24 Eylül 2018 Pazartesi

SA6869/ME41: Özgürlüğe Kaçış Döngüsü

"Kimi sıkıştırırsanız sıkıştırın sonunda birbirinizi sıkıştırmış, çaresizliğe sürüklemiş kendinizi daracık bedeninize hapsederek kendinize kötülük yapmış olursunuz..."


İnsana ve ruhuna dair bütün teorik yaklaşımların kimler tarafından, kimler için üretildiğini hepimiz bilmesek de, ben İblis'in bu işten sorumlu olduğunu düşünüyorum. İblis'in insanlardan tedarik ettiği şeytanların olduğunu hangimiz bilmiyoruz ki?


Dikkat edin; buradaki 'biz' sizsiniz, ben değilim. Ben bir zerreyim rüzgardan dağlara, okyanuslardan küçücük akarsulara, her konmak istediğim yere konan özgür bir iradeyim. Bazen çakıltaşlarının arasında izlerim her şeyi, bazen de saraylarda, sirklerde ya da tapınaklarda. 


Çok yer gezdim, çok insan gördüm, zamanı aştım, zamanda aştım gerçeğin üstündeki perdeleri. Hepinizin nasıl düşündüğünü biliyorum. Sizden birinin benim bildiklerimi bilmesini ne kadar isterdim bilemezsiniz. Hiç beklemediğim bir zamanda şahit olduğum bir şeyi anlatacağım sizlere... 

Evet; sizden biri görecek kadar yaklaşmıştı gerçeğe; ama gerçekle hemdem olmanız imkansız olduğu için onun sadece o mesafeden gördüklerini anlatması mümkündü, yaklaşabileceği son yer orasıydı. O da ancak görebildiği kadarını umutla anlatma becerisine sahip, çünkü sizin gibi onun da 'ruhu anlama' şansı yok...


Onu dinlemiştim şaşkınlıkla... Çok karmaşık bir teknikle anlatsa da doğruydu anlattıkları. Anlatıyordu çıktığı kayanın tepesinden bağıra bağıra:


"İnsanın nasıl karmaşık bir ruhu olduğunu anlamak üzereyim. Çok az kaldı. Ancak üzgünüm; bu üzüntü çok derin bir üzüntü. Bu böyle olmamalıydı diyerek düşündüğümde yaşadığım şeyin adı bu; üzüntü. İnsan nasıl bu kadar değişken ve ne yapacağı belirsiz bir varlık haline geliyor? 


İzlemek, görmek ve aynı zamanda insan olarak bu gerçeği yaşamak çaresizlik duygusu ile birlikte aklına yağıyor insanın. Tarih'te yani dün ya da bugün, daracık çerçevede dönüp dolaşıp hep aynı yerde, kendisinde, kendi yapabileceklerinin sınırlarında tıkanan insanın çaresizliğini bilmek, görmek ve yaşamak kahredici bir durum. Başkasız bir durum, başkalaşımların tekdüzeleştiği kısırdöngü. 


Her insan aynı şekilde doğuyor, aynı şekilde büyüyor, aynı şekilde yaşıyor ve aynı şekilde ölüyor. Bedeni ile ilgili sorumluluğuna dair, bedenini beslemekten, bedeninin dış bakımını yapmaktan ve cinsel ihtiyaçlarını gidermekten başka kendisine herhangi bir ödev yüklenmemesine rağmen, ruhun sorumluluğu asimetrik büyüklükte karşısında duruyor. O kocaman ruh küçücük bedenin birkaç işlevinin arasına sıkışarak insanı deli dana gibi bedeninin etrafında döndürüyor. Ne yaparsa yapsın bedeninin her gün aynı şekilde yaşamasına bağımlı olan ruhun, zamana, mekana ve bedene sığmayan sınırsızlığı insanı değişken ve ne yapacağı belirsiz bir varlık haline getiriyor. 


Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü denebilecek düşüncelerle, bedeni basit bir mekanizma olarak kullanan ruhun bedenden uzağa gitme isteği aynı oranda riyakârca bir özgürlük hissine kaçış demek. Ama kaçamayan, kaçamadıkça hırçınlaşan ruhun bedene verdiği eziyet, bedenin kaldırabileceği bir yük değil. Riyakârlığa saplanan, sistemine yerleştirilmiş bulunan ilahî ölçülerle sıkıştırılınca yeniden bedene yönelen ruh bu kez bedenin sistematiğine baskı yaparak onu hastalanmaya zorluyor. Özgürlük yanılsaması ruhun bedenle çatışmasına neden oluyor. 


Bedenin hiçbir hatası ve sorumluluğu olmamasına rağmen, diğer insan ruhları tarafından taşıdığı özelliklerin 'güzel ya da çirkin' olarak 'kasıtlı' bir şekilde damgalanmaya maruz kalması ruhun 'güzel ve çirkin' algılarını olağan dizininden çıkarıyor. 'Çirkin' olan bir bedenle, 'güzel' olan bir bedenin maruz kaldığı tehdit ve yıpranma ruha aynı yapı bozucu baskı olarak dönüyor. Başkalarının tanımları ile bedenini 'çirkin' bulan ruh, 'güzel' bedenlere alttan ve kıskançlıkla bakarken, bedenini 'güzel' bulan ruh çirkin bedenlere üstten ve küçümseyici bir kibirle bakıyor. Her iki bakış, ruhları dar alanda kısır bir yoruma taşıyor; zarar vermek açısından iki bakış arasında zerre kadar fark olmaksızın ruhun bedenle ilişkisi eş değer oranda zarar görüyor. 


'Güzel' ve 'çirkin' arasında gezinen bedenlerin ruhlarıyla ilişkisi bu kısırdöngüye kolaylıkla girmiyor, ancak 'güzel'e ve 'çirkin'e eşit mesafeden bakmanın getirdiği görece daha hafif, ama değer olarak eşdeğer bir yıpranma çirkinden güzele doğru dalgalanarak yaşayan ruhlarını tahrip ediyor. Güzellik, çirkinlik ve ikisi arasında bir yerde bulunmakla sınırlı değil insan ruhunun bedeniyle girdiği çatışmanın boyutları, ancak üzüntü verici olan, güzellik ve çirkinlikle çıkılan yollarda diğer insanların ruhlarına sirayet eden hastalıklı yargıların her an her türlü insanî ilişkide baskın rol oynamasıdır. 


Sınırları zorlayan, ilahî yasaları hiçe sayan, şeytanî isteklerinin kölesi olan bir ruhun bedenini gittikçe bir paçavraya dönüştürmesi, bedeninden intikam alırcasına davranması kahredici bir çaresizliğin sonucudur. Sürekli aşınmaya, yok sayılmaya çalışılmış olan ilahî yasa, sınırların aşılamayacağının işareti olarak ruhu kısırdöngüye sürüklemektedir; ruhun cezası böylece bedenin cezasına dönüşmektedir. İşlenen suçlara karşı beşerî kanunların bedene verdiği hapis ya da tecrit cezası bu anlamda ruhun cezasının bedene yüklenmesi gibi haksız bir cezalandırma sürecinin de ortaya çıkması anlamına gelmektedir. 


Bu çok tehlikeli ve hüzün verici cezalandırma sürecinin beşerî hukukun dışında gelişen yönlerine baktığımda gördüğüm en iç acıtı şey de şudur; bedeni ihtiyacı olan şeylerden mahrum bırakmak, insanın her anlamda bir diğer insanın ruhunu kendi iradesinin talepleri gerçekleşsin diye baskı altına almak demek, onu çıkmazlara sürüklemek demek. İnsan, ruhunu bizzat kendisi çıkmaza sürükleme becerisine sahip iken başkalarının zorlaması onun ruhunda daha keskin, katı ve kahredici sonuçlar üretmektedir. İnsan bu ve benzeri kıskaçlar ve çıkmazlarla bazen iyi bazen de kötü düşünceler ve eylemlerle görünür hâle gelen bedeni ile başının belada olduğunu düşünmektedir. 


Ardışık günlerin sıradanlıkları ile özgürlüğe kaçış döngüsü arasında sıkışmış olmaktan daha üzüntü verici olan ne vardır ki insan için? İnsan kendisi ilahî sınırlara uysa bile diğer insanların önemsemediği bu sınırların bedenin sınırlarını tahrip ettiğini fark ettikçe, ruhunun sınırsızlığına saklanmayı seçtiğinde ise delirmektedir... Ne tek başına ruh ne de tek başına beden içine sığılacak kadar geniş ya da dar değildir, insan bu ikisi arasındaki orantısız ilişkiyi yönetemediği için bazen iyi bazen de kötüdür."


Tepesine çıktığı kaya ve bağırarak anlattığı bu şeyler, eminim sizin için yeni şeyler. İblis'in insandan devşirdiği şeytanların anlattıklarından daha sade ve daha anlaşılabilir şeyler. Umarım birbirinizi anlarken artık çok fazla eziyet etmezsiniz kendinize...


İnsan ölene dek iyi ve kötü arasında her an tercih yapabilen bir varlıktır; bu aklınızda kalsın. Kimi sıkıştırırsanız sıkıştırın sonunda birbirinizi sıkıştırmış, çaresizliğe sürüklemiş, kendinizi daracık bedeninize hapsederek kendinize kötülük yapmış olursunuz...




Mustafa Ege – Pazartesi, 24/09/2018 –00:04/ İz Etki Ekinoksları 41



Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.












Seçkin Deniz Twitter Akışı