28 Temmuz 2023 Cuma

SA10284/MT180: Korunacak Bir Şey Kaldı mı?

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

Sonsuz Ark'ın Notu:
Çevirisini yayınladığımız analiz, roman ve deneme yazarı Paul Kingsnorth'a aittir ve Transhumanizm fırtınasının yok ettiği değerlere odaklanmaktadır.
Seçkin Deniz, 28.07.2023, Sonsuz Ark

Is there anything left to conserve?

"Modernitenin tavukları tünemek için eve geldiler."

G.K. Chesterton, "Tüm modern dünya" diye yazmıştır, "kendini Muhafazakârlar ve İlericiler olarak ikiye ayırmıştır. İlericilerin işi hata yapmaya devam etmektir. Muhafazakarların işi ise hataların düzeltilmesini engellemektir."


(Kaynak: English Heritage/Heritage Images/Getty)

2023'e hoş geldiniz.

Peki koruyacak bir şey kalmadığında ne yapabiliriz? Cevap, en başta neyi korumaya çalıştığınıza bağlı. Yüzyıllardır modern devrimin merkezinde yer alan Britanya'da, en azından Aydınlanma'dan bu yana katı olan her şey eriyip havaya karışıyor ve bunun sonucunda, iki yüzyıl önce sırtını duvara dayamış olan Edmund Burke gibilerin korumaya değer bulduğu neredeyse her şey kaybediliyor. Modern dünya genelinde süreç aynı olmuştur: büyük bir huzursuzluk olarak tanımladığım bir şey.

Bu huzursuz dünyada, Batı'nın gerilediği, çöktüğü, öldüğü ve hatta intihar ettiği düşüncesi kreşendoya ulaşıyor. Bunu desteklemek için çeşitli tepkiler veriliyor. Batı'nın yarattığı ve ihraç ettiği modernite tavukları tünemek için eve döndüler ve hepimiz giderek artan bir şekilde onların guanosuyla kaplanıyoruz.

Ancak "Batı "yı nasıl koruyacağınızı ya da savunacağınızı tartışmak istiyorsanız, öncelikle onun gerçekte ne olduğunu bilmeniz gerekir. Bunu yapmak için de köken hikayesini yeniden gözden geçirmeniz gerekir.  

Bu hikâye bir bahçede, her şeyin en başında başlar. Tüm yaşam burada bulunabilir: her canlı varlık, her kuş ve hayvan, her ağaç ve bitki. İnsanlar da burada yaşar ve tüm bunların yaratıcısı, her şeyin kaynağı da burada yaşar ve o kadar yakındır ki "akşam serinliğinde bahçede yürürken" görülebilir, bu her zaman sevdiğim bir imgedir. Burada her şey diğer her şeyle birliktedir.

Bu bahçenin ortasında iki ağaç yetişir ve bunlardan biri gizli bilgi verir. Yaratıcı tarafından yaratılan son canlı olan insanlar bir gün bu meyveyi yemeye hazır olacaklar ve bunu yaptıklarında bu bilgiyi kazanacaklar ve hem kendilerinin hem de bahçede yaşayan diğer tüm canlıların yararına akıllıca kullanabilecekler. Ama henüz hazır değiller. İnsanlar hala gençtir ve yaratılışın geri kalanından farklı olarak, sadece kısmen şekillenmişlerdir. Eğer ağaçtan şimdi yeselerdi, sonuçları korkunç olurdu.

Yaratıcı onlara "O meyveyi yemeyin" der. "İstediğiniz başka bir şeyi yiyin, ama onu değil."

Hikâyenin bundan sonraki bölümünü biliyoruz çünkü her saat başımıza gelmeye devam ediyor. "Neden meyveyi yemeyesin ki?" diye sorar ayartıcı yılanın sesi, zihnimizin çalılıklarından gelen ses. "Neden layık olduğunuz güce sahip olmayasınız? Neden bu yaratıcı her şeyi kendine saklasın? Neden onu dinlemelisiniz? O sadece sizi aşağı çekmek istiyor. Meyveyi yiyin. Bu senin hakkın. Sen buna değersin!"

Böylece meyveyi yiyoruz ve çıplak olduğumuzu görüp utanıyoruz. Zihnimiz sorularla dolar, içindeki çarklar dönmeye başlar ve aniden biz ve onlar, insanlık ve doğa, insanlar ve Tanrı ortaya çıkar. Bahçedeki diğer canlılarla aramıza kelimelerden oluşan bir kapı iner ve bir daha asla eve dönemeyiz. Parçalanmaya düşeriz ve bahçeden sonsuza dek düşeriz. Doğuştan hakkımız olan sorgusuz sualsiz rahatlık hali artık yok. Birliktelik yerine bilgiyi seçtik; tevazu yerine gücü seçtik.

Dünya artık bizim evimiz.

Bu Dünya, bahçenin bozulmuş bir versiyonudur. Yeryüzünde toprağı sürmek, tohum ekmek, yırtıcı hayvanlarla mücadele etmek için çalışmalıyız. Hastalanacağız ve öleceğiz. Her şey diğer her şeyi yiyor. Bunlar bilgi ve güç peşinde koşmamızın sonuçlarıdır, ancak başka bir çıkış yolu göremediğimiz için bunların peşinde koşmaya devam ediyoruz ve zaten büyük arayışçı beyinlerimizle yapacak bir şeylere ihtiyacımız var. Kuleler ve şehirler inşa etmeye devam ediyor ve nereden geldiğimizi unutuyoruz. Yaratıcıyı unutuyor ve kendimize tapıyoruz. Tüm bunlar her gün içimizde gerçekleşiyor.

Yaratıcının merhamet ettiği bir zaman gelir. Yüzyıllar boyunca insanlar meyveyi tekrar tekrar yedikten sonra, O bir müdahalede bulunur. Bize eve dönüş yolunu göstermek için insan suretinde dünyaya gelir. İnsan olarak ilk tepkimiz ona işkence etmek ve öldürmek olur. Ama şaka bizim üzerimizde, çünkü en başından beri amacın bu olduğu ortaya çıkıyor. Bu yaratıcının yolu güç değil tevazu, fetih değil fedakarlık yoludur ve onun fedakarlığı bize eve dönüş yolunu gösterir. Bu yolu takip edersek, tekrar birliğe geri dönebilir ve olmamız gerektiği gibi olabiliriz, yani kutsal - Eski İngilizce halig'den türetilmiş bir kelime - bütün anlamına gelir.

Hikaye bu. Şimdi bütün bir kültürün bu hikaye etrafında inşa edildiğini hayal edin. Bu kültürün bin yıldan fazla bir süre hayatta kaldığını ve bu temeller üzerine, kusurlu da olsa, katman katman anlam, gelenek, yenilik ve yaratım inşa ettiğini düşünün.

Sonra bu kültürün öldüğünü ve geriye sadece kalıntılar kaldığını düşünün.

Eğer Batı'da yaşıyorsanız, bunların hiçbirini hayal etmek zorunda değilsiniz. Kalıntılar arasında yaşıyorsunuz ve hayatınız boyunca da öyle oldunuz. Bunlar "Hıristiyanlık" denen bir şeyin kalıntılarıdır; bu özel kutsal hikayenin hayatın her alanına sızdığı ve şekillendirdiği, her şeyi bu hikayenin imgesinde büken, değiştiren ve dönüştüren 1.500 yıllık bir medeniyet.

Ama yıkıntılar arasında uzun süre yaşayamayız. İnsanlar inşaatçıdır ve doğa boşluktan nefret eder. Bence Tanrı da boşluktan nefret eder ve hoşumuza gitse de gitmese de -ki bugünlerde çoğunlukla gitmiyor- insanların Tanrı'ya ihtiyacı vardır. Bu yüzden her insan kültürü, sonsuza dek, her yerde, bakışlarını ilahi olana yöneltmiştir.

Eğer herhangi bir şeyi "korumak", "geri getirmek" ya da "restore etmek" hakkında düşünecek ya da konuşacaksak anlamamız gereken şey budur. Eğer "Batı'yı savunmak" istiyorsanız, Hıristiyanlığı ve onun yarattığı değerleri ve/veya onun doğurduğu ve kendisi de bu değerlere dayanan Hıristiyanlık sonrası liberal kültürü savunmaktan bahsediyorsunuz demektir.  

Her kültür kutsal bir çekirdek etrafında inşa edilir. Tüm kültürlerde olduğu gibi çürümeye başladığında, bunun nedeni bu çekirdeğin ihmal edilmiş olmasıdır. Genellikle insanlar gözlerini kutsal merkezden ayırmış ve başka bir yere, sahte tanrılara, altın buzağılara ya da aynadaki kendi süslü görüntülerine çevirmişlerdir. Chesterton, yine bu konuda Marx'a karşı çıkmıştır. "Gerçek şu ki dinsizlik halkın afyonudur" diye yazmıştır. "İnsanların dünyanın ötesinde bir şeye inanmadığı her yerde, dünyaya tapacaklardır." Bu, Hıristiyanlığın eskiden "puta tapma" olarak kınadığı süreçtir ve bugünün Batı'sı bunu fazlasıyla yapmaktadır.

Bugünlerde "Batı'yı savunmaktan" bahseden pek çok insan ya Batı'da kültürü ve ebedi değerleri yok etmek için her şeyden daha fazlasını yapmış olan dişi ve tırnağı kırmızı kapitalizmi savunmaya çalışıyor ya da ifade özgürlüğünü, bireyciliği ve internette kaba olma hakkını savunmaya çalışıyor. Ben bunların kendi başlarına, bugün "Aydınlanma" olarak bilinen süreçte Batı'nın orijinal kutsal hikayesini yeni, insan merkezli bir versiyonla değiştirmek için tasarlanmış bir yerleşimin sonuçları olduğunu öne sürerdim.

Bu liberal yerleşimdi. İnsanların dünyada özgürce konuşabilen, özgürce tüketebilen ve ilerleme sağlamak için dünyaya rasyonel bilime dayalı bir düzen dayatabilen ayrışmış bireyler olduğunu varsayıyordu. Batı Hıristiyanlığının ahlaki değerlerini ve evrenselciliğini hak temelli bireycilik ve bilim ve teknolojiye olan inançla birleştirdi ve beraberinde bahçe ve yılan hikayesinin yerine yeni bir başlangıç hikayesi getirdi.

Bu yeni hikaye, modernitenin kutsal üçlüsü tarafından batıl inançlardan ve cehaletten nasıl kurtarıldığımızı anlatıyordu: Akıl, Bilim ve Teknoloji. Yol boyunca, cahil atalarımızın uydurduğu tanrılar ve canavarlar hakkındaki aptalca hikayelere inanmayı bıraktık, evrenin sebepsiz yere yoktan var olan anlamsız bir madde-enerji girdabından ibaret olduğu ve insanların da gen kopyalayan makineler olduğu şeklindeki sert ama canlandırıcı gerçeği görebildik. Şimdi buradayız, tüm bu gösteriyi rasyonel bir şekilde nasıl yöneteceğimizi düşünüyoruz. İşte şimdi yeni bir varlık türüyle karşı karşıyayız: din sonrası insan.

Ben bu hikayeye inanarak büyüdüm. Dinin bittiğini ve aptalca hurafelerin ötesine geçtiğimizi sanıyordum. Artık buna inanmıyorum. Şimdi başka bir şeye inanıyorum: önemli bir anlamda her şeyin dini olduğuna.

Çok uzun süren bir hakikat arayışının ardından, kendi şaşkınlığım ve başlangıçtaki dehşetimle 2021 yılında Hristiyan - Ortodoks Hristiyan - oldum. Hristiyan hikayesine sonradan dalmam, 2020'lerde etrafımda olup bitenleri çok daha net bir şekilde anlamamı sağladı. Hepsinden önemlisi, bana insan kültürünün kutsal temeline dair bir anlayış kazandırdı. Marx, şimdiye kadar var olan tüm toplumların tarihinin bir sınıf mücadelesi tarihi olduğunu iddia etmişti, ama bana daha çok bir dini inanç tarihi gibi görünüyor. "İnanç", aslında yanlış kelime. Daha iyisi "deneyim" ya da "daldırma" olabilir.

Kutsal ayinlere katıldıkça, bir zamanlar aptalca bir batıl inanç olarak gördüğüm şeylerin aslında hayatın ta kendisi olduğunu daha iyi anladım. Modern öncesi Batı'da, bugün dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, "din" diye bir şey yoktu. Hıristiyan hikayesi, insanların gerçekliğin kendisini anlamalarının temelini oluşturuyordu. "Din" diye bir şey yoktu, çünkü bu gerçeğin bir şekilde isteğe bağlı ya da kısmi olduğu düşüncesi yoktu, tıpkı bugün bizim yerçekiminin ya da dünyanın yuvarlaklığının sadece Pazar sabahları ilgilenmeyi seçebileceğimiz gerçekler olduğunu varsayabileceğimiz gibi.

Tekrar ediyorum: her şey dinidir. Aslında bunun tersine inananlar, dünyanın "laik" köşesi olarak adlandırmayı sevdiğimiz yerdeki birkaç kişi. Bir zamanlar dini ortadan kaldırarak dünyanın geri kalanının önüne geçtiğimizi düşünüyorduk. Ancak birdenbire bu hikaye daha az güvenle anlatılmaya başlandı. Rüzgâr değişti ve seküler liberal modernite artık Tarihin Sonu oyununu kazanmak için iyi bir bahis gibi görünmüyor.

Eğer her şey dinselse, ama eski dinimiz öldüyse ve onun yerine koymaya çalıştığımız şey - rasyonel, seküler, hümanist ilerleme - gerçek insan ihtiyaçlarını karşılamadığı için başarısız oluyorsa, o zaman neredeyiz? Sırada ne var?

Bunu sormak için iyi bir kişi, yeni kralımızın da favorisi olan daimici düşünür René Guenon'dur. Guenon Müslüman olmuş, Mısır'a göç etmiş ve hayatını Batı'yı kendi materyalizminden kurtarmaya adamış bir Fransız'dı. Dine geri dönüş dışında, 21. yüzyılın başlarında "Niceliğin Hükümdarlığı" olarak adlandırdığı şeyin geleceğini öngörmüştü: şu anda içinde yaşadığımız, hayatın her yönünün ölçüldüğü, nicelleştirildiği ve bilimsel değerlendirmeye ve teknolojik yönetime tabi olduğu saf materyalizm çağı.

Daha da önemlisi, Niceliğin Hükümdarlığı'nda dini duygular da nicel hale gelecektir. İnsanlık aşkınlık arzusundan asla kurtulamayacak, ancak bu arzuyu maddi olanın dışında herhangi bir düzeyde ortaya koyamaz hale gelecektir. O halde, Nicelik Hükümdarlığı sırasında ibadet nesnesi, yaratılışın dışındaki gizemli, dokunulmaz, sayısız bir güç olmayacaktır: maddi alemdeki iradenin gücü olacaktır.

Bence bugün bulunduğumuz yer burası: dini dürtü, öncelikle insan iradesini teşvik etmek için teknolojinin kullanılması yoluyla maddi biçimde tezahür ediyor. Benim Makine olarak adlandırmaktan hoşlandığım bu olgu, insanın teknoloji aracılığıyla özgürleşme arzusunun maddi bir tezahürüdür; burada tüm biçimler nihai ve tek egemen lehine çözülür: tarihin, toplumun ve doğanın yükümlülüklerinden kurtulmuş bağımsız rasyonel birey.

Ortodoks Hıristiyan dünya görüşüne göre hepimiz Tanrı'nın ikonalarıyız. İnsanlık yaratıcının suretinde yaratılmıştır ve her ne kadar bu sorumluluğu yerine getirmekte sonsuza kadar başarısız olsak da, bu bize net bir referans noktası verir. İnsanların ne olduğunu ve dünyanın ne için var olduğunu biliyoruz. Bu hikâye sona erdiğinde, dönen dünyanın durağan noktası nedir? Kimse aynı fikirde değil. Hıristiyanlık sonrası, liberalizm sonrası Batı'da tek referans noktası ne istersek ya da ne hissedersek odur. Tüketici liberalizmi bize arzunun aşılması ya da kontrol edilmesi gereken bir şey değil, hemen teslim olunması ve sonra da değer verilmesi gereken bir şey olduğunu öğrettiğinden, gerçekliğin kendisi sonsuz bir yeniden tanımlamaya açık hale geliyor. Neyin doğru, yanlış ya da gerçek olduğunu kim söyleyebilir?

Ama yine kuruluş hikayemize geri dönelim: bahçeye geri dönelim. Bu perspektiften bakıldığında mevcut durumumuz nasıl görünüyor? Bana yeterince basit görünüyor ve sanırım Batı Hıristiyan dünyasının bir vatandaşı için de öyle olurdu. Yaratıcının yolundan ziyade yılanın yolunu takip ediyoruz. Bu yeni bir gelişme sayılmaz: İncil buna karşı 80 kitaplık bir uyarı niteliğindedir ve diğer dinlerin çoğunun da kendi uyarıcı hikayeleri vardır. Tanrı'yı bir kez reddettiğinizde, onun yerine geçmeye çalışmak kaderinizdir.

Şu anda yolumuzun bizi götürdüğü yer burası ve bence çağın sularının bu kadar karışık görünmesinin ana nedeni de bu. Transhümanizm, yapay zeka, cinsiyetten biyolojiye kadar her şeyin "aşılması", laboratuvarlarda yiyecek ve bebek yetiştirilmesi: açıkça şimdi, tüm verili sınırları kırmaya, doğayı yeniden yapmaya, dünyayı yeniden inşa etmeye çalışıyoruz. Tanrı olmaya çalışıyoruz. Yeni dijital Babil Kulemizi inşa eden insanlar neyin peşinde oldukları konusunda çok açıklar. Eğer bana inanmıyorsanız, bırakın kendileri açıklasınlar.

Transhümanist yazar Elise Bohan, bir keresinde transhümanizmin geleceği üzerine bir konferansta bir biyologla yaptığı konuşmayı detaylandırdı. "Gözlerimin içine baktı" diyor, "ve bana fısıldadı: 'Tanrı'yı inşa ediyoruz, biliyorsun,' ... Ona dönüp baktım ve dedim ki: 'Evet, biliyorum."

Benzer duygular transhümanist filozof Martine Rothblatt tarafından da dile getirilmektedir: "Her şeyi bilen, her zaman var olan, her şeye gücü yeten ve hayırsever olan teknolojiyi uygularken Tanrı'yı yaratıyoruz. Jeoetik nanoteknoloji nihayetinde tüm bilinci birbirine bağlayacak ve kozmosu kontrol edecektir." Google'ın mühendislik başkanı ve robot kıyametinin filozofu Ray Kurzweil daha özlü konuşuyor. "Tanrı var mı?" diye soruyor. "Ben henüz yok derim."

Başladığımız yere dönecek olursak, yeni inancımızın silikon tezahürü olan transhümanizmin, hayat ağacından yemekten çok, genetik olarak yeni bir ağaç tasarlamayı ve onu istediğimiz yere dikmeyi amaçladığını söyleyebiliriz. Şu anda bir devrimin eşiğindeyiz ve bu devrim Aydınlanma'yı bir çay partisi gibi gösterebilir. Gerçekliğin tüm temeli yeniden yazılıyor ya da biz kendimize öyle söylüyoruz. Tüm nesiller, el işi ya da doğal dünyadan ziyade ekran temelli soyutlama ile daha yakın bir ilişki içinde büyüyor. Dünyanın bizim oyun alanımız olduğuna ve tarihten insan doğasına ve cinsel dimorfizme kadar her şeyin istenildiği gibi değiştirilebileceğine ikna edildiler.

Dünyayı post-doğal ve post-vahşi yapmak için çabalarken bile kendimizi bilinçli olarak post-insan yapıyoruz. İçinde yaşadığınız çağ, gerçekliğin anlamı üzerine bir savaşın -yani dinsel bir savaşın- tadını almaya başladıysa, bunun nedeni budur.

Bu dünyada neyi "muhafaza" edebiliriz ki? Hiçbir şeyi. Doğanın var olduğu ya da gerçeklik hakkında bazı temel, ortak varsayımlara sahip olduğumuz konusunda hemfikir olmayan bir kültürde, bu soru neredeyse hiç anlam ifade etmiyor. Şimdiki zorluk neyi "koruyabileceğimizi" ya da "restore edebileceğimizi" sormak değil. Çok daha geriye gitmemiz gerekiyor. Temellere kadar inmeliyiz.

Şimdi bize düşen görev dinimizi seçmektir. Bu meydan okumadan kaçınmaya çalışırsanız, inancınız sizin için seçilecektir: varsayılan olarak yeni çağın yeni inancına dahil olacaksınız: dijital Babil Kulesi'ni inşa etme arayışı. "Tanrıyı inşa etme" ve teknoloji aracılığıyla doğanın yerini alma girişimi. Yılanın yolu.

Koruyacak bir şey kalmadığında ne yapabiliriz? Dua edin.

Paul Kingsnorth, 22 Mayıs 2023, UnHerd

(Paul Kingsnorth bir roman ve deneme yazarıdır. Son romanı Alexandria Faber tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca bir Substack kitabı vardır: The Abbey of Misrule.)


Mustafa Tamer, 28.07.2023, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri-Analiz, Onlar Ne Diyor?

Mustafa Tamer Yayınları

Onlar Ne Diyor?


Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı