4 Aralık 2014 Perşembe

SA1022/TG77: Eski Mossad Başkanı Shavit: "İlk Defa Siyonizm’in Geleceği İçin Endişeliyim"

"Çatışmayı kutsal bir savaşa doğru sürükleyen Mesihsel bir düşünce ile beraber görmüş olduğum gurur ve kibir beni ilk kez endişelendirmektedir."
Shabtai Shavit, Eski Mossad Başkanı, 24 Kasım 2014

Former Mossad chief: For the first time, I fear for the future of Zionism

Siyonizm'in 19.yy başlarında ortaya çıkmasından beri İsrail topraklarında bulunan Yahudi ulusu, Filistinliler ile arasındaki çatışmaya rağmen, nüfus artışı ve bölgesel genişleme anlamında gittikçe daha da güçlenmektedir. Bu başarıyı, düşmanlarımızı doğru tarafta olduğumuza aptalca ikna etmek yerine bilgelik ve kurnazlıkla hareket ederek elde ettik.

Kendi düşünce dünyamı inşa etmeye başlamamdan beri bugün ilk defa, Siyonist projenin geleceği için gerçekten endişe duydum. Endişe duymamın sebebi, bir yandan bize yönelen tehditlerin kritik büyüklüğü iken, diğer yandan ise hükümetin bu konudaki körlüğü ve politik ve stratejik felç durumuydu.

İsrail Devleti ABD’ye bağımlı olmasına rağmen iki ülke arasındaki ilişki şimdiye kadar hiç görülmemiş biçimde dibe vurmuş bulunmaktadır. En büyük pazarımız durumundaki Avrupa bizden bıkmış, bize karşı yaptırım uygulamaya yönelmiştir.

Çin için İsrail oldukça cazip bir ileri teknoloji projesidir ve biz onlara kar amacıyla ulusal varlıklarımızı satmaktayız. Rusya gitgide bizim aleyhimize dönmekte ve düşmanlarımızı destekleyerek onlara yardım etmektedir.

Yahudi karşıtlığı (Anti-Semitizm) ve İsrail nefreti II. Dünya Savaşı öncesine göre bilinmeyen boyutlara ulaşmıştır.

Filistinliler dünyada önemli derecede destekçi bulurken, kamu diplomasimiz ve halkla ilişkilerimiz berbat bir durumdadır. Batı’da bulunan üniversiteler özellikle de Amerikan üniversiteleri kendi ülkelerinin gelecekteki liderleri için sera mahiyetindedir.

Akademik dünyada İsrail’e destek sağlamak için vermekte olduğumuz mücadeleyi kaybetmekteyiz.

Önemli sayıda Yahudi öğrenci İsrail’den yüz çevirmektedir. İsrail karşıtı olan ve İsrail’in meşruiyetinin aleyhinde çalışan küresel ölçekteki BDS (Boykot, Kısıtlama, Yaptırım) hareketi büyümüş ve epeyce Yahudi üye elde etmiştir.

Bu asimetrik savaş çağında gücümüzün tümünü kullanmamamız caydırıcı gücümüz üzerinde olumsuz bir etki oluşturmaktadır. Sütlü puding atıştırmalıklar üzerinde süregiden tartışmalar ve bunun halk nezdinde sahip olduğu önem, bizim var oluşumuzun devamlılığı için elzem olan dayanışma ruhundaki erozyonu ortaya koymaktadır. [1]

Yabancı bir ülke yurttaşı olma özlemlerinden dolayı İsraillilerin yabancı pasaport elde etmek için hücum etmeleri, insanların ulusal güvenliğimizin çökmeye başladığını düşündüklerinin bir göstergesidir. 

Çatışmayı kutsal bir savaşa doğru sürükleyen Mesihsel bir düşünce ile beraber görmüş olduğum gurur ve kibir beni ilk kez endişelendirmektedir.

Bu zamana kadar yaşanan şey eğer küçük ve belirli bir bölge üzerine iki küçük millet arasında gerçekleşen yerel politik bir çatışma olmuş olsaydı Siyonist hareketin etkin güçleri, bu durumu bütün Müslüman dünyanın bizim karşımızda durmasına neden olacak şekilde savaşların en korkuncuna çevirebilmek için ellerinden ne gelirse aptalca yapıyor olurdu.

Aynı zamanda bizim için önemli olan uluslararası süreçlerde var olan ayrımcılığı ve anlayış kıtlığını da görüyorum. Körlük ve aptallık içindeki sağ kanat İsrail ulusunu şu ifadede (İncil ayetinde) yer alan onursuz pozisyona doğru sürüklemektedir:

“Ulus tek başına yaşayacak ve diğer uluslar tarafından hesaba katılmayacaktır.” [Sayılar 23:9]

Endişeliyim, çünkü tarihin tekerrür ettiğini görüyorum. İsrail ulusu kör bir şekilde Bar Kohba [2] devrine ve onun Roma İmparatorluğu ile yapmış olduğu savaşa doğru bir zaman tüneli içinden dörtnala koşmaktadır. İsrail ülkesindeki birkaç yüzyıllık ulusal varoluşu bu savaşın ardından 2000 yıllık sürgün izlemiştir.

Endişeliyim çünkü benim olaylara bakış açıma göre sadece dünya görüşü politik merkez ve solda konuşlanmış ülkenin seküler kesimi için sürgün gerçekten korkutucudur. Bu mantıklı bir bakış açısıdır ve liberal kesim de şunu bilmektedir ki; sürgün kendisi için Yahudi halkının felaketi anlamına gelmektedir.

Haredi kesimin İsrail’de yaşamasının sebebi kendisi için uygun şartların bulunmasıdır. Toprak anlamında onlar için İsrail ve Brooklyn arasında bir fark yoktur; Yahudiler olarak sürgün halinde yaşamaya devam edecek ve sabırla Mesih’in gelişini bekleyeceklerdir.

Dinci Siyonist hareket Yahudilerin “Tanrı tarafından seçilmiş” bir millet olduğuna inanır. Herhangi bir değerin ötesinde toprağı kutsayan bu hareket, bunun için her şeyi kurban etmeye hazırdır hatta Üçüncü Yahudi Milletler Topluluğu (Third Commonwealth ) inşasının başarısızlığa uğrama pahasına olsa bile.

 Eğer başarısız olunursa bunu kader ile açıklayacaklar ve başarısızlığa uğradık çünkü: “Tanrıya karşı günah işledik” diyeceklerdir. Dolayısıyla bu durumun dünyanın sonu anlamına gelmediğini dile getirerek şöyle derler:

“Sürgüne gideceğiz, Yahudiliğimizi muhafaza edeceğiz ve sabırla bir sonraki fırsatı bekleyeceğiz.”

Büyük İsrail tasavvurunun fikir babalarından birisi olan Menachem Begin’i hatırlıyorum. Kendisi tüm hayatı boyunca bu hayal için mücadele etmiştir. Ve daha sonra en büyük düşmanımız olan Mısır ile barış kapıları açıldığında bu uğurda Sina’yı bırakmıştır-Mısır toprakları Yeşil Hat içerisindeki İsrail topraklarından üç kat büyüktür. Diğer bir deyişle bazı değerler topraktan daha kutsaldır. Gerçek demokrasinin hayatı ve ruhu olan barış, topraktan daha önemli bir değerdir.

Endişeliyim çünkü İsrail ulusunun büyük bir kesimi Siyonizm’in orijinal vizyonu olan; İsrail Ülkesinde Yahudi halkı için, Yahudilik değerlerine sahip ve demokratik bir devlet kurma idealini unutmuş, ya da bunu bir kenara koymuştur. Bu vizyona uygun hiçbir sınır tanımlanmamıştır ve hâlihazırdaki meydan okuyucu politik tutum da bu vizyonun aleyhinde işlev görmektedir.

Ne yapılabilir ve ne yapılmalıdır? Şu anki bozulmayı durdurmak ve günümüzün gerçekliğini bir an önce tersine döndürmek için bir Arşimet kaldıracı inşa etmeliyiz. Bu kaldıracı, kısmen Suudi Arabistan tarafından oluşturulmuş olan Arap Ligi’nin 2002 deki tasarısını kullanarak yapmayı öneriyorum. Bu tasarının Suudi Arabistan ve Mısır’ın başını çektiği ılımlı Arap devletleri ile yapılacak müzakerelerde temel alınması yönünde hükümet bir karar almalıdır.

Hükümet bu bildirim için hazırlık anlamında üç şey gerçekleştirmelidir:

1) Kendisi için geleceğe yönelik bir müzakere stratejisi tanımlamalı ve Arap Ligi tasarısında yer alan gündemlerin her biri için kendi pozisyonunu belirlemelidir.

2) Konuyu değerlendirmek amacıyla ABD ile gizli bir diyalog kanalı oluşturmalı, kendi kırmızı çizgileri ve ABD’nin bu tür bir sürece yapacağı katkılar noktasında en baştan karar alınmasını sağlamalıdır.

3) Görüşmelerde gündeme gelecek meseleler ile ilgili en baştan bir anlaşmaya varmak için Suudi Arabistan ile gizli bir Amerikan-İsrail diyalog kanalı oluşturmalı ve beklentileri koordine etmelidir.

Gizli süreçlerin tamamlanmasının akabinde İsrail, Arap Ligi dokümanı temelinde görüşmelere başlama isteğini alenen beyan edecektir.

ABD ve Suudi Arabistan’ın kendilerince sahip oldukları sebeplere binaen İsrail’in girişimine olumlu yanıt vereceklerinden şüphem bulunmuyor ve bu girişim, durumu dramatik bir şekilde değiştirecek bir kaldıraç işlevi görecektir.

Oslo sürecine ilişkin tüm eleştirilerime rağmen şunu da inkâr edemem ki; Oslo Mutabakatının imzalanmasının ardından çatışma içinde geçen tarihimizde ilk kez neredeyse tüm Arap devletleri, bizimle konuşmaya başlayarak kapılarını bize açmış ve ekonomik sahada ve diğer alanlarda daha önce hiç görülmeyen bir biçimde bizimle ortak işbirliği başlatmışlardır. 

Bu tür bir sürecin, özlemi çekilen barışı getireceğini düşünecek kadar toy biri olmamama rağmen, uzun ve zahmetli olması beklenen bu sürecin en başta güven artırıcı önlemler alınmasına ve daha sonrasında çatışma halinde bulunan her iki tarafın isteyeceği güvenlik anlaşmalarının gerçekleştirilmesine imkân vereceğinden eminim.

Görüşmelerin gelişimi şüphesiz her iki tarafın da ikame etmek istediği şekilde güvenlik ortamında huzur koşuluna bağlı olacaktır. Sürecin gelişimi ile beraber her iki taraf yan yana varoluşlarını destekleyecek şekilde karşılıklı ödün verme arayışı noktasında anlaşabilir. Eğer karşılıklı güven inşa edilecekse- ki bunun ABD ve Suudi Arabistan gözetiminde gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir-aynı zamanda çatışmanın tam anlamıyla çözümü için görüşmelerin başlaması da mümkündür.

Bu türden bir girişim şu anda teşhis edilmesi zor olan gerçek ve cesur bir liderlik gerektirir. Fakat eğer başbakan şu anki çılgınca politikaya rağmen bize yönelen tehdit yığınının vahametini- ki bu tehdidin yaratıcıları dinci Siyonist hareket ve aşırı sağ içinde önemli noktalarda bulunmaktadır- ve Siyonist vizyon bağlamında gerçekleştirdiği tahribatı idrak edebilirse, belki o zaman önerilen eylemleri gerçekleştirmek için gereken cesaret ve kararlılığı kendinde bulabilir.

Yukarıda yer alan ifadeleri, hayatlarını Siyonizm idealini gerçekleştirmeye adayan aileme; çocuklarıma, torunlarıma ve yıllarca hizmet ettiğim İsrail ulusuna minnettarlığımın bir nişanesi olarak yazdım.

Shabtai Shavit, Eski Mossad Başkanı, 24 Kasım 2014


Tamer Güner, 04.12.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri



Çevirenin Notu:

[1] Cümlede İsrail’de bir firmanın sattığı puding fiyatlarının fahiş olmasından dolayı ortaya çıkan sosyal medyadaki protestolar kastediliyor.  http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/10/israel-consumers-social-justice-protests-lapid-netanyahu.html#

[2] Simon Bar Kohba: 132 yılı civarında Roma İmparatorluğu'na karşı kalkışılan Bar Kokhba İsyanı'nın önderi Yahudi lider. Özgür bir İsrail devletinin kuruluşundan sonra üç yıl boyunca Nasi ("prens," ya da "başkan") olarak görev yapmıştır. Devleti, Romalılar tarafından 135 yılı civarında iki yıl süren bir savaşın ardından fethedilmiştir. İsyanın başarısız olmasının ardından, Simon Bar Kokhba birçok Haham tarafından "Simon Bar Kozeba" ("Yalanın oğlu") olarak adlandırılmıştır.  (wikipedia)

Metnin orijinali:


Seçkin Deniz Twitter Akışı