22 Mart 2015 Pazar

SA1230/KY1-CÇ110: Alinasyon ve Asimilasyon

"Sizin değerlerinize toptan saldıran bir kişilik görürseniz, konuları bir şekilde kişiselleştirenle karşılaşırsanız o kişinin aline olduğundan hareketle kendi haline bırakmanız kendi menfaatinizedir."


Alinasyon ve asimilasyon kavramları üzerinden bir arketip oluşturma zorunluluğu her zaman karşımıza çıkmaktadır. Bu zorunluluk daha çok kimi tartışmalarda kendisini oldukça güçlü hissettirmektedir. Tartışmalarda belli bir süre geçtiği halde başlangıçtaki durumdan bir adım öteye gidilemediği, aynı şeyin, özün başka bir biçimde dile getirildiği ayrımsandığında bu zorunluluğun ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 

Öyle ki; başlangıçtaki olası yumuşak üsluplar birden bire değişmekte, konu kişiselleştirilmekte, kırıcılıkta hiç varılmamış noktalara varmakta bir sakınca görülmemektedir. Bu dahi tartışmanın mahiyetini, niçinini açıklar ve fakat tartışan taraflar bunun bile farkına varamazlar. Tartışmanın temeli her hangi bir olgu ve olayı açıklamak değil aline olmuş kişinin öfkesinin, hıncının, kızgınlığının dışa vurulmasıdır. 


Siz bir olgu ve olayın analizini, neliğini anlamak için tartışmaya oturduğunuzu sanırken öfkelerin, kinlerin, hıncın kusulduğu bir nesne olduğunuzu çok sonra fark edersiniz. Bu fark ediş size bir daha elde edemeyeceğiniz saatlere mal olmuştur. Telafisi en zor olan değil, hiç olmayan şey zaman kaybıdır. İşte bu kaybın önüne geçmek için bile bize Alinasyon ve asimilasyon kavramları üzerinden bir arketipi gerekli kılmaktadır.

Muhatapların meramını üsluplarından çıkardığınız gibi o üsluplara neden sarıldıklarını da bu iki kavramla oluşturacağımız arketip üzerine inşa edebiliriz. Elimizde bir takım ölçütler olduğunda tartışmayı sürdürmenin ya da sürdürmemenin gereğini de bellemiş oluruz böylelikle. 

Demek ki; bu iki kavram üzerine inşa edeceğimiz arketipler bize oldukça kolaylık sağlayacak ve zaman kaybının da önünü almış olacaktır.

Tartışmalarda bilgisizlikten kaynaklanan inatlaşma başka bir çalışmanın konusudur. Bilgisizlikten kaynaklanan inatlaşma ile aline olmuşluktan kaynaklanan öfke, hınç, nefret patlamaları oldukça farklı boyutlardadır. Bilgisizlikteki inatlaşma fazla sürmez. Zaman hırsızlığında ileri bir boyutta değildir. Bu hemen anlaşılır ve konu kapanır. Oysa aline bir kişilikle yapılan tartışmada kişiselleştirme işin içine dahil olduğu için siz de rüzgâra kapılıp savrulursunuz.

Alinasyon ve asimilasyon kavramları bize iki kişilik prototipi verir. Birinde bir kabullenme -asimilasyon- özümseme ve tamamen olunduğu veya olundurulduğu bir kişiliği verir. Tam bir kabullenme, özümseme kişide kişilik çatışmasına neden olmadığı için asimile olmuş kişi doğal bir kimlik ve kişiliğe bürünür.

Asimile ya bir kurumsal güçle ya da isteyerek olabilir. Devletler eliyle kimi halklar, kimi farklı kimliklere zorla ve uzun vadede dönüştürülür. Dönüşen bu gruplar halklar dönüştürüldükleri kimliği olduğu gibi benimsemiş ve o kimlikle kişilikleri oluşturulmuş olur. 

Geçmiş kimliklerine ait hiçbir şey kendilerini rahatsız etmez. Daha önceki ki kimliklerinden akrabalarına, tanıdıklarına yapılacak, yapılan aşağılama, horlama ve daha başka olumsuzluklardan bir rahatsızlık duymazlar. Çünkü o kimlikten olmadıklarına inanmışlardır. Karşı çıkışları, dünyaya bakışları, değerleriyle büsbütün dönüştükleri olmuşlardır. 

Büründükleri kimlik önceki kimliklerinden farklı olsa da yeni kimlikleri de doğal bir kimlik olduğu için çatışma yaşamazlar. Geçmiş kimliklerine dair bir bilinçleri olmadığı için kişilik çatışmasından da kurtulmuşlar ve gösterdikleri tavırlar görece doğallık kazanmıştır. Çünkü büründüğü kimlik ve kişilik doğal bir kimlik ve kişiliktir.

Diyelim ki, Ahmet asimile olmuş olsun. Ve adını da Adime koysun. Adime olan Ahmet önceki kimliğinde olanlardan bir rahatsızlık duymaz. Tepkileri Adime olduğu toplumun tepkilerinden öte değildir. Adime olduğu toplumun Ahmet’in toplumuna, dünyasına bakışı neyse kendisinde de o vardır. Ahmet'in toplumunu toptan kötülüyorsa, kötü biliyorsa kendisi de öyle bilir. İyilikleri, güzellikleri ne de görüyorsa o da onda görür. Ahmetlerin yaptığı şeyleri Adimeler nasıl görüyorsa öyle görür. İyinin ve kötünün ölçütü yeni büründüğü dünyanın değerleridir. Dolayısıyla önceki toplumunda da kimi iyilikleri görür, inkâra kalkışmaz.

Aline olmuş bir kişi ise karşımıza bambaşka bir biçimde çıkmaktadır. Çünkü doğal bir kimliğe bürünememiştir. Dolayısıyla değerlendirmeleri de doğal bir kimliğin kişilerin değerlendirmelerinden uzaktır. 

Aline olan Ahmet kendisini Adime kabul etmekle beraber önceki kimliğine ilişkin gördüğü her bir işaretten ölesiye tiksinir. Çünkü o işaretler kendisine ilk kimliğini anımsatmaktadır. Adından nefret eder. "Niçin Adime doğmamışım?" der. Ve fakat bu dediğinin ayrımında değildir. Ahmetlerden tiksinir. Ahmetlerde bir tek iyi yön, bir tek güzel bir taraf bulamaz. Kendisini Adime diye sunmakla, anlatmak, ortaya koymakla beraber Ahmetlere ait en ufacık bir şey bile kendisinin Adime olmadığını göstermekte, anımsatmakta bu da onu çıldırtmaktadır. 

Bu çıldırı içinde olanca gücüyle önceki kimliğine ait ne varsa saldırmaktan geri durmaz. Hemen her vesile ile önceki kimlik ve kişiliğine saldırmanın, aşağılamanın yollarını bulur, kendisini rahatlatmaya çalışır. Önceki kimlik ve kişiliğine ait en ufacık bir olumsuzluğu çirkinliği, kötülüğü yeryüzündeki bütün iğrençliklerin, kötülüklerin, zulümlerin nedeni sayar. Kökeni kabul eder. Önceki kimliğine ait değerlerde iyilikler, güzellikler bulan, gören Adimelere bile kızar. Onlara bile bu yüzden diş biler. İster ki, herkes, her şey önceki kimliğine ait her şeyi aşağılasın, horlasın ve hatta yok etsin. Yok edilirse olmak istediği Adime olacağına inanır.

Bu bir tür çarpılmadır. Çarpılmışlığın kazandırdığı tek şey ise öfke ve hınçtır. İyinin kötünün ölçütlerine sahip olamayış doğal bir kimliğe bürünemeyiş bu kişiye bir cehennemde yaşamaktan öte bir şey vermemiştir. Kendisi dışında kalanların da kendi yaşadığı cehenneme olsun ister.

Aline olmuş kişi her konu, her olay ve olguyu kişiselleştirerek çözümlemeye çalışır. Dünyayı kendinden, kendi algılayış ve anlayışından öte bilmez. Kabullenmez.  Aline olmuş Ahmet Adimeleri her durumda aklamaya, adimelerin yapıp ettiklerinde her zaman haklı gerekçeler bulmaya teşne olduğu kadar önceki kimliğine ait dünyada olup biten en küçük bir olumsuzluğu bile devasa boyutlara getirip her şeyin tek nedeni görmeye de teşnedir.

Aline olan Ahmet Adimeler’i cennet bilirken önceki kimliğine ait dünyayı da cehennem görür. Ve fakat kendisi araftadır. Ve bu da korkunç bir acı verir kendisine. Bu acıyı da önceki kimliğine ait olana nefretini, kinini, hıncını kusarak dindirmeye çalışır.

Aline olan Ahmet size küfrederken gerçekte kendine küfretmektedir. Size saldırırken kendine saldırmaktadır. Öfkesini kusarken kendisine kusmaktadır. Bu bir tür kendinden öç almaktadır. Adime doğmamış olmanın öcünü size saldırarak aldığı yanılsamasını yaşamaktadır. Yaşadığı bu birsam cehennemi bir yaşamın daha derinlerine sürükler. 

Ne yazık ki bu sayrılığın tedavisi de yoktur.

Sizin değerlerinize toptan saldıran bir kişilik görürseniz, konuları bir şekilde kişiselleştirenle karşılaşırsanız o kişinin aline olduğundan hareketle kendi haline bırakmanız kendi menfaatinizedir. Hem zaman açısından hem ruhsal yaşamınız açısından bu böyledir. Cehennemde yaşayan birinin çığlıklarını izleyecek kadar canavar değilseniz o kişiden uzak durmak sizin için iyi olandır.

Cemal Çalık, 22.03.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Fikir, 





Seçkin Deniz Twitter Akışı