31 Mayıs 2018 Perşembe

SA6230/KY71-ATANTİK11: Kuran’ı Yorumlama Çabası

"Vahyin kalıcı boyutunu, insanı insan kılan veya dinin din olarak kalmasını sağlayan temel öncüllerini de değişime açarsak işte o zaman da sabitesi kalmadığı için her yöne çekilebilecek bir konuma sahip olur... Sorun bu iki bakışı doğru bir zeminde ortaya koymak ve ne değişimi ne de sabit boyutunu göz ardı etmeden yorumlamaya çaba göstermektir."


Kuran her çağda yorumlama çabalarına açık olmuştur. Her çağın entelektüeli, o çağdaki mevcut bilgi ve birikimi ile Kuran’ı anlamaya çalışmıştır. Bunu iki temel saik ile yaptığı söylenebilir:

İlki, yeni sorunlar ile karşılaşılmıştır, bu yeni sorunu çözüme kavuşturacak bir arayış vardır. Ayrıca bu sorunu çözümleyen kültürler söz konusu ve Kuran’ın çözümünün ne olacağı da bir tartışma konusu haline geldiği içindir.

İkincisi ise, mevcut sorunun çözümü kültürde bir karşılığa sahiptir, Kuran'ın da bu çözüme ortak edilmesi esas kabul edilerek yorumlama faaliyeti yapılmaktadır. İslam, farklı coğrafyalarla, farklı kültürlerle karşılaştıkça bir cevap üretme zorunluluğu kendisini ihdas etmekteydi. Fakat bu yeni kültürler, eski cahiliye Arapları kültürü gibi yerel ve konu merkezli bir bakışa sahip değildi. Özellikle felsefe evrensel iddialara sahipti. Deist bir kültür baskın karaktere sahipti. Ama ulûhiyet konusunda ve yasa konusunda çok farklı bir perspektifleri vardı. Tıpkı bugün modern kültür ile yüzleşen Müslümanların konumu gibi…

Hem akıl, hem mistik bilgi ile yüzleşmeyi sağlamadan Müslümanlığın güvenli bir liman olmayacağı aşikârdı. Büyük âlimler, bu temel gerçeklikle hesaplaşmayı öne çıkardılar. Buna yönelik bazı farklı arayışların olduğu açık… Kelam bu cevabı oluşturan ve İslami bilginin mahiyetine sadık olan bir usulü ortaya koydu… İlk kelamcılar özellikle… 

İslam felsefesi adı altında bir grup âlim ve filozof bir başka cevap oluşturma girişimlerine yöneldi. Buradan da farklı bakışlar, farklı sorunlar ortaya çıktı. Ayrıca iktidar ve genişleme ile birlikte dünyevileşmeye yönelik bir tepkisellik olarak önce züht hareketleri ve daha ahlaki ve deruni bir bakış ile cevap üretilmeye çalışıldı. Sonra bu tasavvuf üzerinden keşif yolunu benimseyerek bir başka cevap yolu arandı.  

Her arayışın kendi içinde sorunlar oluşturduğu da yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Kelam da özellikle ikinci dönem (müteahhir) daha felsefi akıl ile vahyi uzlaştırarak bir yol arayışına sahip olmuştur. Aslında buna filozoflar ile mutasavvıfları da eklemekte bir beis yoktur.

Meselenin özü İslami bilginin mahiyetinin neliği meselesidir. Buna yönelik verilen cevapların Kuran açısından değeri nedir sorusuna verilecek cevap ile ilgilidir. Ama en temelde Kuran’ın yorumlanmasında çoğulcu bir bakışın meşruiyet sahibi olduğu biliniyor. Bu çoğulcu bakışı meşru gören bir usulün varlığı ise tartışılmaz. İşte yeni bir Kuran yorumlama yönteminde bu çoğulcu bakışı dikkate alan ve temel ilkeleri gözeten bir yaklaşım öncelenmelidir.

Soru açıktır: Kuran, kendisi yeni bir hayatın kurulacağı zemini inşa etmiş midir? İnşa etmişse bunu nasıl gerçekleştirmiştir? Bilginin elde edilme şartlarını ve hangi bilginin bağlayıcı olacağını İslam bize göstermiş midir? 

Eğer sorulara olumsuz cevap verilecekse o zaman bu yeni algının din anlayışının meseleleri nasıl çözeceğini ve bunun din açısından bağlayıcılığını da dikkate alan bir bakış esas kabul edilmelidir. O zaman niçin bir dine ihtiyaç olsun sorusuna da cevap verilebilmelidir…

Kuran’ı anlamada tarihsellik veya evrensellik kavramları modern kültürün ürettiği kavramlar üzerinden anlama çabalarına denk düşmektedir. Her iki kavramın da ciddi bir şekilde analizi gerçekleştirilmeden, ortaya çıkardığı sorunları dikkate almadan kabul ve reddi anlamlı değildir. Ama bilinmeli ki bu iki kavramlaştırmanın Kuran’ı anlamada veya hermeneutik bakışın kuranı yorumlamada baskın karaktere dönüşmesi birçok ciddi sorunu beraberinde getirmektedir.

Örneğin, Kuran’ın yaratılması meselesinin arka planını görmeden akıl ve vahiy ilişkisinin felsefi tutumla ilişkisi hesaba katılmadan tartışılması ciddi sorunlar oluşturmaktadır. Kuran’ın akla yönelik çağrıları ile felsefi akıl arasındaki mahiyet farkını kavrama konusunda sorun yaşayanların Kuran’ı anlamada kendilerini yeterli saymaları başka sorunları beraberinde taşımaktadır. 

Eğer Kuran tarihsel ise namaz, oruç ve benzeri birçok ibadetin de tarihselliği tartışılabilir ve bunun yerine yeni öneriler getirilebilir. Ki, sosyal medyada bu tartışmaları rahatlıkla bulabiliriz. Evrensel bir bakış üzerinden okunduğunda ise bu sefer Kuran’ın her yerde aynı şekilde hükmünün geçerli olduğu tezi ile istisnai olanı devre dışı tuttuğu gibi değişimi ortadan kaldıran bir bakış üzerinden de Kuran’ın dinamik özelliği, hatta hukukun dinamik boyutunu kaybetmiş ve yeni sorunların kapısını aralayan bir zemine kaydığı belirtilmelidir.

Vahyin bir boyutu Allah tarafından gönderilen ve sabit bir hakikat verisi olduğu gerçeğidir. Vahyin ikinci boyutu ise insana ve yaşama uyarlanacak olan değişime açık boyutudur. Vahyin bu iki boyutunu doğru değerlendirmeden meseleyi çözüme kavuşturamayız… Değişken boyutu ki kültürel boyutu içerir.  Bu göz ardı edildiğinde dinamik ve çoğulcu bakışın yorumlanması gibi bir esnekliği kaybolur. İstisna yok olur. İstisnanın ne kadar önemli olduğunu daha geniş bir zeminde tartışmalıyız…

Vahyin kalıcı boyutunu, insanı insan kılan veya dinin din olarak kalmasını sağlayan temel öncüllerini de değişime açarsak işte o zaman da sabitesi kalmadığı için her yöne çekilebilecek bir konuma sahip olur... Sorun bu iki bakışı doğru bir zeminde ortaya koymak ve ne değişimi ne de sabit boyutunu göz ardı etmeden yorumlamaya çaba göstermektir.

Meseleyi derinliğine ele aldığımızda ise Kuran’ın yorumunun kendine has bir usulü olduğu açığa çıkar. Bunu en iyi modelleyen ise Resul'dür. Dolayısı ile Kuran’ın yorumlanmasını sistematik bir düşünce üzerinden hareketle yorumlamak yerine mevzii bir durumu dikkate alan ve her yeni durumu da gözeten, sürekli temel ilkeleri üzerinden hareketle bu yeni durumu yorumlamaya çalışmak daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Burada öncüller çok önemli… İslam’ı din ve sahih kılan bu öncüllerin varlığı ve üzerinde oluşan mutabakattır.

Bu ilkeler üzerinde ittifak edilen ilkelerdir: örneğin; insanın yaratılmışlığı, imtihanı ve sorumluluğu temel ilkelerdir. Buna ek olarak insana verilecek mükâfat ve ceza da tartışma kabul etmez. Ayrıca ölüm gerçeği ve ahiret vurgusu... Allahın yoktan yaratması, tevhit ilkesi ve mutlak güç sahibi oluşu gibi...

Toplumsal zeminde ise adalet, hakkaniyet ve ehliyet ile toplumsal maslahatı öncelemek,  bireysel zeminde ise kişinin hür iradesi ile sorumluluğunu üstlenmesidir.

İşte Kuran’ı yeniden yorumlarken veya eski yorumları değerlendirirken bu temel ölçüleri dikkate alarak değerlendirmeliyiz...

Tabii ki buna yeni öncülleri eklerken dikkat edilmesi gereken şey üzerinde tarihsel sürekliliğe sahip olan bir uzlaşının varlığıdır. Namaz konusunda hiçbir tartışma yaşanmamıştır. Sabahın iki oluşu ve akşamın üç rekât eda edilmesini başka türlü izah edemeyiz. Diğer konular ise çoğulcu bakışa uygun bir şekilde yorumlanmıştır zaten…

Geleneğin veya bugünün değerlendirilmesine bir usul ile başlamak kaçınılmaz olmalıdır. Bu usul tarihsel bir sürekliliğe sahip iken yenilenmeye de açık olmalıdır. Gelenek her zaman arı duru olmadığı gibi bugünün bakışı da kirli değil denilemez... Burada hakikat arayışı ve sadece hakikate ulaşma niyeti esas olmalıdır.

Allah dileğini en iyi bilendir.



Abdülaziz Tantik, 31.05.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek



Sonsuz Ark'ın Notu: Abdülaziz Tantik  Beyefendi'ye, bütün samimiyetiyle yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 31.03.2018





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı