11 Mayıs 2018 Cuma

SA6114/KY57-AHCZD103: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 66: A'raf (115-127)

"Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


A’RAF SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (115-127. Ayetler)[1]

قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ

Sihirbazlar dediler ki: "Ey Mûsâ! Sen mi atacaksın (değneğini), yoksa (ilk) atan biz mi olalım?" (A’râf Suresi,7/115.)

قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ

"Siz atın" dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, içlerine korku saldılar ve böylece büyük bir büyü gösterdiler. (A’râf Suresi,7/116.)

Gösteri alanına, sihir aletleri olan sopaları ve ipleriyle gelen sihirbazlar, ustalıklarına güvendikleri ve kazanacaklarından emin oldukları için, gösteriye kimin önce başlayacağı hususundaki seçme hakkını, kendileri gibi bir sihirbaz olduğunu düşündükleri Hz. Mûsâ’ya bıraktılar. Buna karşılık Mûsâ’nın “Siz atın” şeklinde kesin bir cevapla mukabele etmesi de onun Allah’ın izniyle başarılı olacağına güvendiğini göstermektedir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/569-570.)

Çünkü Allah’ın elçisinin onlardan korkacak bir şeyi yoktu. Çünkü onlar ne atarlarsa atsınlar hakkın karşısında dayanma güçleri yoktu. Hakkın karşısında bâtılların asla dayanma gücünün olmadığını Allah’ın elçisi çok iyi biliyordu. Hakkın karşısında her şey yerle bir olmak zorundadır. İman karşısında hiç bir bâtılın dayanma gücü yoktur. “Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş.” (Enbiyâ,21/18.)[2] Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur. (İsrâ,17/81.)[3]

Hz. Mûsâ’nın hiç bir endişesi yoktu. Çünkü Allah âyetleriyle beraber olan, Allah âyetlerine sahip olan bir müslüman karşısında kim olursa olsun asla korkmayacaktır. (Ahzâb,33/39.)[4] O halde eğer bizler de Allah âyetlerinin bilgisine sahipsek o zaman hiç kimseden, hiç kimsenin kınamasından korkmayacağız. (Mâide,5/54.)[5] Ama Allah âyetlerinde mahrumsak, Allah âyetlerinden habersizsek o zaman her şeyden korkarız ve korkacağız demektir.

Zaten bu zorba ve barbar adamların yapabilecekleri tek şey insanları korkutmak, insanların kalplerine korku salmaktır. İşleri güçleri korkutmaktır. Gönülleri fethetmek, kalpleri rahatlatmak, kalplere huzur ve saadet sunmak değildir bunların işi. O peygamberlerin işidir, o mü’minlerin işidir. İnsanlara gerçekleri göstererek gönül rahatlığı içinde insanların o gerçekleri kabule götürmek Firavunların ve Firavun sistemlerinin işi değildir. Onlar sadece korkuturlar, zulmederek, terör havaları estirerek ve zorla korkuyla fikirlerini kabul ettirirler.[6]

Tıpkı bugünün modern Firavunları ve zorbaları olan Amerika, Rusya, İsrail gibi.

-------

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

Biz de Mûsâ’ya "Asânı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor! (A’râf Suresi,7/117.)

فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ

Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yaptıklarının asılsız olduğu anlaşıldı. (A’râf Suresi,7/118.)

Evet hak ortaya çıktı, hak gözlerle görülecek gözlerin asla reddedemeyeceği bir biçimde vâki oldu ve sihirbazların ortaya koyduklarının tamamı bâtıl oluverdi. Onların hak karşısında ortaya attıklarının tamamı yerle bir oluverdi. Hak geldi, bâtıl zail oldu. Hak geldi ve tüm bâtıllar yok oldular. Zira hakkın karşısında hiç bir bâtıl yaşama imkânına sahip değildir. Hakkın karşısında hiç bir bâtılın tutunma şansı yoktur.

فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ

“İşte Firavun ve kavmi orada yenildiler ve küçük düşüp yarıştan çekildiler.” (A’râf Suresi,7/119.)

Hz. Mûsâ’ya Allah tarafından “Asânı at!” buyurulması, onun sergilediği hadisenin, bizâtihî kendisinin bir gösterisi veya bir büyüsü olmayıp Allah’ın iradesi uyarınca gerçekleşen bir mûcize olduğuna; ejderha haline dönüşen asânın yuttuğu şeylerden “onların uydurdukları şeyler” diye söz edilmesi de Firavun’un sihirbazlarınca sergilenen sihrin asılsızlığına işaret eder. Nitekim 118. âyette “Böylece gerçek ortaya çıktı...” buyurulmakla da sihirbazların gösterilerinin asılsız, Mûsâ’nın mûcizesinin de gerçekten vuku bulmuş bir hadise olduğu ifade edilmiştir. Âyetteki “batala” fiili de sihirbazların yaptıklarının hem asılsız olduğunu, yani gerçekten vuku bulmuş bir olay değil, aksine bir aldatmaca olduğunu hem de Firavun’un beklediği sonucu vermediğini göstermektedir. 119. âyette bunun bir yenilgi olduğu, Firavun ve adamlarının bu yenilgiyi kabul ederek küçük düşmüş bir vaziyette gösteri alanından çekildikleri bildirilmektedir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/570.)

Tıpkı sûrenin önceki âyetlerinde Rabbimizin anlattığı gibi kendilerinden önce yaşamış kendilerinden çok daha güçlü Nûh toplumunun, Lût toplumunun, Âdın, Semûd’un, Eykeliler’in yok olup gittikleri gibi. Bunlar da Allah’la, Allah’ın âyetleriyle, Allah’ın elçileriyle, Allah’ın yasalarıyla savaşa tutuşmuşlar ve sonunda hepsi de alçalmış olarak azabı tatmışlardı. Evet tıpkı onlar gibi Allah elçisi karşısında mücâdeleye tutuşan sihirbazlar da mağlup oldular, küçüldükçe küçüldüler.[7]

-------

وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ

“Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.” (A’râf Suresi,7/120.)

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

"Âlemlerin rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un rabbine iman ettik" dediler. (A’râf Suresi,7/121-122.)

Sihirbazlar mağlûbiyetin ardından, sihrin bütün inceliklerini bilmelerine rağmen kendilerini mağlûbiyete uğratan bu hadisenin bir sihir olamayacağını; şu halde Mûsâ’nın hak peygamber, gösterdiklerinin de ancak bir mûcize olarak kabul edilmesi gerektiğini anlayarak Allah için secdeye kapandılar. Kıptîler’de âdet olduğu üzere, Firavun için yere kapandıkları sanılmasın diye de Mûsâ ve Hârûn’un rabbi olan Allah’a iman ettiklerini açık bir dille belirtme gereğini duydular.[8]

ALLAH’U EKBER VE LİLLÂHİ’L-HAMD!

Zoraki Allah elçisinin karşısına çıkarılan bu insanların hak karşısında hemen iman ettiklerini görüyoruz. “Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.” (Tâhâ,20/72.)[9]

"Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyiz."

Evet bakın diyorlar ki bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Firavunlar kendi sistemlerini koruyabilmek için böyle nice insanları kullanırlar. Nice insanlara onur kırıcı istemedikleri şeyleri zorla, zorbayla yaptırırlar.

Dikkat ederseniz Hz. Mûsâ onların karşısına onların metotlarıyla çıkmadı. Hz. Mûsâ onları onların metotlarıyla yenmedi. Mûsâ (a.s) onların karşısına vahiyle çıktı ve onları vahiyle yendi. Onun için kendilerinden farklı bir hayatla, kendilerinden farklı bir inançla, kendilerinden farklı bir hayatla ve metotla karşılarına çıkan Mûsâ (a.s)’a onlar hemen iman ettiler. (Besâiru’l-Kur’an’dan.)

İMAN GÖNÜLE GİRİNCE…

Bu âyette ve Kur’an’ın başka yerlerinde açıklandığı üzere, bizzat bu silâhı kullanan sihirbazlar dahi apaçık hakikati gördükleri için imana geldikleri halde Firavun ve adamları inkârcılıktaki inatlarını sürdürdüler, Firavun bununla da yetinmeyip iman eden sihirbazları çok ağır ceza ve işkencelerle tehdit etme yoluna girdi. Fakat birkaç saat öncesine kadar Firavun’un gözüne girip ödül almak için yarışan bu insanlar imanın lezzetini tattıktan sonra âhiret mutluluğunun–hayatın bağışlanması tarzında bile olsa– dünyadaki hiçbir ödülle değişilemeyeceğini idrak edip bunu açıkça ifade etme cesaretini gösterdiler.[10]

Onlardan asırlar sonra gelen Allah Resulü’nün cesaret timsali, bu ümmetin fabrika ayarı olan arkadaşları –sahabe- da bizlere şu şekilde tanıtılır: “Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun." dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!" demişlerdi.” (Âl-i İmrân, 3/173)

-------

قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphe yok ki bu, halkını şehirden çıkarmak için orada kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında göreceksiniz!" (A’râf Suresi,7/123.)

Dikkat ediyor musunuz? Allah’a inanmak için bile Firavunlardan izin almak gerekiyor. İnanan birisi olsanız bile imanınızı sergileme konusunda, imanlarınızı yaşama konusunda, inandığınız Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda Firavunlara danışmak zorundasınız! Şimdi de çağdaş Firavunlar aynı şeyi demiyorlar mı? Tüm hayatınız konusunda bize danışmak bizim yasalarımıza karşı gelmemek zorundasınız diyorlar.  [11]

Firavunun ve zulüm/tehditleri korkutmuyor…

Buna rağmen iman etmiş sihirbazlar, Mûsâ’ya iman edip onun tarafına geçtiklerini gayet açık olarak göstermişlerdi. Bu sebeple Firavun’un, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi!” anlamına gelen sözü, bir soru olmayıp tehditten ibarettir. Nitekim “Ama yakında göreceksiniz” deyip bunun ardından vereceği cezaları sıralamasından da bu anlaşılmaktadır. “Ben size izin vermeden...” şeklindeki sözü de Firavun’un, neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya kadar, onların her türlü tutum ve davranışlarına hükmettiğini, vicdanlarını baskı altında tuttuğunu göstermektedir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/570-571.)

Bugün de Batı Medeniyeti, Firavun’un izinden giderek insanların “neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya kadar, onların her türlü tutum ve davranışlarına hükmetmeye, vicdanlarını baskı altında tutmaya” zorbaca çalışmaktadır.

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

"Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!" (A’râf Suresi,7/124.)

“Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.” (Şuarâ, 26/49)[12]

Evet bundan sonra iman eden mü’minlere Firavunun tehditleri geliyor. Tarih boyunca bu, hep böyle olmuştur. Öz benliğine dönen, fıtratıyla tanışıp, sahte rableri terk edip Rabbine kulluğa yönelen mü’minlere karşı Firavunların tehdit ve işkenceleri hemen gündeme gelecektir. Ama sonunda hep galip gelenler mü’minler, kaybedenler, helâk olanlar da Allah’la savaşan Firavunlar olmuştur. (Besâiru’l-Kur’an’dan.)

 Fahreddin er-Râzî’ye göre Firavun’un Mûsâ karşısındaki bu yenilgisi, onda aynı zamanda siyasî bir endişe de doğurdu. Zira bu olay halkın huzurunda cereyan etmişti ve bu gelişmeler karşısında halk da sihirbazları takip ederek Mûsâ’nın peygamberliğine inanıp onun peşine düşecekti. İşte bunu önlemek için onların Mûsâ’dan kuşku duymalarını sağlayacak iddialar ortaya attı. Buna göre sihirbazlar bir “tuzak” peşindeydi; yani Mûsâ’nın tebliğini kabul etmeleri, onun delilinin güçlü olmasından ileri gelmiyordu; aksine onlar, sihir gösterilerine girişmeden önce “Şu şu şartlarımızı yerine getirirsen sana inanırız” diye Mûsâ ile anlaşmışlardı. Firavun’un dile getirmediği asıl sıkıntısı ise karşılıksız iş gücünü kaybetmekti. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/570-571.)

-------

قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

Onlar, "Biz de rabbimize dönmüş oluruz" dediler; (A’râf Suresi,7/125.)

Firavun baktı ki iş kötüye gidiyor. Hz. Mûsâ’nın mûcizesi karşısında kendi adamları da toptan iman edince rezil rüsva oldu. Durumunu kurtarabilmek için, kaybettiği itibarını yeniden kazanabilmek için tüm zâlimlerin yaptığı gibi son çare olarak mü’minlere işkence etmeye, baskı yaparak insanları caydırmaya, döndürmeye çalışacaktı. (Besâiru’l-Kur’an’dan.)

İnanan insanları kendisi gibi zanneden zorba Firavun, bu tehditler karşısında onları dinlerinden döndürebileceğini zannediyordu. Zannediyordu ki bu tehditler karşısında o mü’minler dinlerinden dönüverecekler. Ama bakın onun bu tehditleri karşısında mü’minlerin tavırları nasıl oldu:

وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِم۪ينَ۟

"Sen, rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandık diye, sırf bu yüzden bizden intikam alıyorsun. Ey rabbimiz! Bize sabırlar ver ve müslüman olarak canımızı al!" (A’râf Suresi,7/126.)

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara,2/250.)[13]

Allah dilerse onların yere basan ayaklarını sabit tutar, onları titretmez, kaydırmaz ve sarsmaz. "Kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle." Artık durum iyice aydınlandı, belirginleşti. Ortada küfrün karşısına çıkmış bir iman, batılın önüne dikilmiş bir hak; mümin dostlarına, düşmanı olan kâfirler karşısında yardım etsin, zafer nasip etsin diye Allah'a yöneltilen bir dua var. Vicdanlarda tereddüt; düşüncelerde karmaşıklık, amacın sağlıklılığından ve yolun belirginliğinden şüphe yok.[14]

Firavun’un, öldürmeye kadar varan ağır tehditleri karşısında, eski sihirbazlar ve yeni müminler, hakikat üzere sebat gösterip inancına bağlı kalarak ölmenin, korkaklık göstererek münafıkça yaşamaktan daha şerefli bir tutum olduğunu cesaretle dile getirdiler ve bütün olacak kötü şeylere karşı metanetle direnmelerini sağlayacak bol sabırlar ihsan etmesi için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundular. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/571.)

Evet işte böyle bir devri, devrimleriyle silmeye çalıştılar ama bir Mûsâ geliverdi de kül altında kalmış közler yeniden canlanıp açığa çıkıverdi. İnsanlar imânâ yöneliverdiler. Beyyine’yle tanışıp küfürlerini, şirklerini anlayıverdiler. Demek ki insanların ve toplumların dirilişi için Beyyine’nin gelmesi şarttır. Beyyine gelmeli ki insanlar değişsinler. Beyyine ortaya konmalı ki insanlar sapıklık noktalarını onda anlasınlar.

Evet Mûsâ (a.s)’ın ortaya koyduğu bu Beyyine’yle bakın insanlar ne kadar değiştiler. Firavunların ölüm tehditleri bile artık vız geliyordu onlar için. Haydi ey Firavun ne yapacaksan yap da görelim diyorlardı. Onların bu tavırları karşısında Firavun da diyordu ki sizin çaprazlama el ve ayaklarınızı keseceğim diyor. Müslümanlar da diyorlar ki:

Ya Rabbi üzerimize sabrını döküver. Sabrını üzerimize yağdırıver ya Rabbi. Ve de bizi müslümanlar olarak öldür ya Rabbi. Zira biraz sonra bu alçak bizim elimizi mi kesecek, gözümüzü mü oyacak, bize nasıl bir işkence edeceği belli değil. Ne olur ne olmaz ya Rabbi belki işkencelere dayanamayız da ağzımızdan senin hoşuna gitmeyecek ve bize cennetimizi kaybettirecek bir ifade çıkabilir. Sabrını üzerimize yağdır ki döneklik yapmayalım. Sabrını üzerimize dök ki sabırsızlık göstermeyelim ve müslümanlar olarak ölelim. İşte işkenceler karşısında müslümanın yapacağı en güzel dua budur. Ya Rabbi üzerimize öyle bir sabır yağdır ki iliklerimize kadar bu sabırla doyalım ve geri adım atmayalım.[15]

Yâni ey Firavun senin tehditlerin vız gelir artık bize. Değil mi cennet yolunu bulmuşuz üç gün önce ölmüşüz beş gün sonra ölmüşüz ne fark eder de? Ölmeden önce cehennemden kurtulduk ya. Ey Firavun sen başka değil ancak Rabbimizin âyetlerine inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Bir saat önce bize muhtaç olduğunu söylerken şimdi bize düşman kesilmenin sebebi sadece bizim sana ve senin kanunlarına kulluktan çıkıp Rabbimize kul olmamız ve Rabbimizin âyetlerine iman etmemizdir. Değilse bizim başka bir suçumuz yoktur. Çünkü az evvel bizi mukarrabûn’dan sayan sendin. Sizi mahiyetime aldım diyen sendin. Ne isterseniz vereceğim diyen sendin. Bizim tek suçumuz Allah’a iman etmemizdir. Bizden bunun için intikam alıyorsun. Bürûc sûresinde kendilerini ateşe atarak işkence edenlere karşı müslümanlar bunu söylüyorlardı.[16]

“Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.”(Burûc, 85/8-9.)[17]

Evet bugün de zâlimler, kâfirler müslümanlardan intikam alıyorlar. Sebep ne? Suçları ne bu müslümanların? Cezayir, Bosna, Çeçenistan, Arakan, Afganistan, Afrika, Filistin, Suriye, Irak, Yemen, Libya’nın suçu nedir de milyonlarca Müslümanı katlettiler?

--------

وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ

 “Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: "Seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?" Firavun, "Biz onların oğullarını sürekli öldürüp kızlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz" dedi.” (A’râf Suresi,7/127.)

Evet toplumun ele başları Firavun’u tahrik ediyorlar. Küfrün başı, sistemin başı böyle pes ettiği sıfırı tükettiği zaman etrafındakiler onun pes etmesine izin vermiyorlar. Çünkü sistemin yıkılması onların tüm menfaat kanallarının kesilmesi demekti ki buna asla razı olamazlardı. Evet Firavundan çok Firavun kesilenler sistemin başını uyarıyorlar.

Daha önce Mûsâ sihirbazdır diyerek Hz. Mûsâ’yı mahkum edenler şimdi de devletin başını Mûsâ (a.s)’a karşı tahrik ediyorlardı. Mûsâ (a.s)’ın serbest bırakılmasını düzen açısından son derece tehlikeli görüyorlar ve diyorlar ki ey Firavun milli birlik ve bütünlüğümüzü bozan bu adamları serbest bırakırsan senin düzenin tehlikeye girer. Bunlar fitne çıkarırlar bunları yok etmen lâzım, bunları susturman lâzım gibi akıllar veriyorlar. Aslında kendileri fitneydiler, kendileri fesat çıkarıyorlar, kendileri Allah’ın düzenini bozuyorlar ve Allah kullarına zulmediyorlardı. Ama zalimler, peygamberi ve peygamber yolunun yolcularını fitne olarak görüyorlar.[18]

“Sihirbazlara karşı savurduğu tehditlerin, onları inanç ve kararlarından döndüremediğini gören Firavun, bu durum karşısında muhtemelen Mûsâ’yı serbest bırakmak istedi (Râzî, XIV, 210) veya danışmanlarıyla bundan sonra izlenmesi gereken tutumu görüştü. Çevresindekiler, onun gelişmelerden etkilenerek Mûsâ’yı serbest bırakacağını düşündükleri ve belki de sonuçta kendi konumlarının sarsılmasından kaygı duydukları için, Mûsâ ve ona inanan İsrâiloğulları’yla Kıptîler’in, ülkede fesat çıkaracaklarını yani halkı eski dinlerinden döndüreceklerini, Firavun’un kendisini de tanrılarını da reddedeceklerini belirterek, sihirbazları cezalandırırken onları serbest bırakmanın yanlış olacağı, şu halde onları da etkisiz hale getirmesi gerektiği hususunda onu uyardılar. Çünkü, âyette de ifade buyurulduğu üzere, o dönemde Mısırlılar çok tanrılı bir inanca sahip idiler; Firavun da tanrının oğlu sayılıyordu.

Mûsâ’nın serbest bırakılması ise hem Firavun’un bu itibarının sarsılmasına hem de mevcut dinlerinden kopmalar olmasına yol açacaktı. Buna rağmen danışmanların Mûsâ hakkındaki önerilerinin Firavun tarafından benimsenmemesi ilgi çekicidir. Öyle görünüyor ki o, Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeden son derece etkilenmiş, şahsı adına kaygı ve korkuya kapılmıştır. Bununla birlikte görünüşte Mûsâ’dan korkmadığını ve onu ciddiye almadığını göstermek için (Râzî, XIV, 212) hapsetmek veya başka türlü bir işleme tâbi tutmak yerine, onun tarafına geçecek olanların erkek çocuklarını öldürmeyi düşündüğünü açıkladı. Bu suretle hem onları sürekli bir tehdit altında bulunduracak hem de sayılarının artmasını önleyecekti. Firavun, “Elbette biz onları ezecek güçteyiz” şeklindeki açıklamasıyla, esasen Mûsâ olayının kendisi için önemli bir mesele teşkil etmediğini, kimsenin endişeye kapılmasına da mahal olmadığını belirtmek istiyordu.” (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/572-573.)

Sünnetullâh…

Eğer sabreder bütün güç ve kuvvetin Allah’ta olduğunu bilir ve onun yardımı konusunda ümitsizliğe düşmezseniz, Allah’ın istediği kulluktan vazgeçmez, yılgınlık göstermez, direnir dayanır ve Allah’tan yardım isterseniz bilesiniz ki yeryüzünün sahibi O’dur kullarından dilediğini ona vâris kılar. Allah’tan yardım dilemek O’nu Rab bilmeye, O’nu Melik, Kahhâr ve Hâkim bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Öyle bir Allah’a iman edeceğiz ki O yalnız kendisinden yardım istenecek, kendisine güvenilecek, yalnız kendisine sığınılacak her şeye güç yetiren bir Allah olacak. Bir de sabredeceğiz. Her şeye rağmen Allah’a kulluğa sabır. Her şeye rağmen Allah’ın istediklerini yapmaya devama sabır. Düşmanlarımız güçlü olsalar da, Allah’ın bize karşı yardımı gecikse de, dostlarımız az olsa da, en kötü şartlar altında bulunsak da yılmadan, yıkılmadan yine kulluğumuza devam edeceğiz. Böylece biz, bize düşeni yerine getirirsek yeryüzünde değişmeyen yasası gereği Rabbimiz yeryüzün mirasını bize devredecek, yeryüzünün egemenliğini bize verecektir.

Öyle değil mi şu arz mülkünden, şu coğrafyalardan kimler gelip geçmedi de? Ne uluslar, ne milletler, ne devletler gelip geçmemiştir de? Bu topraklar bizimdir diyen, bu topraklarda bizim borumuz öter diyen nice toplumları o topraklarda diz üstü çöktürmedi mi Allah? Hayır! Hayır o topraklar Allah’ındır. Bu coğrafyalar sadece Allah’ındır ve dilediklerini, lâyık olanları oralara yerleştirir.

Ve âkıbet eninde sonunda müttakılerindir. Güzel son, hayırlı sonuç müslümanlarındır. Çünkü yeryüzünde müslümanların olmadığı hiç bir dönem olmamıştır. Yeryüzünde kâfirlerin olmadığı dönemler çok olmuştur, Hz. Adem (a.s) dönemi veya Nûh tûfanında yeryüzünde bir tek kâfirin kalmadığı dönemler olmuştur ama müslümanın olmadığı bir tek dönem gösterilemez. Öyleyse hem bu dünyada, hem de âhirette güzel sonuç, hayırlı âkıbet sadece mü’minlere aittir. [19] 

Zalimlerin canı cehenneme…




    <<Önceki                     Sonraki>>


Ahmet Hocazâde, 11.05.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları




[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
[3] وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
[4] الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا
[5] يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
[6] Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[7] Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[8] Diyanet, Kur’an Yolu, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A'r%C3%A2f-suresi/1074/120-122-ayet-tefsiri
[9] قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَ
[10] Diyanet, Kur’an Yolu, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/T%C3%A2h%C3%A2-suresi/2404/56-76-ayet-tefsiri
[11] Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[12] قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
[13] رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ 
[14] http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/16/10.htm
[15] http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[16] Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[17] وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
[18] http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html
[19] http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-111-206-ayetler.html




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı