17 Ekim 2015 Cumartesi

SA1907/KY1-CÇ156: Çeviri Yapıtları Okuma Kılavuzu

"Siz siz olun çevirilerle amelde aşırıya gitmeyin."



Dilin sınırlı oluşundan kaynaklanan, anlatılanın anlatılmak istenen olmadığı vargısı bende apaçık bir gerçeklik olarak kaimdir. Burada “Ben” sözcüğüne özellikle dikkati çekmek isterim. Yani benim dışımda bir başkası böyle bir vargıda olmayabilir. Dil ile ilgili bir sıkıntısı olmayabilir. Söylediklerinin tam da söylemek istedikleri olduğu vargısını taşıyabilir. Böylesi bir güven içre olana niçin demem. Ancak bana da kimse niçin o güveni duymadığım sorulmasın.

Herhangi bir olayı, basit bir olayı, diyelim iki otomobilin hafif bir çarpışmasının bile dil ile tam anlamıyla bir başkasına ifade edilebildiğinden kuşkuluyum. Hal böyle olunca kendi dilimde, kendi dilim ile konuşana sıradan bir olayı bile anlatamıyorken, çeviri yapıtlar karşısında nasıl bir acziyet içinde olunduğu çıkarsamama kimsenin şaşıracağını sanmıyorum. 

Bir dilde ifade edilen bir başka dilde bizatihi ifade edilemez. Hem ne diyordu Wittgenstein “Dilde ifade edilen dil ile anlatılamaz.” Çevirileri nasıl okumamız gerektiği sorusunun yahut sorununun tam da gelip durduğu yer burasıdır.

Amacım çeviri teknikleri üzerine bir şey söylemek değil. İster motomot çeviri olsun, ister anlama, içeriğe yönelik çeviri olsun benim bunlarla işim yok. Çevirmenin metodundan ziyade, duruşu, dünya görüşü algılayışı olarak bize çevirdiği eseri bize sunup sunmadığı. 

Çevirdiği dil ile çevireceği dil üzerindeki hakimiyet de benim ilgi alanımda değil. Hatta hakim olmadan çeviri yapanın yaptığı hatalarda -eğer hata yapılmış ise - ötekinden daha masum olduğuna dair inanç taşımaktayım. Buna dair iki küçük anektdot aktarayım. 

Osmanlıcayı yeni öğrenen bir arkadaşım ile bir Osmanlıca bir roman okuyorduk. Arkadaşım “Kömürün ziyasında çadırlar esrarengiz bir görünüm arz ediyordu” ifadesinde takıldı. Ve bu ifadenin çok anlamsız olduğunu söyledi. Haklıydı. Arkadaşıma "Bakabilir miyim?" dedim. Metne baktım. Kömür değil, kamerin ziyasında yazdığını gördüm. Bunda çok da önemli bir durum yoktu. Kameri kömür okumuştu. Kaf mim ve re harfleri ona kömürü çağrıştırmıştı. Osmanlıcaya tam vakıf olmadığı için.. bir başkası –ki bu kere titri prof olan biri- pir sözcüğünü pire diye okumuştu. İşte bunda kasıt vardı. Aşağılama gayreti ile böyle yapıyordu. İkincinin dile hakimiyeti apaçıktı ama bile isteye böyle yapmıştı. Öyle ise bir çevirmenin kastını bilmemiz gerekmez mi? Böyle bir çekince ile okumak gerekmez mi çevirileri? 

Aklı Karışıklar İçin Kılavuz (E.F. SCHUMACHER, iz yayıncılık, Mustafa Özel, 1999) diye Türkçeye çevrilen kitabın yazarı kitabını yazış nedeni olarak Sovyet Rusyası'nda gezerken, rehberine kendi elindeki haritada görünen Katedral'in niye olmadığın sorar, rehber de kendi haritalarında dinsel yapıların olmadığı cevabını alır. Bu cevap karşısında yazar “Acaba haritada başka daha neler yok!” diye düşünür. Çeviriler de bir haritadır. Ve kimbilir neler çevirmen tarafından görmemiz engellenmiştir? 

"Bütün çevirmenler böyle çevirir", diye bir yargı taşımıyorum. Ve fakat bu benim için bir mihenk taşıdır. Öyle ki daha önce okuduğum bir metindeki ifadeleri daha sonra okuduğum ifadelerle karşılaştırınca bu mihenk taşının ne denli önemli olduğunu bir daha ayrımsadım. 

Şu ifade; 

“Aydın kadını sevmek oğlancılıktır.” Charles Baudelaire (1984 çevirisi) 
“Akıllı kadınları sevmek oğlancılık zevkidir.” Charles Baudelaire (2015 çevirisi)

Aynı yazarın yapıtının iki farklı çevirisi. İlk ifade 80’li yıllarda çevrilene ait. Kitaplığımda okunmak üzere verip de bir daha kendisinden haber alamadığım “Genç Edebiyatçılara Öğütler, Özden Günceler, Kötülük Çiçekleri” (Erdoğan Alkan, Alaz Yay. 1984) adlı kitap. 

Mezkur kitap elimde olmadığı için “Aydın kadını sevmek oğlancılıktır” ifadesi tuttuğum notla aynıdır diyemiyorum. Fakat kuvvetle muhtemel ki “aydın” sözcüğü çeviride vardı. 

Peki 2015 tarihli “Özel Günceler, Apaçık Yüreğim” (Sait Maden, T.İŞ.Ban. Yay. 2015) çeviri de çevirmen niçin “aydın” sözcüğü yerine “akıllı” sözcüğünü tercih etmiş? Acaba Fransızca da aydın ve akıllı sözcüklerinin ikisini de içeren bir sözcük mü kullanmıştır Charles Baudelaire ve çevirmenler de zevklerine göre anlamlardan birini seçmiştir? 

Bunu bilmiyorum. Belki öyledir. Ama şuna bütün kalbimle inanıyorum ki, ikinci çevirmen yazarı aklamaya çalışmıştır. Zira yazarın vurgusu yaşadığı dönem itibariyle okuryazar kadınlaradır. Ve okuryazarlığı kadınlara hoş görmediğine inanıyorum Baudelair’in. 

Ki ondan daha şiddetlisi Nietzsche’dir o sıradan insanların okuryazar olmasına içerler. Bunun toplumların yozlaşmasına neden olduğunu söyler. Şair “Akıllı Kadın” vurgusu yapmamıştır ve fakat çevirmen bir batılıya okuryazar kadınlara düşmanlığı, aşağılamayı hoş görmemiştir. Kadınların okul eğitimine karşı bir bir batılı. Asla böyle bir şey olamaz(!) Bu yüzden de çeviri de hiçbir anlamı olmayan “akıllı” sözcüğünü tercih etmiştir. 

Sahi ben ne anlatacaktım? Çeviriler üzerine bir şeyler söylemek istemiştim. Sanırım bir çeviriden alıntı yaparken “Bu falan kişinin çevirisidir” diye not düşülmeli. Zira yazar öyle demek istememişken çevirmen yazara söyletmiş olabilir. Yazarı töhmet altına almamak için böyle yapmak daha sağlıklı gibime geliyor.

 Ve bir şey daha; siz siz olun çevirilerle amelde aşırıya gitmeyin.


Cemal Çalık, 17.10.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Deneme


Seçkin Deniz Twitter Akışı