28 Şubat 2013 Perşembe

SA190/MB6: Kilise’nin Çöküşü/ Batılı Paradigmaların İflası

"Kilisenin vazettiği bütün değerler, karma bir din anlayışından besleniyordu ve kutsallaştırılarak dokunulmazlaştırılan duvarlarında büyük boşluklar vardı."



Bilgiye ilişkin manipülatif  paradigmalar değişiyor. Eğer elektronik iletişimin açtığı güçlü, akışkan, etkileşimli bilgi ağında bulunan ulaşılabilir bilgi türleri, hackerler aracılığı ile farklı manipülasyon teknikleri geliştirilerek engellenmezse, insanlık çok uzun bir geçmişi acımasız bir şekilde tarihin görünmeyen noktalarına gömecek gibi görünüyor. Papa XVI.Benedictus’un istifası, (Vatikan tarafından yayınlanan Annuario Pontificio ,‘Papalık Yıllıkları’na göre XVI. Benedict 265. Papadır) iki bin yıllık kozmopolit bir kültürün sonuna gelindiğini anlatıyor insanlığa. 


İstifa’nın Katolik Kiliselerinde kontrol edilemez, hatta soruşturulamaz boyutta yaygınlaşan kilise içi cinsel-eşcinsel tâciz-tecâvüz vakalarının örtbas edilmesi ve bu durumun davalara konu olması ile Vatikan’ın yasadışı kapitalist faaliyetlerle olan çok boyutlu ilişkisi dolayısıyla gerçekleştiği iddiaları, Kardinal Ratzinger’in sağlık sorunlarından kaynaklanan nedenleri önemsizleştiriyor.


Ratzinger’in istifası çok önemli. Batı-Hıristiyan kültürünün temel eserleri ile birlikte oluşan iki bin yıllık zihinsel-bilgisel kir her türlü dezenfekte faaliyetlerine, manipülasyonlara rağmen artık saklanamıyor. ‘Yüksek Hıristiyan Kültürü’ ve ‘Seçkin Medeniyet Titri’ yerini örtülü gerçeklerin açığa çıkardığı büyük bir çöküş dönemine ve utanç verici içeriğe terk ediyor.

Kilise, misyoner yazarlarının yanı sıra, kolonyal kültür kurbanı/hayranı yazarların tasvir ettiği, parlattığı ve özendirdiği bir büyülü paradigmayı koruyabilecek kapasitesinin kalmadığını kabul etti. Ahlâk, kilisenin içinde başlayan eşcinsel ilişkileri antik yunanın ve romanın karanlıklarından çıkarıp yasama organlarında yasalaştırırken, bir başkasına bütün bunların kötü şeyler olduklarını anlatabilecek saflığını yitirdi.

Vatikan’ın sekülarist/laisist enerji merkezlerine karşı kullandığı ahlâk kozu, Hıristiyan toplumları ikna edebilmekten uzak. İngiltere Katolik Başpiskoposu Kardinal Keith O'Brie,1980’lerde rahibelere uygunsuz harekette bulunmakla suçlandığı için istifa ederken, rahiplerin evlenebilmeleri gerektiğini söylemekteydi.

2011 Fransız yapımı, yönetmenliğini Dominik Moll’ün yaptığı ‘Şeytanın Yüzü-The Monk-Le Moine’ adlı film, evlilik yasağının rahiplerin ve rahibelerin biyolojik//hormonal ihtiyaçlarına karşı direnişlerini eleştiren bir senaryo ile çekilmiş. Rahatsız edici kurgusu, aykırı tutulmuş cinsellikten üreyen sapkınlıkları ‘Ruhunu şeytana satmak’la eş değer tutan Katolik kültürünü yerden yere vuruyor.

‘Şeytan’ın Yüzü’, anlamsız ritüellere boğulmuş, insan ruhunu doyurmayan doktrinlerin sıkıştırdığı tatminsiz manastır insanının yaşadığı travmaları anlatıyor. Bütün bir hayatı manastırda geçmiş olan kusursuz bir vaizin güdülerine yenik düşmesiyle başlayan ve felaketle sona eren bir dram, artık manastır hayatını arzulamayan bir neslin tanımına gönderme yapıyor. Kilise, medeniyet çıkrığı olarak insanlığa iyi hiçbir şey vaat etmediğinin de farkında. Tarih yazanlar değiştiği için, batı bu kirli yükü taşıyacak güce artık sahip değil.

Ruhbanlığın, tarihe düştüğü utanç verici kayıtlarla birlikte, kirli bilginin insan zihnini ve dolayısıyla ahlâkını muhafaza etmesinin imkânsız olduğunu, en yüksek temsilcilerinin istifası ile ilan etmesi, 21. yüzyılda batılı toplumların yeni bir arayış içerisinde olacağına işaret ediyor. Bu arayış, hem kültürel, hem ahlâkî hem de dinî bir arayış olacak.

Kilise, Siyonizmin ve Kabala’nın mimarisini hazırladığı ve inşa ettiği ateizme haklı olarak yenildi. Kilise’nin çöküşü, batılı değerler üzerine konumlanan medeniyet algısının da erimesine yol açıyor. Bu çöküş üç yüz yıl önce Müslüman dünyanın yaşadığı çöküşle tıpatıp aynı. Osmanlı medresesinin, Kabala etkisindeki tekkelere, dergâhlara karşı yaşadığı hâzin yenilginin şeriat hukuku üzerinde kurduğu baskı, cinsel sapkınlığın boyutlarının sorgulanmasını engellemişti.

Kabala ikinci zaferini yaşarken, insanlık ekonomik, psikolojik ve sosyolojik çok ciddi bir bunalımın eşiğinde. İnsan aklının itirazları dünyanın bütün noktalarına eşit hızla yayılıyor ve bugünü üreten karanlık geçmişe karşı ortak bir akıl oluşuyor.

Kabala’nın etkilediği ve ateistleştirdiği Yahudi yazar, filozof ve bilim adamlarının ürettiği bilimsel, felsefî ve edebî eserler, on birinci yüzyıldan başlayarak,batı dünyasında otokratik yönetimlerle birlikte çalışan kiliseye karşı ateist bir bilinç üretmişti. Kilisenin vazettiği bütün değerler, karma bir din anlayışından besleniyordu ve kutsallaştırılarak dokunulmazlaştırılan duvarlarında büyük boşluklar vardı.

Mitolojik Yunan ve Roma dinlerinden devşirilen simgeler ve ilkelerle donanmış Hıristiyanlık, insan aklının haklı itirazlarına cevap vermekte yetersiz kalınca, kabalistik organizasyonların yönlendirdiği seküler algılar daha özgür bir düşünce alanı açmıştı ve insanlar kiliselerden uzaklaşarak mutlu olmanın yollarını aramaya başlamışlardı.

20. yüzyılda ağır rasyonel saldırılar altında kalan kilise, insan doğasına ve aklına aykırı dayatmalarla köleleştirdiği insanları koruyamadı; iki dünya savaşına engel olamayarak itibar kaybetti.  Kabala’nın sosyalizm manivelasıyla devirdiği inanç çarkı, Kilise’nin sorgulanmasını hızlandırdı ve nihayetinde mahkemeler kiliselerin işlerine ve mensuplarının ilişkilerine yönelik şikâyetleri izleme cesaretini gösterdi.

Yaşayan mağdurların savaşlar yüzyılının başlangıcından bu yana taşıdıkları cinsel travmaları itiraf etmeleri ile başlayan süreç kilise adına utanç verici bir özgeçmişi Vatikan’ın en tepesine kadar çıkardı. ABD, Kanada, İngiltere, İskoçya gibi Katolikliğin yaygın olduğu ülkelerde ardı ardına geçmişi yarım yüzyıla kadar uzanan skandallar patlak verdi.

Erasmus’un 16. Yüzyılın başında yazdığı ‘Deliliğe Övgü’, çok ciddi bir kilise ve inanç doktirini eleştirisi içeriyordu. Bugünden bakıldığında ‘Batı Kültürü’ne ait tek kayda değer yazar/eser olarak özgün yerini koruyan ikinci bir esere rastlamak güç. Ancak yeterli ilgiyi gördüğü ve kirli bilgiye karşı destek bulduğu söylenemez. Her eleştiri sarmalında, karşıt akımlarla birbirini üreten düşüncelerin dışında kalmayı başarabilen kilise, artık dayanamadı ve kendi statik varlığını akışkan bilgi ağına karşı koruyamadı.

Hiçbir papaz artık taciz ettiği kız veya erkek çocuğun karşısında kutsal ya da dokunulmaz değil. Özür dileyebilen ve istifa eden papa örneği, yanılabilirliğin insancıl yanını açığa çıkardığı gibi, yaşadığı ve yaşattığı skandallarla, insanın ürettiği hiçbir kutsalın gerçekten kutsal olmadığını da bütün insanlığa öğretmiş bulunuyor.

Sarhoşların, katillerin, yağmacıların ve seks düşkünü savaşçıların anlatıcısı Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı  ile Dante’nin uydurduğu mistik/mitolojik ‘İlahi Komedya’sından beslenen Batı, Roma Hukuku’na adapte olan Kilise’nin kollarında son nefesini verirken beraberinde bütün yazarlarını, filozoflarını, edebiyatçılarını ve şairlerini de götürmek zorunda kalıyor.

Kilise’nin ilk gece hakkına karşı insanları korumadığı zamandan bu yana yaşadığı erozyon artık büyük bir heyelanla, özellikle Vatikan’ı da yerle bir ederek sona erdi. Vatikan’ın sembolik yapısında sabit bir suç olarak kanıtlanan kirli bilgi tarihin derinliklerine doğru hızla yol alıyor.

Tolstoy’dan Dostoyevski’ye, Kafka’dan Freud’a, Nietszche’den Kant’a, Darwin’den Marx’a, Voltaire’den Hugo’ya kadar eklektik ya da anarşist her akım/düşünce, karşıtı yok olduğu için yok olmaya mahkûm artık.

Batılı klasikler insan zihnine uyguladıkları kaçışsız dayatmalarla, okuyanlara öğrettikleri her bilgi kırıntısındaki kiri özgül ağırlıkları olarak kütüphanelerde ve müzelerde taşımaya devam edecekler; ancak yazılı ve görsel bu eserlerin ürettiği medeniyet, ahlâksız, dinsiz, bencil, acımasız, değersiz ve mutsuz insanların yaşadığı bir medeniyet olduğu için unutulmayacaklar ve gelecek kuşaklar tarafından acımasızca eleştirilecekler.

Batı medeniyetinin ürettiği kirli bilgi kendi yokluğuna kendi karanlığını hazırlayarak yuvarlandı. Müslümanların ürettiği medeniyet çöktüğü tarihten bu yana henüz kendisini yeniden kurgulayacak bir akla sahip olmamakla birlikte, Kur’an’ın ak dünyasına bakan taze zihinlerin işlekliği umut yolunun pek de uzak olmadığına inanmayı sağlıyor.

Hiç kuşkusuz 21. Yüzyıl yok olan batılı nesillerden sonra, yepyeni çocukların doğduğu, bütün insanlık geçmişinden çok daha iyi bir yüzyıl olacak. .Üç ayrı tanrının koruyamadığı bir zihni, sınırsız sayıda tanrıdan oluşan sufizmin teolojisi asla koruyamaz. Bunun için Müslüman akılların geleneksel İslâmî algıların ve sufizmin karanlıklarını sorgulaması ve onları da, kilise gibi kirleriyle tarihe gömmesi gerekiyor.


Mümtaz Bahri, Sonsuz Ark, 27.02.2013
Mümtaz Bahri Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı