19 Ocak 2018 Cuma

SA5503/KY57-AHCZD75: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 38: Maide(92-104)

  "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


MAİDE SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (92-104. Ayetler)[1]

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُواۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 “Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve tedbirli olun. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki elçimizin görevi açık biçimde tebliğ etmekten ibarettir.” (Mâide Suresi,5/92.)

Müminler Allah’a ve Peygamberi Muhammed Mustafa (sav)’e itaat ederler,  Allah’a ve Peygamberine isyandan ateşe atılmak gibi korkarlar.

Allah (cc) Hz. Peygamber (sas)’e Kur’an’ı indirdikten sonra bunu insanlara açıklamasını (Nahl,16/44,64.) ve tebliğ (Maide,5/67) etmesini de istemiştir. Yani Hz. Peygamber (sas) sadece kendisine gelen emirleri insanlara ulaştıran bir tebliğci değil aynı zamanda onları açıklamakla da görevli  şâhit, müjdeci ve uyarıcıydı. .( Fetih,48/8.)

 “Ey Peygamber sana indirilenleri tebliğ et.”(Maide,5/67) Âyeti ile Peygamber (sas) kendisine nazil olan âyetleri tebliğ ile görevlendirilirken,

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana bu zikri indirdik.” (Nahl,16/44) âyeti ile de tebliğ edeceği âyetleri açıklaması istenmişti. O bir taraftan nazil olan vahiyleri kendi hayatında uygularken diğer taraftan da: “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız siz de öyle kılınız”(Buharî, Ezan: 18), “Hac menâsikinizi benden alınız.”( Nesâî, Menâsik: 220; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/318,366) şeklinde buyurarak, insanların da uygulamasını istiyordu. Yani o nazil olan âyetleri hem sözlü hem de fiilî olarak açıklıyordu.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde geçen muhtelif âyetler Hz. Peygamber’e uymayı,( A‘râf 7/158.) Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’e başvurmayı,( Nisâ 4/61.) Allah’a ve resulüne itaat etmeyi,( Nûr 24/51) Allah ve resulünün hükümlerine tereddütsüz biçimde uymayı ve Allah ve resulüne karşı gelmemeyi, (Ahzâb 33/36.) Hz. Peygamber’i örnek almayı (Ahzâb 33/21.) ve Hz. Peygamber’in verdiği hükme karşı bir sıkıntı duymayıp tamamen teslim olmayı(Nisâ 4/65.) emretmektedir. Başka âyetlerde Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından açıklanmak üzere indirildiği ifade edilmektedir.(Nahl 16/44, 64.) Hz. Peygamber’e itaat etmeyi emreden, ona itaat etmenin Allah’a itaat etmek anlamına geldiğini bildiren ve Hz. Peygamber’e karşı gelmeme konusunda uyarılar içeren başka birçok âyet 

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara, günahlardan sakındıkları ve imanlarını koruyup iyi işler yapmayı sürdürdükleri, sakınmaya devam edip imanlarına bağlı kaldıkları, hem günahlardan sakınıp hem en iyiyi yapmaya çalıştıkları takdirde daha önce yiyip içtiklerinden ötürü bir günah yoktur. Allah, rızasına uygun davrananları sever.” (Mâide Suresi,5/93.)

Müminler kötülenen davranış ve eylemlerden övülen ve beğenilen işlere dönüş yaparlar. Yaptıkları günahtan pişman olur, hayıflanırlar. Pişman olmak, yaptığı bir eylemin ya da inandığı bir düşüncenin yanlış olduğunu anlamak ve karar vermektir. Tevbe ise bu kararı pratiğe dökmek, yürürlüğe koymak, bu karara göre hatalı davranış ya da düşüncesini terk ederek, onun alternatifi olan doğru davranış ya da düşünceyi benimsemektir. Tevbe eden Müslüman, işlediği günahından pişman olduğunu, içinde bulunduğu şimdiki zamanda ve gelecekte o günahı bir daha işlemeyeceğine karar verdiğini ve kararında da sebat ettiğini ifade etmiş olmaktadır. Allah da bu şekilde tevbe eden kişinin tevbesini kabul edeceğini vaat etmiştir.(Şûrâ, 42/25.)

Mü’min kimse, hiçbir zaman Allah’a karşı günahsız ve kusursuz olduğunu düşünemez. Açık ve bilinen bir günah işlemese bile, genel olarak muhtemel her günahından dolayı tevbe etmek, bağışlanma dilemek gerçek mü’minin genel bir karakteridir. Mü’min tevbe etmek suretiyle aynı zamanda olmuş ya muhtemel olumsuz davranışlar konusunda kendini kontrol eden bir mekanizma geliştirir.  Kur’an, böylesi bir mü’minin örneğini Hz. Süleyman’ın şahsında sunar:
“Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi. Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.” (Sâd, 38/34-35.)[3]

Mâide 93. Ayete göre, Rabbimizin günaha saplanmış ama Allah’tan başka gidecek yerleri olmayan Müslümanlara kurtuluş reçetesi şöyledir:

- günahlardan sakınmaları (takvâ-sorumluluk bilinci)
- imanlarını koruyup iyi işler yapmayı sürdürmeleri,(sâlih amel)
 -sakınmaya devam edip imanlarına bağlı kaldıkları, (imanda sebât)
- hem günahlardan sakınıp en iyiyi yapmaya çalıştıkları (ihsân).

Mümin günah, kusur ve isyandan vazgeçip Allah’a dönmesi gerekir ve Yüce Allah’ın insana her şeyi yapmaya gücü yettiği için, kulun Allah’tan korkması gereklidir. İlâhî rızayı gözeterek Allah’a tevbe etmesi, günah ve isyanda ısrar etmemesi gerekir. “Yalnız O’na yönelin ve O’ndan korkun; namazı kılın ve Allah’a ortak koşanlardan olmayın.”(Rûm, 30/31.)[4]

“Görmeden Rahman’a saygı gösteren ve Hakka dönük bir yürek getiren herkesin mükâfatı budur!” (Kaf, 50/33.)[5]

Cennet, Allah’a dönük bir kalp ile gelen, her taraftan yüz çevirip bütünüyle Allah’a yönelen, sahîh bir imana ve sâlih amele sahip olan, günahları yüzünden Rabb’ine gönülden tevbe eden, boyun eğerek Allah’tan korkan, Allah’ın râzı olmadığı şeylerden râzı olduğu şeylere rücû eden, helal ile yetinen ve harama meyletmeyen, Allah’a itaat eden, ihlâs ile iyi davranışlarda bulunan kimseler içindir. Allah katında asıl değer ve kıymet, bütün samimiyetiyle, kalpten Allah’a bağlananların değeridir.
Yüce Allah biz  mü’minlere/insanlara şu şekilde hitap etmiştir: Hepiniz tevhîd inancına sarılın, doğuştan, kulu olduğunuz Allah’a dönün, yüzünüzü gerçek dine çevirin, tevbe ve ihlâs ile Allah’a yönelin. İman etmiş olduğunuz halde dinin emir ve yasaklarına uyun. Allah’tan ittikâ edin, sizi O’nun gazabıyla karşılaştıran hayat tarzından kaçının, yaptığınız işlerde Allah’ın gözetimi altında olduğunu unutmayın.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّٰهُ بِشَيْءٍ مِنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُٓ اَيْد۪يكُمْ وَرِمَاحُكُمْ لِيَعْلَمَ اللّٰهُ مَنْ يَخَافُهُ بِالْغَيْبِۚ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

“Ey iman edenler! Allah, görmedikleri halde kendisinden korkanları ortaya çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın yetişebileceği bir miktar av ile muhakkak ki sizleri sınayacaktır. Bundan sonra kim sınırı aşarsa onun için elem verici bir azap vardır.” (Mâide Suresi,5/94.)

Müminler imtihandadırlar, Allah’ın kendilerini  kim daha güzel amel yapacağını  ve görmedikleri halde kendisinden korkanları belirlemek için sınayacağına iman ederler. Biz her ne kadar Rabbimizi görmesek te her zaman Rabbimiz bizi görmektedir. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz. “Şüphesiz yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.” (Âli İmrân,3/5.)[6] “Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz.” (Sebe,34/3.)[7]

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk,67/2.)[8]

Müminler, Allah’tan görmedikleri halde korkan ve seven kimselerdir. Mümin, “Allah’a, O’nun birliğine ve kudretine öylesine inandım ki benim kurtuluşum O’nun hoşnutluğunu kazanmaktan, bu da O’ndan gelen her buyruğa yürekten teslim olmaktan geçer” diye düşünen insandır. Mümin, sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’a kul olup, kula kul olmayan şerefli insandır.  Âyet, görmedikleri halde insan idrakinin ötesinde bir varlık olan Allah’a iman edip O’nun buyruklarına yürekten teslim olanları ortaya çıkarmak üzere ilâhî bir sınav düzenlendiğini haber veriyordu. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/342-343.)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللّٰهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَيَنْتَقِمُ اللّٰهُ مِنْهُۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ

“Ey iman edenler! İhramda iken av hayvanlarını öldürmeyin. Sizden kim böyle bir hayvanı kasten öldürürse öldürdüğüne denk bir evcil hayvanı ceza olarak öder. Bunu -Kâbe’ye ulaştırılacak bir kurbanlık olmak üzere- aranızdan adalet sahibi iki kişi takdir eder. Yahut o kişi, yoksulları doyurarak veya ona denk olacak kadar oruç tutarak bir kefâret öder ki böylece yaptığı fiilin vebalini tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bunu yeniden işlerse Allah onun cezasını verir. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (Mâide Suresi,5/95.)

اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعاً لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُماًۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

“Kendinize ve yolculara geçimlik olmak üzere sularda avlanmak ve onu yemek size helâl kılındı. Kara avı ise ihramda bulunduğunuz sürece size haram kılındı. Toplanıp huzuruna varacağınız Allah’tan korkun.” (Mâide Suresi,5/96.)

Müminler, imtihanda olduklarını unutmazlar, Allah’tan korkarlar ve hudûdullâh’ı korurlar, Allah’ın belirlediği sınırları aşmazlar, helâl dairede kalırlar ve harama meyletmezler. Günaha dalarlarsa da tevbe edip bir daha aynı hataya düşemezler. Allah’ın  cezalandırmasından korkarlar.

Bu âyetler, özellikle Hz. Peygamber’in uygulamaları ışığında yorumlanarak, ihramlı veya ihramsız olsun, Harem bölgesinde bulunan kişi ile Harem bölgesinin çevresinde (Hil bölgesi) ihramlı olarak bulunan kişinin yabani kara hayvanı avlamasının yasak olduğu sonucuna varılmıştır. 95. âyette bu yasağa rağmen avlananların avladıkları hayvanın dengini Kâbe’ye (ki bu, İslâm bilginlerince Harem bölgesi olarak anlaşılmıştır) ulaştırıp fakirlere dağıtılmasını sağlamaları gerektiği bildirilmiştir. 96. âyette ise su hayvanlarının ihramlı iken de avlanabileceği bildirilmiştir. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/344-345.)

جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

“Allah Kâbe’yi, Beytülharâm’ı, haram ayı, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıkları insanların maddî ve mânevî hayatları için destek kıldı. Bu, Allah’ın göklerde ve yerdeki her şeyden haberdar olduğunu ve Allah’ın her şeyi bildiğini anlamanız içindir.” (Mâide Suresi,5/97.)

