11 Ekim 2018 Perşembe

SA6954/KY60-ES84: Cumhuriyet’teki Değişim FETÖ’nün Düşüşünün Sonucu



Cumhuriyet gazetesinde gerçekleşen kapsamlı değişimi farklı farklı okuyanlar oldu. Değişimi Kemalistler arasındaki bir ekip anlaşmazlığı olarak görenler olduğu gibi sol liberaller ile Kemalistlerin mücadelesi olduğunu düşünenler de var. İbn Haldun Üniversitesi’nde siyaset teorisi üzerine çalışan öğretim üyesi Dr. Ali Aslan Cumhuriyet’teki değişimin sol liberaller ve Kemalistler arasında bir süredir devam eden çekişmenin Kemalist kanadın kazanmasının sonucu olduğunu söylüyor. 

Kemalist bürokrasinin AK Parti karşısında ağır bir yenilgi almasının ardından 2013’ten sonra gazetenin yönetiminde liberallerin ağır bastığını, ancak onların da AK Parti’yi durduramaması sonucu Kemalist kanatın geri döndüğünü söyleyen Ali Aslan’la Kemalistler, liberaller, aralarındaki ilişkiler ve yansımalarını konuştuk.

Türkiye’de sol deyince aklımıza ilk ne geliyor?

Sol Türkiye’de şu an bir aktör olamamanın sıkıntısını yaşıyor. AK Parti karşısında aldıkları yenilgi öncesinde de 12 Eylül’de ezildikleri, 71’de de büyük bir darbe yedikleri anlatıları var. Basitçe sermaye ve emekçi sınıfı diye bir ayırım yapıyorlar ama bir türlü emekçi sınıfı ile ilişki kuramıyorlar.

Sol ekollerin kendi aralarındaki ilişkileri nasıl?

Kendi aralarında aşk nefret ilişkisi var. Zaman zaman “Neden bir araya gelemiyoruz? Karşımızda AK Parti, muhafazakarlar, dindarlar var. Osmanlı’dan beri karşımızda olan gruplar, yeniden Osmanlı’yı, sultanizm getirmeye çalışıyorlar” diyorlar ama bir türlü bir araya gelemiyorlar. Oda TV ve Aydınlık grubu arasında bir gerilim var. Diğerleri Perinçek’i pek kale almıyor. Belki de hiçbir zaman kendi içlerinde görmediler.

Murat Belge bundan birkaç ay önce Londra’ya, “baskıdan kaçan” akademisyenlerin, entelektüellerin kaydolduğu bir programa kaydolup gittiğinde çok eleştirmişlerdi. “AK Parti’yi başımıza siz bela ettiniz” dediler çünkü AK Parti’nin hem uluslararası sistem nazarında hem de Türkiye’deki kurulu mizan karşısında kendini meşru bir aktör gibi sunamama problemi vardı. Sevelim ya da sevmeyelim AK Parti’nin bu problemi hala devam ediyor. Bugün MHP ile iş birliğinin en önemli sebeplerinden birisi de bu.

Liberaller Almanya ile yakınlaşmayı istemez

Erdoğan’ın Almanya’ya gitmesi liberallere nasıl yansır?

Buradaki Almanya ile Türkiye arasındaki yakınlaşma liberallerin istediği tarzda bir yakınlaşmanın ötesine geçti. Eskiden Avrupa ile AK Parti arasındaki yakınlaşma insan hakları ve özgürlükler bağlamında, liberal bir zeminde gerçekleşiyordu. Şimdi Almanya ve Türkiye arasındaki yakınlaşma daha çok reel politiğin empoze ettiği bir yakınlaşma. Almanya’nın da Amerika ile sürekli açılan bir ilişkisi var. Trump’ı da aşan bir şey. Transatlantik ilişkileri şu an sorgulanıyor. Bush zamanında da sorgulanmıştı. Obama gelince bir şekilde üstü örtüldü. Trump gelince yeniden açıldı. Aslında Trump’la veya Bush’la ilişkili bir durum değil. Amerika’nın Avrupa’dan çekilmesi söz konusu ve Avrupa ne yapacağına henüz karar veremedi. Bir yandan bakıyorsunuz İngiltere Brexit’le çekildi. Bir taraftan Fransa Anglosakson dünya, Amerika ile İngiltere’nin oluşturmuş olduğu bloğa göz kırpıyor bir yandan da Almanya ile yakın durmaya çalışıyor. Almanya daha bağımsız bir dış politikanın peşinde. Rusya ve Çin ile bir yakınlaşma söz konusu. Bu yakınlaşmanın liberalleri çok mutlu edeceğini sanmıyorum mahiyeti açısından. Onlar Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin insan hakları, özgürlükler, sivil toplum gibi söylemler üzerinden oluşmasını istiyorlar. Almanya’nın bir zamanlar Türkiye’ye liberalizmi transfer eden güç olarak lanse edilirken bir anda faşizmin anavatanı diye tanımlandığını görebiliriz.

İleriye yönelik AK Parti ve liberaller arasında yeniden bir yakınlaşma bekliyor musunuz?

Şu anda öyle bir şey gözükmüyor. Bu 16 yıllık sürece baktığımızda AK Parti muhalefetteydi. Hükümet olabilirsiniz bu ülkede ama iktidarı siyasetin ötesinde bir şey olarak değerlendirirsek sağ partiler, toplumu demokrasiyi temsil ettiğini söyleyen partiler, Demokrat Parti, Anavatan, Adalet Partisi, bunlar hükümete geldiler ama hiçbir zaman iktidar olamadılar. İktidar Türkiye’de bir şekilde devlette, bürokrasinin içindeydi. Sermayede belki de. Bu ikisi çok daha baskındı. AK Parti 2010’lu yıllara kadar bu iki güce karşı mücadele etti.

Sağ iktidar oldu ama muktedir olamadı

Bürokrasiyi Kemalizmle eşitleyebilir miyiz?

Evet. Osmanlı’da yöneten ve yönetilenleri düşündüğümüz zaman padişah, onun altında bürokratlar ve yönetilen reaya ve alimler vardı. Cumhuriyete geçiş sürecinde padişah gitti, ulema gitti, bürokrasi ve halk karşı karşıya kaldı. Bürokrasi de tamamen Kuvayı Milliyeci, İttihat Terakki’nin devamıydı. 50’lere kadar zaten tek başlarına yönettiler. 50’den sonra da siyaset alanını serbest bıraktılar, devlet ve toplumun temas etmesinin önünü zorunlu olarak açtılar. Bunda uluslararası gelişmelerin de iç gelişmelerin de etkisi var. Şehirli ve kasabalı sermayeyi elinde tutan sermayeyle bürokrasi iş birliği yaptı fakat bu işbirliği 1940’larda bozuldu. Adnan Menderes’inki aslında böyle bir hikayedir. Adnan Menderes’in bürokraside fazla bir gücü yoktu. Belki Celal Bayar gibi biraz liberal siyaseti destekleyenler vardı yanında. Ama onların dışında çok dar bir desteği vardı. Zaten çok fazla bir dönüşüm de istemiyorlardı ama halka gitmek zorunda kaldılar. “Yeter söz milletin” derken aslında tamamen milletin hakim olması söz konusu değildi. AK Parti ile diğer sağ partiler arasında böyle bir ayrım var. Her zaman diğer partiler sağ partiler; ANAP, AP, DP için de söyleyebiliriz, bunlar demokrat olmadan önce liberaldi. Daha çok sermayenin sözcülüğünü yapıyorlardı. Sermaye ve halkın işbirliğinin doğurmuş olduğu partilerdi. Halk ikinci planda kalıyordu.

AK Parti liberallere ihtiyaç duydu

AK Parti’de nasıldı?

AK Parti’de bu tersine döndü. Liberaller, demokratlar, halk ve sermayenin bir kısmı iş birliği yaptı. Yeni bir sermaye oluşmuştu, Anadolu Kaplanları. Malum diğer sermaye ile arası yoktu AK Parti’nin. Onlar kutuplaşmada öbür tarafta yer aldılar hatta Gezi kalkışması bunun en billurlaştığı noktaydı. Bu açıdan baktığımız zaman AK Parti ilk başlarda bürokrasiyi ve büyük sermayeyi geriletmek için liberal bir dil kullandı. Dışarıdan da desteğe ihtiyacı vardı iddialarını meşrulaştırmak için. Çünkü kendi iddiaları üzerinden bir yere gelemeyeceğini 28 Şubat’ta anlamıştı. Belki de Milli Görüş içindeki kopuş da buydu. Yerli, İslami söylemlerle hiçbir zaman vesayet odaklarının zayıflatamayacağı anlaşılmıştı. Onun üzerine yapılan bir manevra. Bunu sorgulayanlar da var. “Buna gerek var mıydı. Sistemi dönüştürelim derken kendimiz dönüştük” diye. Bu tartışma da zaman zaman daha da alevlenerek sürüyor. Şimdi MHP ile yakınlaşma da İslamcılar arasında rahatsızlık oluşturuyor.

Liberallerin AK Parti’den kopuşu nasıl oldu?

Gezi ve 15 Temmuz arasında bir geçiş dönemi yaşandı. Orada AK Parti tarafındaki liberaller de öbür tarafa geçmeye başladılar. Çok az bir kısmı AK Parti tarafında kaldı. FETÖ meselelerini de buraya koymak lazım. O zamana kadar liberal demokrat bir siyaset dili kullanıyordu AK Parti ama Gezi’den sonra siyaset dili kurma noktasında sıkıntı yaşadı ta ki 15 Temmuz’a kadar. AK Parti’nin mücadele için hedef gösterdiği yerli elitlerdi, 15 Temmuz’dan sonra küresel güçler ve onlarla işbirliği yapanlar oldu. AK Parti yerli ve milli siyasetle, siyaset makasını içerideki elitlerle mücadeleden dışarıdaki küresel güçlere çevirdi. Bunu oturtmaya çalıştı ve hala da oturtmaya çalışıyor. Bunun için de yeni bir bloklaşma ortaya çıktı. Bununla mücadeleye razı gelenler ve gelmeyenler. Şu an sola baktığımız zaman söyledikleri şu “Siz bize emperyalizmle mücadele edelim diyorsunuz ama emperyalistlerle mücadele etmiyorsunuz.” Her defasında AK Parti’nin emperyalistlerle mücadele etmediğini gösterecek bir şey arıyorlar. Bu kırılma içinde, AK Parti yerli milli siyaseti savunduğu sürece liberaller de AK Parti’nin yanında yer almazlar. Liberaller Türkiye’de devlet toplum ilişkilerine odaklanıyorlar. Devletin otoritesini sınırlandırmaya, toplumun otoritesini sınırlandırmaya yönelik, bireye daha alan açan daha bireyci, kolektivist iddialara, siyasete karşı çıkan bir tavırları var.

FETÖ’nün illegal olduğunu biliyorlardı

Baktığımız zaman FETÖ bunların tam tersi, gizli, katı bir hiyerarşisi olan bir grup. Liberaller böyle bir gruba nasıl destek verdi?

Liberaller FETÖ’nün illegal bir örgüt olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Çok iyi tanıdığım liberaller var, onlarla iş tutmuş, okullarında çalışmış… Hatta zamanında bir makale yazdılar 2000’lerin başında. Yazı özetle siz liberalizmi savunuyorsunuz ama bu liberalizmin cemaatin içine de sızması lazım, cemaatin liberal bir yapıya göre dizayn edilmesi lazım diyordu. Tabi ki böyle bir şey cemaat tarafından hiçbir zaman hoş karşılanmaz. Cemaat yani FETÖ, liberalizme de her şeye baktığı gibi araç olarak baktı. Liberaller de liberal söylemlerle insanları toparlayan bir siyasi özne siyaseti organize edecek bir yapı kurmalarının imkansız olduğunu iyi bildikleri için, dünyanın küresel hegemonya dilinin farkında olarak, başka siyasi aktörleri kendi ajandalarını gerçekleştirmek için kullanmaya çalışıyorlar. Onlar FETÖ’ye böyle baktı, FETÖ de liberaller bize alan açıyor diye baktı. AK Parti de liberallere bize alan açıyor diye bakıyordu. Liberaller de AK Parti’yi dönüştürebiliriz diye düşünüyordu. Biliyorsunuz daha sonra bir kısmı hayal kırıklığı yaşadık diye dillendirdi bunu çünkü tasfiye oldular, sözleri dinlenmedi. Hatta nefret kustular. Liberaller CHP ile bile böyle ilişki kuruyorlar. Liberal demokrat olmadı ama hadi sosyal demokrat olsun diyorlar.

Liberaller ne yapmak istiyor?

Şükrü Hanioğlu şu anda liberallerin argümanlarını en usturuplu şekilde dillendiren kişi. Liberaller her zaman postpolitik bir toplum oluşturma isteğindedir. Toplumda siyasetin, toplumsal gruplaşmaların, tüm cemaatsel yapılanmaların ortadan kalktığı, aklın hakim olduğu, ayrışmaların ortadan kalktığı daha doğrusu siyasetin ortadan kalktığı bir toplum yapısı isterler. Bu hiçbir zaman mümkün olmaz ama onlar da meseleye Derrida’dan alıntı ile bakarlar: “Demokrasi hiçbir zaman gerçekleşmez ona doğru gidiş vardır” derler. Bunu da toplumdaki temel aktörleri buna ikna ederek yapmaya çalışırlar. Şükrü Hanioğlu da yazarak ikna etmeye çalışıyor.

FETÖ gidince arkasındakiler boşa düştü

FETÖ tarafına geçiş nasıl oldu?

17-25 Aralık sonrası kullanılan siyasi argümanları biliyoruz. Orada liberaller de onların tarafına geçti. Cemaatin kazanacağını düşünüyorlardı belki de. 15 Temmuz’da cemaat kazanmış olsaydı diğer aktörlerin ona etki etmeye çalışacağını görecektik ve karşımıza başka bir şey çıkacaktı. Ama olmadığı için ne olacağını bilemiyoruz. FETÖ gidince onun arkasına dizilenler de çok boşta kalmış oldular. AK Parti’nin çok kolay şekilde oligarşik düzenden demokrasiye -ama popülist demokrasiden bahsediyorum- geçişi gerçekleştirmiş olması, karşısında tutarlı, güçlü bir aktör olmamasından kaynaklanıyor. 15 Temmuz’dan sonra AK Parti karşısında başka bir siyasi aktör kalmadı.

Fakat AK Parti’nin seçimlerde oyları yükselmiyor?

Çatışmanın olmamasından da kaynaklanabilir bu. Erdoğan’ın karşısında, AK Parti karşısında 24 Temmuz seçimlerinde FETÖ’nün desteklediği bir rakip olsaydı oyları yükselirdi. AK Parti’nin mücadele edebileceği güçlü bir aktör olmadığı için oyları otomatikman düştü.

Kemalizmin dönüşü yumuşama ile ilgili

Peki, Cumhuriyet gazetesinde meydana gelen değişimden bahseden bir yazı yazdınız. Kemalistlerin, liberalleri tasfiye ettiklerini söylediniz. Bunu başka alanlarda da görecek miyiz? Yansımaları olacak mı?

Ben olacağını düşünüyorum. Kemalistlerin Cumhuriyet’e geri dönmüş olması FETÖ’nün kaybetmesinin bir yansımasıdır aslında. Zaten onla bağlantılandırılıyor biliyorsunuz Can Dündar meselesi. Can Dündar’ı oraya getirenler, hemen darbenin öncesinde onlardı. Onlar olmasa bile o ortamın şartlarında ancak Can Dündar’ın tipindeki biri oraya girebilirdi. Bu adamların hepsi FETÖ’cü demek değil ama FETÖ’nün oluşturmuş olduğu siyaset ve şartlarla ve FETÖ ile mücadele ortamının şartlarını kullanarak Cumhuriyet’i ele geçirdiler. FETÖ’nün de mutlaka bir tasarrufu olmuştur, bunu göz ardı edemeyiz ama elimizde bir belge olmadığı için komplo teorisine girmiyoruz. Cumhuriyetteki dönüşüm FETÖ’nün düşüşüyle ilgili.

2010’larda Kemalizm yerine sol liberal bir dil kullanılmıştı. Bunun FETÖ’yle bir ilişkisi var, FETÖ’den bağımsız Gezi’yi vb. düşündüğümüzde bu muhalefetin hakim dili haline gelmişti. AK Parti’yi uzunca bir süre bununla durdurmaya çalıştılar.

PKK etkisindeki Kürt siyasetini de içine alacak şekilde Radikal Demokrasi’den bahsediliyordu o zaman. Radikal Demokrasi aslında sol liberalizmin farklı bir ismidir. Orada ortak bir zemin kurabilmek için Aysel Tuğluk, Ahmet İnsel falan çok uğraştı. 16 Nisan’da “acaba kazanacak mıyız, durduruyor muyuz” dediler. 24 Haziran tamamıyla yenilginin tescil tarihi oldu. Yani AK Parti’yi ilk dönem Kemalizm durduramadı, ikinci dönemde de liberal söylem durduramadı. Şimdi yeni bir siyaset dili bulmanız gerekiyor. Kemalizmin dönmüş olmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi de AK Parti’nin Kemalizmle ilişkisini yumuşatmış olması.

CHP’ye yansır mı değişim?

CHP’ye yansıyabilmesi için uğraştılar biliyorsunuz, Altan Öymenler bir ekip kurdular, hatta bir ara Muharrem İnce’yi öyle bir şey için zorladılar. Ankara’da bir toplantı gerçekleştirdiler ama Muharrem İnce’nin şunu görüyor olması lazım: Atatürk üzerinden, Kemalizm üzerinden şu anda ciddi anlamda bir siyasi aktör oluşturamazsınız. Alacağınız oy ortadadır. Bunu aşan bir şey ortaya koymanız gerekiyor. Yani Kemalizm’i merkeze koyabilirsiniz ama insanları buraya entegre edecek bir dil kullanmanız, geliştirmeniz gerekiyor. Muharrem İnce’de bu biraz var ama o da çok fazla vurgulamıyor, altını çizmiyor.

AK Parti zayıflarsa ordu eski ayarlarına döner

Bu noktada Kemalistlerin toplumun dini değerleri ile barışması gibi bir şey olabilir mi?

Yok. Hiçbir zaman öyle bir şey olmaz. Yani dini değerleri demeyelim de… Sorsanız “Biz de dindarız, ninem, babaannem de namaz kılardı” diye konuşmaya başlayacaklardır. Bunun dinden öte bir şey olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü şöyle düşünün, birileri yönetmek zorunda bu ülkeyi, kim yönetecek? Yani hangi görüşteki insanlar yönetecek. Herkesin aynı anda ülkeyi yönetmesi mümkün değil. Modern siyasette böyle bir şey söz konusu değil onun için de siz yönetici olacaksınız, diğerlerini de size destek olmaya mecbur bırakacaksınız. Veya onların kimliklerini dönüştüreceksiniz. Ya da Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi sizi yönetici olarak kabul etmelerini sağlayacaksınız çok hâkim bir şekilde. Ordunun 2012’lerde, FETÖ olmasa bile, gidip Suriye’de operasyon yapması mümkün değildi. Şimdi Tayyip Erdoğan çok güçlendiği için mecburen onu dinlemek zorunda kalıyorlar. Yarın bir gün mesela AK Parti veya Tayyip Erdoğan bir şekilde ortada olmasa AK Parti zayıflasa ordu hiçbir şekilde siyasi iktidarın söylediğini dinlemez. Başka bir siyaset izler.

Şu an orduda bir değişim var gibi gözüküyor, siz aslında bir değişim olmadığını, sadece Erdoğan’ın güçlü olmasından kaynaklandığını mı söylüyorsunuz?

Ben konjonktürel olduğunu düşünüyorum. Çünkü ordudaki değişim 2015’te başladı. Fakat 80- 90 senedir bu şekilde eğitim almış. Yine aynı eğitimi bir şekilde alıyorlar. Erdoğan o eğitimi, o mantaliteyi kesmek için askeri okulları kapattı zaten. Ordu değişmez, ordu sadece siz olduğunuz için göz yumar. Ve ben şu an orduda eski Genelkurmay başkanı, Hulusi Akar’ın siyasetin içerisine sokulmuş olmasının orduyu değiştirmeye yönelik hamleler olduğunu düşünüyorum. Ama ordu 2 senedeki o küçük hamlelerle değişmez. AK Parti zayıfladığı zaman ordu hemen fabrika ayarlarına geri dönecektir. Hatta yeniden şu anki küresel şartlar da ona doğru gidiyor. İnsanların biraz dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum ben. Özellikle muhafazakâr cenahta çok fazla rahatlama, rehavet görüyorum. Özgürlük alanı buldu, güzel de bir şey ama bunun sürekli devam edeceğini düşünenler yanılabilir. Milliyetçiliğin, devletçiliğin, militarizmin daha güçlendiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Küresel ekonomik sistem sıkıntı içerisinde şu an. Milliyetçilik her alanda şu an ekonomiden tutun da kültür politikalarına siyasete her tarafa artıyor. Önümüzdeki dönemdeki küresel şartlarda ordunun siyasette rol alması çok da fazla rahatsız edici bulunmayabilir. O zaman ordunun mantalitesini biliyoruz. Halk için çok hoş bir durum ortaya çıkmayabilir.

-Yani hem ordunun hem de Kemalizm’in genlerindeki darbe arzusu duruyor diyorsunuz?

Aslında genlerinde filan yok. Başka çareleri yok. Ordusunuz. Ülkeyi yönetmek istiyorsunuz, seçime mi gideceksiniz?

Dindarların kabulü için 40 yıl gerekli

Ülkeyi yönetmeyi istemekten vazgeçebilirler…

Onlar bundan vazgeçmez. Osmanlı’dan gelen geleneğe de baktığınızda halk hiçbir zaman yöneten konumunda olamaz. Onların bakış açısı “Bunlar köylü insanlar”dır. Dindar olmasından ziyade, dindarlığı cahillik ve köylülükle eşleştirdikleri için “Bunlar yönetmeyi hak etmiyor” düşüncesi. Orduda bunu çok bariz görmeyebiliriz ama onlara destek çıkan sosyolojik tabakaya bakın. Onlar muhafazakarları mesela başörtülü bir kadını hiçbir zaman eşitleri olarak görmezler. Bunun gerçekleşebilmesi için bir nesil geçmesi lazım. 16 yıl yetmez. Ben hala AK Parti’nin iktidar olduğunu düşünmüyorum. İktidar olsaydı dindar olmak, AK Partili olmak prestijli olurdu Türkiye’de.

Nasıl olacak bu peki?

Bir nesil geçmeli ki diğerleri bunu kabullensin. Hala “gidecekler” diye düşünüyorlar ve “Sabredin” diyorlar. 40 yıl daha iktidarda kalınması gerekiyor. Bu psikolojik olarak yerleşmiş bir şey. Zihinsel kırılmayı gerçekleştiremedik. Muhalefet uzun süre sert bir şekilde direndi. Şimdi ikinci aşamaya geçtiğini söyleyebiliriz. “Bunlar da bizim gibi eşit yönetici olabilir” diye düşünmüyorlar. Geçici bir süreç olarak görüyorlar bunu. Bu ekonomik sürecin bile onları heyecanlandırma sebebi bu. Dışarıdan bir müdahale olacak diye bekliyorlar çünkü onlar bir aktör olarak siyaseti etkileyemiyorlar. Dışarıdan biri darbe yapar, ekonomik bir kriz olur… FETÖ’yü de onun için desteklediler, “AK Parti DEAŞ’a destek veriyor, Batı gelsin müdahale etsin” diye beklediler, iç savaş çıksın diye beklediler. Şimdi de ekonomik krizi bekliyorlar. AK Parti dara düşecek sonra onlar çok fena şekilde ezecekler. Eskisine de benzemez. İntikam alacaklar. İntikam diye bağırıyorlar.

Kemalizm geri döner mi? Sol ülkede bir aktör olur mu?

Sosyalist sol, liberal sol, Kemalizm aslında bunlar da iktidar değil. Batının değerlerini taşımasalar, Batılı olmasalar iktidar olma şansları yok. Ellerindeki tüm sermaye küresel aktörlerin çıkarlarını temsil ediyor olmaları. Antiemperyalist falan değiller. Ahmet Şık için antiemperyalist, HDP içinde Türk solculuğundan gelen bir isim diyorlar. Ama o Almanya’ya gidip “2024 Avrupa Kupası organizasyonunu Türkiye’ye vermeyin” diyebiliyor. Bu beni şaşırtmıyor. Çünkü onlara göre “dinciler yöneteceğine gelsin emperyalistler yönetsin.” Çünkü emperyalistler güçlü olduğu sürece onlar burada kendini güvende hissediyor.


Emeti Saruhan, 11.10.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü, 
Emeti Saruhan Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017


İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı