31 Ağustos 2013 Cumartesi

SA382/ KY5-PT1: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman-1. Bölüm: Saççakta Peri Var

Kiziroğlu Mustafa Bey

1. Bölüm
-1-
“Belki de ölmüştür! Sol omuzuna saplanan oku gözlerimle gördüm!” sözleriyle sessizliği bozmuştu Bodur Hamza. Öylesine dökülmemişti bu tümce ağzından. Tepkileri görmek istediği her halinden belli oluyordu loş karanlığa güvenerek söylemiş olsa da. Hem tepkileri görmek hem de umudunu ete-kemiğe bürümek istemişti adeta. Kendisini suçladıklarını seziyordu. Haksız da değillerdi.

Suçlamalarda yerden göğe kadar haklıydılar. Aldıkları kararı aceleciliğinden ötürü bozmuştu. İçinden lanetler savurdu, kendi kendine söylendi “Evet hepsi benim hatam.. ama.. belki de ölmüştür. Okun sol omuzuna saplandığını gözlerimle gördüm. Önümden geçti.” Dörtnala atın gidişini görmüş olması umudunu yerle bir etmesine ediyordu ancak saplanan ok yeniden diriltiyordu umudunu.

Nasıl da sıyrılıp gitmişti! Nasıl da atın sol böğrüne yapışıp uçuvermişti! Okçulara haykırışı çınladı kulaklarında: “Atı oklayın! Atı oklayın!” olmamıştı. Bir tek bir ok bile yetişememişti küheylana.

Ne attı şu küheylan! Ne biniciydi şu Kiziroğlu! Daha atılan ilk okla atına öyle bir hızla manevra yaptırmış ve atın sol böğrüne öyle bir ustalıkla kıvrılmıştı ki ifritlerin dudağı uçuklardı. Omuza saplanan tek ok bile büyük bir şanstı.

Şimdi düşünüyordu da.. “Kahretsin.. kahretsin!” diye ünleniyordu içinden. Ölmediyse.. işin en kötü yanı canhıraş haykırışlarının kendini ele vermiş olmasıydı. Ne vardı bağıracak! Kesin tanınmıştı. Kendini tutmasa hemen şuracıkta kalkıp kafasını kalın duvarlara çarparak canına kıyardı. Kimse bir karşılık vermeyince daha anlaşılır bir sesle “Sol omuzuna saplanan oku gözlerimle gördüm!” dedi.

Sarı Fuat sinirli sinirli fısıltıyla karşılık verdi “Hani.. üç gün oldu.. cesedi nerde? Ha nerede.. sen de biz de biliyoruz ki fırsatı kaçırdık. Ve bu kaçışta en büyük pay senin! Senin aceleciliğin!” yer açılsa da yerin dibine girsem diye düşündü Bodur Hamza. Başını hafifçe kaldırıp dayı oğlu Sancak Beyi Şehreminoğlu Rıfat Bey’e baktı. İdarenin loş ışığıyla yarı aydınlık yüzde bir şeyler görmeyi ummuyordu. Zılgıt yemeye hazırladı kendini.

Sancak Beyi Şehreminoğlu Rıfat Bey, konağının iç odalarından birinin en dip köşesine oturtmuştu, sancağın ileri gelen ailelerden en büyük dört ailenin beylerini. Ne subaşı, ne seyfiyenin diğer üyelerinden herhangi biri yoktu.

Bu resmi bir görüşme değildi. Davet alan konuklar davetin niçin yapıldığını biliyorlardı. Yaklaşık bir ay önce yine bu vakitlerde aynı odada, odanın aynı noktasında buluşmuş Sancak Beyi’nin deyimiyle “iyiden iyiye gemi azıya almış Kiziroğlu’ndan kurtulmak için neler yapmaları gerektiğini konuşmuşlardı.

Yaklaşık yirmi gün sonra Susuz’da köylülerin bir düğünü vardı ve Kiziroğlu da bu düğüne davet edilmişti. Bu bir fırsattı. Aldıkları habere göre Kiziroğlu düğüne yalnız başına gelecekti. Bu en güvenilir kaynaklardan edinilmiş bir haberdi. Bu fırsat bir daha ele geçmez, diye akıl vermişti Rıfat bey. Düşüncelerini öğrenmek istemişti.

Hem Beylerbeyi’nden hem payitahttan yediği zılgıtlar iyiden iyiye telaşa düşürmüştü. Çaresiz kalmıştı. Kaç kez sefer düzenlemişti yılanın yurt edindiği dağlara ancak eli boş dönmüştü. El boş dönmüştü çünkü neredeyse tebaanın tümü Kiziroğlunu gizliden gizliye destekliyordu. Hani haksız da sayılmazlardı kendi açılarından, akıllarınca onların koruyucusuydu beyliğin takdir ettiği vergileri o eşkıya sayesinde ödemiyorlardı.

Toplanan vergiler daha beyliğe ulaşamadan Kiziroğlu çapulcularıyla vergi memurlarını derdest edip soyuyordu. Soyduklarını kim ne verdiyse o miktarca dağıtıyordu. Hem payitaht hem beylerbeyi kulağını çekmişler vergi toplayamayan bir sancak beyinin kendilerine lazım olmadığını yazdıkları fermanla bildirmişlerdi.

Çaresizdi. Bir sipahiyle, üç beş askerle Kiziroğlunun üstesinden gelemeyeceğini çoktan anlamış böylece Kiziroğluna gönülsüz baç veren ileri gelen aile beylerinin yardımını istemeye karar vermişti. Bibioğlu Muhayyerlerin Bodur Hamza, Sarıların Fuat ve Döngel Murat.

Rıfat Bey, Sarı Fuat’ın yılan tıslamasını andıran çıkışının ardından elini kuşağına götürdü. Ağır hareketlerle enfiyesini çıkardı. Burnuna çekmeden birkaç saniye Döngel Murat’a baktı. En çok onun tepkisini merak ediyordu. Bu ikinci buluşmalarında “Saççakta peri var!” deyişini onun gözlerinin içine bakarak sonlandırmıştı.

Döngelleri ne kendisi ne de babası severdi. Şehreminoğullarıyla Döngeller arasında kimseye sır olmayan ve fakat su altında tutulan bir husumet vardı. Bu husumet dölden döle aktarılan bir miras gibi bugüne kadar gelmişti. Ne babası ne kendisi uygun bir fırsat bulup Döngellerden kurtulabilmişlerdi.

Döngellerin payitahtta oldukça nüfuzlu arkaları vardı. Ve enten-püften bir gerekçeyle bir şeyler yapılsa ödeyecekleri bedel tahminlerinin üzerinde olabilirdi. Belki de bir fırsat çıkmıştı. Eşkıyaya yardım ve yataklık. Elinde somut kanıtlar olmasa da öyle olduğuna kesin inanıyordu. Kiziroğlu’nun tuzaktan haberi olmasa geçitte atını birden bire durdurur sonra da geldiği yöne hızla manevra yapıp gidebilir miydi?

Öğrendiğine göre geçidin en dar yerine varmadan Kiziroğlu atını zınk diye durdurmuş ve geldiği yöne çevirip gözden kaybolmuştu. Elini kolunu bağlayan, tuzağı haber almış olan birinin oraya kadar yalnız başına gelmesinin tuhaflığıydı. Kendilerine gözdağı vermek için böylesi bir aptallık yapacak kadar ahmak biri değildi Kiziroğlu.. bu şimdilik bir muammaydı, çözene kadar “eşkıyaya yardım ve yataklık” suçlaması bir köşede hazır duracaktı.

Enfiyeyi burun deliklerinin ikisine de yavaşça çekti. Üç kere hapşırdı. Hapşırıkların ardından “Elhamdülillah!” dedi. Konukları aynı anda “Yerhekimullah!” karşılığını verdiler. Bir anlık bir sessizliğin ardından tok bir sesle “Yehdine ve yehdikümullah!” sözleriyle yanıtladı konuklarını. Ve sustu.

Rıfat beyin elindeki doksan dokuzluk kehribar tespihin tek düze sesi dışında bir ses yoktu odada. Adeta dört adam nefes bile almıyordu. Sarı Fuat’ın çıkışına karşılık verme isteğiyle yanıp kavrulan Bodur Hamza bile cesaret edemiyordu bu sessizliği bozmaya. Bir oyun oynandığına hükmetmiş, o da katılmıştı bu sessizliğe.

Başka zaman olsa, Rıfat Bey şimdi ortalığı yakıp yıkmış, haykırışları ta Beylerbeyliğinin konağında duyulmuştu. Hiç tanışık olmadığı bir hal vardı sancak beyinin üzerinde. Ne sıradan şeyler için ne zılgıtlar yemişti beyden. Bu suskunluk, bu sakinlik hiç hayra yorulacak gibi değildi.

Başını kaldırıp beye ve diğer konuklara bakmaya bile gücünün olmadığını fark etmişti sıkıntıyla. Sanki günlerdir bu loş odadaydılar. Boğazı kurumuştu. Korkudan mı gecenin ve odanın boğuk havasından mı karar verememişti. Başka zaman olsa şimdiye semaver ya da başka içecekler çoktan gelmiş olurdu.

Rıfat Bey tek tek yeniden süzdü konuklarını. İçlerinde en rahat olanı kuşkusuz Döngellerin Murat’tı. Ve onun bu pervasızlığı kendisini çileden çıkarmaya yetiyordu. Bodur Hamza’nın zavallı kıvranışları doğaldı. Kurdukları ya da kurmayı düşündükleri tuzağı aceleciliği yüzünden bozmuştu.

Normalde affedilir bir hata olmasa da sineye çekmesi gerekiyordu. Hem uzaktan akrabasıydı hem şimdi kimseyi kırmak zamanı değildi. İşin içinde ihanet olduğuna öylesine iman etmişti ki, başkaca olasılıkları aklına getirmiyordu.

Hain ne acul Bodur Hamza idi ne de Kiziroğlu’nun kendisine biçtiği baçın iki katına çıkarılmasıyla nevri dönen Sarı Fuat’tı. Hiç kuşkusuz hain karşısında pervasızca duran ve bıyık altından güldüğünün fark edilmesine aldırmayan Murat’tı. Keşke bu sinsi adamı o gün çağırmasaydı.

Çağırmasına çağırmayacaktı. Ama subaşı “ Beyim belki Döngeller’den ebediyen kurtulma fırsatı karşımıza çıkmış olabilir.. malum Kiziroğlu, Murat ağanın kızına yangın ve kızın kendisinin sözlüsü olduğunu yedi düvele ilan etmiş durumda. Ona kurulacak tuzaktan Murat’ın haberinin olması Kiziroğlu’nun da haberdar olmasına sebep olabilir.. bu da eşkıyaya yardım ve yataklık suçunun muhatabı olmasına yeter. Velev ki kendisi bizzat söylememiş olsun. Kızına ima etse kızı Kiziroğlunu bir şekilde haberdar eder.. böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluruz.” Demiş aklını çelmişti.

Ve Döngel Murat’ın davetten şüphe etmemesi için bizzat daveti subaşının kendisinin yapmasının yerinde olacağına karar verilmişti. Kiziroğlu tuzaktan haberdardı bu kesin. Ve sorumlusu da Döngellerin Murat’tı.
Döngel Murat ilk toplantıya davet edildiğinde şaşırmamıştı dense, yalan olurdu. Toplantının Kiziroğlu’nun halli için olduğunu öğrenmişti. Bunun kendisine iletilmesi bile başlı başına bir olaydı olay olmasına, ama çağrılmasında bir hinlik olduğunu düşünmemişti, Sancak Beyi’nin içine düştüğü çaresizlik olmalıydı bu daveti yaptıran.

Davetin bizzat Subaşı tarafından iletilmesi, olası bir kumpasın olmadığına kanıttı. Davetin böyle yapılması konakta başına bir şey gelmesi ihtimalini ortadan kaldırmış, şüphelerinin yersizliğine hükmederek toplantıya katılmıştı temkini elden bırakmadan.

Yine de emrindeki elli silahşor Sancak Bey’inin konağının hemen ötesinde kendisini beklemişlerdi. Sabah ezanlarını işittiklerinde kendisi hala içerdeyse hiç vakit kaybetmeden konağı basacaklardı. Kimse bu tedbirden haberdar değildi.

Rıfat akıllı bir adamdı. Subaşı ile evine davet ettiği birine bir oyun oynaması çok çok uzak ihtimaldi. Hele bu biri Döngellerden ise. Yine de hırs insanın gözünü kararttığında ne kadar akıllı olursa olsun aptallıklar yapardı. Tedbiri elden bırakmak akıl kârı değildi ve tedbirini almıştı. Böylece içi rahat davete katılmıştı. Tıpkı bugünkü gibi. Bugün daha rahattı. Ne dışarda sinmiş adamları vardı ne başkası. Sancak Beyi’nin yüreğinde yer eden korkuyu, acziyeti görmüş böyle sadece at uşağı ve kendisi gelmişti ikinci toplantıya.

