15 Ocak 2018 Pazartesi

SA5485/KY57-AHCZD74: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 37: Maide(80-91)

  "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


MAİDE SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (80-91. Ayetler)[1]

تَرٰى كَث۪يراً مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ

“Onlardan birçoğunun inkârcıları dost edindiklerini görürsün. Onların önceden kendileri için hazırladığı şey, yani Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötü bir sonuçtur! Hem de onlar azapta sürekli kalacaklardır.” (Mâide Suresi,5/80.)

İsrailoğulları'nın bozulması, isyankârlık, zalimlikleri ve lanetlenmeleri anlatıldıktan sonra Rabbimiz, yahudi toplumundaki Allah’ın gazabını hak etmelerine sebep olan inkârcıları dost edinmelerinin çirkinliğini gösterip onu eleştirmekle Müslümanların sağlam, canlı, derli-toplu bir yapıya sahip olmasını istemektedir. Müslümanlar inkar edenleri velî edinmezler.  

Sapık, bozguncu ve kötü insanlar tarafından ortaya konan, isyankârlık ve zalimlik her toplumda gözlenebilir. Müslümanlar her türlü zulmün karşısında durmakla mükelleftir. Müslümanlar emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker ve takvâ bilinci ile, toplumu her türlü kötülüğe karşı,  zalimleri de zulmü bırakmaları noktasında uyarmaları gerekmekte, zalimlere karşı kendi aralarında yardımlaşarak, dayanışma ve güç birliği içinde mücadele ederek ve bu süreçte kendilerini de vahiy ekseninde yeniden inşa etmek için harcamalıdırlar. “İşte o zaman zalimler nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuara 26/227)[2]

وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يراً مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

“Eğer onlar Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman ediyor olsalardı o inkârcıları dost edinmezlerdi; fakat onların birçoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide Suresi,5/81.)

Kur’an’da velâyet ilişkisinin yasaklandığı ayetlerde iki şey dikkat çekmektedir. İsimler ve sıfatlar. İsimler söz konusu olduğunda veli edinilmesi yasaklananlar: kafirler,(Âl-i İmrân,3/28; Nisâ,4/144; Mâide,5/81.) şeytan,(Nisa,4/76.) Yahudiler ve Hıristiyanlardır.(Mâide,5/51.) Sıfatların dile getirildiği ayetlerde dost edinilmesi yasaklananlar ise; Allah’ın gazab ettikleri,(Mümtehine,60/13.) düşman olanlar,(Mümtehine,60/1.) zalimler,(Casiye, 45/19.) sizi dininizden döndürmek isteyenler,(Nisâ,4/89.) dininizi alaya alanlardır.(Maide,5/57.) Şeytan, dostunu sapıklığa düşürür,(Hac,22/4.) ve düşmandır.(Kehf,18/50.) Kafirler veli edinilmemelidir zira onlar düşmanlık yapmışlar, müminleri ve peygamberi sırf inandıkları için yurtlarından çıkarmışlardır.(Mümtehine,60/1.) Bu nedenle zalimler birbirinin velisidir.(Maide, 5/51.) Müslümanlar bu kurallara riayet etmez ise içinde yaşadıkları toplumda fitne ve fesat çıkabilecektir.(Enfal, 8/73.)

Velî edilmemesi gereken, uzak durulması gerekenler ise müminler aleyhindeki davranış sergileyen (Mümtehine,60/8) düşmanca davranışlar içine girenlerdir.( Mümtehine,60/9.) Müslümanlar Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman ettiklerinden yoldan çıkmış, sapmış inkârcıları dost edinmezler.

لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَاناً وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

“Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin. Yine, onlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanların da, "Biz hıristiyanız" diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü bunların içinde (insaflı) keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Mâide Suresi,5/82.)

Ehl-i Kitap, mü’minler için hayır istemezler (Bakara,2/105.), onlardan razı olmazlar(Bakara,2/120.), onları ifsad etmek (Al-i İmran,3/118.) ve kâfir yapmak(Al-i İmran,3/102.) isterler. Allah (cc)’da onlara karşı iman edenleri uyarıyor ve diyor ki: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları velî/dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar.” (Maide,5/51.)[3] 

Bununla birlikte  Müminlere insanlar içinde en amansız düşmanlar da  yahudi ve şirk koşanlardır. Müşriklerle dostluk ilişkilerini geliştiren ve onları müslümanlara karşı kışkırtanlar yahudilerdir. “Kafir olanlara, bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır, diyorlardı.” Kur’an onların bu sözlerini vermektedir. İslam’a karşı savaşı Yahudilerin ve müşrikler hep ortaklaşa düzenlemişlerdir.

Bu âyette hıristiyanların sevgi beslemelerinin sebebine dikkat çekilmiş, yahudilerin düşmanlıklarının sebebine ise değinilmemiştir. Çünkü onların hâlet-i rûhiyeleri birçok sûrede açıklanmıştır. Yahudi ve müşrikleri müslümanlara karşı düşmanca davranmaya yönelten ortak vasıflar arasında kendini beğenmişlik, kibir, zulüm, haddini bilmezlik, ırkçılık, maddeperestlik, sevgi ve şefkat duygularının zayıf oluşu sayılabilir. (Kur'an Yolu Tefsiri, II/326.)

Avrupa Birliği'nin birinci ve ikinci dünya savaşları sonrası hırsları ve üstün ırk-kültür komplekslerinin (faşist-nazist-narsist-mason-kabala) tekrar nüksettiği günümüzde İslam düşmanlığında modern haçlılar olarak Hıristiyan ve Yahudi beraber hareket etmeyi seçmişler, II. Dünya Savaşından sonra sadece Hıristiyan Amerika 20 milyon insanı katletmiş[4], Hıristiyan Rusya’da ve Hıristiyan Avrupa ülkeleri de yine milyonlarca insanı katletmişlerdir. Siyonist Yahudiler de bu katillerle birlikte hepsinden önce Müslüman katl etmeye devam etmektedir.

Tabi bu düşmanlık listesine Hıristiyan ve Yahudi ortaklığının yanına pers İran’ı da eklemek gerekiyor. ABD’nin Afganistan, Irak, Suriye, Yemen işgallerinde onunla ortak çalışarak, milyonlarca Müslümanın kanını dökmüştür. Hatta Yahudi ve Hıristiyanları velî edinen Suud ve körfez ülkelerini de Mısır, Gazze, Yemen, Suriye ve Irak’ta Hıristiyan ve Yahudi ortaklığı ile birlikte döktükleri kanı da hatırlamamız gerekmektedir. Bir de bunların göz yummaları hatta el altından desteklemeleri sayesinde Afganistan, Arakan ve Afrika’daki oluk oluk akan Müslüman kanını da unutmamak gerekiyor.

وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ

“Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman hakikate dair bilgileri bulunduğundan dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz! İman ettik, bizi hakka şahitlik edenlerle beraber yaz.” (Mâide Suresi,5/83.)

Müslüman toplumda ilâhî buyruk ve yasakları sürekli olarak inceleyen ve insanlara bu doğrultuda yol gösteren, hakikate karşı büyüklük taslamayan ve sorumluluğunun bilincinde olan takvâ sahibi ve muhlis âlim kimselerin ve kendini Allah’a kulluk etmeye adamış sâlih insanların bulunması gerekir.
Ayette haber verilen bu güzel îmanî tavrı Müslümanların da göstermesi gerekmektedir. Kur’an’ı dinlediklerinde gözlerinden yaşlar boşanıp, "Rabbimiz! İman ettik, bizi hakka şahitlik edenlerle beraber yaz.” Demeleri gerekir. Kur’an, Müslümanların iman, ihlâs, takvâ, ihsân’ını artırmalıdır. “Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden, (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin imanını artırdı?” diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sûre onların imanını artırmıştır. Onlar bunu birbirlerine müjdelerler.” (Tevbe,9/124.)[5] Bugün “Allah bize yeter!” diyebilen,  sadece Allah’tan korkan, Rabbine dayanan, güvenen ve tevekkül eden Müslümanlara ihtiyaç vardır.

وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ

“Bütün emelimiz rabbimizin bizi erdemliler topluluğuna dahil etmesi olduğuna göre, Allah’a ve bize gelen gerçeğe niçin iman etmeyelim?" (Mâide Suresi,5/84.)

Müslümanlar iman ettikten sonra, Allah’tan sâlih/erdemli insanların kervanına katılmak için yardım isterler.

فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ

“Böyle söylemelerine karşılık Allah da onları, içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirdi. İşte iyi davrananların mükâfaatı budur.” (Mâide Suresi,5/85.)

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟

“İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktir.” (Mâide Suresi,5/86.)

İslâm, müslümanlardan günlük hayatlarında, ahlâklarında, canlarını, mallarını ve namuslarını korumada kendileri ile savaşmayan, fitne-kaos üretmeyen ve kendilerine düşmanlık-zulüm etmeyen Ehl-i Kitaba iyi davranmalarını ister. Onları her ne olursa olsun, kendi inançlarında serbest bırakmalarını güzellikle İslâm’a çağırmalarını, güzellikle onlarla tartışmalarını, müslümanlarla barış ve antlaşmalarına bağlı kaldıkları müddetçe, müslümanların da bu antlaşmalara bağlı kalmalarını ister. Her ne olursa olsun, onlar din konusunda hiçbir zorlama ile karşılaşmazlar.
Bununla birlikte Rabbimiz buyurmuştur ki:

“Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter. Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hacc,22/39-40.)[6]

Bu ayet aynı zamanda Müslümanların yapacakları savaşın meşruiyyet zeminini de açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Müslümanların varlıklarını ve değerlerini yok etmeye teşebbüs olarak yorumlanabilecek her davranış, meşru savaşın sebebidir. Savaş açanlara,( Tevbe 9/36.) din ve vicdan hürriyetinin tecellisine engel olanlara, insanları kendi yurdunda yaşayamaz hale getirenlere, zulüm ile baskı kuranlara,( Bakara 2/216-217; krş. 2/246; Nisa 4/71, 74; Maide 5/22; Enfal 8/39; Muhammed 47/1, 4.) düşmanlık gösterenlere (Enfal,8/8.) anlaşmaya ihanet ederek anlaşmalı olduğu insanların hayatlarını tehlikeye sokanlara,( Enfal 8/56-57; krş. Tevbe,9/4) birlikte yaşamanın zeminini kaybettirecek şekilde bozgunculukta bulunanlara karşı (İsra,17/4-5.) savaşın meşruiyeti bu minvalde tanınmıştır. Tarafsız konumda olanlar da eğer tarafsızlıklarını bozarlar ve Müslümanların aleyhinde bir tavır takınırlarsa onlarla da savaşmak meşru olmuştur.( Nisa,4/91.) Yine zayıf kadınlar, erkekler ve çocukların, zulümden kurtarılmaları için savaşmak bir görev olmuştur.( Nisa 4/75.) Bu görev yerine getirilmediği takdirde bir bedelin olacağı da ifade edilmiştir.( Tevbe,9/39, 41.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve güzel şeyleri haram saymayın, sınırı da aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Mâide Suresi,5/87.)

وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ

“Allah’ın size verdiği helâl ve temiz rızıklardan yiyin ve iman etmiş olduğunuz Allah’ın yasaklarından sakının.” (Mâide Suresi,5/88.)

Müslümanlar Allah’ın helal kıldığını kendilerine haram kılmazlar, haddi aşmazlar ve takvâ sahipleri olarak Allah’ın yasaklarından sakınırlar. Kur’an kendilerine öğretmiştir ki kendilerinden öncekileri kendi icat ettikleri bu tip aşırılıklar sırât-ı müstakim ve iman’dan uzaklaştırmıştır.

“Sınırı aşmayın” ifadesi “Helâli haram sayarak Allah’ın hükümranlık sınırına girmeyin” demektir. Zaten kendilerini yaratan Allah’ın hükmünü bırakıp kendi kendine helal-haram çıkartma imkanı tanınmamıştır. “Yaratmakta emretmekte Allah’a aittir.” (A’raf,7/54.)[7] Müminler, helâl de olsa verilen nimetlerden yararlanırken mâkul sınırın ötesine geçmez ve israftan kaçınırlar. Aynı zamanda Müminler, helâli haram, haramı helâl saymazlar ve helâllerin sınırını zorlayıp bazı haramları helâl haline getirmeye çalışmazlar.

Müminlere, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için kendilerini ve başkalarını hayatın helâl olan güzelliklerinden mahrum bırakma yoluna girmemeleri çağrısının bu âyette yapılmış olması, 82. âyette kendini ibadete veren hıristiyan din adamlarından olumlu biçimde söz edilmesinin yanlış anlaşılmasını da önlemiş olmaktadır. Nitekim bu iki âyetin iniş sebebi olarak anılan olaylar, Resûlullah zamanında bile bazı müminlerin dünyadan el etek çekerek zâhidâne bir hayat sürdürme arzusu içine girdiklerini, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının icaplarını yerine getirme konularında mahrumiyeti temel hayat felsefesi haline getirmeye yöneldiklerini, hatta bazılarının zühd yarışına girdiğini, bunun sonucunda gerek kendilerinin gerekse aile fertlerinin zarar görmesi sebebiyle Hz. Peygamber tarafından uyarıldıklarını göstermektedir (bk. Buhârî, “Edeb”, 86, “Teheccüd”, 20; Müslim, “Sıyâm”, 186, 188) (Kur'an Yolu Tefsiri, II/326.)

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutmaz, fakat bilerek ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalama seviyesinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğinizde (bozarsanız) yeminlerinizin kefâreti işte budur. Yeminlerinize bağlı kalın. Allah âyetlerini sizin için bu şekilde açıklıyor ki şükredesiniz.” (Mâide Suresi,5/89.)

Dinî bir terim olarak kefâret, kişinin dinen yapılmaması gereken bazı işleri yapması sebebiyle Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmak amacıyla yerine getirdiği, hem ibadet hem dinî ceza özelliği taşıyan bir onarma eylemini ifade eder. Allah’ın adı kötü işlere vasıta kılınmamalıdır. Kasıtsız yapılan yeminlerden ötürü sorumluluk yoktur; kasıtlı olarak yapılan yeminlerde dinin yasakladığı bir iş söz konusu ise bozulmalı, böyle değilse yeminlere sadakat esas olmalı ve –hangi sebeple olursa olsun– yeminin bozulması halinde bağışlanmaya vesile olması için belirli bir kefâret ödenmelidir (yemin çeşitleri hakkında bilgi için bk. Bakara 2/224-225; Buhârî, “Eymân”, 1-33; “Keffârâtü’l-eymân”, 1-10; Müslim, “Eymân”, 1-59). (Kur'an Yolu Tefsiri, II/332-333.)

Kur’an, sözleşme ve akitlerin (Mâide,5/1.) yerine getirilmesini emrettiği gibi,  verilen sözü yerine getirmeyi ve (İsrâ,17/34.) yemine çok önem vermiştir. Müslümanlar da iman ettikleri Kur’an’ın emri üzerine sözleşme-akitleri, verdikleri sözlerine ve yeminlerine önem veren insanlardır. Müslüman riyâkar bir yalancı ya da ahdine/akdine vefâsız biri olamaz.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide Suresi,5/90.)

اِنَّمَا يُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَعَنِ الصَّلٰوةِۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُنْتَهُونَ

“Şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide Suresi,5/91.)

İslâm’da yükümlülüklerin tebliği ve insanın eğitimi konularında tedrîcîlik yani adım adım ilerleme yöntemi önemli bir yere sahiptir. Özellikle toplumda kökleşmiş uygulamaların bir anda sökülüp atılmasının meydana getireceği sarsıntı dikkate alınarak bazı buyruk ve yasaklar aşama aşama bildirilmiş, bunların amaçlarının kavranmasına ve sindirilmesine imkân tanınmıştır. Hz. Âişe şu sözleriyle bu hususu çok veciz bir biçimde ifade etmiştir: “Şayet Kur’an’ın ilk âyetleri ‘İçki içmeyin’ ve ‘Zina etmeyin’ hükümlerini getirseydi insanlar Resûlullah’ın etrafından dağılırlardı” (Buhârî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 6). (Kur'an Yolu Tefsiri, II/336.)

Kur’an-ı Kerîm bu alışkanlığın birden yasaklanması yerine, insanların belli bir süreç içinde içki alışkanlıklarını yenmelerini amaçlamış ve yasaklama noktasına dört aşamada varmıştır.
“Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.” (Nahl,16/ 67) ayetidir. Bu ayet hamrın (şarabın) yasaklanmasına doğru giden yolun ilk aşamasıdır. Mekke’de nazil olmuş bir ayettir.
Yasaklama da ikinci ayet; “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” (Bakara,2/219.)Bu âyet-i kerîmede de açıkça anlaşıldığına göre mü’minler bu iki şeyin helâl veya haramlık yönünü sormuşlardır. Buna göre kimi içki içmeyi bırakmış kimi de içmeyi sürdürmüştür.

İlgili üçüncü ayet, sarhoşlukla ilgili ilk ayet ise şu şekildedir; “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.”(Nisâ,4/43.) Bu ayet Medine’de nazil olmuştur. Ayette kısmî bir yasaklama görülmektedir. Bu âyetten sonra bazı sahâbîler içkiden kendilerini sakınmışlar, bazıları ise, namaz vakitleri dışında sabah namazından sonra kuşluk vaktine kadar veya çoğunun yaptığı gibi yatsı namazını müteakip gece yarısına kadar içki içmeye devam etmişlerdir.

Yasaklama da ki Kuran’da geçen son ayetler ise şu şekildedir; “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Mâide,5/90-91.)  

Bu ayetler de Medine’de nazil olmuştur. Müfessirlerin ortak görüşü bu ayetlerin şarabı yasakladığı şeklindedir. Zaten ayetler nazil olduktan sonra Medinelilerin evlerindeki şarapları döktükleri ve şarap yapımında kullanılan kapları Hz. Muhammed’in istekleri doğrultusunda kırdıkları aktarılan rivayet arasındadır.

Allah’ın elçisi Hz.Peygamber (as)’dan şöyel dediği rivayet edilmiştir: “Muhakkak ki Allah içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir.”( Ebû Dâvud, Sünen, 2/292.)  “Sarhoşluk veren her içki haramdır.” (Rûdânî, a.g.e.,243.) “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.”( Ebû Dâvud, Sünen, 2/294.) buyurmak sûretiyle, hangi şeyin içki sayıldığı konusunda kesin İlâhî sınırı çizmiş bulunmaktadır.[8]

Âyetten açık biçimde anlaşılan mâna, günah ile takvâ arasında zıt bir ilişkinin bulunduğudur. Müslümanlar bilir ki günah ve isyan arttıkça takvâ zayıflar, takvâ, ihlâs ve ihsân arttıkça da günah ve isyan azalır. Müslümanlar içki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerin tamamından kaçınırlar ve bunlara yaklaşmazlar. 

Müslümanlar bilir ki, Şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Müslüman için Rabbinin belirlemiş olduğu helâl-legal daire yeterlidir ve harama girmesine ihtiyaç bırakmamaktadır. Âyetteki iman, amel-i sâlih, takva ve ihsan kavramlarıyla ilgili tekrarlar, imanın güçlenerek varlığını korumasını, tökezlemeler olsa da derhal imanın etkisiyle itaate, samimi kulluğa dönülmesini, Allah ile ilişkinin ihsan boyutuna ulaşması için sürekli çaba sarfedilmesini teşvik ve telkin maksadı taşımaktadır.



 <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 15.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları




[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
[3] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
[4] US Has Killed More Than 20 Million People in 37 “Victim Nations” Since World War II.
https://www.globalresearch.ca/us-has-killed-more-than-20-million-people-in-37-victim-nations-since-world-war-ii/5492051/amp
[5] وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
[6] أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ
[7] أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ 
[8] Rûdânî, Büyük Hadis Külliyatı Cem‘u’l-fevâid, (çev: Naim Erdoğan), İz Yayıncılık, İstanbul, 2012. s. 243-246.




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı