10 Aralık 2016 Cumartesi

SA3740/KY1-CÇ345: Bir Tuhaf Karşılaşma

"Yavaşça oturduğum banktan kalkıp çocuğun yanına vardım.. yavrunun başını okşamak üzere elimi kaldırdım.. yavru beni tanımış gibi hırladı.. dişlerini gösterdi. Ürktüm." 


Burada bulunuşumun hiçbir anlamı yoktu. Şu çocuğu görünceye kadar. Nasıl da şefkatle sarılmış, minik bağrına basmış yavru köpeği.. ve o yavru nasıl da mesut. Nasıl da kendini güvende hissediyor. Bakışlarından belli. Bir köpeğin mutlu mu, mutsuz mu olduğunu, kendini güvende hissedip hissetmediğini anlayacak kadar bir bilgim var.. çocukluğum bir şehrin varoşunda geçti. Şehir dediysem altmışların Anadolu şehirlerinden bir şehir.. hemen her evde birkaç hayvan beslenirdi.. büyükbaş, küçükbaş, tavuklar, köpekler. 

Köpekler biz çocuklar için bir oyuncaktı. Şehrin mezbahası iki-üç yüz metre ilerdeydi ve bizim köpeklerimiz pek tembeldi, -belki tembelliğe biz alıştırmıştık onları kim bilir- oraya gider hayvan artıkları –sakatat, özellikle akciğer ve dalak çok olurdu- toplar köpeklerimize verirdik. Ah ne hınzırlıklar yapardık o köpeklere ve onlar da ortak mı olurlardı yoksa bir tür anlamazlıkta mı diretirlerdi bilinmez, oyunlarımıza düşerlerdi. 

Özellikle Pazar günleri köpekleri “nenenin bahçesi”ne toplar ve ortalarına iri et parçaları fırlatırdık. Hepsine yemeklerini ayrı ayrı verme imkanımız olmasına rağmen.. onlar da bu havaya atılan et parçasını kapmak için bir birlerinin gırtlağına sarılır, birbir canlarını yakarlar, müthiş bir kavgaya tutuşurlardı biz de bundan, bu acımasızlıktan çocukça bir keyif alırdık.. “it boğuşturması” kadar hoşumuza giden başka bir oyun yoktu sanırım.. belki çelik-çomaktan bile fazla severdik. 

Ya şu çocuk! Yüreğindeki görkemli şefkat nasıl da duygulandırdı beni.. nasıl da dolu dolu oldu gözlerim. Oysa günlerden bir gün tam da onun yaşındayken ben ve mahallemizin yaşıtım diğer çocukları bize ait olmayan yavru bir köpek bulmuştuk nenenin bahçesinde. Diğer yavrularla hoplayıp zıplıyordu yeni yağmış kar üzerinde.. bazen büyüklere de yanaşıp onların kuyruklarını, kulaklarını ısırmaya kalkışıp, sert karşı koyuşlarda mızıldayarak uzaklaşıyor ve kendi kendilerine oynamaya devam ediyorlardı. 

Bu yeni yavrunun rengi bozdu. Pek bir sünepe gibiydi. Ergin'in –mahallenin en şer çocuklarından, en acımasızlarından, en zalimlerinden ve en utanmazlarından biriydi, hemen herkes ondan çekinirdi- çağırmasıyla bütün yavrular ona doğru kuyruklarını sallayarak koştular. 

Yanlarına vardım. “Bu da nerden çıktı?” dedim. Ergin omzunu silkip, “Mezbahadan gelmiştir.” dedi. Henüz ilk mektebe başlamamış yaşıtlar birer ikişer sökün etmiş bahçeye toplanmıştık. Büyük köpekler oralı değildi. Mektepte okuyan ağabeylerimize itaat ederdi onlar. Biz de yavrularla oynardık. Her kes dengi dengine. 

Yeni yavrunun başını okşadı Ergin.. yavru yaltaklanmaya başlamıştı. Hemen her ense kökü sıkılan yavru köpekler cansız bir “hev..hev” sesi çıkarırdı. Biz çocuklar da gülerdik bu çıkan sese. Aynı oyunu bu yeni gelene yapmaya kalkıştı Ergin, yavru köpek onun ne yapacağını anlamış olmalı ki hemen boynunu kaçırıp diş göstermeye kalktı. Bunun üzerine Ergin bir tekme savurdu; yavru köpek havalandı, yumuşak karlar üzerine feryat ederek düştü, zoraki topladı kendini.. Ergin yeni bir hamle yapmak üzereydi ki köpek yine ondan önce davranıp koşmaya başladı. Tam bahçeden çıkmak üzereydi ki topal Müfit belirdi kapıda.. 

“O kuduz iti bırakma topal!” diye bağırdı Ergin. Topal hamle yapıncaya kadar yavru köpek bahçeden fırlamıştı. Ergin, ben topal da peşinden fırladık.. kim gördüyse bizim peşimizde.. köpek ne yapacağını şaşırmıştı. Peşi sıra fırlatılan buz parçaları, kar topakları.. ve nefret sözcükleri.. bütün bir mahallenin beş altı yaşı çocukları.. yakaladığımızda asmaktan söz edenler, ağzından gazyağı boca etmeyi teklif edenler.. nişangah yapmanın daha hoş olacağını iddia edenler.. Medeha yenge yetişti köpeğin imdadına.. biraz soluk almasına yetecek kadar bir zaman.. arayıp ta bulamayacağı bir şeydi zavallının. 

“Veletler ne istiyorsunuz biçareden.. çabuk bırakın peşini.. Ergin akşam babana söyleyeyim sen de gör!” diye azarladı. Bir an durakladık. Ergin “ Ana kuduz o! Az kalsın kıtlayacaktı elimi!” dedi. 

Bahane bulmuştuk. Öyle olmadığını bilen bir bendim. Diğerleri bu yalana inanmışlardı. Belki Ergin bile inanmıştı. Medeha Yenge “Size ne? Bırakın gitsin! İtlerle dalaşırsanız elbet kuduz olursunuz.” diyerek Ergin'i tutmaya kalktı, o bir bel kıvırmasıyla annesinin elinden kurtulup yavru köpekceğizin saptığı sokağa doğru fırladı.. biz de arkasından.. yavruyu kaybetmiştik. Bulamadık. Eğer çıkıp gelirse nişangâh olacaktı. Kararımızı vermiştik hem de oy birliğiyle.. gazyağı içirmeyi de onaylamıştık. Ama bir daha o yavru köpeği göremedik. 

Sanki şu kızcağızın kucağındaki o.. biliyorum onun olmadığını.. yine de.. yavaşça oturduğum banktan kalkıp çocuğun yanına vardım.. yavrunun başını okşamak üzere elimi kaldırdım.. yavru beni tanımış gibi hırladı.. dişlerini gösterdi. Ürktüm. 

Ve koşar adımlarla yürüyüp çıktım parktan.


Cemal Çalık, 10.12.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı