25 Ekim 2015 Pazar

SA1943/KY20-MEK30: Kurmê Darê Ji Dêre *

"Son günlerde Kürt toplumunda PKK etkisindeki gençlerin hararetle gündeme getirdiği ve yer yer adap ve usule de mugayir bir üslup ile ifade ettikleri “İslam’ın Kürtleri geri bıraktırdığı ve uluslaşmalarının önündeki en büyük engelin İslam olduğu” tezi, neredeyse bütün nasyonal sosyalist hareketler tarihinin ve artık gündemden düşmüş olan 3. Dünya solculuğunun en ucuz propaganda argümanlarından biridir."


Haci Abdurrahman amca, 90’lara dayanan ömrü ile köyün en saygın kişiliklerinden biri idi. Uzun bacaklarını kırarak bağdaş kurdu sekinin kenarına, cebinden tabakasını çıkardı, özenle ve adeta kutsal bir seremoni biçiminde sigarasını sardı, dökülen tütünleri bir avuç hareketi ile toplayıp tabakasına döktü ve hestesini çıkararak cigarasını yaktı. 

Etrafındaki gençlerin yer yer saygısızlığa varan bir üslup ile yaptıkları tartışmayı dikkatle dinliyordu. Beyaz ve uzun sakallarını sıvazladı, uzun ömrü boyunca yaşadığı akıl almaz zulümleri, yoksulluğu, içinde derin ve acılı yaralar bırakan kayıpları ve hasretleri andı bir bir. 

Cigarasından derin bir nefes çekerek gençlere döndü. Hepsi de okuyamamış, işsiz/güçsüz çocuklardı. Ağızlarından çıkan cümlelerin hemen hepsi ezberlenmiş ve yavan cümlelerdi. Rıfat en hararetli konuşanlarıydı, biraz sonra Rıfat’ın ağzından şu cümleler döküldüğünde Haci Abdurrahman şaşkınlıktan küçük dilini yuttu adeta. “Arapların peygamberinden, Allah’ından ne hayır gördün bu güne değin?!” 

Elini, arkasını kırarak giydiği parlak makosen cizlavitine attı ve çıkardığı gibi Rıfat'ın kafasına fırlattı. Herkes şok oldu, kimse böyle bir tepki beklemiyordu, sertçe kalktı ve büyük bir öfke ile ‘Ma bê din u iman meruv çawa kurd bibe kuro?!’(**)sonra kendi kendine ‘Kurmê darê ji dêre’ diye söylenerek içeri gitti.

Son günlerde Kürt toplumunda PKK etkisindeki gençlerin hararetle gündeme getirdiği ve yer yer adap ve usule de mugayir bir üslup ile ifade ettikleri “İslam’ın Kürtleri geri bıraktırdığı ve uluslaşmalarının önündeki en büyük engelin İslam olduğu” tezi, neredeyse bütün nasyonal sosyalist hareketler tarihinin ve artık gündemden düşmüş olan 3. Dünya solculuğunun en ucuz propaganda argümanlarından biridir.

Türkiye’de Kemalizm, İslam dünyasında Tunus’ta Fransızlara vekalet eden Burgiba rejimi, Mısır, Cezayir ve daha bir çok ülkede bu ilkel nasyonal sosyalist jargon en kaba biçimde kullanıldı.

Sadece İslam dünyasında da değil, Batı’nın nobran ve baskıcı pozitivizmi ile heyecanlanan nice Uzakdoğulu sosyalist, Güney Amerikalı kült liderler, diktatörler halklarının özgürlüğünün önündeki din engelini aşmak için milyonlarca masum insanı katlettiler, boydan boya ülkelerini, din/gelenek düşmanı, yabancı hayranı, çoğu gerçekten cahil, kaba saba güruhlara linç ettirdiler. 

Nasyonal Sosyalist Kürt

Yine Asya’da önce Sovyetler ve devamında kurulan laik ulusçu cumhuriyetler, 1930’lardan itibaren birçok batılı devlet, Almanya, İtalya, İspanya ve benzerlerinde sayılamayacak kadar çok nasyonal sosyalist hareket/rejim bu bayat tezler ile on milyonlarca insanın katli rağmına din düşmanı bir siyaset dayattılar.

Bugün çoğunun adlarını bile anımsamadığımız, tarihin sisli koridorlarında yitip gitmiş bu diktatörlerin, halklarını özgürleştirme iddiasındaki bu sapkın ve kanlı uygulamalarının çok daha kaba saba ve şiddet/sindirme üzerine kurulu bir versiyonunun mazlum/mümin Kürt halkının üzerinde uygulanmaya çalışıldığını ibretle müşahede etmekteyiz.

En kaba şekli ile bir itaat kültürü dayatan, Kültleştirilen liderlik etrafında efsunlu bir dünya yaratan Kürt Nasyonal Sosyalizmi (kendilerine ne ad takarlarsa taksınlar) bu gün Kürt Halkı üzerinde, 17.ve 18. Yüzyılda batılı sömürgecilerin Afrika ve Asya’da yürüttüklerinden hiç de farklı olmayan bir asimilasyon, bir dejenerasyon, dilde, kültürde, yaşam biçiminde ve ailede Kemalizm’in bile başaramadığı bir köksüzleştirme hareketi yürütmektedir.

Türk Solu üst başlığı ile kavramsallaştırılan, içinde Marksist İdeoloji'nin en sekter versiyonlarından ırkçı Türk ulusçuluğuna, gay/lezbiyen hakları gibi en marjinal hareketlerden Pers yayılmacılığı ajanlarına kadar, ülkenin hemen hemen en uçuk, en sorumsuz gruplarını bir araya toplayarak oluşturulan bu hareketlerin din düşmanlığını anlamak için birden çok nedenimiz var. Ancak Kürt halkı gibi mütedeyyin, dil, kültür ve geleneği ile dünyanın en orijinal halklarından birini bu marjinalliğe vagon yapmak, onların mazlumluğundan, kanlarından, evlatlarından, ölümlerinden bu şerir siyasaya güç taşımak gerçekten aklın almayacağı şeytanilikte bir projedir.

İslam peygamberinin getirdiği mesajın hemen ilk müntesiplerinden biri olarak Kürtleri'n bugün de İslam Dünyası'nın en samimi ve derinlikli dini hayata sahip halklarından biri olarak ortada oluşu, şüphesiz batılılaşma, emperyalizm ve Pers yayılmacılığının bölgede icra etmek istediği projelerin önünde ki en büyük engellerden biridir. İslam dünyasının doğusu ile batısı arasındaki sağlam bir set olarak ve içinde barındırdığı muazzam enerji ile Kürtler, Batılı emperyalizm ve Pers yayılmacı kolonyalizminin gözünde hem devasa bir fırsat, imkan ve güç, hem de aşılması zor bir engeldir.

Yüzyılın başında bütün Müslüman halklar ile birlikte, bölgeye yönelmiş olan Batı Sömürgeciliği'ne karşı, din, namus ve vatanları için kahramanca savaşan Müslümanlar ve özellikle de Kürtler, emperyalistlerin çizdiği yapay sınırlar marifeti ile yer yer evlerinin içinden, kasaba ve köylerinin içinden yarılarak yine Batılılar eliyle kurulan yapay devletlerin içinde ötekileştirilerek, inkar ve asimilasyona tabi kılınarak bu günlere geldiler. 

Türkiye’de Kemalist rejimin Nasyonal Sosyalist, yer yer ırkçı uygulamaları, Suriye, Irak ve İran’da benzer uygulamalar ile adeta buharlaştırılmak istendiler. Ama tarih hükmünü icra etmekte gecikmedi, emperyalizmin yüzyıllık hesapları miadını doldurdu ve yeniden yüzyılın başına geri döndük. 

Akıl almaz oyun ve planlarla, bazen din kılıfında, bazen milliyetçilik kılıfında, bazen demokratik kurumlar kılıfında gladyonun bölgede uygulaya geldiği ayrıştırma ve sosyal erozyon/kamplaştırma projelerine karşı bu muvahhid millet aldırmadan işine baktı, dinine, imanına, namusuna ve vatanına sahip çıktı, hep bir hesap günü gelir, buna inandı.

80’lerden başlayarak, belki de en korunaklı halk tabanı olan Kürtler üzerinde, yine Gladio'nun yedeklediği devletin de zımni desteği ile PKK hareketi başlatıldı. Bir silindir gibi bölgeyi ezen, kendi dışındaki hiçbir politik kanala yaşam hakkı tanımayan örgüte, devletin uyguladığı akıl dışı zulümler ile ihtiyacı olan meşruiyet cömertçe sağlandı. 

90’lı yıllar, bu kendi karşıtını yaratma ve Kürt toplumuna sekter bir nasyonal sosyalizm dayatma projesine uygun olarak bölgenin adeta kanla yıkandığı, halkın inim inim inletildiği bir zulüm dönemi oldu.

Kürtler adına, ama en çok da Kürtlere kan kusturan örgüt, tıpkı onlarca benzeri Gladio Örgütü gibi, sekter bir Marksist İdeoloji üzerinden yükseldi. Milletin sahip olduğu, Kürdü Kürt yapan bütün milli, ahlaki, kültürel değerlere adeta savaş açarak işe başladı. Hemen bütün yönetici kadro ve akıl babalarının Kürt olmadığı, Kürtlerin dertlerini ve mazlumiyetini kullanmak dışında Kürtlerle hiçbir bağı bulunmayan örgütün bütün ‘şehid’leri Kürt, ancak bütün ideolojisi ve aklı Kürt karşıtı idi. 

Nitekim başta Kürt Dili olmak üzere, kürdün tarih boyunca üzerinde geliştiği kültürel değerlerin tamamını, tıpkı batılılar gibi geri, ilkel ve engel olarak tanımlayıp yok etmeye girişti.

Bugün Hz. Peygambere hakaret eden Charlie Hebdo karikatürlerini bu kadar cesaretle, Diyarbakır’ın mübarek halkına hakaret ederek cadde ve sokaklara asabilmek sadece aymazlık değil, bu Kürde yabancı ve düşman yönetici aklın nobranlığından gelmektedir.

2000’lere gelindiğinde tefessüh etmiş olan devlet, kendi kirinde boğulmak üzere idi. Ak Parti ile halk iktidarı adeta, ekonomik olarak, ahlaki olarak, sistem olarak çökmenin eşiğindeki devlet aygıtı için bir can simidi, bir çıkış umudu oldu. Batılı başkentlerden atanan bakanlarla yönetilen, batılı bürokratlardan talimat alan başbakanların mahcup suratlarını her gece ekranlarda acı içinde izlediğimiz, devletin memur ve emeklilerine ay sonunda maaş ödeyip ödeyemeyeceği meçhul hale gelen, devlet içinde kurulmuş onlarca çetenin Kürtlere kan kusturduğu yıllardan sonra halk iktidarı, milletin gözü gibi koruduğu, en zor şartlar altında bile canlı tuttuğu bu muazzam İslam milleti bilincine yaslanmaktaydı. 

Yeni halk iktidarı, ‘Yeni Türkiye’ başlığı ile devletin on yıllardır biriktirdiği sorunlar yumağını çözmeye, öncelikle can yakan bir mesele olarak Kürt sorununu çözmeye girişti. Bunun için öncelikle kapsamlı yasal değişiklikler, sosyal ve ekonomik projeler devreye alındı. Devlet, tam da halkın beklediği gibi ilk kez kapsamlı ve sahici çözümler ortaya koydu. 

Zamanın Başbakanı Erdoğan’ın, “Kürt meselesinin çözümü için baldıran zehri içmemiz gerekirse onu da içeriz” sözü, terör, bürokrasi ve medyadan gelen saldırı ve bariyerlere rağmen milletin kararlılığını ortaya koyuyordu. İp tam da burada koptu.

Asla bir araya gelmez sanılan ne kadar hareket, örgüt, kadro ve kişi varsa hepsi tek cephede toplandı. Hiç de meçhul olmayan bir el, ontolojileri birbirine karşıt sandığımız Kürt düşmanı Türk ulusçu ve ırkçılarını, Fetullahçıların düşmanı sandığımız Kemalistleri, Kemalistlere ve Kürtlere düşman sandığımız Fetullahçıları, Türk ve Fettullahçı düşmanı sandığımız Kürtçüleri, hepsi bir cephede halk iktidarına karşı yekvücut hale getirdi. Artık hepsinin ortak düşmanı Müslüman Türk, Müslüman Kürt ve bunların ortaklaştığı Türkiye idi.

Mahreme Giriş

Örgüt yıllarca savaştı ancak Kürdün mahremine giremedi. Evine, ailenin içine giremedi. Zulmün verdiği meşruiyet ona köyün, kasabanın kırsalına kadar girme şansı tanıyor ama asla aileden saymıyordu, hala uzaktı, tehlikeli ve yabancı idi.  Bunun temel nedenlerini Öcalan Suriye’deki son aylarında fark etmiş olmalı ki, halkın kitlesel ve adanmış desteğinin önündeki engeller olan din ve ahlak anlayışı ve aileye dönük bir tedbir olarak kendi din adamlarını eğitme talimatı verdi. Ancak halk bunu da, Kemalistlerin bir dönem yaptığı samimiyetsiz dini icraatlar olarak algıladı ve ciddiye almadı. 

İşte Kobani ile yaratılan yeni efsane ve emperyalizmin verdiği muazzam destek ile adeta başı dönen, halkın “barış gelecek, bu işleri artık mecliste konuşarak hal edin” diyerek verdiği oylarla 80 vekil çıkaran hareket bütün gücü ile Kürdün ontolojisine, adeta Kürdü var kılan ne varsa ona yönelen bir saldırı başlattı. 

Özyönetim kanlı tiyatroları ile Kürdün evine, mahallesine, sokağına akıl almaz taciz ve saldırılar başlattı, “ben senin için ölüyorum başlarım dinine namusuna” jargonu ile akıl almaz bir baskı uygulayarak, evlerin kapılarını gece boyunca açık bırakmaya, çocuklarını, kızlarını, hanımını sokağa çıkarmaya zorlayarak adeta Kürdün feleğini şaşırttı. 

Ancak Müslüman millet 100 yıldır batıcı Kemalist’e yaptığını Kürtçü Kemalist’e de yaparak, evine kapandı, işine gücüne baktı, bir hesap gününün elbet geleceğine inandı. Onca baskıya, tacize, zorlamaya rağmen millet Haci Abdurrahman Amca'nın tepkisini göstermekten çekinmedi, yine elini makosen cizlavitine atarak ‘Ma bê din u iman meruv çawa kurd bibe kuro?!’ diyor şimdi, La Havle çekiyor ve bir hesap gününü bekliyor yeniden, "Allah kerim" diyerek.

Mustafa Ekici / TRT Kürdi GYY, Star Gazetesi- Açık Görüş



Mustafa Ekici, 25.10.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar 




* Ağacın kurdu ağaçtan

**Din ve imansız nasıl Kürt olunur çocuk?

Seçkin Deniz Twitter Akışı