“Saççakta peri var!” sözünün suratında patlatılması bile keyfini kaçırmamıştı. Döngel Murat, Şehreminoğlu Rıfat’ın aksine adı konulmamış husumetin bu olayla ortadan kalkacağını umuyordu. Ve bu umudun gerçekleşmesi için de elinden geleni yapacaktı. Rıfat’ın aç bir kurt gibi kendisini süzdüğünün farkındaydı ve fakat bu farkındalığı sezdirmemişti.

Hem Sarı Fuat hem Bodur Hamza iki adım gerisine düşmüş sayılırdı. Bodur Hamza tuzağın zamanlamasına uymamakla, Sarı Fuat’ta bütün kızgınlığına öfkesine rağmen beş yüz altın baçı Kiziroğlu’na vermesiyle geri düşmüşlerdi. Rıfat Bey bunu elbet bir gün yüzlerine vuracaktı. Uzaktan akrabası olan Bodur Hamza’yı belki kayırırdı ama Sarı Fuat’ın hiç şansı yoktu.

Kendisi Kiziroğlu’nun bütün sıkıştırmalarına rağmen baç vermemişti ve vermeyecekti. Rıfat Bey bunu biliyordu. Rıfat Bey bir başka şey daha biliyordu, Kiziroğlu Döngel’e fazlaca abanmıyorsa nedeni erlik kızı Aysema’ydı.

Kiziroğlu bütün yöreye ilan etmişti güzelliği dillere destan Aysema’nın kendi sözlüsü olduğunu, ne kızın ne ailenin rızası olmasa da. Baba kesin razı değildi bu işe. Ve bunu ilan etmişse de kızın durumu belirsizdi.

Döngel Murat bu hale rağmen iki adım önde olduğuna kanaat getirmişti. Konuşmasına konuşacaktı fakat Rıfat beyin bir şeyler söylemesinden sonra yapmayı düşünüyordu bu konuşmayı. Rıfat Bey de domuzluğuna çıt etmiyordu. Sanki yemin etmişti. Daha fazla susmanın lehine olmayacağına karar verdi. Boğazını temizledi “Destur var ise bir iki şey söylemek isterim!” dedi. Kimse ağzını açmadı. “ Bu sessizliği destura yoruyorum.. Rıfat beyimiz emretseler de içecek bir bardak su getirseler boğazımız kurudu!”

 “He ya!” diye atıldı Sarı Fuat. “Hay Allah senden razı olsun Murat ağam.. hakikaten boğazımız kurudu!”
Rıfat Bey böyle bir hamle beklemiyordu. Döngel yaman adamdı doğrusu. Hâkimiyeti ele geçirmek üzereydi. Buna fırsat verse miydi? 

“Turab!” diye seslendi. Odanın kapısı açıldı iki büklüm kırk elli yaşlarında köse Turab içeri girdi. Doğrulmadan iki üç adım attı. Rıfat bey bakışlarını döngelden ayırmadan, “Turab bir şeyi iki kere söyletmekten zevk mi alıyorsunuz hani semaver.. hani çaylar.. ayaklarınızın altı kaşınıyor zahir!” dedi.
Turab, “Derhal efendimiz!” deyip geri geri çekildi. Kapıdan çıkıp tekrar kapadı kapıyı.

Döngel Murat: “Rıfat beyimizin cömertliği bütün yörede bilindiği gibi payitahtta bile meşhurdur. Hem merhameti de öyledir. Ve merhamet hizmetçilerin şaşırmasına sebep olur..  hizmette kusur edenler Rıfat beyimizin merhametine sığınırlar bilirim. Gelelim elden kaçırılan fırsata.. doğrudur yılanın tuzaktan kurtulmasına sebep Bodur Hamza’nın aceleciliği ve benimle Sarı Fuat’ın gevşekliğidir.”

Sarı Fuat öfkeyle: “Aman ağam ne dersin sen! Dediğini kulakların işitir mi?” dedi. “Vay köpoğlu köpek!”  diye iç geçirdi Sancak Beyi. “Sen az kurnaz değilsin ya.. demek merhametime sığınıyorsun.. bak ben yapayım sen de merhamet neymiş gör!”

“Kızma Sarı Fuat ağam.. evet kusurun büyüğü Bodur Hamza’dadır amma onun aceleciliğine mani olsaydık belki de şimdi şölen yapıyorduk. Eşkıyadan kurtulmuştuk. Doğru acul biridir Hamza kardeşimiz, o gün bütün gün onun yanında olsaydık, onun da plana sadık kalmasını sağlardık. Hem ben sizden habersiz ikinci bir tuzak kurmuştum. Eğer düğüne gelmesine fırsat tanınsaydı Kiziroğlu’nun, ağulanacaktı.”

Sözlerinin nasıl bir etki bıraktığını tartmak için sustu Murat.

Bu loş aydınlıkta yüzlerini net seçemese de arkadaşlarının gözlerinin faltaşı gibi açıldığına yemin etse başı ağrımazdı. Rıfat Bey hariç diğer iki kişi sözleşmişçesine “Vay anasını!” nidasını kopardılar. Rıfat Bey yerinden kıpırdamakla yetinmişti. O belli belirsiz kıpırdanış Murat’a yetmiş de artmıştı bile. İstediği etkiyi elde ettiğini anlamanın rahatlığıyla ortalarına konan semaverden hem kendi bardağını hem Rıfat Bey’in bardağını doldurdu.

“İyi ama böyle kavilleşmemiştik!” dedi asabi bir biçimde Bodur Hamza. Tespihi sert sert çeken Rıfat Bey tespihi bıraktı. “Senin yaptığın gibi bir şey için de kavilleşmemiştik a Bodur Efendi.”

Besbelli sinirlenmişti Bey. Hem Murat’a hem Bodur’a. En çok ta Murat’a. Hiç beklemediği hamlelerde bulunmuştu, sinsilikte iblisin bile eline su dökemeyeceğini bildiği Murat.

Bu da canını yakmıştı. Yakıyordu. Gündüz olsaydı suratının allak bullak olduğunu herkes görecekti. Ve Murat bundan hayli keyif alacaktı. Şu an aldığı keyiften bin misli daha fazla keyif alırdı kuşkusuz. Yutkundu. Yeniden üstünlüğü ele almak için: “Herkes madem kendi başına bir şeyler yapmayı aklına koymuş ne diye sabahlara kadar uykusuz kaldık. Kılı kırk yardık? Madem Beylerbeyi’nin beygiri yellenmiştir o gece..” dedi.

“Aman Beyimiz..” diye atıldı Murat. “ O gece aklımın ucundan bile geçmemişti böyle bir şey.. ama ne olur ne olmaz diye ikinci bir tedbir almaya karar verdim ki, kavlimiz de bu minval üzereydi. Evet düğün dönüşü saldıracaktık. Benim verdiğim ağu gücünü eksiltecekti o kadar. Yani işimizi kolaylaştıracak bir plan idi. Fakat zaten gerçekleşmesine fırsat bulamadık.”

“Ağuyu nereden buldun?” diye sordu Rıfat Bey muhatabının cevabını beklemeden de, “ Hem nasıl verecektin?” diye sürdürdü sözlerini.

Murat elindeki bardaktan bir yudum alıp tepsiye bıraktı:

“Düğüne bir hafta kala payitahttan bir misafirim geldiğini sizler de biliyorsunuz. Arsenik adında güçlü bir ağu da vardı yanında. Çok keskin bir ağu olduğunu, ondan tadanın bir daha kurtulamadığını ballandıra ballandıra anlatmıştı. O anlatırken bizim yaptığımız plan aklıma geldi. Düğüne kızım Aysema’da gitti biliyorsunuz. Kızım ben hazzetmesem de Kiziroğlunu kabullenmiş gibiydi. Bunun farkındaydım. Ağzını aradım. Kiziroğluna karşı bir düşmanlığım olmadığına inandırdım kızımı. Ama yaptığı işlerden ötürü birleşmelerine rıza gösteremeyeceğimi, kendisinin onunla konuşup tövbe etmesini sağlarsa ben de onun affı için gerekirse bizzat Beylerbeyliğine, olmadı Payitahta varıp padişahımız efendimizin huzuruna kadar çıkacağımı affedildiği zaman kendisini damatlığa kabul edeceğimi dillere destan bir düğün yapacağımı samimi bir biçimde anlattım. Kızım da inandı. Kızım bana her zaman inanır. Bu sözlerimin doğruluğunun delili için de Kiziroğluna verilmek üzere bir name yazdım. Nameyi içine ağu yedirilmiş kaba koyup kızıma verdim. Ola ki merak edip nameyi kızım okumak ister diye de kaba koymadan önce nameyi okuması için kızıma verdim. Okudu sevindiği halde belli etmeyerek nameyi bana geri verdi. Ben de kaba yerleştirip mühürledim. Bir terslik olursa kabı nameyle beraber düğün tandırına atmasını tembihledim. Ve düğüne gönderdim.. gerisini siz de biliyorsunuz.”

“Gerisini siz de biliyorsunuz!”  bu sözler Sancak Beyi Rıfat’ın içinin derinliklerinde yankılanıp durdu bir süre. Murat söylediklerinde samimi miydi? Gerçekten olabilir miydi? “Eğer öyle ise..” diye iç geçirdi. Bir türlü inanmak istemiyordu. “Keşke yalan olsa.. yok muhakkak yalan.. suçunu aklınca örtmek istiyor.. aklınca kurtulacak.. ya doğruysa!” bu ihtimal çileden çıkarıyordu.

Doğruysa eğer akıllı oldukça kurnaz bir müttefiki vardı demek. Bu belayı defetmek için ihtiyaç duyulacak yegane insan olduğunun farkındaydı Murat’ın itiraf edemese de. Sözlerinin doğruluğuna istemeye istemeye hükmetti. Bir sağında bir solunda süklüm püklüm oturan duydukları karşısında ağızları bir karış açık şu iki ahmak nere Murat nereydi. Aralarındaki husumeti bu belayı def edinceye kadar hasıraltı etmeye karar verdi. “Ya bismillah!” deyip ayağa kalktı. Diğerleri de şaşkınlıkla ayağa kalktılar.

“Ağalar!” dedi Rıfat Bey. “Zaman bir hayli geç oldu. Malum yarın maruzat günüdür. Şimdilik bir tedbir konuşmaya gerek yok.. olan oldu. Birkaç gün daha hepimiz kendi kaynaklarımızla Kiziroğlu’nun yerini araştıralım. Onun tarafında olup bitenleri öğrenelim.. haftaya bu saatte yine toplanıp konuyu etrafınca değerlendirelim..”

Konuklar hep bir ağızdan “Siz nasıl uygun görürseniz beyim..” karşılığını verdiler. Odanın kapısına doğru yürüdüler. “Turab konuklarımız gidiyor yol gösterin!” diye seslendi Rıfat Bey. Odadan çıktılar.
 Turab iki büklüm karşıladı beyi ve konukları. Sofadan çıkıp dış kapıya yöneldiler. Her biri ile tiksinerek tokalaştı Rıfat bey. Murat’ın elini uzun uzun tuttu. Ay ışığında pırıl pırıl parlayan siyah gözlerine dikti gözlerini. Gülümsedi:

“Ha.. saççakta peri olduğunu unutmasın hiç kimse.. herkes denk alsın ayağını!” dedi. Turab önde konuklar arkada atların bağlandığı çite doğru yürüdüler.

Rıfat Bey konukları yolcu edip içeri girdi. Bir kedi sessizliğiyle yanına yaklaşan Subaşı’na başını çevirmeden: “Duydun mu?” dedi.

Subaşı kısık bir sesle: “ Evet.. söylenen her sözü duydum..”

“Doğru mudur söyledikleri Murat’ın..”

“Siz daha iyi bilirsiniz.. sordunuz söyleyeyim.. bence doğrudur. Düğüne giden kızı Aysema’nın tandıra attığı nameye kadar her biri doğru. Name zehirli miydi bilemem elbet. Adamım almaya güç yetirememiş. Anladığım kadarıyla Kiziroğlunu halletmek herkesten çok Murat’ın işine yarayacaktır. Ne de olsa işin içinde evlat da var. Benim bildiğim kızını payitahta düşünmektedir Murat. Onun gözü payitahttadır. Bu emeline kavuşmasına engel olacak şeye izin vermeyecektir bence..”

Rıfat Bey Subaşı’nın söylediklerini başıyla onayladı. Bir süre sessizce durdular. Rıfat Bey Subaşı’na dönerek:

“Yine de gözümüzü dört açalım. Sen yarın maruzat bitiminde Murat’ı has odaya al. Kimse bilmesin ikimizin buluştuğunu. Bu belayı onun yardımıyla daha çabuk def edeceğimiz gibi bir his var içimde..” dedi.

Odasına doğru yürüdü. Subaşı “Baş üstüne!” karşılığını verip geldiği gibi sessizce kayboldu.



Puran Tilmiz, 31.08.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar





Seçkin Deniz Twitter Akışı