21 Ağustos 2012 Salı

SA40/SD10: Gri İstanbul Gölgeleri / Medeniyet Çıkmazı Câri İstanbul 8



Bir Haftalık (6-12 Temmuz 2012) Gezi Notları 8


H- Çarşamba - Altıncı Gün:

HA - Üsküdar'dan Sirkeci'ye, Boğaz Resimleri/ Remzi'ye Veda:

Zaman, ölçmeye çalıştığınızda ne kadar hızlı geçtiğini somut bir şekilde görebileceğiniz bir şey... Bazen bu tür küçük oyunlar oynarım... Farkındalığı arttıran bir oyun. Zamanın hızını içinde yaşarken ölçmeniz çok kolay... Mesela şu anda  İstanbul Gezi Notlarım'ın 8. bölümünü okuyorsunuz. Şu ânı aklınızda tutun, yarın bu saatte hatırlayın bu ânı, ya da bir hafta/ay/yıl sonra aynı saatte... şaşkınlıkla izleyeceksiniz yaptığınız ölçümü. Bu oyunu arada bir oynarsanız, bazı sabırsızlıklarınızın ne kadar çabuk ortadan kalktığını da anlayacaksınız. Zamanın ve olayların akışında basit bir ayrıntı olmadan çok şeyi  gözlemleyebildiğinizi de fark edeceğinizi garanti edebilirim. Zaman geçiyor, çok uzun zamandır izliyorum.

Bugün Remzilerden ayrıldık. Remzi'nin işleri vardı yine; karşıya yalnız ve vapurla geçecektim. Çantamı bu kez bayırdan daha kolay indirerek Üsküdar İskelesi'ne  ulaştığımızda Remzi'yle vedalaştık. Burukluk vardı elbette... Ama işin doğası bu... Remzi'ye içtenlikle teşekkür ettim.

Vapur'a bindiğimde Adana'ya dönüş yolculuğum başlamış oluyordu; ertesi gün, 7.gün, yani perşembe akşamı İstanbul'u terk edecektim. Sirkeci'ye giden zamanda hep boğazı seyrettim. Berrak bir gündü. Denizi, suyu fotoğrafladım, beyaz köpükleri seyrettim.




Jeolojik çağlardan beri aynı görsel efektle insanları büyüleyen bu sular, insanın içindeki vahşi duyguları da körüklüyordu. Aksi hâlde bu sulara bakanlar milyonlarca insanın hayatına kötülük katacak kadar insanlıktan çıkmış olamazlardı... Galata'dan Kadıköy'den çıkıp gelen beyaz öfke... ne kadar çirkin. Bu suların güzelliğiydi belki de tek suçlu... Bu köpükleri bir daha izleyememekten korkmak ve bu korkunun altüst ettiği endokrin sisteminin boyunduruğuna mahkum olmak... Müteselsil sorumlular böylece açığa çıkıyordu.


 HB - Sirkeci, Sirkeci'den Bakırköy'e Banliyö Treni, Bakırköy İstasyonu/ İstasyonlarda Necaset:


Sirkeci iskelesinden, Sirkeci İstasyonuna geçerken  yıllar önceden kalma, gözüme tanıdık gelen şeyler aradım. Çok değişmişti. İstasyona girişi bulmakta zorlandım. Su aldım girişteki büfeden... Biraz da kartpostal... Turist hissettim öyle... Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye resimleri... Tarihi Sirkeci Garı her zaman tuhaf gelmiştir bana... Almanya ile Fransa arasında I. ve II. Dünya savaşlarındaki karşılıklı teslim olma anlaşmalarının sembolik 2419 Nolu vagonunu taşıyan Orient/Şark Ekspresi, Batı'nın son ucu gibi... Osmanlı İmparatorluğu'nun çağının daha da ilerisine taşıyan bir adam II. Abdülhamid yaptırmış Sirkeci Garı'nı.. Beyazlarca Kızıl Sultan diyerek hakaretlere uğrayan, Osmanlı'yı çağdaş lokal ve global perspektiflerle idare edebilen muhteşem bir adam.


