30 Ekim 2017 Pazartesi

SA5088/KY66-SY4: SAĞ'ım, SOL'um, O'cu BU'cu...

"Bu virüsün sebep olduğu ateşte yanan ve zararla çıkan ise her zamanki gibi ülkemiz ve ülkemizin gençliği ve geleceğidir."


28 Şubat`ın soğuk rüzgarlarından ve o dönemin ayazından daha da çok çalışarak, sabrederek ve hüsn-ü niyetimi koruyarak sıyrılmış ve dünya ile entegre olmayı hayal ettiğim üniversiteye başlamıştım. Bir gün, henüz bir ay dahi geçmeden, her gün kullandığım kampüs dolmuşunda, dışarıdan bakıldığında kıdemli bir öğrenci olduğunu tahmin ettiğim ve tanımadığım bir kişi yüzüme bakarak "- Kes, o bıyıklarını kes, yoksa başını ağrıtırlar, sorun yaşarsın!" dediğinde doğrusu o zamana kadar yeni yeni terleyen bıyıklarımın farkında bile değildim. 

Henüz 19 yaşında bir üniversite öğrencisi iken ve yüzümde sakalım bile bitmemişken, tek tük ince ince kararan bıyıklarımın hiç tanımadığım biri tarafından bir uyarıya ya da tehdide konu olması, ve bunun üniversal (evrensel ) bir atmosfer olarak hayal ettiğim kampüs ortamında gerçekleşmesi, bende büyük bir şok ve hayal kırıklığı yaratmıştı. Kafamda ciddi sorulara neden olan bu ikazın aslında ülkemiz eğitim kurumlarının ve özellikle üniversitelerimizin üzerine yapışmış bir LEKE, gençlerimizin zihinlerinde bir İÇ KANAMA`nin emaresi olduğunu zamanla idrak edecektim. 

Bu haftanın konusu da işte bu hikaye ile başlamış oluyor.

Malumunuzdur, ülkemiz Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk`ten sonra ciddi bir tarih ve kimlik kaybına uğramış, özgüvenini kaybetmiş ve bilimsel akıldan ve aklından (üniversiteler) uzaklaşmış, dışarıdan ve içeriden toplum mühendislerinin bir ürünü olan ideolojik ve siyasi klişelere, kelimelere ve kalıplara itilmiş, tıkılmış ve o kelimelere hapsedilerek birbirinden ayrıştırılmış, kolayca manipüle edilecek hale getirilip kışkırtılmış ve yıllarca birbirine düşürülmüştür. Bunun acılarla dolu örnekleri ve sonuçları dün ve bugün halen daha sıcaklığını korumaktadır.  

Her ne kadar son yıllarda artan iç ve dış ihanetlere, terör ve kalkışmalara cevap olarak devlet birimlerimizde ve milletimizin fertlerinde bir diriliş, bir uyanış, bir şahlanış gerçekleşiyor olsa bile gençlerimizin zihinlerindeki bu iç kanama, eğitim ve devlet kurumlarımızın üzerindeki bu leke halen daha varlığını sürdürmektedir. 

Devlet kurumlarımızın ve özellikle eğitim-öğretim birimlerimizin (üniversiteler) üzerindeki bu kir, üniversite gençliğimizin genç ve dinamik dimağlarında yuvalanıp bir iç kanamaya sebep olan bu virüs, gençliğimizin kanına ve dahi milletimize hizmet etmekle yükümlü devlet kurumlarımızın yapısına SAĞ-ci, SOL-cu, O-cu, Bu-cu olarak girmiş ve ülkemizin aklı olarak gördüğüm üniversitelerimizde yıllar boyunca bir üniforma, bir saç-sakal şekli, bir el-kol hareketi, bir şiir-marş dizesi ve içi boş, kafiyeli bir kaç kelime-cümle ile sirayet ederek kendini göstermiştir. Bu tablonun acı tarafı ise bu durumun maalesef varlığını sürdürmeye devam etmesidir.

Üniversitelerimiz, gençliğimiz için kendini tanımlama, kendi yolunu çizme ve geleceklerine dair birçok konuda tercihlerini oluşturma firsatları buldukları yerlerdir. Söz konusu ideolojik ve siyasi virüsün gerek üniversite idari yapısında, akademisyen profilinde ve gerekse bir gün cumhuriyetimizi emanet edeceğimiz üniversite gençliğinin zihinlerinde varlık göstermesinin ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurduğunu, gençlerimizin enerjisi ve potansiyelini heba ettiğini, birlik ve dirliğini bozduğunu, her gencimizin, her bireyin ülkesi ve devleti için taşıması gerektiği milli kimlik ve duruşundan ve vizyonundan uzaklaştırdığını, iç ve dış kaynaklı toplum mühendislerinin oyuncağı haline getirdiğini görmekte, duymakta, izlemekte ve tanık olmaktayız. 

Yıllar önce, Ankara`da bir parkta ayakkabı boyacılığı yapan ve yaşından dolayı ilkokula gittiğini tahmin ettiğim küçük bir çocuk yanıma gelip üniversite öğrencisi olup olmadığımı sormustu. O zaman öğrenci olduğum için 'evet' demiştim, ve karşıma geçip büyük bir merakla, benim üzerimden bütün bir üniversite gençliğine, "- Abi, siz niye her gün kavga ediyorsunuz? Neyi paylaşamıyorsunuz?" diye sormuştu.  

Ankara'daki üniversitelerimizde okuyan öğrencilerin siyasi, ideolojik ve nefret temelli kavgalarını maalesef o üniversitelerin idari yapıları, akademisyenleri ve devlet yöneticilerimiz görmüyor, duymuyor ve belki de bu durumu besleyecek bir tarafgirlik gösteriyor iken, bu milletin küçük bir ferdi, yaşından daha da büyük bir tespit yapıyor ve o can alıcı soruyu soruyordu...  

Kredi Yurtlar Kurumunda, Yurt Yönetim Memuru olarak görev yaptığım iki buçuk yıllık memurluk hayatımda, ailesinden, yuvasından, memleketinden yeni kopmuş, milletine ve devletine hayırlı bir vatandaş olmak için üniversiteye gelmiş kız ve erkek öğrenci kardeşlerimizin 3-6 ay içinde sokaklarda, kampüs binalarında, yurt odalarında ve oturdukları aynı kafeteryada dahi birbirine düşmanlık ve nefret besleyen, kör ideolojik grupların birer oyuncağı haline geldiklerini görmek, şahit olmak kadar acı veren bir duygu ve his yoktur zihnimde ve yüreğimde. 

Üniversite sıralarında iken zihinleri bu virüsle enfekte olan genç zihinler, toplum hayatına atıldigında bu toplumun bir kısmını muhafazakar olarak ayrıştırıp uygun görmedikleri uzun saç, keçi ve ya top sakalı tercih edenleri inançsız, dinsiz, imansız olarak etiketlemiş, ve diger bir kısmını ise seküler, laik veya ulusalcı olarak ayrıştırarak, kendilerinden farklı saç-sakal kesimi, kıyafet ve giyim tarzını tercih edenleri de dinci, yobaz ve gerici olarak görmüşlerdir. İşin kötü tarafı, bu etiketlemelere ve ayrıştırmalara sağcı-solcu, kürtçü-türkçü, ateist-dinci, gerici-ilerici, alevi-sünni, devrimci-emperyalist gibi daha bir çok farklılıklarımız üzerinden devam etmeleridir.

İnsanımızın ve özellikle gençliğimizin normalde kişisel bir zevk ve tercih konusu olarak düşünülmesi ve dikkate alınması gereken saç-sakal kesim şekli, giydikleri kıyafetin modeli, rengi ve deseni ve en önemlisi de başkalarından farklı düşünebilme, tercih edebilme yetisi ve özgürlüğü bir ayrışma, bir çatışma ve bir nefret sebebi, kaynağı olarak işlenmiş ve bu LEKE'nin yapışmasına, ve bu VİRÜS`ün üreyip çoğalmasına, bedenlerimizi ve hayatlarımızı  sarmasına göz yumulmuştur.  

Elbette bu virüsü besleyenler, bedenlere, dimağlara enfekte eden failler, ellerini ülkemizin ve milletimizin üzerinden çekmeyen toplum mühendisleri, dolaylı ya da doğrudan bu mühendisliğin bir parçası olan sivil toplum örgütleri, siyaseti ve siyasi ideolojilerini eğitim kurumlarına enjekte eden ve bundan hiç de rahatsız olmayan siyasi partiler, politikacılar ve akademik kurullar, bu durumu çözüme kavuşturmak yerine menfaatleri uğruna bundan istifade etmeyi tercih eden iktidarlar, buna dur demeyen, bu hastalığı teşhis edemeyen ve çaresi için mücadele etmeyen sorumlu akademisyenler, yazarlar ve toplumun önde gelenleri, ve son olarak ta milli bir amaç ve vizyondan yoksun, başı boş bırakılmış kampüslerimiz ve içindeki öğrencilerimizdir.. Bu virüsün sebep olduğu ateşte yanan ve zararla çıkan ise her zaman ki gibi ülkemiz ve ülkemizin gençliği ve geleceğidir. 

Bu konu ile ilgili Amerika'yı değerlendirecek olursak, neden bu ülkenin daha güçlü olduğunu ve üniversitelerinin devamlı bir şekilde bilgiyi üreterek bunun gücünü kullandığını idrak etmiş oluruz. Amerika`da, üniversitelere ve kampüs sınırları içerisine siyasetin ve her türlü siyasi ideolojinin girmesine, filizlenmesine müsaade edilmemektedir. Öğrencilerin hepsi birbirinden farklı tercihleri, şekil ve sureti yansıtmakta ve hiç kimse bu farklılıkları tartışma konusu ve ayrışma nedeni dahi yapmamakta, yapamamaktadır. Kendi ülkemizde var olan bakış açısı ile buradaki durumu değerlendirecek olsaydık, sanırım her bir öğrenciyi ayrı bir ideolojinin temsilcisi kabul ederdik. 

Dünyanın ve Amerika kıtasının dört bir yanından sadece fikirleriyle, düşünceleriyle ve ortaya koyduklari ürünlerle değerlendirildikleri bir kampüs ortamına kendisine ait bütün farklılıklar ile birlikte adım atan öğrenciler sadece öğrenmek ve üretmek amaçlı bir yoğun program içerisinde kendilerini, yeteneklerini, bilgilerini tercihlerini, geleceklerini belirlemekte ve geliştirmektedir. 

Buradaki öğrencilerin boş, anlamsız, siyasi ideolojilere taraf olmak ve bunlarla beslenen gruplara katılmak, faaliyetlerinde bulunmak gibi ne bir zamanları, ne de lüksleri vardır. O kadar yoğun bir programa muhatap kılınırlar ki hafta içi gece-gündüz kütüphanelerde, kahve dükkanlarında sabahlar ve haftasonu geldiğinde de haklı olarak eğlenirler. Ancak, hiçbiri ülkemizdeki gibi başı boş bırakılmaz, ideolojik kör kuyulara atılmaz ve hatta o kör kuyulara başlarını çevirip bakacak kadar dahi müsaade edilmez. Bunu da sahip oldukları eğitim sistemi ile gerçekleştirirler. 

Akademisyenler ise bir araya geldiklerinde bu ülkeye katma değer getirecek bilimsel projeleri ve birlikte çalışma olanaklarını tartışir ve söz konusu virüsü asla kendi mesleki çalışmalarına bulaştırmazlar. Üniversitelerin idaresi, yönetimi de bir kartal misali her hareketi, kişiyi ve faaliyeti izleyerek, sahip oldukları evrensel standart ve kaliteye uygunluğunu ölçmekte, olası siyasi veya ideolojik herhangi bir kıpırdanmayı, ayrışmayı ve çatışmayı sahip oldukları ilkeler ışığında bertaraf edip önlem almaktadır. Netice olarak, bu ülkenin her üniversitesi, her öğrencisi ve akademisyeni birlikte bu ülkenin çıkar ve hedeflerine hizmet etmekte, Amerikan ideolojisinin birer neferi olmakta ya da birer neferi gibi katkıda bulunmaktadır. 

Etrafımıza duru bir gözle baktığımızda tamamıyla zıt nitelik ve nicelik taşıyan her tür canlının kendi farklılıkları ile beraber bir denge içinde yaşadığını ve hepsinin hep birden bu evrenin, kainatın ve hayatın anlamı, devamı ve amacı için var olup çaba gösterdiğini müşahade ederken,  Amerika gibi farklı ülkelerde birbirine zıt tercihleri, şekilleri ve fikirleri olan öğrenci ve akademisyenlerin bir amaç için hep birlikte mücadele ve yarış ettiklerine tanıklık ederken, ülkemizde bu denli ayrışmaların ve özellikle bunun eğitim kurumlarımızda var olmasının, üniversitelerimizi ve gençliğimizi zehirlemesinin ne demek olduğunu idrak etmemek içten bile değildir. 

Siyasetin "S" sinin dahi eğitim kurumlarımızda varlık bulması, her biri kör kuyu olan ideoloji ve izm-lere lise ve üniversitelerimizde müsaade edilmesi, eğitimcilerimizin ve akademisyenlerimizin bu tür faaliyetler içinde yer alıp desteklemesi, siyasilerin ve iktidarların buna kesin bir çözüm arayışından uzak durup, gençliği ve enerjisini kullanarak, devşirerek yangına körükle gitmesi, ve bu virusun, lekenin bedelini her gün evlatlarimiz ile ödedigimiz halde bir çözümünün halen daha ortaya konmaması, 94. yılını kutladığımız Cumhuriyetimize, devletimize, milletimize, ülkemize ve bu ülkenin geleceğine yapılmış ve yapılmakta olan en büyük ihanetlerden biridir.    


NOT: Cumhuriyetimizin 94. yılını kutladığımız bugünlerde bu özel, milli ve anlamlı günü sadece kutlamakla kalmayıp, daha nice yüz yıllara taşıyabilmek, daha da güçlü, daha da dinamik ve daha da sağlam temellerle yeni nesillere taşıyabilmek adına bu güzel ülkenin sorumlu bir vatandaşı, öğrencisi, akademisyeni ve evladı olarak, sadece alanımızda yaptığımız ya da yapacağımız bilimsel çalışmalarla değil, aynı zamanda yeni nesilleri evrensel bilimin etik, kaide, dili ve hoşgörü çatısı altında milli bir kimlik, vizyon ve hedefler ile eğitmek öncelikli vazifemizdir. Bunun yanında ve çok daha önemlisi bu nesilleri bu amaç ve vizyonda yetiştirebilmek, hazırlayabilmek için olması gereken eğitim öğretim ortamının, bilimsel atmosferin, üniversal kampüs kültürünün ülkemize kazandırılması, bu konudaki eksik ve sorunları gidermek de vazifemizdir. Bu niyet ve amaç doğrultusunda, derdimizi, niyetimizi, düşüncelerimizi, tespitlerimizi, fikir ve çözümlerimizi bu yazılar aracılığı ile sizlerle paylaşıyoruz. Bu yazılarımızı ülkesine, devletine, milletine, cumhuriyetine ve atalarına karşı bir sorumluluk duygusu ile yazıyoruz ve inşaallah yazmaya da devam edeceğiz.





Seyit Yüzüak, 30.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Bilim, Organik Moleküller; Evrenin Sosyolojisi

Seyit Yüzüak Yazıları


Facebook: seyit.yuzuak.5
                                                                                               

Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı