11 Şubat 2016 Perşembe

SA2477/KY1-CÇ195: Düşlerin İsyanı/Roman-Bölüm 3-V

"Yaşamım düş kurmakla geçti ya!"

“Dünyada senden sonra da yaşayabilecek olan şey sözdür! Sen sözü hor görme!”
Firdevsî

Bölüm Üç
-V-

Eski günlüklerimi karıştırırken Cüce Gave’nin büyük halasıyla çekilmiş fotoğrafını gördüm, Güher Uçurumu’nun korkuluğuna dayanmış uzaklara bakıyordu. Resmin arkasına, “Madem bu denli duyarlısınız.. madem öylesiniz hani niye duymadınız çığlıklarımı? Niye duymuyorsunuz çığlıklarımı..” diye yazmıştı. Yani ben yazmıştım. Ben cüce Gave değil miydim? 

Yok ben Cemşiddim.. Aynaları neden bu kadar çok sevdiğimi, onlar olmadan yapamayacağımı, şimdi bunları yazarken yine sırrı dökülmüş aynanın karşısında olduğumu, artık her şeyin eskisi gibi bana mutluluk vermediğini, yazdığım senaryoyu başa kadar götüremeyeceğim korkusuyla ne acılar çektiğimi, bu anlatıyı da bitirdikten sonra belki rahat bir soluk alabileceğimi, kendimi olmadık yere paraladığımı, soğuk kış günlerinin dökümünü.. Liz Taylor ve Tuti Atlı Kuşum'un resmini.. çığlığımı duymadığınızın tanığı, arkası sabit kalemle yazılı siyah beyaz fotoğrafımı.. nasıl da körmüşsünüz.. ben dipsiz uçurumdan aşağı yuvarlanırken nasıl da hiçbir şeyin ayırdında değilmişsiniz.. oysa acemilerin de acemisiymişim. Bunu nasıl olur da anlayamazsınız? Anlayamamışsınız? 

İşte yine eskilerin labirentine düşürdünüz beni yeniden; sahildeki karaltı kadın -ya Şehrinaz’ın ya da Şehrazat’ın annesi- uzandığım yerde beni akrep ölüsüne benzeterek, kızına olan güvenini yenileyen bir tarih oldu; ayak uçlarından başlayarak bir kadını öptüm, palmiyesiz kıyıda ölmüş şimdi sakallı akreplere el ederken. Orta yaşlardaki kadın yine beni buldu kayalıkların başında. 

Şaşkın bakışlarımı aynalardan uzak tutuyor,  gülüyor, sonra yine devriliyor; zamansız bir kaybolmayla Ernüvaz Hanım’ın -Saklambaç Oyunu’ndaki- resimlerine bakıyor; akrepleri ürkütmemeye çalışıyordum. 

*** 
Çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının büyük bir bölümü burada geçtiği için, sırf göçmen kimliğinden dolayı kendine bu adı verdiğini söylediğinde, baharın onun için hep bir yerlerini acıtan tekil bir şamata olmayı sürdüreceği yanılsamasına kapılmıştık.

Şehrazat’ın annesinin –adını şimdi çıkaramıyorum, onun annesiyle benim karım Şehrinaz’ın annesini hep birbirine karıştırıyorum- fotoğraflarını göstermek istiyordum Ernüvaz Hanım’a –yani ruh doktoruma, niye böyle bir istek doğmuştu içimde hep merak ederim.. bilmiyorum- fotoğrafları bulamadım. 

Şehrazat’ın annesi resim de yapardı. Her yapıp bitirdiği resmin yanında poz verirdi. Bizi de yanına alarak. Daha çocukluğumuzda böyleydi. Fırtınanın gazabına uğramasam, bulur o resimleri Ernüvaz Hanım’a gösterirdim. Olmadı. Simi dökük aynadan içeri düşmüştüm. Fırtına amanımı dumanıma katıp aynadan içeri fırlatmıştı. Sahildeydim. İki elimle boyumu aşan “Akreplerin Dansı”
tablosu yanında bir Akdeniz ıslığına dönüşerek birden ellerimden büyüyünce, akreplerin kuşağında küllenmişti, yelkovan .

Ben bir masalda kalmıştım, yalnızca Ernüvaz'ın bildiği ve Perilerin yalanladığı bir senaryo masalında... Bu yüzden senaryonun lekeleri o kadar çoktu ki; kedi ve keman sessizliğinde önümde akan görüntü ırmağına dalışım gözü kapalı oldu, denebilir. Ernüvaz'ın bana okuduğu masalları -içine girdiğim ve kaybolduğum masalın dışında- yatağına süzülen minyon tipli sırnaşık kedi ile donup kaldıktan bir karede.. Ama eksikliği, bir yerde bitmemişliği, yarım bırakılmışlığı yansılayan yüzünün tamamlanmamışlığını, öptükçe uzayan bacaklarını, bütün zamanların kadınını, en çok Şehrazat'ı düş dünyasının dolabını kilitleyeceğim, nedense o zaman aklıma hiç gelmemişti,; senaryoda katili katil yapan tek şey akreplerin baharda aşık olmayı çok sevmeleriydi.

Telefon çaldığında, rüyanın daha henüz etkisinden kurtulmuş sayılmazdım; onun olabileceği düşüncesi içime ‘löp’ diye oturdu; bunun verdiği kaygıyla elim kırmızı telefona uzandı, sonunda beni aramaya karar verdiğine göre düşüncelerinde değişiklik olmuştu.. sonra "Hayır...." dedim, "Onun olmasına olanak yok...." 

Her şeyi bitirdiğini düşünüyordum.. bunların hepsi bir kuruntudan başka bir şey olamazdı.. Hiç yoktan yere kaygılanıyordum. Karşı taraf telefonu açacağımdan emindi ki hâlâ çaldırmaktaydı. “Yeter!” diyecek oldum bir an, “Patlamadınız ya, geldim, açıyorum?” 

Telefonun zili kesilmek nedir bilmiyordu... o boşlukta bir yerleri aranıp dururken, Şehrazat’ın gözleri gelip karşımda dikilmişlerdi; derin ve hüzünlü olan o mavi gözlere bir daha baktım, her şey o gözlerdeydi bak yeminle, denize bu yüzden hiç gidemedim, gitsem de bir tat alamadım.. 

Tümsek aynaların mı simi dökük düz aynaların mı bir hinliğiydi, bilmem; ama denizden hep uzak durdum. Keşke sinemadan uzak dursaydım ya da Dehhak’tan. Bu arzum gerçekleşmemişti, gerçekleşemezdi.. 

Siyah giysiler içindeki balıketli bir kadın kumral saçları havada uçuşurken iç içe geçmiş sahnelerden kurulu bir rüyanın içinde yüzüyordu her şey.. 








Cemal Çalık, 11.01.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Düşlerin İsyanı, Roman 




Seçkin Deniz Twitter Akışı