Müminler, deniz, kara, göklerde kendilerine sunulan ve Kâbe, Beytülharâm, haram ay, boyunları bağsız ve bağlı kurbanlıklar gibi tüm nimetler sebebiyle Allah’a şükrederler.

Allah, maddî ve mânevî hayatları için insanlara destek vermesine rağmen onlar hala Allah’a şükretmiyorlardı. Tevhid evinde (Kabe) yalnız Allah’a ibadet etmiyorlardı. Şirk, küfür ve fıskı terk edip imana girmeye yanaşmıyorlardı.

Yani, "Eğer Kâbe'nin kutsallığı ve hac için konan sınırlamalardaki hikmeti ve bundan kaynaklanan yararları iyice düşünürseniz, bütün bunları öngören Allah'ın yarattıklarının saadeti ve ihtiyaçları hakkında nasıl derin ve tam bilgisi olduğunu kabul edersiniz. Kavrarsınız ki, O'nun koyduğu hükümlerden her birinin insan hayatının değişik yönlerine dönük çok yararları vardır. 

Hz. Peygamber'in (s.a) gelişinden önceki karışıklık yüzyıllarında bile Allah Kâbe'yi, kendinizin anlamsızca yok etmeye çalıştığınız hayatınız için bir güvenlik ve istikrar aracı yapmıştı. Aynı şekilde Allah'ın hükümleri, güvenliğinizi ve refahınızı garanti etmektedir. Bu bakımdan kendi iyiliğiniz için bu hükümleri gözetmelisiniz. Çünkü bunlarda kendi araçlarınızla ne görebileceğiniz, ne de elde edebileceğiniz gizli yararlar vardır." (Tefhîm,I/514.)

 “Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?” (Lokmân,31/20.)[9] “

Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir.” (Hacc,22/65.)[10] 

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.” (Câsiye,45/13.)[11]

اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ

“Bilin ki Allah’ın cezalandırması çetindir ve Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Mâide Suresi,5/98.)

Bu sakındırmanın yanında dönüş niyeti olmayan isyankârlara bir uyarı ve işaret verilmektedir.

“Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.” (İbrahim,14/47.)[12] 

“Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” (Enfâl,8/25.)[13]

مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ

“Peygamberin görevi, tebliğ etmekten ibarettir. Allah ise açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.” (Mâide Suresi,5/99.)

“Peygamber’in görevi, tebliğ etmekten ibarettir” buyrulması onun peygamberlik dışında bir işinin ve sıfatının bulunmadığı anlamında olmayıp, bu bildirimden sonra insanların sorumluluk konusunda diyecek bir şeylerinin kalmayacağına vurgu içindir. Nitekim Nisâ sûresinde (4/165) peygamberlerin niçin gönderildiğine değinilirken, insanların Allah’a karşı bir mazeret ileri sürmelerine imkân bırakmama hususu açıkça ifade edilmiş, Gaşiye sûresinde (88/22) Hz. Peygamber’in sadece bir uyarıcı olduğu ve insanlar üzerinde baskı kurarak onları dinin icaplarına zorla uydurma gibi bir görevinin bulunmadığı hatırlatılmıştır. Âyetin devamında “Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir” buyrulması da, bildirimden sonra sorumluluğun insanların omuzlarında olduğunu anlatmaktadır. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/345-346.)

İhramlı ve ihramsız hallerle ilgili helâl ve haramların belirtildiği bu bölüm; açıkça azaptan sakındırmayı ve Allah’ın rahmet ve bağışlamasına ümitle bakmayı, telkin ederek sona eriyor.

قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَـثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟

“De ki: "Kötünün çokluğu sana ilginç gelse de iyi ile kötü bir değildir. O halde ey akıl sahipleri, Allah’a âsi olmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz!" (Mâide Suresi,5/100.)

“İyi ile kötü”, “iman ile küfür”, “hakk ile bâtıl”, “adalet ve zulüm” nasıl bir değil ve birbirlerinin zıddı ise “tayyibât ve habâis” te böyledir, birbirinin zıddıdır. Aynı zamanda bir imtihan kalemidir. Yaratan Allah olduğu için tanımlamalar da hüküm de Allah’a aittir. Ey akıl sahibi Müslümanlar!  Allah’a âsi olmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz!

“Kötü-pis” diye tercüme edilen habîs ile “iyi” diye tercüme edilen tayyibin bir olamayacağını belirten cümle, niceliğin aldatıcı cazibesine kapılmamak gerektiğine ve niteliğin önemine dikkat çekmektedir. Buradaki fiilin Kur’an’daki kullanımları dikkate alınırsa, habîs ile tayyibin birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar farklı oldukları anlaşılır. (Kur’an Yolu Tefsiri, II/346.) “Tayyibât” olarak nitelenen yiyeceklerin helal olduğunu (Maide, 5/4) ve “tayyib” olan şeylerin helal, “habis” olan şeylerin haram olduğunu (Araf, 7/157) ifade eden ayetlere dayandırılmaktadır.

Tayyib, helal olan ve insanın hoşlandığı temiz yiyeceklerdir. Hz. Peygamber’in “tayyib olanları helal kılan” ve “habîs olanları haram kılan” şeklinde nitelendiği dikkate alındığında,(Araf,7/157.) gıdalar söz konusu olunca insanın hoşlandığı, faydalı ve temiz yiyeceklerin prensip olarak helal, insanın hoşlanmadığı, iğrenç ve temiz olmayan şeylerin ise prensip olarak haram olduğunu söyleyebiliriz. Ancak gözden uzak tutulmamalıdır ki haram (habîs) ve helal  (tayyib) sınırına riayet etmek mükellefler açısından fayda ve zarar ilişkisine dayalı somut gerekçelerin ötesinde, kulluğun bir gereği olarak dünyada tabi tutulduğumuz imtihanın bir parçasını oluşturmaktadır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ

“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokacak hususlarda soru sormayın. Kur’an indirilirken böyle sorular sorarsanız size açıklanır. Allah onlardan sizi muaf tutmuştur. Allah çok bağışlayıcıdır, halîmdir.” (Mâide Suresi,5/101.)

قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ

“Bu tür soruları sizden önce de bir topluluk sormuş, fakat sonunda bunları inkâr eder olmuşlardı.” (Mâide Suresi,5/102.)

Bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylardan biri şudur: Haccın farz olduğunu bildiren âyet indiğinde Hz. Peygamber bir hutbe okumuş, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâdan sonra “Allah size haccı farz kıldı” buyurmuştu. Bir sahâbî “Her yıl mı ey Allah’ın resulü?” diye sordu. Resûlullah soruyu duymazdan geldi. Sorunun üçüncü defa tekrar edilmesi üzerine Hz. Peygamber “Şayet evet deseydim (her yıl haccetmeniz) farz olurdu. Siz ise buna tahammül edemezdiniz. Benim değinmediğim konularda soru sormayın. Sizden önceki bazı toplumlar peygamberlerine çok soru sormaktan ve sonra da bunlar üzerinde ihtilâfa düşmekten dolayı helâk olmuşlardır. Şu halde size bir şeyi emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının” buyurmuştur (Müslim, “Hac”, 412). (Kur’an Yolu Tefsiri, II/347-348.)

Müslümanlar ne dünyalık işler için pratik bir faydası olan, ne de manevî yücelişe yol açacak olan yersiz gereksiz sorular sormazlar. Boş işlerle meşgul olmazlar.  Müminler boş, faydasız, malayani söz ve işlerden kaçınırlar. Mümin, ne sözlerinde, ne tavır ve davranışlarında, ne de fiillerinde boş ve anlamsız hareket etmemelidir, lüzumsuz soru sormakta buna dahildir.

“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Müminûn, 23/3.)[14]

“Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selâm olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz” derler.”( Kasas, 28/55)[15]

“Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.”( Furkân, 25/72.)[16]

 “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”( İsrâ, 17/36.)[17]
----
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ

“Allah bahîre, sâibe, vasîle ve hâm ile (diye bazı hayvanların işaretlenip kullanımdan alıkonması) ilgili bir buyruk koymamıştır. Fakat inkârcılar kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırmaya çalışıyorlar; onların çoğu akıllarını kullanmıyorlar.” (Mâide Suresi,5/103.)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ

 “Onlara "Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler olsa da mı?” (Mâide Suresi,5/104.)

Kur’an bize iki ölümcül hata ve sapmadan haber vermektedir. Bunlardan ilki “kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırmak” yani Allah’a iftira etmektir.(Mâide,5/103) İkincisi ise “atalarının yanlış ve sapkın yolunu izlemek” tir. (Mâide,5/104)

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?” (Bakara,2/170.)[18] “Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?” (Lokmân,31/21.)[19]

Ya ataların aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyse?"

Düşünmeyen, akletmeyen yığınların sergilediği bu sahte karşı çıkış "Biz atalarımızı "aklı ermeyen ve doğruyu bulmayan atalar" bunun üzerinde 'bulduk'" sözleridir. "Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı? (Maide,5/104)[20]

 Tevhid toplumdan "iman" isterken, gelenek, "tekrar" ister. İman’ın yöntemi "düşünme, araştırma ve bilme"dir; geleneğin yöntemi ise yalnızca "taklid ve adaptasyon" dur. Müminden istenen Rabbine karşı bilinçli bir şekilde hayatının tamamında” işittik ve itaat ettik” diyebilmesidir. 

“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Nûr,24/51.)[21] 

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Mâide,5/7.)[22]

De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf,18/29.)[23] 

Rabbimiz bununla beraber şunu da  emretmiştir: 

“Helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın (ebedî hayat ve kurtuluşu hak eden) da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı).” (Enfâl,8/42.)[24]

İşler sarpa sarınca, kendi sefihlikleri sayesinde akıllarını kullanmayıp sapıklığa saplandıkları zaman kendilerini de şöyle savunacaklar ama bir faydası olmayacaktır:

“Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” (Nahl,16/35.)[25]

İslâm dini tevhid inancı üzerinde ısrarla durmuş, şirkin ve putperestliğin her çeşidini yasaklamıştır; ana babaya, ecdada saygıyı emretmişse de bu saygı ve sevginin onları putlaştıracak dereceye vardırılmasını, onlara tapınılmasını şirkin bir çeşidi saymış ve kesinlikle haram kılmıştır. İslâm dininde sadece ataları putlaştırmak değil onların bâtıl olan âdet ve telakkilerine bağlanmak, bunu bir ibadet haline getirmek de yasaklanmıştır. Ayrıca ata ruhlarının yaşayanları olumlu veya olumsuz yönde etkilediği şeklindeki bir düşünceye de İslâmiyet’te yer verilmemiştir. (Günay Tümer, Atalar Kültü, DİA ,IV/43.)


 <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 19.01.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları

[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Âl-i İmrân 3/31-32, 132; en-Nisâ 4/13-14, 59, 64, 69, 80; el-Mâide 5/92; el-Enfâl 8/20-21, 24, 46; el-Ahzâb 33/71; Muhammed 47/33; el-Haşr 59/7; et-Tegābün 64/12.
[3] وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَى كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
[4] مُنِيبِينَ إِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ 
[5] مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ
[6] إِنَّ اللّهَ لاَ يَخْفَىَ عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء
[7] لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ 
[8] الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
[9] أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً 
[10] أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ
[11] وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ 
[12] فَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
[13] وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
[14] وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
[15] وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ
[16] وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا
[17] وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
[18] وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ
[19] وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ
[20] وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُواْ حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلاَ يَهْتَدُونَ
[21] إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
[22] وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
[23] وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ
[24] لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَى مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ 
[25] وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ


Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı