6 Eylül 2013 Cuma

SA396/Kâşif M.4: Keçinin Rengi

“Hem zorba hem de mağdur… kendisi olmasa kendisinden üreyenlerin olması imkansızlaşan...”


Kadın… zihninde hangi döngülerin birbirine uç verdiğini kimi zaman ya da çoğu zaman kendisinin de bilmediği bir fenomen… doğurganlığını hayatın merkezine konmuş bulan ve hormonlarının kuşkusuz egemenliğini hayatın her alanına yayan direnci ile baskın… ve yeryüzündeki bütün hassas varlıklardan daha kırılgan, daha zarif. Hem zorba hem de mağdur… kendisi olmasa kendisinden üreyenlerin olması imkansızlaşan…

Erkek, duvarların ardında kalan bir tutuklu gibi. Nazdan duvarların sıklıkla sebepsiz duvarlarla yer değiştirdiğini gördüğünde, anlamı kaybeden, anlamın hangi çerçevede yer bulduğunu unutan ve sersemleyen varlık. Kadının doğurganlığının hangi vekrötel sapmalarla nelere hükmedeceğini bilemediği için, iyiliğin ve kötülüğün sınırlarında gergin bir şekilde yuvarlanıp duran bir mağdur. Kadının zerafetine hükmedemedikçe sinirleri yıpranan bir zavallı ve zavallılığını aşmaya kalkarken de gerçek bir zâlimden başka bir şey olmayan…

Görünen, merkezi kadın olan çemberlerin tüm noktalarında birikmiş bütün erkeklerin bütün kadınların çekim gücünden, merkezkaç kuvvetinden uzaklaşabilmek için hayal kurmayı denemeleri. Kurdukları hayallerin yine kadınlarla sınırlandığını gördüklerinde gevşemeleri, karamsarlaşmaları ve tekrar kadınlara yönelmeleri. Arzuyu, bağımlılıkla karıştıran bir dirençsizlikle yöneldikleri kadınlara karşı hoyratlaşmaları ve onları nesneleştirerek, erken ya da geç hayallerinin sıradan birer çöp kutusu olarak kullanmaları.

Kadınlar en çok kendi hormonlarıyla kaskatı hale geldikleri zamanda ürettikleri enerjinin, yakan, kavuran, ısıran bir güçle yayılırken atmosferi saran nükleer alevler gibi, kendilerinin asla dinginleşmeyecekmiş gibi göründüklerinden habersizler. Erkekler bu nükleer felaketten yara almadan kurtulabilmek için çare aramaları gerektiğini düşündüklerinde iş işten geçmiştir. Her şey bitip sona erdiğinde kadın, hiçbir şey olmamışçasına sakin ve uysaldır; ancak erkek yanıklarını tespit edemeyecek kadar savaş yorgunudur.

Gün geçer ve kadın, her döngüde yeni  nükleer kasırgalar üretmek için, farkında olmadan, stres ilmiklerini örmeye  devam eder. Erkek dingin hayallerin esiri, düşündükçe anlamı, anlamın kaybolup gidişini gördükçe her gün görünen seraplarla, direnç noktalarını beslemeyi düşünür. Kaçmak istemeyi akledene kadar kadının doğurgan ruhuna, farkında olmadan tepki duvarları örmeye başlar.

Kadın naz duvarlarından, sebepsiz duvarlara kadar her taştan duvarı erkeğin önüne sürdükçe, erkek içine çekilir. Her duvar kadından biraz daha kopuş, biraz daha sertleşen bir dokunuştur. Erkeği zâlim olmaya iten dengesiz davranışlar bu dönemde filizlenmeye başlar. Kadınların duvarları  renk ve tür değiştirdikçe, erkeğin içine ördüğü tepki duvarları sıra sıra zihninin en derin merkezine doğru tek tek yükselirler. Erkek  mağdurdur; ancak mağrursa duvarları yıkılmazlaşır.

Kadının ve erkeğin, karşılıklı ördüğü duvarlardan başka hayatlar doğar. Önce başka kadınlar duvarların arasından erkeğe bir gülücük gönderirler.  Başka kadınlar, erkeğin dalgalanan ruhundan yayılan kokuyu fark etmiş ve onu yeni merkeze, yani kendilerine doğru çekmek için gerekli tüm hazırlıkları yapmıştır. Bazen de başka erkekler kadının duvarlarındaki renklere koşarlar. Klasik anlamda bu, kadının merkez olmak istediği tüm hırçınlıklarda artık nevrotik bir döneme denk gelmektedir.

Her kadının merkez olduğu çember kendi avlarını seçer ve hiçbir kadın merkez olmamak gibi bir kaygıyla hareket etmez. Erkeğin hormonal bağımlılıklarından taşan enerjinin artık şiddete evrilen anlam yitimlerinde, bir alış-veriş dengesi üretmek üzere taşlaşmış bir erkekten bahsedilebilir. Kadın zihnindeki hangi renk keçinin peşinden koştuğunu erkeğe anlatmaz. Diyalog biter; renkler karışır ve  o evredeki tüm sınanmalar sona erer. Bir başka sınanma evresine geçilmiştir. İnsan kalınacak mıdır?

Kadın ve erkeğin birbirleriyle çektirdikleri tüm fotoğraflar birbirlerinden kopmamak üzere yaratılmış bu iki türün, bir tek merkezde olmak üzere birbirlerini tutmaları gerektiğini gösterir. Yanyana, gözgöze, elele, birbirlerini tamamlayarak bir tek merkez oluşturmak üzere çalışacakları gerçeği, şeytanların özenle sakladıkları gizli bir umut olarak kalır.  

Çoğunlukla ve sıklıkla umut gizli kalır ve İnsanlık ölür.

Kadın zihnindeki keçinin rengini erkeğe anlatmadıkça trajedi sürer.


Anlamların kaybolmaması için, anlaşmak ve tek merkezde kalmak için, erkeğin zihninde renk renk keçi üretmemesi için, sevgi ve merhamet koşulu var olmaya devam edecektir.


Kâşif M., 6 Eylül 2013, Sonsuz Ark, Derin Ayrıntılar 4




Seçkin Deniz Twitter Akışı