31 Ağustos 2013 Cumartesi

SA381/KY1-CÇ45: Okumak, Karşı Olmaktır

“Karşı olmak için, kişi hem kendini hem kendi olmayanı bilmek zorundadır.”


Yazmanın ne olduğu, niye yazıldığı, hemen her yazar tarafından açıklanmaya çalışılmıştır. Niye yazdığını açıklamayan yok gibidir. Çağının tanığı olmaktan tutun da “şey”lere ayna olmaya varıncaya kadar dillendirilmiştir yazıların niçin yazıldığı, yazarları tarafından.


Sanki bu açıklanmış olmazsa bir şeyler eksik gibi algılanmıştır. Sanki her bir yazar “Niçin yazıyorsun?” sorusuna muhatap olmuş gibidir. Belki dışından böylesi bir soruyla muhatap olmamıştır, ama içinden her yazana bu soru yöneltilmiş olmalı. Ki; niye yazıldığını açıklama gereksinimi duymuştur her bir yazar.


Sahi niçin yazılır? Niçin yazmaktayım? Sartre, çağa tanıklıktan söz eder. Peki, çağının tanığı olmak ne demektir? Olup biteni bir koleksiyoncu mantığıyla biriktirmek sonraki kuşakların o olup bitenleri bilmesini sağlamak mıdır? Tanıklık olup-bitenin olmasını engellemek için değilse bir anlamı yoktur bence. Olup bitenin olmaması için mücadele eden kendisi olarak var olandır. Demek ki yazanın hedefi özde kendisi olmaktır.

Biz bu yazıda yazmanın niçininden, neliğinden çok okuyucu üzerinde durmayı düşünüyoruz. Yazmak çağa tanıklık, karanlıkta olanı ortaya çıkarmak ise okumak nedir? Niçin okumalıyız?

Hemen baştan belirtelim ki okumaktan kastımız salt seslerin sembollerle gösterildiği nesnelerde yazılanları okumakla sınırlı değildir. Okumak deyince aklımıza bu gelmemeli. Bu okumayı sınırlandırmaktır. Oysa okumak sınırsızdır. Biz yine de okumanın bu türü üzerinden gidelim. Yani sembolleşen seslerin gösterildiği nesneler üzerinden. Ve hemen soralım okumak bir yazar gibi olmak mıdır?  Yazar gibi olmak mı olmalıdır?

Okumak bir yazar gibi olmak ise bir anlamı olur mu? Yani okuyan okuyarak kendisi olmayı gerçekleştirmiş olur mu yazar gibi olduğunda? Yazar gibi olunduğunda kişi kendisi değil; ya eşyaların tıkıştırıldığı bir dolap ya da göz olmaktan öte anlam taşır mı? Bence taşımaz.

Kişinin kendisi olması için okumak zorunludur zorunlu olmasına, ama nasıl okumak? Nasıl okumalıyız ki kendimiz olalım? Kendimiz olduktan sonra işimiz kolay.

Okumak karşı olmaktır. Karşısında durmaktır, hem kendinin hem kendi olmayanın.

Şeylerin karşısında olmak bir olumsuzlama değildir. Tersine, kendisi ve kendisi olmayanı olumlulamaktır. Karşı olmak için, kişi hem kendini hem kendi olmayanı bilmek zorundadır. Bir ottan, bir taştan farkı yoktur kendi ve kendisi olmayanı bilmeyenin.

İspanyol düşünür Unamuno herhangi bir konferansa, toplantıya giderken mutlak anlamda karşı olduğunu söylermiş çevresine. Çevresindekiler de "daha görmeden, dinlemeden mi" dermiş.  Karşılık olarak, "Elbette öyle.. yoksa nasıl anlayabilirim söylenenleri, kendimi itiraza yöneltmeden nasıl bilebilirim?" anlamında bir şeyler söylermiş.

Demek ki, övgü ya da yergi değil aslolan. Söylenilenin ne olduğunun farkına varmak. Söylenilenin farkına varan kuşkusuz kendi olmaya adım atmış demektir. Şimdi çevremize bakıp soralım kendimize,kendimizi dâhil ederek;

"Kaçımız, karşı olduğumuz veya onayladığımız şeyler hakkında kendimize ait yargılara sahibiz?”

Soruyu şöyle de dillendirebiliriz; “Kaçımızın kendimize ait bir sesi var? Kaçımız bir hoparlörüz? Kaçımız kendimizi yaşıyoruz? Kaçımız bir başkasının gölgesi olarak soluk alıyor?"

İnsanı su gibi olmaktan çıkaran ve kendisi olarak nefes alan bir canlı olmasını sağlayan karşı oluş olduğunu bildik. Ve karşı olmayı akletmeyenin, hangi kaba konursa çaresizce o kab olacağını anladık. Peki karşı oluşu nasıl gerçekleştireceğiz? Kendimizi hem kendimiz hem kendimiz olmayanın karşısına nasıl konumlandıracağız?

Kendimizde bulduğumuz her bir şeyin, çevremizde gördüğümüz her bir nesnenin, bize belletilen her bir değerin, algılatılan her bir ölçütün tanımlandığı, tanındığı gibi olup olmadığını sorgulayarak.

İşte bu sorgudur okumak. İşte bu yüzden İncil “önce söz vardı” ile başlar. Bu yüzden Kur’an’ın ilk buyruğu okudur.

Okumaların, sana seni ve sen olmayanı vermedikçe, okuma denmez ona. Sana, seni ve sen olmayanı vermeyen okuma bir gün gelir “Geç fark ettim taşın sert olduğunu” dedirtir.

Kendisi ve kendisi olmayanı vermeyen okuma, kişiyi pişmanlıktan pişmanlığa sürükler. Hele de her bir şeyin tecimsel bir şey olduğu günümüzde.


Cemal Çalık, 31.08.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark





Seçkin Deniz Twitter Akışı