9 Ağustos 2014 Cumartesi

SA827/KY17-KÇ2: Kuruluş- Şeyh Edebâlî - I. Bölüm

Kemalettin Çalık'ın romanı ‘Kuruluş- Şeyh Edebâlî’den I. bölüm

Osman Bey- Şeyh Edebâlî

(Devlet yıkıp devlet kuracaklardı)
I
“Baskın,”
1270 yılları, Çavdarlı Yakınları

Atlar rüzgâr olup obaya aktıklarında, toynak sesleri kılıçların şakırtısına karışıyordu. Elleri böğründe duran gölgeler korku dolu bakışlarla ufuğa bakarken, bir dost eli arıyorlardı. Tozu dumana katarak gelenler Çavdarlı kasabasında taş üstünde taş bırakmayacaklar gibiydi.

Kılıçlar çekildi, yaylar gerildi, insanlar çoluk çocuk demeden öldürüldü, baş üstünde baş bırakılmadı. Saltuk nereye sığınacağını bilemiyordu, babası onu çadırın içine çektiğinde, kat kat hasırların altına sürükledi ve oradan dışarı çıkmamasını öğütledi.

Saltuk lal olmuş gibi konuşamıyordu, dili tutulmuştu, gözleri irice açılmış, babasına korku dolu nazarlarla bakıyordu.

Korkulan oldu, çadırlar ateşe verildi, kim oldukları belli olmayan saçı sakalına karışmış haydutlar kalabalığı obayı acımasızca ateşe verdi. Kadınların çığlıkları göğe yükseldi. Çocuklar alev ateş yanan çadırların arasında dev gibi gökyüzüne uzanan alev yalımlarından, dumandan, analarını çaresiz halde görmekten korkmuş olmalılar ki ağlamaya başladılar.

Kılıcın sahibi Aytuğ Han canını kurtarma telaşı içerisinde bir yandan çekik gözlülere karşı savaşıyor, bir taraftan da bu girdabın içerisinden oğlunu çıkarmaya uğraşıyordu. İşinin ne kadar zor olduğunu biliyordu. Bu elim olayın zihinlerde nasıl bir yara açacağını ve hafızalara nasıl kazınacağını biliyordu. Onun telaşı ölmek değildi, her yiğit bahadır gibi ölümü bir gün tadacaktı zaten, onu asıl kaygılandıran canından bir parçası Saltuk’tu, sır oğlunda devam edecekti, bu yüzden kurtulması gerekiyordu, sırrın devam etmesi için.

Aytuğ Han, rüyasını görmüştü, bir ışık peyda olmuş ve ışık hilal olana kadar bir şey anlamamıştı, doğuyu temsil eden hilale bakamamıştı fazla, yiğitçe kılıç sallıyor, var gücüyle hamleleri geri püskürtmeyi biliyordu. Çekik gözlülerin korunmasız evladına bir zarar vermelerinden korkuyordu.

“Oğul koş, ormana sığın!” diyebildi ancak,

Saltuk ise, babasına bakıyor, gitmek istemiyordu, ama atasının son isteğini yerine getirmese başına nelerin geleceğini de tahmin edebiliyordu.

Bu yüzden olgun başakların çocuk boyunu aştığı bozkıra doğru koşmaya başladı, bir ağaç duldası bulup olanları seyretti, gün batana kadar obadan kılıç sesi hiç eksik olmadı. Atların toynak sesine karışan kılıç şakırtıları, kısa boylu ve çekik gözlü adamların naraları, dillerini bilmediği bu insan azmanlarının acımasızca korunmasız insanları nasıl katlettiklerini gördü.

Çocuk aklıyla bunları zihnine öyle bir kazıyıp nakşetti ki bir daha oradan çıkmaz oldu.

Anası Aybatı da kılıçtan geçirilenler arasındaydı, Saltuk’un dünyası yıkıldı, yüreğine kor bir acı düştü, tüyleri diken diken oldu, ne yapacağını bilemedi, acısını anlatamazdı, bağırmak istedi ama sesi çıkmadı, boğazına düğümlenmişti kelimeler. Bir çocuğun yüreğine dokunan sözcükleri bulamadı, o yaşlarda hislerine tercüman olacak kelimelerden mahrumdu, ama hisleri ona her zaman bu kötü hatırayı yaşamasına ve her keresinde de kâbuslu rüyalardan uyanmasına sebep olacaktı. Bu yüzden kimi geceler çığlıklar atarak derin uykulardan uyanacak, bu sıkıntısını hiçbir zaman atlatamayacaktı.

Obada kadın çoluk çocuk kim varsa yakıp yıktılar. Sonra öğrendi bunların Kara loca tarikatına çalışan yerli işbirlikçilerden özel suikastçılar olduğunu.

***

Boyunlarındaki davulları çalan Ahi erenler, Rum abdallar olgun başakların arasında ağlayan çocuğu gördüklerinde ne yapacaklarını bilemediler. Ona nasıl yaklaşacaklarını bilemeyen ahilerin eli kolu bağlanmıştı. Karanlık tarikatın bir işi olabileceğini Kerim Can fark etmiş, yanındakilere belli etmemeye çalışıyordu. 

Yezidilerden bir farkları yoktu. Acımasız olduklarını duymuştu ama işi bu kadar ileriye götüreceklerine ihtimal vermiyordu. Saltuk’u acıyla süzen Ahi nakibi Kerim Can korkmamasını söyledi. Ona yardım edeceklerini ve bir zarar vermeyeceklerini anlatmaya çalıştı.

“Bizden sana zarar gelmez çocuk!”

“Bu davulla haberleşiriz biz.”

“Gördüğün davulları üç kere çaldın mı tehlike kapıya dayandı demektir. İki kere çalındı mı tehlike savuşturuldu, rahat olun demektir.”

Saltuk yaşadığı şoku atlatamadığından olsa gerek hep sessiz kaldı. Ahi grubuna katılıp zaviyeye getirildiği vakit dahi konuşmadı. Yüreğindeki kor yara sıcaktı, Ahi Kerem Can’ın tatlı dili bile ateşini söndürmeye yetmedi, yüreğindeki acıyı dindiremedi.

Gözleri çekik ve de intikam yüklü bu süvarilerin ne kadar acımasız olduğunu onun kadar kimse bilemezdi.

Çavdarlı süvarilerinin başı gaddar biriydi, babası Aytuğ’un yere devrilmesini fırsat bilip nasıl üzerine çullandı, o vakit Saltuk'un içinden bir şeyler gitti, yüreğinden bir şeyler koptu, Kara atlı süvari öldürmeden önce ondan bir şey istiyordu, eğer onu teslim ederse canını bağışlayacağını söylüyor ama Aytuğ Han'a kabul ettiremiyordu. 

Canından bile vazgeçecek kadar değerli olan şeyi merak etti. Bu sırrın onunla birlikte mezara gitmesi gerekiyordu. Büyük sırrı bunca zaman taşımasını bilen bir ailenin soyundan geliyorlardı, sır eğer emin ellere geçmeyecekse mezara gitmeliydi demek ki.

Saltuk, obayı kılıçtan geçiren kara süvarilerin neyin peşinde olduklarını öğrenemeyecekti.

Babasının anlatmasına fırsat vermemişlerdi çünkü.


Kemalettin Çalık, 09.08.2014,  Konuk Yazarlar,  Sonsuz Ark, Roman,



Seçkin Deniz Twitter Akışı