... ağaçlara, dağlara daha hızlı tırmanırdım... tek kötü tarafı kokmalarıydı.

Akşama doğru fark etmiştim artık yorgunluktan adım atamıyordum. Tarlaların olduğu bölgeden köye uzanan dar yolu bitirdiğimde, bir çok yolun birleştiği bir yere gelmiştim. Büyükçe bir taşa tünedim. Her yer iri ve sivri çakıl taşlarıyla doluydu. Bir akrabamıza ait hayvan sürüsü bekliyordum. İçinde eşek veya at olan. Nazım geçerdi ve ben de köye kadar yorulmadan gidebilirdim.

Çok beklemedim. Ben yaşlarda bir akraba kızı ineği, öküzü, keçisi, koyunu ve eşeği olan bir sürüyle çıkageldi. Kıza sordum: "Eşek yaramaz mı?" Kız, "Hayır!" dedi, "Çok uysal, ama hızlı gitmez!" Binmek için izin istediğimi de hatırlamıyorum, ama niçin sorduğumu biliyordu... Eşeklere ve atlara binmekten hoşlandığımı bilmeyen akrabamız yoktu ki.




Beyazla gri karışımı boz bir eşekti. Üzerinde semeri yoktu, onlar 'çul' derlerdi semere. Boynundan yere sarkan bir zincir vardı sadece... Eşeği durdurdum, zincirin ucunu yerden topladım ve güvenle atladım eşeğin çıplak sırtına. Elime de bir çubuk almıştım. Köylü çocuklardan görerek öğrendiğim bir şey vardı. Eşeğin uzun boynu ile ön bacağının bitiminin birleştiği yeri sopayla dürttüğünüzde eşek hızlanırdı. Buna, 'Eşeği Sıkılamak' denirdi. Bazen o kadar sıkılarlardı ki çocuklar, eşeğin derisi kanardı.

Ben bindikten sonra boz eşek istifini bile bozmadan ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Hızlansın diye bacaklarımla karnına vuruyordum hafifçe ... Eşek tınmıyordu. Elimdeki sopa ile onu sıkılamaya başladım. Yine tepki vermedi... Ben tam vazgeçmişken birden çifte atmaya başladı. O çifte attıkça arka tarafı havaya kalkıyor ve ben eşeğin boynuyla beraber yere doğru eğiliyordum.

Kaçıncı kez yerin yaklaştığını ve uzaklaştığını hatırlamıyorum. Düştüm düşeceğim derken, birden kendimi yerde buldum ve eşeğin üzerimden geçtiğini gördüm. Nallarıyla denk gelen her yerime basıp gidiyordu. Yer de iri taşlarla dolu. Neremin ağrıdığını bile bilmiyordum. Beni ezdi geçti kızgın boz eşek; köye doğru koşarak gitti. O kadar uğraşmıştım halbuki, ama koşmamıştı.

Kızcağız koşa koşa yanıma geldi. Ayağa kalmaya çalıştım, kalktım da. Sağ ayağımın üstüne bastığımda bileğimin acıdığını ve basamadığımı fark ettim. Çaresiz, köye kadar seke seke gittim. O iri taşların arasından köye kadar nasıl gittiğimi hatırlamak bile istemiyorum. Yol o kadar uzamıştı ki.

Bileğimi incitmiş uysal boz eşek. Duyan şaşırıyordu eşeğin yaptığına... ilk defa böyle bir şey yapıyormuş. Zavallı hayvanın canını o kadar çok yakmışım ki sabrı taşmış. Nereden bilebilirdim ki? Bana öyle anlatmışlardı ve ben de anlattıkları gibi yapmıştım; gaza basmak gibi sanmıştım. Oysa hayvana eziyet ediyormuşum. Onlar da eziyet ediyorlarmış...

Köyde doktor yok tabi... Yağla ovdu büyük halam. Tam iki hafta evden çıkamadım.

Nenem şehirde kalmıştı. Nenemin amcası Ramazan Dede, nenemden birkaç yaş büyüktü sadece; köydeydi. Bana şehre dönerken götürmem için 1963 yılında Tercüman Gazetesi'nden kupon biriktirerek aldığı Türk ve İslam Ansiklopedisi setini vermişti. 1930'lu yıllarda İstanbul'a gitmiş, 1970'lı yıllarda Adana'ya dönmüştü; Babam ona destek olmuştu. Bir kaç yıl önce de doğduğu bu köye geri dönmüştü. Çocuğu yoktu. Hiç dede görmediğim için onu çok severdim. O da beni çok severdi. Kitaplarını bana miras bırakmıştı ve ben de babamların köydeki evine getirmiştim kitapları.

Bileğim incindikten sonra evden çıkamayınca o ansiklopedi setini bitirdim iki haftada...Ansiklopedi setinin küçücük harfleri vardı ve köyde elektrik olmadığından gece okuyamazdım. Cami yakındı. Cuma namazlarına sekerek gittiğimi hatırlıyorum.

Bileğim iyileştiğinde tatil zamanım da sona ermek üzereydi. Bir daha eşeğe binmedim. Eşeğin canını acıtmış olmamın verdiği üzüntü mü, tekrar düşme korkusu mu emin değilim ama, galiba binsem bu kez daha hızlı gitmesi için tekrar sıkılayacağımı bildiğim için eşeğe binmediğimi sanıyorum. Düşmekten pek korkmadığımı hayatım boyunca çok denemiştim çünkü...

Hep sordum kendime çok sonraları bile. Eşeğin, gaz ve fren sorunu olmasaydı, ben eşeğe öyle davranmazdım. Gazı olsaydı dilediğim hızda giderdi; canını da yakmazdım ve düşmezdim. Ben şehir çocuğuydum çünkü... Mekanikti dünyamız. Üzüntülerimizin de ikna edici açıklamaları olmalıydı.

Daha sonraki yazlarda da köye gitmeye devam ettim. Eşekten düşen kimi gördüysem güldüm. İyi ki katırdan düşmemişim. Katırdan düşen iflah olmaz derlerdi. Ama boz eşek, bana bunca yıl sonra eşekle ansiklopedi arasındaki dördüncü bağı anlattıracak kadar etkili olmuştu.


Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 19.08. 2012


Doğa Toprak Yazıları


Not: 


1- Eşek (Equus asinus), atgiller (Equidae) familyasının evcilleştirilmiş türlerinden biridir.

Eşeklerin inatçı olduklarına dair oluşan fikir,kimi zaman sahiplerinin bu hayvanların oldukça gelişmiş "kendini koruma dürtülerini" yanlış algılamalarından kaynaklanmaktadır. Bir eşeğe, onu zorlayarak ya da korkutarak, kendi yararına olmadığına güdülendiği bir işi yaptırmaya çalışmak oldukça zordur. Bu davranış atlardakinin neredeyse tam tersidir çünkü bir at güvensiz bir zemin üzerinde yol alma konusunda eşeklere göre çok daha sorunsuz bir tavır çizer.


Eşeklerin davranış ve bilişleri üzerine yapılan ciddi çalışmalar sonucunda, bu hayvanların oldukça zeki, dikkatli, arkadaş canlısı, oyuncu ve öğrenmeye meraklı gibi görülmektedir.2006 yılında Fransa'da yapılan araştırmalara göre eşek sütünün protein bakımından en zengin süt olduğu kanıtlanmıştır.


Özellikleri: Kulakları uzun, yelesi dik ve kısa tüylü, kuyruğu kısa, ince püsküllüdür.

Ömrü : 25-35 yıldır

Çeşitleri: Evcil eşek, Afrika yaban eşeği, Asya yaban eşeği, Somali yaban eşeği, çizgili yaban eşeği (zebra), Moğol yaban eşeği (kulan)

2- Domates,
Domates (Solanum lycopersicum), patlıcangiller (Solanaceae) ailesinden, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan, meyvesi yenebilen otsu bitki türü.1-3 metre boya sahip olan domates bitkisinin hafif odunsu bir gövdesi vardır. 10-25 cm uzunluğunda olan yapraklarının üzerinde 5-9 yaprakçık bulunur. Yaprakları tüylüdür. 1-2 cm uzunluğunda ve genellikle sarı olan domates çiçekleri bir sap üzerinde 3-12 adettir.

Genellilke kırmızı, yenilebilen meyvesi yabani bitkilerde 1-2 cm çapında iken, kültür bitkilerinde daha büyüktür.Çoğu vitamin bu meyvede bulunur ve kanseri önleyici yapısı vardır.Bu vitamin ve önleyici minareller domatesin kabuğunda bulunur. Kabuk-vitamin, çekirdek-çoğalma.ABD'de 1893 yılında mahkeme sebzelerle birlikte saklanıp yenildiğinden onu sebze diye sınıflandırmıştır fakat gerçekte meyvedir.

Domatesin ilginç bir tarihi vardır. Bolivya ve Peru'da yabani sarı renkli bir domates türü bulunmuş ve sonra Meksika'da yetiştirilip, Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinden sonra Avrupa'ya gemilerle gönderilmiştir. İtalyanlar sarı renginden ötürü onu altın elma olarak adlandırdı, ama çok geçmeden kırmızı türleri ortaya çıktı. Domates Amerika'da ilk defa Thomas Jefferson tarafından yetiştirildi. Ama pek çok insan zehirli olduğuna inanarak yemeyi reddetti, ta ki 1900'e kadar. Uzun zaman önce, pek çok Avrupalı için aşk elmasıydı, çünkü insanları romantik yaptığına inanılıyordu.2005 yılının verilerine göre Dünya'da her yıl 125 milyon ton domates üretiliyor.En geniş üretimi yapan Çin, onu ABD ve Türkiye izliyor.



Domates

APG III sistemi
Alem: Plantae (Bitkiler)
Klad : Angiosperms (Kapalı tohumlular)
Klad : Eudicots (İki çenekliler)
Klad : Core eudicots
Klad: Rosids
Klad : Eurosids I
Takım: Solanales
Familya:Solanaceae (Patlıcangiller)
Cins: Solanum
Tür: S. lycopersicum
İkili adı
Solanum lycopersicum
L.
Sinonimler
Lycopersicum esculantum

Domates üreten ülkeler-2009 (ton)
 Çin 45,365,543
 ABD 14,141,900
 Hindistan 11,148,800
 Türkiye 10,745,600
 Mısır 10,000,000
Dünya toplamı 152,956,115
Kaynak:
Birleşmiş Milletler gıda & tarım organizasyonu (FAO)[1]

3- Salatalık-
Hıyar (Cucumis sativus), kabakgiller (Cucurbitaceae) familyasından bir bitki türü ve meyvesine verilen ad. Anayurdunun Kuzey Hindistan olduğu sanılan bitkinin tarımı çok eski dönemlerden beri yaygın olarak yapılmaktadır.

Hıyarın, sarılgan özellikteki ince yapılı ve boğumlu gövdesi, beş köşeli ya da 3-5 loplu tüylü yaprakları ve yaprakların koltuğundan çıkan tek eşeyli sarı çiçekleri vardır. Kimi zaman dikenli, parlak yeşil renkli bir kabukla örtülü ince uzun ve silindirimsi meyvelerinin içinde çok sayıda tohum bulunur.
Bu bitki her türlü iklimde yetişir fakat tundrada yetişemez. Bol su seven bu bitki kurak yerlerde yetişmez. İç anadoluda tarımı yaygındır. Gübre kullanımı ile verim artırılır. Zirai ilaç kullanılması doğa ve bitki için zararlıdır ve tavsiye edilmez.

Besin değeri düşük bir sebze olan hıyarın en çok salata (ki bazıları adına salatalık der) ve turşusu yapılır. Tohumlarından kurt düşürücü olarak da yararlanılır; bazik özellikteki özsuyu çeşitli kozmetik ürünlerinin bileşimine girer.

100 gr. taze hıyarın içerdiği besin değerleri şunlardır: 15 kalori; 0,9 gr. protein; 3,4 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,1 gr. yağ; 0,5 gr. lif; 27 mgr. fosfor; 25 mgr. kalsiyum; 1.1 mgr. demir; 6 mgr. sodyum; 160 mgr. potasyum; 11 mgr. magnezyum; 250 IU A vitamini; 0,03 mgr. B1 vitamini; 0,04 mgr. B2 vitamini; 0,2 mgr. B3 vitamini; 0,042 mgr. B6 vitamini; 67 mcgr. folik asit ve 11 mgr. C vitamini.

APG III sistemi
Alem: Plantae (Bitkiler)
Bölüm: Magnoliophyta
(Kapalı tohumlular)
Sınıf: Magnoliopsida
(İki çenekliler)
Takım: Cucurbitales
Familya: Cucurbitaceae
(Kabakgiller)
Cins: Cucumis
Tür: C. sativus
İkili adı
Cucumis sativus
L.


Seçkin Deniz Twitter Akışı