31 Ocak 2016 Pazar

SA2425/KY1-CÇ191: Pazar Yazıları 10

"Sevgili karîlerimin (okuyucularımın) inanılmaz baskıları karşısında yelkenleri indirip yazmam isteklerine boyun eğdiğimi itirafla:)"


PAZAR YAZILARI -10-

Not 1- Kıyısızlık hoş gibi olsa da bir süre sonra yanlış bir seçim olduğunu ayrımsar kişi.
Not 2- Ocağın üstünde yemeği unutmanın katlanılabilir tek tarafının sevmediğin yemek olduğu tesellisidir.
Not 3- Bohçasal kültürle yetişmişliğin en büyük handikapı nelerden vazgeçmen gerektiğine dair kararsız oluştur
Not 4- Şu dördüncü notlarda bir tuhaflık var.. ne zaman ona gelsem bir problem çıkıyor.
Not 5- Makalenin bütünlüğü bozulmasın diye öylesi bir yargıda bulunulmuştur, başkaca değil.

KURU FASULYE PİŞİRME EYLEMİNDE TÜRKÜ SÖYLERKEN ALGILANAN NİCEL KAYGILAR ÜZERİNE BİR DENEME
- ya da bildiğin gibi olsun –

Hemen şunu söyleyelim ki, biz ne dersek diyelim, ne söylersek söyleyelim kişi bildiği masalı durup durup anlatmaktan, bağıra çağıra söylemekten vaz geçmiyor. Ve sanırım vaz geçmeye de niyeti yok. Öyle ki vaz geçeceğine dair en ufacık bir işaret görmüşlüğümüz bile yok. Bu dile pelesenk olmuş masalı anlatıcının durumu bizi bıktıracak, bir köşeye çekilmemize neden olacak değil elbet. Biz de bıkmadan usanmadan o masalın köhnemiş, küflenmiş, çürümüş, her tarafı lime lime olmuş olduğunu söyleyeceğiz. Yazacağız. Ta ki masal ravisinin kendine gelmesini sağlayıncaya kadar. 

Gelir mi? Biz ümit varız. Niye olmasın? Nice ümitsiz vakalar yeryüzüne musallat olmuş, hatta gökyüzünü karartmıştır. Ve fakat akabinde sükûn ve sudur zuhur etmiş insanlık rahatlamıştır. Öyle ise biz de aynı sonuca ulaşabiliriz, yeter ki sabredelim, sabrımızı kaybetmeyelim.

İmdi karilerimiz burada “sabr”a yönelik atıf-ı tefsirlerin bir icmalini mi bekler, yoksa daha derinlikli silsile-i efkârın şümulünde tabirat-ı meşhur adlandırmalarla hemhal olmak mı ister, bilemediğimizden konunun özüne döndüğümüzde görünüşte gayr-i kabil-i ictinab olan bir durumla karşı karşıya olduğumuz gibi bir çıkarımda bulunacak çeşitli ilimlerde uzmanlar olacaktır. 

Biz onları kendi uslamlamaları ile baş başa bırakıp konumuzu irdelemeye geçtiğimizde ortaya çıkabilecek bir takım kuşkuların daha sonraları yolumuzu kesmesine engel olmak için nakabil-i ictinablık bir durum olmadığını söyleyip geçmeyi denesek te olası kuşkuların önünün kesilemeyeceğini sezdiğimizi söylememiz gerekiyor. 

Hal böyle olunca bu kuşkuların önünü daha şimdiden kesecek bir takım ussal kanıtları burada göstermeyi deneyelim. 

Evvela şu yalın bir gerçektir ki ya da yalın bir gerçekliktir ki, alışkanlıklarımızın neredeyse tamamı bizim isabetli hükümlerde bulunmamıza mani olagelmiştir. Bu yalın gerçekliği her birey kendi kendine gözlemleyebilir. Yeter ki gözlemleme hevesini hakikat için duymuş olsun. 

Yok, gözlemlemek hevesini bir tür röntgenciliğe bulamışsa alışkanlıklarının kazandırdığı sanrıyla hareket edeceğinden işaret ettiğimiz yalın gerçeklikten uzak kalacak, gözlemini alışkanlıklarını doğrulamak için bir araç kılacaktır. Bu halet-i ruhiyenin bireye kazandıracağı bir şey yoktur. Ve bu birey esrar-ı kâinatın vasıta-i marifetlerine erişmekten hep uzak kalacak ve belki de bu uzak kalıştan ziyadesiyle mesut olacaktır. Bize düşen bu mesut bireyi kendi yapay cennetinde bırakmak olmalıdır. Ona karşı yapacak fazlaca bir şey yoktur. Hoş bu kişiden daha inatçı kişiler çıkabilir ve ona yapay cennetinin sınırlarını, yaşadıklarının birer sanrı olduğunu göstermeyi deneyebilirler. Ki bizim bunlara karşı söyleyecek bir sözümüz yahut yapabileceğimiz bir önerimiz yoktur. En azından şimdilik yoktur.


İmdi denecek ki:“Bütün bu söylenenlerin KURU FASULYE PİŞİRME EYLEMİNDE TÜRKÜ SÖYLERKEN ALGILANAN NİCEL KAYGILAR’la ilintisi, bağıntısı, bağı ne?”

Biz de hemen söyleyelim ki, “Ah kötü alışkanlık! Ah acelecilik!” Ne çektiyse insanlık, ne çekiyorsa beşeriyet hep alışkanlıkları yüzünden, hep aceleciliği yüzünden. Bağıntı, bağlantı kurmak bir heves değilse sende ey aziz karî (okuyucu) zaten kurmuşsun demektir bağıntıyı, bağlantıyı. Öyle ise bu soru nereden ulaştı aklına? Nasıl izin verdin böyle bir sorunun kapını çalmasına? Nasıl izin verirsin böylesi bir soru olmayan sorunun sen de kuşku ekmesine? 

Demek sende bağlantı-bağıntı kurmak bir heves! Öyle ise biz ne için çırpınmaktayız? Boşuna mı tüm çabamız? Sen de alışkanlıkların bir kurbanısın öyle ise! Öyle ise sen de heveslerinin peşinde koşansın! Senin de temayüllerin heveslerini büyütmek! Heveslerini büyütüp beş çaylarında gezdirmek için yola çıkanlardanmışsın demek ki sende! Demek ki sen de aynalara sevdalanmışsın yahut aynalara tutsak kılmışsın kendini. 

Dünya'da inanmam buna! Hadi,“Şaka yaptım!” de. Böyle de de şevkimiz kırılmasın! Böyle de de azmimiz yara almasın! Böyle de de direncimiz pörsümesin! Böyle de de efkârımız çıldırmasın! Böyle de de sevk-i tabilerimiz dil çıkarmaya kalkışmasın! Böyle de de idrakimiz yaralanmasın! Böyle de de yetilerimiz körlüğe doğru yol almasın!

“Şaka yaptım!” de de infial tohumları içimizde bir yer bulma hevesi duymasın! “Şaka yaptım!” de de “Körler-sağırlar birbirini ağırlar” bizde kendini gerçekleştirmeye bir yol bulmasın. Bizim yolumuz uzun. Bizim yolumuz çetrefilli. Bizim yolumuz zahmetli! Bizim yolculuğumuz kıymetli. Bizim yolculuğumuz bekleyişlerin eseri. Bizim yolculuğumuz umut ekip hüsran biçenlere bir geçit değil ki. Bizim yolculuğumuz analık avucuna götürmez ki. Bizim yolculuğumuz anlık heveslere erişmek için başlamış değil ki!

Bu kadar sitem yeter diyerek, konumuza avdet edelim ey aziz karî (okuyucu)! 

öÖncelikle KURU FASÜLYE PİŞİRME eylemine geçmeden fasulyenin seçimi hususuna dikkat çekmeliyim. Çok önemlidir kuru fasulye yemeğinin lezzetinin istendik biçimde gerçekleşmesi için kökeni kuru fasulyenin. İnsanın köksüzlüğüne daha önceleri Saint Exupéry’i işaret etmişti. Evet, insan köksüz olduğu, konargöçer bir yaşama mahkûm olduğu için köklü varlıkların kökenine zaman zaman dikkat etmez ve bu dikkatsizlik ya da vurdumduymazlık istendik olana erişmede bir engel olur her zaman. 

Öyle ise köklü varlıklarla bir iş yapılmaya kalkışıldığında kökenini araştırmak ve seçimini buna göre yapmak çok önemlidir. Hem bu salt fasulyeye özgü bir şey değildir. Fasulyeye özgü olmadığı “köklü varlıklarla bir iş yapılmaya kalkışıldığında” diye kurduğumuz tümcede zaten vardır. O tümcede içkin olanın neliğine dair göndermeyi kendiniz yapmalısınız. “Nelik”e ilişkin çözümlemeler bizim virdimiz olmalı. 

Nelik’e yönelik uslamlamalarımızı pekin bir biçimde oluşturmadan yapacağımız her nen bizi başarısızlığa mahkûm edecektir. Bakın bu yargı bile burada gereksizliğini ilan ediyor. Gereksizliğine ilişkin gözlem yapmadan bunu söyleyebiliyoruz. Hoş bir başka pişirici burada bir gereksizlik olmadığını söyleyebilir. Ancak biz savımızda sabitiz. Çünkü olmadığını söyleyenin elinde kendi savını kanıtlayacak karinelerin olmadığını daha önceki gözlemlerimizden biliyoruz. 

İmdi denebilir ki, bu yargı bir alışkanlık yapıtı değil mi? Değil. Hayır, yani bugün size ne oldu anlamıyorum! Bunca soruyu dile getirip sonra da konunun hitama erişmeyişi nedenini sorgulamanız apaçık bir çelişki değil mi? 

Bir bakın! Eğilin içinize! Uzanın derinliklerinize apaçık bir çelişki olduğunu göreceksiniz. Fasulye seçiminde kökene dikkat etmemiz gerektiği anlaşıldıysa, sorularınız da bittiyse deriz ki nicel kaygılara insanın kendinde biriktirdiği evhamlar ev sahibi olduğu ya da nicel kaygıların kökeni evhamlar olduğundan pişiricinin yapacağı şey fasulyeyi kaynatırken lapa gibi olmamasına dikkat etmesi gerektiğidir. 

Buna dikkat ettikten sonra pişirme mekânının akustik açıdan yeterliliği ya da yetersizliği belirlenerek rahatlıkla türkü söylenebilir ya da türkü söylemekten vazgeçilebilir. Evet bu söyleme ya da vazgeçiş nicel bir kaygının yapıtıymış görünse de köken niteliktir. Niteliğe önem verildiği için sorun kendiliğinden çözümlenmiştir.



Cemal Çalık, 31.01.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Pazar Yazıları

Pazar Yazıları
Cemal Çalık Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı