31 Temmuz 2017 Pazartesi

SA4663/KY57-AHCZD31: Kur'an'da İnsan'ın Olumsuz Özellikleri

"İnsana verilen üstün meziyetler, Yaratıcıya kul olması, şeytanla olan ilişkilerinde başarıya ulaşması, mücâhede edebilmesi, tabiatı faydalı hale getirmesi, mutlu olması ve temiz kalabilmesi içindir."


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.


KUR’AN’DA İNSANIN OLUMSUZ ÖZELLİKLERİ

Kur’ân uygulamaya/hayata ve insanlığın dünya/ahiret mutluluğuna yönelik bir kitaptır. İnsana Rabbiyle ilişkilerinde yol göstererek, fıtrat çizgisinde tutmayı, (Buharî, Cenâiz, 80; Müslim, Kader, 23.) şeytan ve insanlardan gelebilecek tehlikelerden korumayı hedefler.( Tahrim, 66/6.) 

Kur’ân’a göre insan Allah tarafından yaratılmış üstün bir varlıktır.( En’âm, 6/102; Râ’d, 13/16; Hıcr, 15/28; Fâtır, 35/3.) O, yarattığı insanı irade ile donatmış, kendisine önemli görevler verilmiş,( Bakara, 2/30; En’âm, 6/165.Bk. Taberî, Tefsir, I/224-225) yaratılanları da onun hizmetine vermiş,( Bakara, 2/9; Câsiye, 45/13.) onu aklı, iradesi, iyi ve kötü fonksiyonları yapabilmesi açısından diğer yaratıklardan farklı kılmıştır. Üstün yaratılması ve irade verilmesi sebebiyle fiillerinden sorumlu kılınmıştır.( Müddessir, 74/38; Tur, 52/21.) 

İnsana verilen üstün meziyetler, Yaratıcıya kul olması, şeytanla olan ilişkilerinde başarıya ulaşması, mücâhede edebilmesi, tabiatı faydalı hale getirmesi, mutlu olması ve temiz kalabilmesi içindir.

Kur’an-ı Kerim’de altmış beş yerde “insan”, on sekiz yerde “ins”, bir yerde “insî”, bir yerde “enâsî” ve 230 civarındaki “nâs” kelimeleri insanı tanıtır.( Bk.Muhammed, Fuâd, Mu’cemu’l Müfehres, ins. md.) 

İnsan, topraktan yaratılıp,( Âl-i İmran, 3/59; Mü’minûn, 23/12; Rahman, 55/4.) üstün (İsrâ, 17/70.) ve mükemmel hale getirilmiş,( Tin, 95/4) dünyada önemli işleri yapabilme imkanıyla donatılmış,(Bakara, 2/30; Sâd, 38/26.) Kur’an kendisine emânet edilmiş,( Ahzab, 33/72.) düşünen, konuşan ve yaptığından sorumlu tutulan bir varlıktır. 

Yüce Allah insana, aklını kullanmasını ve sıkıntılardan korunması için düşünmesini tavsiye eder.(Bakara, 2/73;164; Âl-i İmran, 3/118; Ra’d, 13/4.) İnsanın misyonu kulluk olmakla birlikte, mizâcı itibariyle kibir ve sabırsızlığa meyillidir. Maddî refahın sürekli olduğu duygusuna kapılabilir. Sıkıntıya düşünce sabırsız olabilir. (Yunus, 10/12; Hud, 11/9; İsrâ, 17/67,83.) Gururu onu hırçın hale getirebilir.( Kehf, 18/54.) Müspet ve menfi duyguları ihtiva eden insan iki şıktan birini seçmek durumundadır. [1]

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا

“Sonra ona fücurunu ve takvayı ilham edene andolsun.” (Şems,91/8)

Allah Teâlâ, insana istidât, kabiliyet ve temayüllerine göre hitap etmektedir. İnsanın fıtratını, istidat, kabiliyet ve temayüllerini dikkate almaksızın dini anlatmaya ve öğretmeye çalışmak, suyu yokuş yukarıya akıtmak anlamına gelmektedir.[2]

Kur’an insandan, kendisini erdemli olmaya götürecek olumlu davranışlar sergilemek suretiyle, yaratılıştan gelen temel yönelimlere uygun davranmasını beklemektedir. “Ve ona (kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu göstermedik mi?” ayetini açıklayan ünlü müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, insan doğasının her iki yönelime de aynı derecede elverişli olduğunu, birisinin diğerine üstünlüğünün sonradan olan sebeplerle geliştiğini söyler.[3]

İnsan ve insanın tanıtılması konusu Kur'an'da geniş bir yer tutmaktadır. Kur'an'ın muhatabının insan ve hedefinin, insan hayatının, amacına uygun olarak düzenlenmesi olduğu dikkate alınırsa, insan üzerinde bu kadar çok durulmasının tabiî olduğu görülür. Bu, aynı zamanda Kur'an'ın kendi ifadesiyle, insanı en iyi tanıyanın Allah Tealâ olmasının (Necm, 53/32)[4] bir sonucudur.

Rabbimizin bize gönderdiği ve kendisinden hesaba çekileceğimiz Kur’ân’a göre insan tarafsız bir fıtratla günahtan uzak olarak yaratılmıştır. Dünyaya gelen bir insan hiçbir şekilde anne-babasının ya da atalarının günahını sırtında taşımaz. Tertemiz bir varlık olarak hayata başlar.[5] Doğuştan gelen bir lekesizlik ve safvet, “içinde var olan bir iman ve ubudiyyet yeteneği” olarak değerlendirilen bu lekesiz sayfa, aynen bir ayna gibi, kendisine ne gönderilirse onları yansıtır.[6] İnsan doğduğunda istikametler anlamın da nötr durumunda yani henüz tertemizdir, çevresi uygun olduğu takdirde, iyiyi, güzeli ve doğruyu bulmaya hazırdır.[7]

Fıtratı bir suyun tabiî haldeki akış mecrasına benzetebiliriz. Nasıl ki bu su mecrasında akmasına müdahale edilmediği takdirde, kolaylıkla hedefine doğru akıp giderse; fıtrata müdahale edilmediği ve çevre tesiriyle başka bir dine yöneltilmediği zaman kişi de hak dine yönelecektir. Nitekim insanın samimiyetini, doğruluğunu, hilesiz ve saf bir davranış içerisinde bulunduğunu pek çok kereler müşahede etmişizdir. Ama sonradan yakınlarının telkin ve tesiriyle yalan söylemeyi, sahtekarlığı ve riyakârlığı öğrenerek fıtratı bozulmaktadır. “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Daha sonra anne ve babası tarafından yahudi, hırıstiyan veya mecusi yapılır.”( Buhârî, “Cenâiz”, 93) hadîsi de bu fikri doğrulamaktadır.[8]

İnsanın doğuştan getirdiği o saf ve temiz fıtratı koruyabilmesi, hayatında münker/kötülüklerden, zararlı davranışlardan elinden geldiği kadar uzak durması, ma’ruf ve iyinin kıymeti ile hakkı hak bilip ittibâ etmesi, bâtılı bâtıl bilip ictinâb  etmesi ile mümkündür[9].

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“(Resulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratılışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (er-Rûm 30/30) 

Bu âyete göre insan bozulmamış, saf ve temiz fıtratının gereği itaata meyillidir. Fıtratının bozulması, isyana ve günaha meyletmesi bir takım kötü davranışların insan nefsine yer etmesi ve fıtratın tabiî halinden çıkması sebebiyledir. Çünkü insan tabiatı, arızî bir davranış bozukluğu sebebiyle hastalıklı bir mizaca sahip olur.[10]

İnsanın fıtratının bozulup, kendine zulmedip yaratılmışlığını unutma haline Kur'an, tuğyân (küstahlık yaparak haddi aşmak) ve istiğnâ (kendini tamamen serbest görmek ve Allah'a muhtaç görmemek) adını vermektedir.[11]

Kur'an, insanı insan olarak ele almaktadır. Kafasıyla, kalbiyle, duygularıyla, zaaflarıyla, kıskançlıklarıyla, zorbalığıyla, iddialarıyla, zanlarıyla ve bütün yönleriyle ele almakta ve onun derinliklerine nüfuz etmektedir.[12]

“İnsanın davranışları, ruhsal özellikleri ve bunun dışa yansımaları açısından bakıldığında, Kur'an'da her türlü insanı bulmak mümkündür. Darda Allah'ı hatırlayıp, genişlikte şımarıp unutanlar, (Yunus, 10/21; Hud, 11/9-10; Rum, 30/36) inkârcı tiplerin ruh halleri, (Müddessir, 74/49-51) bir tehlike karşısında korkanlar, (Enfal, 8/6) iki yüzlü münâfıkların davranışları,( Tevbe, 9/42) sefih, inatçı inkârcıların ruh yapıları,( En'am, 6/7; Hicr, 15/14-15) ihtiyarlıktaki davranış bozuklukları,( Hac, 22/5) heyecan, öfke ve pişmanlık sırasındaki fizyolojik değişiklikler,( Zâriyât, 51/29; Zümer, 39/23; Ahzab, 33/10; Yusuf, 12/31; Nahl, 16/58; Furkan, 25/27-29) görülebilir.”[13]

“Kur'an'ın ifadelerine göre insan, istikrarsız, değişken, zayıf, hırslı ve huysuz bir tabiata sahiptir.[14] Allah, insanın yükünü hafifletmek ister, çünkü insan zayıf yaratılmıştır.( Nisâ, 4/28) Yine Kur'an'a göre; insan acelecidir, aceleci bir tabiatta yaratılmıştır,( Enbiya, 21/37; İsrâ, 17/11) sabırsızdır, çabuk şikâyet eder,( Meâric, 70/19-21) nankör,[15] mala ve dünyalığa (menfaatine) düşkündür.[16] 

İnsanın tabiatında yer alan bu özelliğin sapkın bir tezahürüdür ki, putperest insanlar, ilk önce yardım görme ve şefaat umuduyla, korku veya menfaat dürtüsüyle, dünya hayatı bakımından somut faydalar elde edecekleri düşüncesiyle putlara bağlanmışlar, sonra ilk sapıklıkları unutularak, çıkış noktasında başlayan sapma giderek artmış ve dünyevî maddelere (putlara) tapar hale gelmişlerdir. İnsan, eli sıkı ve cimri, (İsrâ, 17/100; Teğâbün, 64/16-17.) rahatına düşkün (Tevbe, 9/86) kendine aşırı güveni olan, şımarık ve kibirlidir.( Beled, 90/5; Hûd, 11/9-10; Sâffât, 37/35.) Kendisine aşırı güven ve kibir duygusu taşıyan ve minnet duygusundan tamamen uzak olan insan, "bağımsızlık" dürtüsünün etkisiyle kendisini Tanrı yerine koyabilmektedir. İnsan aldanıcı(A'raf, 7/22), taklitçi[17], unutkan[18], bilgisizce tartışan[19], karamsar ve ümitsizlik eğilimi taşıyan,[20] bir yaratılışa sahiptir.”[21]

İNSANIN KUR’AN’DA VURGULANAN OLUMSUZ ÖZELLİKLERİ

1. ACELECİDİR

Acele, şehvetin gereği olarak bir şeyi vaktinden önce istemek ve elde etmeye çalışmak anlamlarına gelmektedir. Bunun için Kur’an’ın genelinde kınanmıştır. (İsfehânî, el-Müfredât (‘a-c-l md.), s. 548.) Acele, teenninin zıddıdır. Teenni, acele etmeden, ihtiyatlı, düşünceli ve yavaş hareket etme, temkinli davranma demektir.( Doğan, Büyük Türkçe Sözlük (Teenni md.), s. 1055.)

خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır…” (el-Enbiyâ, 21/37)

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً

“İnsan, hayra dua eder gibi şerre dua etmekte (hayrı ister gibi şerri istemekte) dir. İnsan pek acelecidir.” (el-İsrâ, 17/11) Yani, insan aklına gelen her şeyi süratle ister. Onun hakkında basiret sahibinin düşünüp karar vermesi gibi düşünerek karar vermez.( Zamahşerî, Keşşâf, II, 626.)

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ

“Hayır! Doğrusu siz âcil olan dünya hayatını seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.” (el-Kıyâme, 20-21)

Kur’an, insanın aceleci bir tabiatta yaratıldığını ve aceleciliğin kişiyi yanlış tercihlere sürükleyeceğini ifade etmekte ve teenni, sabır ve basiretle hareket etmemizi istemektedir.[22] Ayrıca şu ayetler de bu aceleci insanın diğer muhtelif özelliklerinden bahsetmektedir: “Kıyamet, 75/16-21; Enbiya, 21/24; Yunus, 10/11; İsra, 17/18-19; Şûrâ, 42/18; Ankebut, 29/29,53-54; Ra’d, 13/6; Hac, 22/47 vd.”

2. ZAYIF VE ACİZDİR

 Bunun üzerine kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürdü de hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah; kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için, ona yeri eşeleyen bir karga gösterdi. Yazıklar olsun bana, bu karga gibi bile olmaktan aciz kaldım da kardeşimin ölüsünü örtemedim, dedi. Pişmanlık duyanlardan oldu.( Maide 5/30-31.)

وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا     

“…İnsan zayıf yaratılmış­tır.” (en-Nisâ, 4/28) buyrulmaktadır.

اللَّهُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفًا وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ

“Allâh sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi…” (er-Rûm, 30/54)

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ

“Ki­me uzun bir ömür ve­rir­sek, biz onun ya­ra­tı­lı­şı­nı (güç ve kuv­ve­ti­ni ala­rak) ter­si­ne çe­vi­ri­riz. Hiç (bu man­za­ra­yı) dü­şün­mü­yor­lar mı? (Bu ib­ret­li yol­cu­lu­ğu id­râk et­mi­yor­lar mı?)” (Yâ­sîn, 36/68)

وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحًا إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!” (el-İsrâ, 17/37)

3. CİMRİDİR

Cimrilik konusu, Allah'ın çok kötülediği bir haslettir. İman eden bir kimse asla cimri davranıp mal yığmaz. Tamahkâr davranmaz. Nefsinin cimriliğinden kendini kurtarır. Cimriliğin ve tamahkârlığın son derecesi olarak Kur'an'da bir kelime daha vardır. Bu kelime şih, şuh veya şihh'dir. Kelime güçlü bir kötüleme anlamında tamahkârlık ve cimrilik demektir.

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

"O halde gücünüz yettiği kadar Allah'dan korkun. (O'nun öğütlerini) dinleyin. İtaat edin. Kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhhe nefsihi) korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir. " (et-Tegabün, 64/16).

كَلَّا بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ أَكْلًا لَّمًّا

“Hayır! Doğrusu siz, yetîme ikrâm etmiyorsunuz; yoksulu yedirmeye birbiri­nizi teşvîk etmiyorsunuz! Haram helâl ayırmaksızın mîrâsı hırsla yiyorsunuz. Malı aşırı derecede seviyorsunuz!” (el-Fecr, 89/17-20)

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا

“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenâlık dokunduğunda, sızlanır, feryâd eder, ona imkân verildiğinde ise cimrileşir, pinti kesilir.” (el-Meâric, 70/19-21)

وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ

“Gerçekten insan dünya malına son derece düşkündür, onu çok sever.” (el-Âdiyât, 100/8)

الَّذِي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ

“… O, malı toplar ve onu sayıp durur. Malının gerçekten kendisini ebedî kılacağını sanır. Hayır, yemin olsun ki o Hutame’ye atılacaktır.” (el-Hümeze, 1-4)

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُورًا

“De ki «Eğer Rabbimin rahmet hazînelerine siz sâhip olsaydınız, o zaman(dahî) harcamak(la tükenir) korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.»” (el-İsrâ, 17/100)

4. AZ ŞÜKREDEN BİR VARLIKTIR

وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الأَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ

“Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz” (A’raf,7/10.; Bkz. Mülk,67/23.)

5. HIRSLIDIR

Gerçekten insan; hırsına düşkün yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu cimrilik eder.(Mearic,70/19-20-21.) Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise

وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ كَلَّا بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ

«Rabbim beni önemsemedi» der. Hayır hayır doğrusu siz yetîme ikram etmiyorsunuz. Birbirinizi yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı da ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz." (Fecr, 89/16-20.)

Bencil ve hâris insan için şerefli ve yüce veyahut şerefsiz ve aşağılık bir hayat sürdürmeleri onlar için hiç önemli değildir.[23]

وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ

“Onları, insanların hayatta en düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun…” (Bakara, 2/96)

Ayrıca şu ayetler de bu tiplerin diğer muhtelif özelliklerinden bahsetmektedir:  

“Tevbe, 9/128; Yusuf, 12/103; Nahl, 16/37; Nisa, 4/129; Enbiya, 21/41; Şûrâ, 42/75; Zümer, 39/23-28; Cuma’, 62/6; Haşr, 59/9; Teğabün, 64/16; Ahzab, 33/19; İnsan, 76/7,27; Bakara, 2/177; Al-i İmran, 3/180; A’la, 87/16-17; Kıyamet, 75/20-21; Hicr, 15/39 vd.”

6. ZOR GÜNLERDE KARAMSAR OLUR, NİMET VERİLİNCE YÜZ ÇEVİRİR

وَإِذَآ أَنْعَمْنَا عَلَى الإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأَى بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُوسًا

“İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer” (İsra,17/83.).

7. İNSAN MENFAATİNE DÜŞKÜN, BENCİL BİR VARLIKTIR

Kur’an’da insanın bencilliğiyle alakalı olarak helû‘ kelimesi kullanılmıştır:  

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا

 “İnsan gerçekten helû olarak yaratılmıştır.” ( Me‘âric 70/19.) 

Ayetteki helû‘ lafzı, hemen devamındaki iki ayetle birlikte okunduğunda anlaşılmaktadır: 

“Kendisine bir fenalık dokunduğunda feryadı basar, sızlanır. Bir (zenginlik ve makam gibi) bir hayra da ulaştığında (herkesi) meneder.” Açıkça anlaşıldığı gibi, helû kelimesi, bencil, hasis, çıkarcı ve kıskanç bir insanın psikolojik durumunu dile getirmektedir.[24] Bu kelime, esasında bir çabukluk anlamı bulunan, bir taraftan tahammülsüzlük, mızıkçılık, bir taraftan da şiddet ve hırs gibi çeşitli kavram arasında bir huysuzluk ifade eden belirsiz bir vasıftır ki devamındaki iki ayetle tefsir edilmiştir.[25] İnsanın tabiatı böyledir. Ancak o, bu tabiatına aykırı ve şeraite uygun davranmakla emrolundu.[26]

وَلَئِنْ أَذَقْنَا الإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ

“And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.” (Hud,11/9, İsrâ, 17/69.).

إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ

“Şüphesiz ki insan Rabbine karşı pek nankördür. Elbette buna kendisi de şâhittir.” (el-Âdiyât,100/ 6-7)

وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ

“İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şâyet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenâlık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler.” (er-Rûm,30/36)

لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ

“…Sakın şımarma! Muhakkak ki Allâh şımaranları sevmez.” (el-Kasas, 28/76) 

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ

“İnsanlardan kimi Allâh’a (şüphe ve tereddüt içinde) yalnız bir yönden kulluk eder: Kendisine bir iyilik dokunursa, buna pek memnun olur; bir de musîbete uğrarsa, çehresi deği­şir (dînden yüz çevirir). O, dünyâsını da, âhiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyânın ta kendisidir.” (el-Hacc, 22/11)

فَأَمَّا الْإِنسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ

“Fakat insan, Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğu ve nîmet verdiği zaman «Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihân edip rızkını daralttığında ise «Rabbim beni tahkir etti, önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 89/15-16)

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُورًا

“Denizde başınıza bir musîbet geldiğinde, O’ndan başka bütün yalvardıkları­nız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski hâlinize) döner­siniz. İnsanoğlu çok nankördür. O’nun, sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başınıza taş yağdırmayacağından emîn misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. Yahut O’nun, sizi bir kez daha oraya (denize) gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emîn misiniz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikâmınızı almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.” (el-İsrâ, 17/67-69)

8. İNSAN TARTIŞMAYA DÜŞKÜNDÜR

Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür.  

 وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا

" Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır" (Kehf, 18/54.).

9. İNSAN ÇOK ZÂLİM VE CÂHİLDİR.[27]

الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ

“Ki onlar cehalet içerisinde kalmış(bilgisizliğe saplanıp kalan) gafillerdir.” (Zariyat, 51/11)

Bunlar Allah(c.c)’ın ve peygamberlerin bildirdikleri sağlam bilgiyi bir tarafa atarak içine gömüldükleri cehaletin kendilerini nereye götürdüğünden habersizdirler.[28]

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmek­ten çekindiler, (mes’ûliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim (ve) çok câhildir.” (Ahzâb, 33/72)

Ayrıca şu ayetler de bu tiplerin diğer muhtelif özelliklerinden bahsetmektedir:  

“Yusuf, 12/33; Rum, 30/29; Neml, 27/55; En’am, 6/35,111,116-117; Zümer, 39/9,64; Maide, 5/100; A’raf, 7/28; Yunus, 10/36,68,78; Hud, 11/109; Saffat, 37/69; Lokman, 31/21; Zuhruf, 43/21-22; Kalem, 68/36-41; Necm, 53/23 vd.”

10. KISKANÇ ve HASETÇİDİR.

وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ

“…Nefisler kıskançlığa meyilli olarak yaratılmışlardır…” (Nisâ, 4/128)

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ

“Yoksa onlar, Allâh’ın lutfundan verdiği şeylerden dolayı insanları kıskanıyorlar mı?..” (Nisâ, 4/54)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hasetten sakındırarak onun zararını şöyle haber vermektedir: “Haset etmekten sakının. Zîrâ haset, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44)

Cenâb-ı Hak bu çirkin vasıftan kurtulmak için infak ve îsâra ehemmiyet vermek gerektiğini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

لِلْفُقَرَاء الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

 “…Kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa işte onlar felâha erenlerin ta kendileridir.” (Haşr,59/ 8)

 11. UNUTKANDIR

Nisyân kelimesi, Kur’an’da kırk dört yerde geçmektedir. Allah, temelinde kasıt bulunan her türlü unutmayı zemmeder. Eğer unutma özür sebebiyle olursa bu unutma kınama sebebi olamaz. 

Peygamber efendimiz: “Ümmetimden hata ve unutma (nın sorumluluğu) kaldırıldı.”( İbn Mâce, Talâk, 16, no: 2043 (1/659).) buyurmuştur. Şu ayette de kendini bilenin Allah’ı bileceğini, Allah’ı unutanın da kendini unutacağına dikkat çekmektedir:

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan insanlardır.” ( Haşr 59/19.) 

Bu ayetteki unutmada, kasıt söz konusu olduğu için Allah’ı unutan kimse yerilmektedir. Kur’an’da –işine gelmemesi dolayısı ile- unutma, kulların ilahi emre ve birbirlerinin haklarına gereken özeni göstermemeleri sebebiyle meydana gelen unutmadır.( Bakara 2/44, 237.) Yahudilerin Tevrat’ın hükümlerini yerine getirmemeleri ve misaklarını unutmaları bu tür unutmaya örnek verilebilir.( Mâide 5/13-14.)

Kur’an, unutmanın çeşitli şekillerinden bahsetmekte ve temelinde kasıt ve nankörlük bulunan her türlü unutmayı zemmetmektedir. Eğer unutma özür sebebiyle veya normal bir şekilde olursa bu unutma kınama sebebi olamaz. Kur’an’a göre, Allah’ı anmaktan kalbin gaflet etmesi hususundaki unutkanlığın tedavisi, devamlı olarak Allah’ı, gönderdiği vahyi, O’nun nimet ve ikramını, yarattıklarındaki ayetlerini, ahiret ve hesap gününü anmaktır.[29]

12. NANKÖR VE ÜMİTSİZDİR

Nankör, gördüğü iyiliğin kıymetini bilmeyen, kendisine yapılan iyiliği ve eline geçen nimeti inkâr eden demektir.( Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 832.) Nankör, Kur’an-ı Kerim’de kefûr ve kenûd kelimeleriyle ifade edilmektedir. Küfr, lügatte bir şeyi örtmek demektir.( İsfehânî, el-Müfredât (k-f-r md.) s. 714-715.) Kur’an’a göre küfrün esas belirişi insanın nimetleri inkârı, yani nankörlüğüdür.[30]

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ

“Ve size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür..” (İbrahim, 14/34)

وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُو

“…Ama ellerinin öne sürdüğü işlerden dolayı başlarına bir kötülük gelirse insan hemen nankör olur.” (Şûrâ, 42/48)

وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ

“…Şayet kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler.” (Rum, 30/36)

لَا يَسْأَمُ الْإِنسَانُ مِن دُعَاء الْخَيْرِ وَإِن مَّسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ

“…Fakirlik, musibet gibi kötü bir şeyle karşılaşınca hayırdan ümidini keser, Allah(c.c)’ın rahmetinden ümitsiz olur/yıkılır.” (Fussilet, 41/49)

İnsan mala düşkündür. Sürekli olarak mal, refah, mutluluk istemekten usanmaz. Hep güzel şeyler olsun, kendisine servet, nimet, refah verilsin ister ama başına bir şer, bir bela, fakirlik, hastalık veya herhangi bir sıkıntı gelince umutsuzluğa düşer, üzülür, bunalır.[31]

Kur’an’da ümitsizliği ifade etmek üzere ye’s ve kunût kelimeleri kullanılır. Ye’s, recâ ve umudun zıddı olup ümidin yok olması anlamına gelir.( İsfehânî, el-Müfredât (y-e-s md.), s. 892.) Kunût ise, ye’sten daha fazla ümitsizlik anlamını ifade etmekle(Aydın, a.g.e., s. 162.) beraber asıl olarak hayırdan ümit kesmek anlamındadır.( İsfehânî, a.g.e. (k-n-t md.), s. 685.) Kur’an’da birçok ayette Allah’ın rahmetinden ümit kesme kâfirlerin bir özelliği olarak sunulur.

إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

“Kâfir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” ( Yûsuf 12/87; Ayrıca bk. Yûsuf 12/56; Hicr 15/56; Mümtehine 60/13.) Bu ayetler Allah’ın rahmetinin enginliğini gösterir.

İnsanın bu yönüyle ilgili olarak başka ayetlerde(Fussilet 41/ 49-51.) insanın hep bolluk, mal mülk istediği, menfaat dilemekten hiç usanmadığı, ama bir darlık ve sıkıntıya uğrayınca da hep umutsuzluğa düştüğü, zira ümidin asıl kaynağının inanç olduğu, inançsızların tutunacağı bir dal bulunmadığı; fakat Allah o sıkıntının ardından, acıyıp ta ona nimet verdiğinde böbürlendiği, “Bu benim hakkımdır, kendi bilgi ve çabamla bunu kazandım” dediği, kıyametten kuşkuya düştüğü; şayet öyle bir şey olur da Allah’ın huzuruna götürülürse kendisini Allah’ın sevgili kulu sandığı için orada da güzel ödüllere ereceğini söylediği anlatılmakta; Allah’ın, o nankörlere, yaptıkları kötü işleri haber vereceği ve onlara kaba, katı bir azap tattıracağı vurgulanmaktadır.[32]

Ayrıca şu ayetler de bu tiplerin diğer muhtelif özelliklerinden bahsetmektedir:  

“Abese, 80/17; İsra, 17/27,67,83; Sebe’, 34/15-17; Neml, 27/40; Nahl, 16/112; Enbiya, 21/94; İnsan, 76/3,24; Kaf, 50/ 24; Zümer, 39/3,49; Nuh, 71/27; Bakara, 2/276; Nur, 24/55; Fecr, 89/15-16; Yunus, 10/12; Fussilet, 41/50-51; Rum, 30/33; Hud, 11/10 vd.”

13. CİMRİ(Bahîl/Katûr)dir

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا

“Bunlar, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah(c.c)’ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir…” (Nisa, 4/37)

Kibirlenen kimse Allah(c.c) karşısında bağımsızlığını ilan ediyor ve nefsine tapıyor demektir. Cimrilik eden kimsede ise Allah(c.c)’ın lütfuna karşı nankörlük ve güvensizlik vardır. İyiliği, insanlar görsün ve kendisini övsünler diye yapanlar ibadet ve kulluğa Allah(c.c) rızasından başka unsurlar katmaktadırlar.[33]

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُورًا

“De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız o zaman tükenir korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz. Zaten insan pek cimridir.” (İsra, 17/100)

14. AZAR VE SINIRI AŞABİLİR

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ

Tâğut[34], hakkı tanımayıp azan, sapan ve saptıran her kişi, sistem ve güç odağı demektir.[35]

 “Andolsun ki biz, ‘Al­lah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının.’ diye emretmeleri için her ümmete bir peygam­ber gönderdik.” (Nahl, 16/ 36)

15. KİBİRLİDİR

Kibir, bir insanın yalnızca kendisini beğenerek başkalarından üstün görmesi demektir.( İsfehânî, el-Müfredât (k-b-r md.), s. 697.) Kibir, cahiliye Arapları ile adeta özdeşleşmiş bir kelimedir. Yani ucub, mutlak surette kendini beğenmek, kibir ise başkalarından kendini üstün görmektir.( Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 244.) Kibirli ve kendini beğenmiş olan insan, yüzeyde kendini çok koruyormuş gibi gözükür; kendini aşırı büyük görmesinden ötürü risklere girmez ve diğer yönlerde de bir korkak gibi davranır.( May, Kendini Arayan İnsan, s. 216.) 

Kur’an’da kibir kelimesi, mütekebbir-cebbâr nitelemesinde olduğu gibi, cebbâr sıfatıyla beraber kullanılmaktadır.[36] Kibir, genellikle insanın bilgisi, malı, makamı, soyu-sopu, kuvveti ve buna benzer özellikleri yüzünden kendini beğenmesiyle meydana gelir. O, bu nimetleri düşünürken yegâne verenin Allah olduğunu ve dilediği anda elinden alabileceğini aklından geçirmez. İşte bu böbürleniş onu, gücünü bütün insanlarınkinin üstünde tasavvur etmeğe kadar götürür.[37]

“Kur'an, insanın zaaflarını ve olumsuz yönlerini dile getirirken, onun tamamen âciz olduğunu ve hiçbir olumlu ve üstün yönü olmadığını kastetmemektedir. "Kur'an'da bütün yaratıklar arasında en büyük önem, insana verilmiştir."( Izutsu, age, s. 69). Çünkü yine Kur'an'a göre insan, yaratıkların birçoğundan üstün kılınmış,( İsrâ, 17/70) insanı diğer valıklardan üstün kılan ve yaratılış amacının gerekli kıldığı birtakım özellikler de kendisine verilmiştir.( Krş. Muhammed Said Ramazan Bûtî, Min Ravâii'l-Kur'ân, Dımeşk, ts., s. 225) Öncelikle insanın Yaratıcı'dan bir mesaj alabilmeye layık görülmesi, yani vahye muhatap kılınması, kendisine verilen üstünlüğün ve değerin bir göstergesidir.”[38]

Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de yerdiği tutum ve zaaflar şunlardır: Öfke, kendini beğenmişlik, büyüklenmek, tembellik, ümitsizlik, bencillik, kıskançlık, israf ve savurganlık, (Sert, s. 341-355.) inatçılık, vesvese, gurur, telaş, gaflet… vb.dir. (Hayati Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, İstanbul, 2002, s. 120.) Bunların bazıları doğuştan olmakla birlikte bazıları sonradan kazanılmıştır. İnsanoğlu bu tür zaafları kendi tabiatında taşıdığı için günah işlemeye elverişlidir.[39]

Kısaca Kur'an'da tanıtılan insan, birtakım zaaflara sahip olmasının yanında, "Allah'ın halifesi olma"nın gerektirdiği görevleri yerine getirmeyi mümkün kılacak özelliklerle de donatılmıştır.

Kur’ân terminolojisinde akıl “bilgi elde etmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilginin vasıtası” olarak kabul edilir.( Gazâlî, İhyâ, III, 7.) Kur’ân-ı Kerim bizzat aklın kendisinden bahsetmez. Akıl yerine kalbi zikreder. Ayrıca, aklı kullanmak, hatırlamak, düşünmek, ibret almak gibi insanda var olan aklın fonksiyonlarından da bahseder (el-Bakara 2/164, 266; Âl-i İmran 3/191; el-En’âm 6/6; enNahl16/10-13, er-Rûm 30/8; Sâd 38/29; ez-Zümer 39/27-28). Akıl davranışlarımızın ve sorumluluk duygumuzun ana kaynağı ve şahsiyetimizin oluşması için Allah’ın bize bahşettiği insana özgü bir nimettir.

Aynı zamanda Kur’ân, kalp ve  çeşitli hallerinden bahseder. Allah’ın emrine ve nehyine muhalefet eden her türlü şehevî arzu ve eğilimlerden, onun vahyine ters düşecek şüpheden, ondan başkasına ibadet etmekten, Allah’tan başkasına karşı korku ve sevgi duymaktan, kibir, riya, cehalet ve kötü ahlaktan uzak olan, sevap talep etmeksizin sadece Allah'ın rızasını kazanmak için ona boyun eğen kalp “kalb-i selîm” (eş-Şuâra 26/89) olarak adlandırılır.( Taberî, Câmi’u’l-beyân, XIX, 108; Râzî, Mefâtihu’l-gayb, XXIV, 151) Böyle bir kalp Allah’a tevekkül eder, O’na yönelir, her hal ve zamanda O’nun rızasına boyun eğer, O’nun gazabından korkar.[40]

Netice itibariyle, Kur’ân’ın ana konusu ve muhatabı insandır. İnsanlara hidayet rehberi ve davranışlarına kılavuzdur. Kur’ân’ın amacı insanın yaratılış gayesini, sorumluluklarını ve nasıl davranması gerektiğini öğreterek olumlu bir şahsiyet kazandırmak sonuçta dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır. Kur’an insan şahsiyetinin oluşmasındaki olumlu ve olumsuz etkenleri zikrederek, insanın davranışlarının iyiye ve mükemmele ulaşmasını ister.

İnsan Rabbinin kendine verdiği bu akl-ı selîm ve kalp ile hakkı bulup, hakka sarılmalı ve bâtılı tanıyıp bâtıldan uzaklaşıp Kur’an’da haber verilen potansiyel tehlikeli hâl ve durumlardan uzak durması gerekmektedir.


Ahmet Hocazâde, 31.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları




[1] Doç. Dr.; Remzi Kaya, Kur’an-ı Kerim’de İnsan - Şeytan İlişkisi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Cilt: 12, Sayı:2, 2003 s.3-4.
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/uluifd/article/viewFile/5000017972/5000018262
[2] Nusret Çam, İslam'ın Fıtrî (Doğuştan Gelen) Kabiliyetlere Bakışı", Diyanet Aylık Dergi, Aralık 1994, sy. 48, s. 25
[3] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (Sadeleştirenler: İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel, Nedim Yılmaz)C., IX, İstanbul, trs., s. 225-226.
[4] هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
[5] Şaban Ali Düzgün, Din Birey ve Toplum, Ankara: Akçağ Yay., 1997, s. 23
[6] Sadık Kılıç, Fıtratın Dirilişi, İstanbul: Nehir Yay., 1991. s. 18.
[7] Yümni Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, İstanbul: TKV Yay., 1994, s. 70.
[8] Geniş bilgi için bkz. Osman KARA, Kur’an’a Göre İnsan Şahsiyetine Etki Eden Faktörler, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIV, Sayı: 25 (2012/1), s. 12.
[9] Düzgün, Din Birey ve Toplum, s. 27; Musa Bilgiz, “Kişiliğin Oluşumunda Fıtrat ve Sosyal Çevrenin Etkisi (İsra, 17/84. Ayet Ekseninde)”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25. sayı, Erzurum 2006, s. 133.
[10] Osman KARA, a.g.m.,  s. 12.
[11] Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan (Çev. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, ts., s. 116.
[12] Veli Ulutürk, Kur'ân-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor?, İzmir 1988, s. 307-308.
[13] Mehmet ŞANVER, Dinî Tebliğ Ve Eğitim Açısından Kur’an’da İnsan Psikolojisi Ve Özellikler, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Cilt: 10, Sayı: 1, 2001,  s.4. Geniş bilgi için bkz.
http://www.eskieserler.com/dosyalar/mpdf%20(732).pdf
[14] Bu konudaki bazı ayetler için bkz.: Nisâ, 4/128; Neml, 27/14; Meâric, 70/19-21; Haşr, 59/9; Teğâbün, 64/16; Zümer, 39/8, 49; Lokmân, 31/32. Ayrıca krş. Hökelekli, age, s. 24.
[15] Âdiyât, 100/6-8; Fecr, 89/15-16; Abese, 80/17;Şûrâ, 42/48; Zuhruf, 43/15; Fussilet, 41/50-51; Zümer, 39/8, 49; Ankebût, 29/10, 65; Rûm,30/33; Furkan, 25/50; Hac, 22/11, 66; İsrâ, 17/67; İbrahim,14/34; Hûd, 11/9-10; Yunus, 10/12, 21.
[16] Âdiyât, 100/6-8; Kıyâmet, 75/20-21; Âl-i İmrân, 3/14; Kehf, 18/46; Münâfikûn, 63/9. Hz. Peygamber de, insanın mala ve dünyalığa düşkünlüğünü şöyle ifade etmektedir: "İnsanı iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi dolusu daha isterdi. İnsan oğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Ama Allah, tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder." (Buharî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîhu'l-Buhârî, İstanbul 1992, Rikak 10; Müslim, Ebu'lHasen, Sahîhu Müslim, İstanbul 1992, Zekât 116-119; Tirmizî, Muhammed b. İsâ, Sünenü Tirmizî, İstanbul 1992, Zühd 48.)
[17] Mâide, 5/104; Lokmân, 31/21; Zuhruf, 43/22; A'râf, 7/28. Ayrıca bkz. Canan, ag. Doktora Tezi, s. 14-15.
[18] Bakara, 2/286; Tâhâ, 20/115; En'âm, 6/44; Mâide, 5/13-14; Haşr, 59/19; Sâd, 38/26; Kehf, 18/73.
[19] Hac, 22/3, 8-9; Kehf, 18/54; Yunus, 10/36, 39, 66; Lokmân, 31/20. Allah Teâlâ, esasen insanın hiçbir şey bilmezken dünyaya getirildiğini (Nahl, 16/78) beyan etmektedir.
[20] İsrâ, 17/83; Fussilet, 41/49; Rûm, 30/36.
[21] Mehmet ŞANVER, a.g.m., s.5.
[22] Resul Ertuğrul, Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, s.76.
acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/265/557.pdf
[23] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an., c. I, s. 98.
[24] Mustafa Ünver, Kur’an’ı Anlamada Siyakın Rolü -Bütünlük Üzerine- , Sidre Y., Ankara,1996,
s.189; Ayrıca bk. Kılıç, Benliğin İnşası, s. 78.
[25] Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XXII, 131-132; Yazır, Hak Dini, VIII, 86.
[26] Nesefî, Tefsîru’n-Nesefî, III, 538; Zamahşerî, ise bu özelliğin sonradan kazanıldığını belirtir. Çünkü Allah bunu zemmetmiştir. Bk. Zamahşerî, Keşşâf, IV, 600.
[27] إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
[28] Mevdûdî, a.g.e., c. V, s. 500-501.
[29] Resul Ertuğrul, KUR’AN’A GÖRE İNSANIN PSİKO-SOSYAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ, s.79.
[30] Geniş bilgi için bk. İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar, Trc. Selahaddin Ayaz, Pınar Y., 2. Bsk., İstanbul, 1991, s. 167-175.
[31] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İst.,Yeni Ufuklar nşr., 1989, c. VIII, s. 148.
[32] Fussilet 41/50; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, V, 244; VIII, 148;
[33] Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur'an Yolu (Tefsir), c. II, s. 49.
[34] SA4297/KY57-AHCZD2: İslâm'ın Kavramları: Tâğut, 08.05.2017.
http://www.sonsuzark.com/2017/05/sa4297ky57-ahczd2-islamn-kavramlar-tagut.html
[35] Prof. Dr.İsmail Lütfi Çakan, “Asıl Mesele”, Altınoluk,1995 - Mart, Sayı: 109, Sayfa: 005.
[36] Mü’minûn 23/35; Ayrıca insanlar hakkında cebbâr nitelemesi için bk. Meryem 19/12-14, 31-32.
[37] Resul Ertuğrul, Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi, s.91.; Zeydan, Abdülkerim, İslam Davetçilerine, Trc. Nezir Demircan, İkbal Y., Ankara,1977, s. 416.
[38] Mehmet ŞANVER, Dinî Tebliğ Ve Eğitim Açısından Kur’an’da İnsan Psikolojisi Ve Özellikler, s.7.
[39] Sultan Deniz, Kur’an’da Günah Kavramının Psiko-Semantik Açıdan İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara- 2005,  s.79.
[40] Ebu Abdillah Muhammed b. Kayyûm Cevziyye, İğâsetü’l-lehfân fî mesâidi’ş-şeytân, (thk. Beşir Muhammed Uyun), Şam 1993, I, 8.; Ayrıca bkz. Osman KARA, a.g.m.,  s. 8.



Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı