14 Eylül 2018 Cuma

SA6817/KY27-ŞT80: Romancımız Güdük Çünkü!..

Romancımız güdük çünkü!..
Ne münekkitler gördük!..


‘…Tenkitte iş cesaretle de bitmez, korkak olmamak gerekir. Çelişkili saymayın bu sözü: cesur zaten korkmaz; bunu ben de biliyorum. Fakat biz ne ödlek cesurlar ve ne cesur ördekler gördük: başarılı olsalar da, arkalarında hakim güçler bulunmayanlara karşı haydar-ı kerrar kesilip de, aksi durumdakilerin başarısızlıkları, hiçlikleri karşısında suspus olan, hatta övgüler düzen ne münekkitler gördük…’ diyor ‘Politika Dışı’ adlı kitabında, Tarık Buğra…

Başta sanatçılar olmak üzere, ilim sahiplerinin, edebiyatçıların ve düşünen insanların en büyük yardımcısı olarak gördüğü edebi eleştiri konusunda, yaşadığı dönemi tam bir ‘sefalet’ olarak tarif eden Tarık Buğra, bunun nedenlerini yukarıdaki sözleriyle tarif ediyor.

Onu çokça kızgın bir yüzle gördüğümüz bu paragrafta, büyük ölçüde yaşadığı zamandaki kadir kıymet bilmezliğe dair bir vurgu yapıyor Tarık Buğra. Bu bir yana, kadir kıymet bilmezlikten de öte, aslında çok iyi bildiği bir kadrin ve kıymetin yok olup gitmesine seyirci kalan korkak bir tenkit anlayışını da cesurca  eleştiriyor…

Ona göre; kuvvetini garip ve anlaşılması güç bir çeteleşme ile kökleri derinlerde yatan bir ‘yer altı uzlaşması’ndan’ alan bu halin aşılabilmesi için yapılacak yegane şey ise; sanatçının ve özellikle de münekkidin bir an evvel kendisini sarıp sarmalayan politik, ideolojik, ekonomik ve duygusal etkilerin tesirinden kurtulma yeteneğine bağlı. Zira Tarık Buğra’ya göre sağlıklı ve ufuk açıcı bir eleştiri her şeyden önce hür ve bağımsız bir kafanın ürünü olarak şekillenmek zorunda.

Ben seni öveceğim, sen beni öveceksin...  

Yaşadığı dönem itibariyle, yoğun bir kültürel ve siyasal ‘sol’ iktidar baskısına maruz kalan T.Buğra’nın daha çok edebi eleştiriden yola çıkarak incelemeye ve yorumlamaya çalıştığı bu ‘yer altı uzlaşması’ nın kökenlerine ilişkin değerlendirmesi ise hayli düşündürücü. Çünkü hem onu hem de hangi fikrin sahibi olursa olsun hemen hemen bütün vicdan sahibi sanat ve edebiyat erbabını da esir alan bu durum, üzerinde fazlaca düşünülmemiş bir tercüme bilgisi ve birikimi üzerinde kurmuş hegemonyasını.

Bu tercüme bilgisiyle gelen tercüme akıl dolayısıyla da, ülkemizde yetişen kuşakların bir idrak değişimi ve dönüşümüne uğrayarak özgüvenini kaybetmiş kuşakları birbirine ekleye ekleye şekillendiğini öne sürüyor. İdrak konusuna oldukça büyük bir önem verdiğini gözlediğimiz Tarık Buğra’nın, Namık Kemal’den yola çıkarak sürekli tekrarlamış olduğu; ‘…Çalış, idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten…’ mısraıyla süslemiş olduğu yorumuna göre, ülkemizde bir çok roman, hikaye, şiir ve tiyatro eseri yazılmasına rağmen köşe başlarını tutan kanaat önderlerince bu değerlerimizin hemen hiçbiri görülmüyor ve sanat ve fikir tezgahlarımız her gün sayısız ithal mallarla dolup boşalarak gelecek kuşakların da yolu bile isteye tıkanıyor.

Yaklaşık olarak 100 yıldan bu yana süregelen bu tercüme ile beslenmiş idrak sahiplerinin, kendi kafalarını tercüme bir idrake yaslamaları bir yana, edebiyatımıza ilişkin kıstasları da tamamen Batılı edebiyat algısına teslim etmiş olduklarının altını çizen Tarık Buğra; ülkemizde renkli ve büyük çaplı reklamlarla da beslenen bu tercüme modasının, yabancı edebiyatı her zaman büyük bir edebiyat olarak lanse ettiğini, bunun da , sanatçılarımızın ruhunda gizlenen bir aşağılık kompleksine yol açtığını söyleyerek, 100 yıllık bir ezberi bozmaya çalışır.

Sanatçı hangi hakikati keşfetmiş

Usta romancının, her biri bir şaheser niteliğindeki romanlarının bilinirliğine rağmen, fazlaca okunmayan en önemli kitabı hükmündeki ‘politika dışı’ nda ifade etmeye çalıştığı önemli hususlardan biri de sanatçının hakikate ilişkisi ve bu bağlamda bizi çağırdığı yerdeki terkiptir. İşte bu terkipten kasıt ise, yazarın hangi insani fikri taşıdığıyla, hayat hakkında getirdiği açıklama ve problemlere ilişkin çözüm önerilerinin niteliğidir. Bu bağlamda büyük edebiyatla büyük kaygının aynı yerde durduğunu ifade eden Tarık Buğra’ya göre; ‘…Hiçbir büyük yazar, hiçbir zaman dine, inanca, imana karşı kayıtsız kalamaz…’ Batı edebiyatının büyük örneklerinden ortalama örneklerine kadar hemen bütün ürünlerinde kutsal kitaplardan, rahiplerden, rahibelerden, kilise ve havra’lardan hiç vaz geçilmediğini belirten Tarık Buğra’ya göre, birkaç kıymetli temsilci bir yana, edebiyatımızın cihanşumul bir başarı noktasına ulaşamamasının en büyük sebeplerinden birisi de bu ‘din’ e ve ‘dini olana’ karşı kayıtsızlıktır. İşte bu yüzden de; ‘…çoğu romancımız güdük, çoğu şairimiz silik ve taklide mahkum haldedirler…’

İnkarda da imanda da çilesiz olmaz

Yazmaya başladığı dönemden geriye giderek ‘tanzimat’ a  kadar  iz süren Tarık Buğra’ya göre, hem böylesine tercüme bir akılla beslenen hem ‘din’den uzaklaşan ve hem de toplumsal gerçeklerini bağımsız ve içi vicdan dolu bir bakışla algılama yeteneğini kaybeden kuşakların edebiyatında bir büyüklük aramak çok da anlamlı bir şey değildir. Okurken insanın aklına Necip Fazıl’ın samimiyet arayışına benzeyen bir arayışı getiren Tarık Buğra’nın şu yorumu ise, son dönem sanat ve edebiyat adamlarımızı ve onların iş ve işlemlerini anlamak bakımından hayli düşündürücüdür; ‘…Hıristiyanlık olmasaydı Dostoyevski diye biri olmayacaktı. Bu Andre Gide veya Sartre için de böyledir. İman gibi inkarın meyveleri de aynı rahmetle beslenir, aynı güneşte olgunlaşır, fark tatlarındadır… Bizde ise buhransız, didinmesiz, tersiz inkarlar ve yermeler görülebiliyor…’

Sanatçı, inkar ve iman dolayımında, söyleminin eksenini oldukça geniş bir yelpazede tutarak, büyük bir eleştirel üslup ortaya koyan Tarık Buğra’ ya göre sanatçı ister inkar etsin isterse iman etsin, her daim sağlıklı bir samimiyet içerisinde olmalı ve inkarının da imanının da çilesini çekebilme olgunluğunu göstermelidir. Büyük usta bunları söylerken büyük ölçüde de sanatçı için samimiyetin, şahsiyetin ve haysiyetin olmazsa olmaz bir erdem olduğunu söylemek istemektedir.

Söz konusu dönemde, almış olduğu Kültür Bakanlığı ödülünü değerlendiren Fethi Naci’nin kendisi için kullanmış olduğu ‘İslami görüşe sahip…’ ifadesini değerlendirirken şöyle der Tarık Buğra; ‘…Bana bu görüşün yoruluşunu gerçek bir iltifat sayarım. Keşke tam bir İslami görüşüm olsaydı! O zaman hiçbir romanımı küçümseyemem, eserlerim daha sağlam ve övüldüklerimden daha değerli bir yapı kazanırdı… Batı romancılarında övülen bir gereklilik olarak bu durum, bir Türk yazarı için niçin ödüle engel sayılsın? İslami dünya görüşünün bir Türk yazarı için ayrı bir önemi vardır. İslami dünya görüşü kendi insanımızı anlama çabası demektir. Bu memleketin yüzde doksan dokuzu Müslüman diyoruz, demek ki, bu memleketin romanını yazmak için İslami yapının ne olduğunu anlamak lazımdır. Bunu anlamak içinde Müslüman dünya görüşü şarttır… Esefle söylüyorum bu ihtiyaç bizde duyurulmadı…Bu toplum ne kadar dağılmış olursa olsun, ne kadar uzaklaştırılmış olursa olsun, gene de İslam törelerine göre doğuyor, İslam törelerine göre yaşamasa da, İslam törelerine göre gömülüyor…’

Edebi algıda süreklilik ve dergiler: şöhret mezarlıkları

Yakın tarihimizin sanat ve edebiyat anlayışına politikayı da içeren ve politikayı da aşarak kuşatan geniş bir eleştirel bakışla yönelen Tarık Buğra’ya göre, milli bir edebiyatın kesinlikle bir sürekliliği ve bir geleneği olması gerekmektedir. Ona göre bir yanında kültürel ve millete has değerlerin diğer yanında inanca ve imana has değerlerin meydana getirdiği bir bütünlüğe dayanması gereken bu süreklilik olmazsa olmaz.

Edebi anlayışlar zaman içinde değişip gelişebilirler, yeni yöntemler keşfedebilir ve keşfettikleri bu yöntemleri sanatçılar ve edebiyatçılar kendi eserlerine uygulayabilirler ama bunu yaparken sanatı ve sanatçıyı kendi kökenlerinden koparacak kadar büyük bir değişim öne sürülemez. Her şeyde olduğu gibi edebiyatta da temel değerlerin, kural ve ilkelerin, ortak başarı örneklerinin sürdürülmesi gerekir. Eğer bu gelenek sürdürülmezse ortalık yerin köksüz bir ‘bana göre’liğin elinde kalacağını ve bunun da ‘üç kağıtçı, şarlatan’ ve ‘asalak’ üreten bir zemin oluşturacağını söyler.

İncelemiş olduğu uzun bir dönemi baz alarak konuşan Tarık Buğra, işte bu yüzden de Türk edebiyatının kendisine kadar gelen süreç içerisindeki son yüz yıllık macerası için ‘kargaşa edebiyatı’  nitelendirmesinde bulunarak, bu son yüzyıldaki Türk edebiyatının kendi geleneğinden, inancından ve geçmişinden beslenemeyen basit bir edebiyat olduğunu söyler.

Bütün bu eleştirel yorumlarına rağmen, az çok kendi geleneğine bağlı çalışmaları da öven ve bunların teşvik edilmeleri gerektiğinin altını çizen Tarık Buğra, dergileri değerlendirirken de, tıpkı Cemil Meriç gibi ama ondan bir farkla, dergilerin birer ‘şöhret mezarlığı’ olduğundan bahisle edebiyatçıları ve okurları uyarmaktan da geri durmaz; ‘…bu mezarlıklara arada bir uğrayınız. Orada yalnız düzenbazlıklar, yalnız kofluklar değil, diri diri gömülmüş değerler de bulacaksınız…’  diyerek bir bakıma ‘hür tefekkürün kaleleri’ ne daha bir titizlikle yaklaşılması gerektiğini öğütler…



Şahin Torun, 14.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları




(*)Sonsuz Ark'ın Şerhi: Sufizm ve bağıl ideolojisi ya da dini olan 'Aşk', İslamî bir niteliğe sahip ya da  İslam itikadına ait terennümler topluluğu değildir. Seçkin Deniz, 07.09.2018




Sonsuz Ark'ın Notu:  Şahin Torun Beyefendi'nin çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 18.06.2016

İlk yayınlandığı yer: Dünya Bizim





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı