16 Mart 2020 Pazartesi

SA8432/KY20-MEK89: Evet İdlib'te İşimiz Var!

"Evet, Türkiye, yüz yıl evvel dağıtılan güç merkezinin vârisi olarak bir büyük stratejiye sahiptir, sahip olmalıdır. Bu büyük strateji, tespih taneleri gibi oraya buraya savrulan İslam Milleti'nin etrafında toplanacağı bir güç merkezini yeniden tesis etmek stratejisidir. Bu strateji bir fetih stratejisi değildir, bir işgal ve saldırı stratejisi değildir. Bu strateji, bir işbirliği, bir üleşme, bir dayanışma stratejisidir. "

"Siz benim geçmişi aradığımı sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz, ben sizin geleceğinizi aramaktayım yer altında, der Alman arkeolog.”
Kemal Tahir-Yorgun Savaşçı

Dış politika ve siyaset analizlerinin hemen tamamının rasyonel olduğu ve realitelere, eldeki veri ve kapasitelere uyularak yapıldığı varsayılır. Bir bilim alanı olarak bu yaklaşıma saygı duyulabilir elbette. Lakin dış veya iç politik gelişmelerde etken olan bu veri ve realiteleri orta yere, varlık sahnesine çıkaranların, bir süre evvel hayal olan bu gerçekleri gerçek kılanların, bu analizleri yapan çok önemli bilim insanları kadar saygı gördüklerini söylemek zordur. 

Oysa insanlık tarihi, her gün ısıtılıp ısıtılıp kamunun önüne konan, ‘hayalperest, romantik’ adamları veya siyasayı aşağılama vesilesi kılınan bu ağır realiteleri tiye almak için mebzul miktarda siyasete, lidere, vakıaya sahip. Ülkemiz tarihinde de durum aynıdır. Bu konuya ülkemizin ve milletimizin maddi manevi varlığının üzerinde gelişip serpildiği iki örnek vererek kapatalım:

İki önemli örnek

İlki İslâm’ın bir insan ömrü içinde, tamamen realitelerle izah edilebilir bir süreç içinde, yeryüzünün üçte birinde siyasi, askeri ve kültürel hakimiyet kurmuş olmasıdır ki, Efendimiz (sav) bunları müjdelediğinde birkaç inananı hariç, dönemin uzak-yakın iktidar sahipleri tarafından alay konusu edilmiş, rüya görmekle, moda deyimle 'romantiklikle, realist olmamakla' suçlanmıştı. 

İkincisi daha yakın bir dönemde, Kurtuluş Savaşı sırasında, dönemin hemen bütün büyük devletlerinin yine dönemin bütün teknolojik silahları ve gücü ile kuşattığı Anadolu’nun bu emperyalist kuşatmaları nasıl parçaladığı gerçeğidir ki, Çanakkale’ye, Gaziantep’e, Şanlıurfa’ya kısa bir gezi yapanlar romantiklerin realistleri nasıl rezil rüsva ettiklerini hala capcanlı görebilirler. Yine denebilir ki dünya ve insanlık tarihi romantiklerin, idealistlerin realistlere galebe çalma tarihidir.

Batı güdümlü komedya

Son günlerde İdlib’te Türkiye’nin faaliyetlerine, eldeki realist verilerle bakanların ülke güvenliği adına derin korkular ve şoklar yaşadıkları sır değil. Bu korkulara kimi mezhepçi dürtülerin, kimi ideolojik ve siyasi argümanların ve bir kısım 5. kol faaliyetlerinin eşlik ettiği de açık.

Doğrusu Türkiye’de hâkim kültür olduğu var sayılan ‘modern’ ve ‘Batıcı’ kültür ile enfekte olmuş kitlenin hem beka hem de konfora yönelik bir risk algılaması doğal ve kaçınılmaz. Ama kader ağlarını örmeye başladığında böyle detaylara pek aldırmaz. Çünkü tamamen kendilerine ait ve kendi kontrollerindeki butik ulus devlet olarak Türkiye, sonsuza değin yaşayacağı varsayılan küçük bir konfor ve huzur adası olarak tasarlanmıştı. Ama hayaller başkadır, gerçekler ise başka. 

2002’de iktidara geldiğinde Ak Parti’nin karşı karşıya kaldığı vasatı anımsayanlar, anlı-şanlı omzu kalabalık zevatın göklere sığmaz kibrini anımsayanlar, bin yıllar sürecek Batı güdümlü komedyalarının hazin sonunu anımsayanlar, realitenin ve stratejinin ne olduğunu iyi anlayacaklardır.

‘Batı’nın dışı, bataklıktır’

Bu butik ulus devlet penceresinden bakanlar için Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Kıbrıs’ta, Somali’de vs. askeri faaliyetlerde bulunması akıl dışıdır. Çünkü bir kesime, bir kesimin konfor ve huzuruna matuf kurulmuş bu butik ulus devletin dışında kalan (Batı dışındaki) her yer bataklıktır, buralarda yaşayanlar barbardır, geridir. Sömürgecilerden tevarüs edilen bu söylemin ‘şimdilik’ medyada, akademide, kültür ve sanatta o kadar sarsılmaz bir tahtı var ki, aksi her tür söylem bu etkili mahfillerde ‘henüz’ gericilik, barbarlık olarak mahkûm edilebilmektedir.

Türkiye gibi butik ulus devlet hayalleri için çok dev bir cüsseye sahip bu organizmanın, bulduğu her fırsatta, üzerine giydirilen bu dayatma butiklikten kurtulma çabası er geç, bugün değilse yarın ama muhakkak hedefine varacaktır. Sömürgecilerden tevarüs edilen bakış açıları ve kavramlarla bakıldığı sürece, evet, Türkiye’nin uzak ve yakın coğrafyalarda son yıllarda artan askeri, siyasi faaliyetleri gerçekten kavranması güç faaliyetlerdir.

Gövdesinden on kat daha büyük ve güçlü olan bir kerim devlet olarak bakıldığında, bu organizmanın yapmakta oldukları ve yapabilecekleri, ancak bu butik ulus devlet paradigmasından çıkıldığında anlaşılabilir. Türkiye’nin, görünür olanın ve realitenin zaviyesinden Rusya’ya, ABD’ye, AB’ye kafa tutması aklın dışıdır. Lakin vakıa tam olarak budur ve öyle görünüyor ki söz konusu küresel güçler de Türkiye’nin bu ‘akıl dışı’ çıkışlarını feci halde ciddi bulmaktadır.

Şaşırtıcı ataklar

Ekonomisinden beklenmeyecek kadar büyük ve kapsamlı olan bu faaliyetlerden mesela altı yıldan beri Suriye’de eğitilen ve yüz bine yaklaşan bir güç olarak Suriye Milli Ordusu, küresel savunma piyasasını gerçekten hareketlendiren savunma yatırımları ve şaşırtıcı sonuçları, birçok alanda ve birçok aktöre karşı aynı zamanlarda açılan cepheler, buna karşın hemen bütün küresel ve bölgesel güçlerin saygı duymak zorunda oldukları haklılık ve meşruiyet pozisyonu. Bütün bu benzeri şaşırtıcı atakları butik bir ulus devlet olarak Türkiye’den beklemek akıl dışıdır evet.

Lakin bir strateji ile hareket edildiği, üzerinde uzunca ve detaylıca çalışılmış bir izlekte yüründüğü ve devletin bir bütün olarak bu stratejiye odaklandığı varsayımı ile bakılırsa olan bitenin butik ulus devletin cesametini çokça aştığı, böyle birçok butik devletin az çok, farklı seviye ve kademelerde bu stratejiye destek çıktığı, omuz verdiği, geleceğini bu stratejiye endeksleyen birden çok gücün ortak hareketi ettiği şeklinde okunabilecek bir tablo çıkar önümüze.

Milletin kalbinde karşılığı yok

Son tahlilde bir temel stratejiye dayanmayan her siyasa biraz güdük, bir tarafı ile bağımlı, biraz kekre ve yabancı olmak ile maluldür. Bu anlamda son on yılda, son yüz yılda bu ülkede olan biteni bir strateji ile izah edemeyen her analiz yukarıda izah ettiğim türden akademik, realist ve bir süre sonra yanlışlanacak bir geçici doğru olarak kalacaktır. 

Nitekim Batı’ya vekalet etmenin verdiği konforla sınırın dışını bataklık, içini huzur adası sayanların bu stratejiden yoksun bağımlı siyasaları iç karışıklıklar, askeri darbeler, sonu gelmez ekonomik krizlerle her defasında duvara toslamıştır. Bugün de Batı’dan vekâlet alanların, Cumhurbaşkanının deyimi ile artık vatansever ve milliyetçi maskelerinin bile saklayamadığı bir 5. kol faaliyeti içinde oldukları gün geçtikçe berraklaşıyor, ettikleri hiçbir söz milletin kalbinde karşılık bulmuyor.

Evet, Türkiye, yüz yıl evvel dağıtılan güç merkezinin vârisi olarak bir büyük stratejiye sahiptir, sahip olmalıdır. Bu büyük strateji, tespih taneleri gibi oraya buraya savrulan İslam Milleti'nin etrafında toplanacağı bir güç merkezini yeniden tesis etmek stratejisidir. Bu strateji bir fetih stratejisi değildir, bir işgal ve saldırı stratejisi değildir. Bu strateji, bir işbirliği, bir üleşme, bir dayanışma stratejisidir. 

Realist akademisyenlere düşen, bu derin ve kararlı stratejinin izleğini, sık sık ortaya çıkan emarelerinden okuyarak topluma anlatmaları, dosta düşmana izah etmeleridir. Etmeliler ki bu merkez tesis edilmese dün Irak’ın, bugün Suriye’nin, yarın Anadolu’nun çocukları Yunan sınırlarında hakaretler görecek, aşağılanacak, oraya buraya savrulmuş sahipsiz mülteciler olacaklardır.

Şimdi bu stratejik varsayım ile İdlib’te olan bitene bir kez daha bakalım: 

Suriye’de mezhepçi bir dikta rejiminin vatanlarını her gün biraz daha yıkmasına, yine mezhepçi diktanın patolojik ruh hali ile katliamlar yapmasına, kendi mezhepçi iktidarı için tarihte hep yaptıkları gibi, bugün de emperyalist güçlerle işbirliği yapmasına ve vatanlarını haraç mezat satmasına itiraz eden mazlum Suriye halkının, evet kabul edelim, S400’leri yoktur, Patriot’ları yoktur, uçakları, füzeleri yoktur ama vatan sevgileri, özgürlüğe duydukları derin inançları ve imanları var. 

Realitelere bakılırsa mazlum Suriye halkının bu ceberut iktidar ve ona destek veren Rus ve İran orduları, ayrıca dolaylı destekler sunan başta Fransız olmak üzere gölgedeki birçok Haçlı gücü karşısında pek bir şansı yok gibidir. Lakin istersek doğa üstü güçlere atfederek mucizelere yoralım, istersek realist davranıp her bir adımı makul maddi ölçeklere vurarak anlamaya çalışalım, çok yakın bir zamanda bütün bu kötücül temerküzün Suriye topraklarından def edileceği vasat, gözlerimizin önünde gün be gün berraklaşıyor. Realitelerin yarattığı görüntü kirliliklerinin arkasından, siste önümüze dikilen dağ misali gerçeğe dönüşüyor.

Sömürge ordusu

Suriye Milli Ordusu, 92 bin kişilik profesyonel, imanlı ve zafere dair büyük bir inançla donanmış, mazlum Suriye halkının bağrından çıkmış bir milli ordudur. Bu ordunun her sınama ile daha da kavileşen, bilenen azmi, her gün biraz daha yükselen kapasitesi mazlum Suriye halkının sömürge işbirlikçisi, mezhepçi diktadan kurtuluş umudu, sadece umut değil, her gün ete kemiğe bürünen gerçeğidir. 

Öte yandan Fransızların sömürge döneminde kurdukları azınlıklara dayalı ordu yapılanması Armee Du Levant ve özellike Troupes Speciales, esas olarak ayrıştırıcı, bölücü, mezhepçi bir sömürge ordusudur. Adına bugün haksızca Suriye Ordusu denen ve Fransızların kurdukları hali ile yaşatılan askeri organizasyon, tıpkı yüzyıl evvel Fransızlarla kol kola Suriye vatanını yakıp yıktıkları gibi bugün de Ruslarla kol kola şehirleri bombalayan, kadın çocuk demeden Suriye halkını katleden, Suriyelileri göçe zorlayarak gerçek anlamda bir etnik temizlik yapan bir sömürge ordusudur. Yıllar yılı taktıkları Arap Milliyetçiliği ve İsrail karşıtlığı maskeleri düştükçe altındaki pis işbirlikçilik ortaya çıkıyor ve Suriye halkı bu rezil diktadan uzaklaşıyor. Nitekim savaş öncesinde 22 milyon civarında olan Suriyeliler dünyada yerinden edilmiş toplulukların en büyüğünü oluşturuyor.

Rakamlar göz önüne alındığında ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: 

Türkiye’de 4 milyon, Lübnan’da 1.2 milyon, Ürdün’de 1 milyon, Irak’ta 600 bin, Almanya’da 550 bin, Mısır’da 200 bin ve dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmış 500 bin Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Mezhepçi dikta rejimi ve destekçileri Rusya ve İran’ın öldürdüğü Suriyeli 1 milyonu geçmiştir. Türkiye’nin desteği ile mezhepçi çetelerden kurtarılan bölgelerde 2 milyonu geçkin nüfus ve ABD’nin PKK/YPG ve Rusya ile birlikte kontrol ettikleri alanlarda da 1 milyon civarında bir nüfus yaşamaktadır. İdlip bölgesine rejim, Rusya, İran ve terörist çetelerin göç ettirdiği Suriyeli sayısı 4 milyon olarak tahmin edilmektedir. 

Bütün bu rakamlar Suriye nüfusunun yüzde 75’ine yakın kısmının mezhepçi dikta rejiminin kontrol ettiği yerlerden göç etmiş veya ettirilmiş olduğunu ifade ediyor. Bu beyler hangi milletin, hangi nüfusun, hangi Suriye’nin devleti oluyorlar bilen var mı?

Mezhepçi çete ve destekçilerinin büyük bir düşmanlık yaparak Türkiye’ye sürdükleri nüfusla, sınırda yapılmaya çalışılan etnik temizlik ve demografik değişimle ve tüm bunların sonucunda ortaya çıkacak muazzam güvenlik riskleriyle yüzleşmeyelim isteyenler, buna önlem alınmasın isteyenler, yani olaylara butik devletin, Rusya’nın, ABD’nin, mezhepçi çete ve terör örgütlerinin penceresinden bakanlar için İdlip büyük bir bataklık. Lakin elan içimizde, kontrolümüzde, himayemizde yer almış 15 milyona yakın Suriyelinin, onların bağrından çıkmış 92 bin kişilik Suriye Milli Ordusunun ve dostlarının, kerim devletin ve İslam milletinin penceresinden bakanlar için İdlib, kerim devlete giden yolun köşe taşı, sömürgecilerin bölgeden sürülecekleri bir vetire, Akdeniz’i bir İslam gölü, bir Türk gölü yapacak dev bir atılım. Bunun için gereken her şeye sahip ve hazır bu devlet.

Rusya ve perişan olan mezhepçi çetenin dayatması ile gelen ateşkesin hiçbir anlamı yoktur. Sonunda barış ve anlaşma olmayan hiçbir ateşkes anlamlı değildir ve akrep karakterinin gereğini yapacaktır, ateşkesi yine bozacaklar ve Türkiye tepelerine cehennem gibi inecektir. Ya da makul çözüm, Rusya kaderine razı olacak ve dayatmalardan vazgeçerek kendisine sunulan ile yetinecek, Suriye’deki aklı başında devlet adamları olaya el koyacak ve ciddi kıyımların önüne geçilecek, mezhepçi çete, Nusayri cemaati tarafından, aile iktidarı adına kendilerini düşürmüş oldukları zor durumun cezası olarak hal edilecek, Türkiye’ye müzahir, dost, demokratik, özgür bir yeni düzen kurulacaktır. Bugün değilse yarın kurulacaktır, ama muhakkak kurulacaktır. 

Libya’da da olacak olan budur. Libya’ya çökmüş olan Fransızlar, ABD ve Ruslar er geç oradan sürüleceklerdir, Libya’nın dostlarının, Cezayir’in, Fas’ın, Tunus’un destekleri ile, petrolden başka bir kutsalları olmayan bu sömürgecilerin Libya’dan sürülmeleri stratejidir ve er geç hedefine varacaktır. Bu Irak’ta da böyle olacaktır ve daha birçok yerde. Buna hayal diyenler olacak elbet, ama zaten tarihi gerçek yapan hayaller değil midir?



Mustafa Ekici, 16.03.2020, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 



İlk Yayınlandığı Yer: Star, Açık Görüş






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı