11 Haziran 2016 Cumartesi

SA3028/KY26-CA59: Ormanda 'Dersu' Dersleri

"Marksist felsefedeki ilkel komünal toplumu canlandırdığı düşünülüyor olsa gerek. Filmin hikayesi her ne kadar Çarlık Rusya döneminde geçiyor da olsa, Sovyet Rusya’nın kalkınmacı siyasetlerinin ormanlık arazide şehir kurulmasına bir itirazı olmadığı hatırlanmalı."


Kuzey ormanlarında ilerlerken güneş ışığı sık ve uzun ağaçların elverdiği ölçüde, koyu yeşil yaprakların süzdüğü bir filtreden de geçmiş olarak ulaşır teninize. Gökdelenlerin de böyle bir kapatma iştiyakı var. D-100’den Sabiha Gökçen Havaalanı’na giderken, caddeye mesafesi alışılmış kuralları ihlal edecek kadar yakın gökdelenlerin ardının arkasının kesilmediğini görürsünüz. 

Karayollarına özel mesafe ve ölçü kuralları, inşaat şirketlerinin ihlaliyle giderek pratik anlamını yitirmiş sanki. Bursa girişinde de küresel planda zincirleme bir otelin caddeye nasıl o kadar yakın inşa edildiğini düşünürken kaçırırsınız seyre değer manzaraları.

Postmodernizm bize özellikle inşaat alanında yansımış anlaşılan: Ne olsa, gidiyor. En unutamadığımız masallarda kahramanların çoğunun yolu bir ormandan geçer, müteahhitlerin çoğunun da öyle oluyor galiba. Orman talanından şikayet eden birçok insan da bir zamanlar talan edilmiş bir ormanın kalıntıları üzerinde yaşıyor. 

Hepimizin, belki çoğumuzun hayallerini süslüyor ormanların ortasında bir kulübede yaşamak. Hastalıklarımızın, sebebini anlayamadığımız yorgunluklarımızın, stresli hallerimizin hatta gönlümüzü daraltan taşikardinin sebebi sanırsınız bir orman manzarası yoksunluğudur. 

Bir şirket Süreyyapaşa Ormanlarına heyula sitesini kondurur, bir diğeri Aydos ormanlarını gözüne kestirir. Geniş ormanların ayrıcalıklı projeler için delik deşik edilmesi yeni bir adet değil, ama artık toplum çok tepki veriyor böylesi haberlere. 2007’de ünlü bir holdingin kampus inşaatı için Sarıyer’de orman katliamı yapılması, önemli bir haber olarak değerlendirilmemişti doğrusu. 

Gezi eylemlerinden sonra orman ve ağaç katliamı haberleri siyasal tarafgirlikten bağımsız konuşulamıyor. Bunun sadece ormanlara değil şehirlerimize de zarar veren bir “çok sesli” sağırlaşmaya yol açması bir hayli üzücü. İnsanlar pekâlâ herhangi bir siyasi tarafgirlik hesabına olmadan da filanca imtiyazlı şirketin yeni projesi için acımasızca orman katliamına girişmesi haberiyle yaralanabilir.

Orman konusundaki en güçlü çelişkileri konu edinen önemli bir film, Dersu Uzala. Ağustos’ta Rapsodi’nin ardından bu en çok sevdiğim filmi, Kurosawa’yı intihar düşüncesine kadar götüren bir buhrandan kurtarmış üstelik. Kendi ülkesinde ekonomik sebeplerle çalışamaz olduğu bir sırada Sovyetler’in desteğiyle çekmiş bu filmi usta yönetmen.

Eyüp Film Akademisi öğrencileriyle sonuncu dersimizi yaptığımız Belgrad Ormanları’nda konularımızdan biriydi, Dersu Uzala.


İnsanın şehir ve tabiat arasında gel-gitlerle dolu hikayesi üzerine konuşurken enginlere açılıyoruz. Başka türlü bir şehirleşme, başka türlü bir modernleşme, başka türlü bir medeniyet mümkün olamaz mı? Kemalizm tarafından çiğnenip tüketilmeye çalışılan varlığımızı savunurken ulaştığımız noktada önümüze çıkarılan en önemli faaliyet, kuralsız yapılaşma. 

Ulusal Mimarlık Akımlarının gerçekleştirmeye çalıştığı “hatırlamayı unutma” hedefini bu kez ihtiyaçları öne sürerek kendi kendimize telkin ediyoruz. Acele, hep acele. İyi şeyler yapılıyor elbet, ancak mekânla ilgili süreklilik gibi ormanların korunması konusunda da inşaat sektörünün arzuları karar önceliğine sahip görünüyor.

Sovyetlerin de bu çelişkiden kurtulamadığını anlatıyor Dersu Uzala’nın hikayesi. Filmin gördüğü destek, temasının komünist toplum ütopyasıyla ortaklığına bağlanıyor. Oysa Sovyetler aynı zamanda her alanda ideolojinin ihtiyaç ve hedefleri hesabına tabiatın fethi için bir seferberlik yürütmekteydi. Berman “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor”un Petersburg’a ayırdığı bölümünde irdeliyor bu “zorbaca yürütülen ve dayatılan” modernleşme seferberliğini.

Dönelim Dersu Uzala’ya: Film, Seyyah Vlademir Arsensev’in 1923’de yayımlanan aynı adı taşıyan kitabından uyarlanmış. 20. Yüzyılın başlarında bir Rus askeri haritacı ekibi, Rusya’nın Uzak Doğusunda, Mançurya ormanlarında araştırmalar yaparken atalarının yaşamından pek farklı olmayan bir hayat sürdüren bir avcıyla tanışır. Ekip, Dersu Uzala adındaki bu bilge adamdan çok şey öğrenir.

Filmin en başında, ormanda bir şehrin inşa edildiğini ve yerlerdeki kesilmiş ağaç yığınlarını fark ediyoruz. Kuş sesleri ve senfonik müzik eşliğinde ormanda ilerlerken sahneler, müzik kesilir. Muhteşem tabiat insanın sorumsuz işgaliyle kılık değiştirmektedir. Topografik araştırmalar ve harita çıkartmak için ormanın içinde ilerleyen askerler, tabiata hakim olmak isteyen insanın sınır tanımayan yürüyüşünü düşündürüyor.

Arseniev ormanda gecelerken yaktığı ateşin başında şöyle yazmış: “Burası bana 30 Nisan Walpurgis Gecesini anımsatıyor. İyi karşısında kötü.”

Macbett’in girişindeki üç cadının tekinsiz neşesini hatırlatıyor çağrışımlar: “İyi kötüdür kötü iyi/Siste pis havada buluşalım.”

Pagan kökenine karşılık dönüştürülerek Hıristiyanlık inancında yer tutan bir başlangıç gecesi, Walpurgis. İyi insan karşısında kötülüğün temsilcisi şeytanı yansıtan cadıların toplanma gecesiyken, şimdilerde bahar bayramı olarak kutlandığı söylenebilir. Halk arasında yaygın inanışa göre cadılar 1 Mayıs’tan önceki son dolunay gecesinde toplanıp ateş yakarak kutlamalar yaparlarmış. Goethe’nin bilgi ve güç elde etme karşılığında ruhunu şeytana satan bir bilim adamını konu ettiği Faust’un birinci bölümünün adı da Walpurgis Gecesi’dir.

Bu temsilin tam karşısında tabiatla uyumlu bir hayat sürdürmeyi başaran Dersu Uzala vardır.
Dersu, Arseniev’in grubuna rehber olmayı kabul eder. (Dünya ve insan, red yoluyla kazanılmaz). Birbirini dönüştüren bir dikkatle ilerler tanışmalar. Harita Mühendisi, ormanın canlı ve ruhu olan bir varlık olduğunu daha önce niye düşünmemişti? İki farklı bilginin mutedil tartışmasını izleriz: İlki ormanın ve tabiatın, diğeri şehrin ve yapaylığın. Terk edilmiş bir kulübeye, belki de hiç göremeyeceği insanların hayatta kalabilmeleri için kibrit, pirinç tuz ve odun koymak istemesi, Dersu’yu sürüp giden yumuşak tartışmanın galibi kılacaktır.

Filmin ikinci yarısında Dersu’yu şehirde izliyoruz. O dönemde henüz gökdelen ormanlarından söz edilemezdi şehirde. Fakat bilge adam bunun ipuçlarını görüyor, gösteriyor.

Sovyetlerin desteğinin sebebinin, filmin teması olduğunu belirtmiştim yukarıda. Dersu Uzala’nın hayat tarzında üretim ilişkileri, mülkiyet ve para yok. Tabii kuralları olan kolektif bir hayat sürdürüyor kahramanımız. Marksist felsefedeki ilkel komünal toplumu canlandırdığı düşünülüyor olsa gerek. Filmin hikayesi her ne kadar Çarlık Rusya döneminde geçiyor da olsa, Sovyet Rusya’nın kalkınmacı siyasetlerinin ormanlık arazide şehir kurulmasına bir itirazı olmadığı hatırlanmalı.

Eyüp Film Akademisi öğrencileriyle Dersu Uzala üzerinden orman filmlerine ve orman hikayelerine uzandık Belgrad Ormanları’nın Kurt Kemeri girişinde geçirdiğimiz birkaç saat boyunca. Yeşille yıkandık, kuş sesleriyle arındık, kütük köprülerin üzerinden geçerken geriye kalan her orman birimi için şükrettik. Her birimizin orman temalı hikayeleri vardı. 

Ormanda kaybolmak, bir izci kampı eğitimi için ormana atılmak, orman piknikleri, ormanlara terk edilen binlerce refakatçi köpek… Orman üzerine anlatılacak ne çok hikaye, ormandan alınacak ne çok ders var. Orman konulu filmlerin en güzellerinden birinin kahramanı, bize orman kanunu başka bir alfabeyle öğretmeyi denedi. Hep birlikte en önemli dersi kulak vermeden geçiren öğrenciler gibiyiz. 

Yine dönelim ormana, en kısa zamanda dönelim ve ondan öğrenerek anlatmayı sürdürelim. Böylelikle belki hayallerimizin betonlaşmasına izin vermeyen bir söylem dalgası oluşturabiliriz. Ve yine canlandırma yoluyla sürekli önümüze gelen soru üzerine yeniden düşünebiliriz birlikte: 

Ormanlık arazileri tüketen vurgunculuklar, imar afları veya sit alanlarının imara açılması, kamusallaştırmalar yoluyla haksız kazanç elde edilmesine kapı açan bir örtük kanunsuzluğun yayılması sürdükçe medeniyet farkından söz edebilecek kelimeleri sönükleşiyor söz dağarcığımızın.


Cihan Aktaş, 11.06.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 




Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:

Seçkin Deniz Twitter Akışı