-Sirkeci Garı, II. Abdülhamit devrinde İstanbul'un Avrupa yakasında inşa edilmiş. TCDD'nin, Haydarpaşa Garı ile birlikte İstanbul'daki iki ana istasyonundan biri. Sirkeci Garı'nın bulunduğu yerde daha önce geçici olarak yapılan küçük bir istasyon mevcutmuş. Alman Mimar August Jachmund tarafından planı çizilen şimdiki gar binasının yapımında granit mermer ve Marsilya Aden'den getirilen taşlar kullanılmış. 11 Şubat 1888 günü temeli atılan gar inşaatı 1890'da tamamlanmış, binanın açılışını 3 Kasım 1890 gününde II. Abdülhamit adına Ahmet Muhtar Paşa yapmış.



Sirkeci garının ön cephesinde 2 saat kulesi bulunmakta. Binanın yan cephesinde Garın hizmete girdiği tarih, hem Rumi takvime hem de Miladi takvime göre yazılmış. İnşa edildiği yıllarda denize çok yakın olan Sirkeci Garının çevresi geçen zaman içinde büyük bir değişime uğramış. Garın lokantası 1950'li ve 1960'lı yıllarda tanınmış yazar, gazeteci ve diğer şahısların buluşma noktası olmuş. Paris'ten kalkan Şark Ekspresi uzun yıllar bu istasyona yolcu indirmiş ve buradan yolcu almış (37).-

Sirkeci Garı Abdulhamid'inde başını yedi, bu memleketin insanlarının da... Vahşi Batı bize daha kolay ulaştı... Uzun uzun anlatacağım Orient Ekspresi'nin hayatını... sabırla okuyun bence... Pera Palas'ın (38) Osmanlı paşalarını, aydınlarını, dergahlarını, zabitlerini nasıl zehirlediğini, beyazların burada nasıl organize olduğunu hatırlayın zahmetlice.




-Şark Ekspresi, 1883 ile 1977 yılları arasında Paris İstanbul arasında sefer yapan tren. Vagon-Li Şirketi'ne ait olan Şark Ekspresi, Orient-Express orijinal ismi ile 1883 yılında Paris'ten ilk seferine başlamış. Şark Ekspresinin bu ilk seferine Fransız, Alman, Avusturyalı ve Osmanlı asıllı memur ve diplomatlar da katılmış. Ayrıca katılanlar arasında The Times gazetesi muhabiri ile romancı ve seyyah Edmond About da bulunuyormuş. Edmond About bu gezi ile ilgili hatıralarını 1884 yılında De Ponteise a Stamboul isimli kitabında yayınlamış. The Times muhabiri de II. Abdülhamit ile görüşmek amacıyla bir süre İstanbul'da kalmış. Şark Ekspresinin seferlerinin başlamasından sonra İstanbul'a gelenler şehirdeki çeşitli otellerde kalıyormuş. 1895 yılından itibaren ise İstanbul'a gelen yolcular treni işleten Vagon-Li Şirketi'nin satın aldığı Pera Palas'ta kalmaya başlamışlar. 4 yıl süren (1914-1918) I. Dünya Savaşı sırasında Şark Ekspresi seferleri yapılamamış.


                                          


Tren savaş sırasında istasyonda kalmış. I. Dünya Savaşını sona erdiren mütareke İtilaf Devletleri ile Almanya arasında Paris yakınlarında Şark Ekspresinin 2419 numaralı vagonunda imzalanmış. Daha sonra bu vagon tarihi öneminden dolayı Fransızlar tarafından müzeye konmuş. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya, Fransayı işgal edince Hitler Almanların I. Dünya Savaşında teslim anlaşmasını imzaladığı tarihi vagonda bu defa Fransızların teslim anlaşmasını imzalamasını istemiş. Şark Ekspresi'nin 2419 numaralı vagonu müzeden çıkarılmış. Bu tarihi vagonda bu defa Fransa'nın teslim anlaşması imzalanmış. Bu vagon daha sonra Almanya'ya götürülmüş. 1945 yılında Almanya'nın teslim olmasından kısa bir süre önce bu vagon bir SS birliği tarafından imha edilmiş. Böylece Almanya ikinci defa bu tarihi vagonda anlaşma imzalama ihtimalinden kurtulmuş.

1919'da yeniden seferlerine başlayan Şark Ekspresi 1905 yılında açılan simplon tünelinin ismiyle 'Simplon Orient Express' olarak anılmaya başlanmış. Şark Ekpresi çeşitli roman ve filmlere konu oldu. Ünlü İngiliz polisiye roman yazarı Agatha Christie 'Şark Ekspresinde Cinayet' isimli romanını 1934 yılında yayınlamış.  Soğuk savaş sebebiyle çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalan ve gittikçe önemini kaybeden Şark Ekspresi son seferini 27 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirmiş. Trenin vagonları Montecarlo'da satılmış. Agatha Christie'in 'Şark Ekspresinde Cinayet' isimli romanına konu olan trenin iki vagonu bir İngiliz tarafından, vagonlardan bazıları da Fas Kraliyet Sarayı Müzesi tarafından satın alınmış. Society Expeditions isminde bir kuruluş tarafından düzenlenen ve sembolik bir anlam taşıyan, Şark Ekspresinin 100. yıl seferine dünyanın değişik ülkelerinden gelen 100 kadar ünlü katılmış. Günümüzde senede bir kez eylül ayında olmak üzere seferlerine devam etmekte. (39)


İstanbul bana hep hüzün vermiştir... Belki de bu hüzün o muhteşem adamdan bana geçmişti; Abdulhamid'den. O yaşlı marangoz, vatanının her bir stratejik donanımını, tayyaresinden denizaltısına kadar, demiryollarından estetiğine, her şehre diktiği saat kulelerine, eğitimine, sağlığına ve diplomasisine kadar her şeyini bugünkü temellerine oturtan bir marangoz, bir usta. Bütün eserlerinden fışkıran bir zeka... işte bu yüzden bu ülkenin düşmanı olan beyazlar ona 'Kızıl Sultan' dediler... Ona öyle diyenler, bugün bana ve çocuklarıma da düşmanlar... 



 Sonsuz Ark için belki de İstanbul'da 1908'de beyazlarca teslim alınan bir ruhun İstanbul'da gaspçılardan geri alınması demek olacaktı bu gezi. Bu medeniyetin vagonu İstanbul'du... Beyazlardan alıp müzeye koyacaktık, yeni bir medeniyet tasavvur edebilmek için... yakmayacaktık SS'ler gibi... olmaz bir hayâl mi bu? Herkes bir tek kişi değil miydi?

Sirkeci Garı'nın iç kısmına çektiğim fotoğraflardan sonra gelen banliyö trenine bindim. Çok eski yıllardaki gibi hurda değildi, tren... Çıktık gittik, yavaş yavaş... Yedikule'den geçerken yine aklıma gelen adam II.Osman'dı... Araştırın o genç padişahı... okuyun.

Bakırköy İstasyonu'na indiğimde iğrenç bir dışkı kokusu sardı burnumu... Bu devirde bu koku... Kadir Topbaş, bir kaç gün önce Kartal-Kadıköy Metrosunun açılışını( 40) yapsa da bence artık yerini daha enerjk birine bırakmalıydı... Bu koku, bu istasyon İstanbul'un utancıydı. Metro açılışından 10 gün önce Kadir Bey, gezi notlarımı okumuş gibi bir açıklama yapmıştı; bir dönem daha aday olacakmış, ustalık dönemi için. (41) Karar istanbulluların, ama bence değişmeli...


HC - Bakırköy, Ebuzziya Caddesi/ Tuzcuoğlu Lokantası:


Bakırköy'le 1989'da tanıştım. Bir süre gençliğin en hareketli yıllarında, orada, sessiz bir çalışma dönemim olmuştu... Üniversite'den yaza artan zamanda....  Turgay Tuna anlatmış kitabında tarihçesini...

-Bakırköy İstanbul'da, Surdışı'nda kalan önemli tarihi semtlerden biriymiş. Latinler "Yedinci" anlamına gelen "Septimum" adıyla, Bizanslılar da yine aynı anlama gelen "Hebdomon" adıyla tanımlamışlar. Marmara kıyısındaki bu antik yerleşimi. Ayasofya'nın önündeki ünlü zafer meydanı Augusteion'un, Yerebatan Sarnıcı tarafında kalan köşesinde, dört sütun üzerinde tetrapylon tipi bir anıt olarak yükselen ve bugün tek bir parçası kalmış olan bir Million taşı varmış. Bu anıtsal taş Bizanslılar döneminde, Bizans'ın "0" noktası olarak kabul edilen yermiş. Bütün uzaklık mesafeleri bu noktadan itibaren hesaplanır; Bizans'tan başka yerleşimlere uzanıp giden millerce yolun uzaklıkları buradan itibaren ölçülürmüş. Reghion, Selanik, Dalmaçya'ya ve oradan Roma'ya kadar uzanan yolların mil uzaklıkları o taşa göre hesap edilirmiş. O dönemlerde yollar Roma miliyle ölçülürmüş, 1 Roma mili günümüzün 1480 metresine eşitmiş. Bakırköye yedinci mil üzerinde yer aldığı için, "Hebdomon" adıyla tanımlanmış. (42)-


Daha çok şey anlatıyor kitap; merak edenler alıp okuyabilir; Fakat ben en çok üzerinde yürüdğüm Ebuzziya Caddesi'ne adı verilen Tevfik Ebuzziya merakındaydım... Beyazların ekibindendi o da...


-Tevfik Ebüzziya (d. 1848, İstanbul - ö. 27 Ocak 1913) gazeteci, yazar. Kısa bir süre memurluk yaptıktan sonra gazeteciliğe başlamış. Namık Kemal'le birlikte İbret Hadika Sirac gazetelerini çıkarmış. Genç Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden olan Tevfik Ebuzziya 1873'te Vatan Yahut Silistre oyunundan sonra çıkan olaylar nedeniyle Ahmet Mithat Efendi ile birlikte Rodos'a sürülmüş. Dönüşünde Kütüphane-i Ebüzziya'yı kurarak Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ahmed Rasim, Recaizade Mahmud Ekrem, Muallim Naci gibi döneminin ünlü yazarlarının kitaplarını yayımlamış. Mecmua-i Ebuzziya çıkarmış (1880). Yaptığı işle devlet memurluğunun bağdaşmadığı gerekçesiyle Abdülhamid yönetimi tarafından 1900'de Konya'ya sürülmüş. İkinci Meşrutiyetin İlanı ile açılan Meclis-i Mebusan'a Antalya milletvekili seçilmiş (1908). Daha sonra Tasvir-i Efkar gazetesinin (1909) ve Mecmua-i Ebüzziya'yı yeniden çıkarmış. Antoloji tiyatro anı gibi türlerde telif ve çeviri eserleri olan döneminin ünlü bir editör olarak yayımcılığa katkılarıyla tanınmış. (43)-


Ne renkli bir kişilik değil mi? Hani İmparatorluk nasıl yıkıldı derseniz, işte yukarıdaki kısa özet bunu çok iyi anlatır. Zincir belli, İttihad-ı Osmanî, Genç Osmanlılar -Genç Türkler-, İttihat-Terakki zincirine intisap ve nihayet Abdülhamid'in hâlli ve ödül olarak mebusluk... Ekip çok ciddi bir ekip. Namık Kemal sarayın damadı, Abdulhamid Hatıratı'na göre para verilince saraya taraf olan, verilmeyince düşman olan biri...Ahmet Mithat Efendi ise Abdulaziz'in katlinden sorumlu olan Mithat Paşa'nın evlatlığı gibi bir eski zaman manipülatörü... Necip Fazıl'ın Namık Kemal'e piyes yazacak kadar hayran oluşuna ben hiçbir zaman alışamadım...


Cadde altındaki çarşıyla beraber de olsa 23 yıl önceki canlılığına sahip değildi artık... İlerledim ve az sonra, Bakırköy Camii'ne sapan ara sol sokaktaki Tuzcuoğlu Lokantası'nı gördüm... Nefis ev yemeklerini küçücük bir oda büyüklüğündeki dükkanda tattıran bir aile. Güvenle yemek yiyebileceğiniz nadir yerlerden biri... Burada anmak istedim, benim gibi güvenli yer arayanlar için faydalı olsun diye... Hatta dükkan sahibinin oğlu Akın Tuzcu'nun da fotoğrafını çektim, yazacağım dedim... çok memnun oldu. Hatırlamıştı beni... Cumali ile Aziz halen yemek yemeye devam ediyorlarmış oradan...



Yıllar önce çalıştığım mağazaya geldim tekrar... Aziz çalışıyor.  Remzi ortağı Engin'in o gün Bakırköy adliyesine geleceğini söylemişti. Haberleştik; Engin öğleden sonra gelebileceğini söyledi...

 HD - Engin ve Bakırköy Sahili'nde Çok Değişkenli Bir İkindi Öncesi:

Engin'le Ebuzziya Caddesi'nden sahile doğru indik. Caddenin bitiminde, solda iç kısımda yan yana çay bahçeleri vardı... Sıcak  ve ter doluydu hava...

Geldiğim ilk gün Gümüşsuyu'ndaki büroda biraz sohbet etmiştik, ama şimdi daha geniş bir zamanımız vardı. Sorgulayan bir zihne sahipti Engin ve ciddi okumalar, araştırmalar yapıyordu. Sonsuz Ark'ı ve  Sistematik Analizler'i ve diğer kişisel sitelerimi izlemeye almıştı. Çay eşliğinde derin bir sohbete daldık.

Engin'in bana sorduğu bazı sorular vardı. Yeni bir Medeniyet Tasavvuru'na duyduğum ihtiyacı anlamak istiyordu. Fıkıh, Siyaset, Tasavvuf, Beyazlar, Kur'an gibi başlıklar altında çok şey konuştuk. Miras konusunda sorduğu soru önemliydi.. Kur'an'a göre erkeğe iki hisse kıza bir hisse düşmeliydi... Dinî bir çözüm bulmak isteyen müslümanların mevcut Hukuk Düzeni'nden nasıl bir çözüm beklemeleri gerektiği hakkında fikrimi sordu Engin. Miras konusunda tarafların anlaşmalarının mümkün olduğunu, hukukî bir mal paylaşım senedi ile mahkemelerin hüküm verebileceğini söyledim. İnsanların inançlarına göre çözüm bulmaları için isteklerine bağlı olarak sayısız çözüm üretilebileceğini düşünüyordum. Nihayetinde mevcut yasalar adil olmayan bir çelişki üretiyorlardı. Hiçbir zaman kıza, oğul kadar miras verilmedi bu ülkede... Medeni Kanunlar eşitlik iddia etseler de eşit mülk/miras bölüşümü yapılamadı... Erkekler hep mal ve para kaçırdı, kızlar hep mağdur oldu...

Kur'an'ın önerdiği çözüm erkeği rahatsız etmeyecek ve kadını da kendi eşinden gelebilecek +'2 ile tekrar üç birimlik hayat standardına ulaştıran bir çözümdü...  1/2 kurulmuş bir sitemi yıkan; 1/3 kurulu bir sistemi sürdürmeye yeten bir paylaşımdı.

O günlerde Numan Kurtulmuş'un Adalet ve Kalkınma Partisi'ne katılımından bahsediliyordu.. Engin'e, Numan Bey'in artık okuluna dönmesi gerektiğini, siyaseten başarısız olduğunu, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne geçmesinin kendisi için itibar zaafı oluşturacağını söyledim. Numan Bey, İktidar Partisi'ne faydalı olamazdı.. Ancak eğer; bilim adamı olarak fikir üretecekse bunu okulundan daha verimli bir şekilde yapabilirdi. Numan Bey bir siyasi parti genel başkanı olarak olaylar hakkında hep sular durulunca tepki vermeye çalıştı... Liderlik vasıfları yeterli değildi... Hâlen öyle düşünüyorum. Samimiyeti başka bir konuydu elbette... Tayyip Bey  iyi niyetli olabilirdi; ama gelişi İktidar Partisi'nde  emek verenlerce hoş karşılanmayacaktı, nitekim bakanlardan gelen tepkiler söylediklerime dair izler taşıyorlardı.

Vakit ikindiyi devirince yavaş yavaş yol aldık, dönüş yolunda, Ebuzziya Caddesi'nde... Bakırköy Camii ikindiye çağırdı bizi... Özgürlük Meydanı'na kadar sohbet ettik, sonra uğurladım Engin'i...


HE -Akşam, Ebuzziya Caddesi/ Aziz ve Cumali:

Ebuzziya Caddesi'nin akşamları sahilden esen meltemi ta özgürlük meydanına kadar taşır... Işıklar, yürüyüp geçen insanlar, hevesler, her türlü tasarımla özene bezene giyilen kıyafetler... renkleri azalmış olsa da, cadde hâlâ esnafına ekmek kazandırmaya devam diyor.

Cumali, akrabam... akşam Merter'deki mağazadan Bakırköy'dekine geliyor; oradan evine gidiyor... Zayıflamış biraz, neşeli... Mağaza'yı kapattık, Aziz'i ve oğlunu alarak eve doğru yola çıktık. Aziz'in oğlu ders çalışmaktan hoşlanmıyor; itfaiyeci olmak istiyormuş... Fırsat buldukça konuşmuştuk, daha yüksek hedeflerden bahsettik... Biraz ikna olmuş gibiydi...

O gece Cumali'lerde kaldım... Ertesi akşam, Adana'ya dönecektim... Sıcaktı yine...



<<Önceki           Sonraki>>

Seçkin Deniz Twitter Akışı