6 Ağustos 2014 Çarşamba

SA817/ KY4-FM15: Leş Fetvâsı’na Dair Bir Sergüzeşt

“Küstah.. bir dinlemesini öğren! Hem meselenin vuzûha kavuşması için gereken girizgâh yapılmalıdır.”


Alt Metin, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına dair Osmanlıca bir mülahazâdır ve günümüz diliyle pek bir farklılık arzetmemekle birlikte çok kolay anlaşılmaktadır. Kaplan içerik enstrümanı olarak kullanılmıştır.
Sonsuz Ark

Tâlib-i Sâni: “Gerçi cesetleri fenâ bulur. Fakat ervâhları bâki kalan hayvanât mabeyninde dahi, onlara münasip bir tarzda, dâr-ı bekâda mücazat ve mükâfatları vardır. Ona binâen canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır denilebilir.” (Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşr., 2005, s. 610.)  "Kaplan gibi hayvanların helâl rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriât-ı fıtriyye'ce haramdır." (Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, s. 64.) bu görüş hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum..

Tâlib-i Evvel:  İnekler, koyunlar diri ve canlı otu koparırlarsa ne olur Ağa? Mesela, keçi ağacın diri yaprağını koparıp yerse haram mı yer? Bunun sülalesi acaba kuru yaprak ticareti mi yapıyormuş kışın?

Tâlib-i Sâni:  Belki onlar Şeriât-ı Fıtrîyye’de canlı sayılmıyorlardır..

Tâlib-i Evvel: Acaba diyorum ananastan önce ailecek leş ticareti falan mı yapıyorlardı avcı hayvanlara? Bu arada aklıma şu da geldi: İnsan, eskilerin deyimiyle nâtık-ı hayvandır; öldürüp yer. Yani insan da avcı canlı tanımına uyuyor.. Bu durumda avcılık da haram mıdır? İnsanın avını öldürüp yemesi de haram mıdır?  Yoksa okla, silahla öldürülen hayvan doğrudan leşe mi inkılâb ediyor da helal oluyor? Öyle ise bu durumda Nahl suresi 115. Ayetteki, “O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı.” Hükmüne aykırı olmaz mı? Leş mi yemesi icâb eder?

Tâlib-i Sâni: İmdi insan avlarken önce öldürüyor ya..  belki leş sınıfına giriyordur ya da avcılık haramdır da biz bugüne kadar ne bu anlamda bir ayet, hadis ne de fetva duyduk. Kaldı ki mezbahalar ve kurban olayı da garip duruyor burada.. bana mı öyle geliyor?..  Belki sadece hayvanlara haramdır da insanlara helaldir. Malum insan seçebilendir..

Tâlib-i Evvel: Sen Aslan'ın Ceylan’la Manda’yı ayıramadığını mı sanıyorsun yani Ağa?

Tâlib-i Sâni:  Ayıramıyordur. Kesin. Bende ki de ne cesaret. Zamanın yenileyicisi ‘Allâme-i Kebir" olan bir insanını yargısını, çıkarsamasını küçücük aklımla eleştirmeye kalkıyorum. Üstelik bende ilham da yok.. rûyâ ile bildirilen de değilim. Belki bu allâmeye kadar helaldi de yazdırılan risalelerden sonra haram edildi. Bilemeyiz. Eğer öyle ise vahşi aleme gidip derhal risaleler zikredilmeli bundan kelli ceylanı neyi canlı canlı yemesinler..

Tâlib-i Evvel:  Şimdi şu kaplanları, aslanları kurtaralım... onlar diri diri yemiyorlar zaten öldürdükleri hayvanları... öldükleri için bedenleri leş oluyor.. bu sebeple haram olamaz bu fetvaya göre:)

Tâlib-i Sâni:  İşte tevil dediğin böyle olur..  yani; avcı hayvanlar önce hayvanı boğazından yakalayıp yere serecek, av bi-nefes oluncaya kadar bekleyecek, ondan sonra yiyecek ki haram işlemekten kurtulsun. Tabi eğer avcı hayvan müstehâb peşinde ise, ele geçirdiği hayvanı kıbleye çevirerek boğazını sıkması gerek diye düşünüyorum.

Tâlib-i Evvel:  Herhâl lisan-ı kelb, lisan-ı vuhûş meselesinin halli girecek devreye o vakit... sence hangi dilde risale yazması icap ederdi Said'in? Hem Said bir yolunu bulup vahşi hayata risalelerini ve fetvalarını ulaştırmışsa, bizim de o yeni fetvamızı fukara hayvanlara iletmemiz lazım... Beslenemiyorlardır yüz senedir.

Tâlib-i Sâni- Haklısın! Bu durum bizlerin üzerine farz gibi duruyor. Ancak avcı hayvanlar tek bir noktada tek bir bölgede yaşamıyor. Her birine ulaşmak olanaksız olduğu gibi bunlarla iletişime geçmek de zor olsa gerek. Bunun halli için aklıma herhangi bir şey gelmiyor. Gerçi kimi vahşi hayata ilişkin belgesel yapımcılara ulaşılsa onlardan istense nasıl karşılanır? Doğrusu öndeyişi zor değil. Aklıma bir çözüm yolu gelmiyor.

Tâlib-i Evvel- Fetvânın sahibini çağırsak?!

Tâlib-i Sâni- Nasıl yani? Fetvânın sahibi müteveffâ değil mi?

Tâlib-i Evvel- Öyle olmasına öyle. Ancak bildiğin gibi bu meşrepte olanların bir iddiası var ki, akıllara sezâ. Biliyorsun bu kişilerin iddialarınca peygamberler, nice salih kullar neredeyse her gün ziyarete gelmekte, kimi zorluklarını çözmede onlara yardımcı olmaktadırlar. Ben derim ki, avcı hayvanlar hem madem yüzyıllardır bir haram işlemektedir ve hem dahi bunların böyle bir derdi olduğunun ne şakirdler ne de başkaları farkındadır, bunu biz şakirdlerden bir şakird bulalım; o da yukarıdaki yargının sahibi olan ve kendisinin Üstâd'ı olan kişiyi yardıma davet etsin. Ola ki şakirdin davetine gelir, biz görmesek de şakird vasıtası ile bu müşkilimizi çözer, biz dahi rahatlarız. Kendini sorumlu hissetmek insana ağır geliyor. Hadi dilini bildiğin canlılara meramını anlat da, avcı hayvanlara nasıl anlatırsın? Yazık günah değil mi? Bir haram hayat yaşamaktalar. Bu beni dertlendiriyor.

Tâlib-i Sâni- Aslında haklısın. Yargının sahibine biz ulaşamıyorsak ulaşan birine ulaşabiliriz. Tabi bu kendi iddiası olacak ama olsun. Elden ne gelir?

Tâlib-i Evvel- Peki, var mı öyle bir tanıdığın şakird?

Tâlib-i Sâni- Var. Hemşerim bir Hoca Efendi var ve sık sık da hem uyurken, hem uyanıkken kendisini peygamberlerin, salihlerin ziyaret ettiğini söyler durur çevresindekilere. Birkaç kez bizzat kendim de şahitlik etmişimdir sözlerine. Yani gelenleri görmüşlüğüm yok. Zaten gelenleri görenler ol çıplak kral hikâyesindeki “ancak akıllılar görür” hükmünce benim görmem mümkün değil. Ben çocuk kaldım. Sanırım siz de o çocuk kalanlardansınız?

Tâlib-i Evvel- Geçelim bizim kimliğimizi. Tanıdığını çağıralım. Gelir mi?

Tâlib-i Sâni- Biz gideriz. Yakında. Hemen şu arka sokakta. Penisilinya mahallesinde. Geleni gideni çok olsa da bizim gibi zor meselesi olanlara öncelik tanır.

Tâlib-i Evvel- İyi gidelim. Gidelim gitmesine de avcı hayvanlara nasıl ulaştıracağız? Ben derim ki biz avcı hayvanların bol olduğu Afrika’ya gitsek, avcılara ulaşsak, daha doğru olmaz mı?

Tâlib-i Sâni- Zannımca olmaz. Zira daha üstâd’ın yargısı üzerinde tam bir anlaşma sağlamış değiliz. Bir kere yargıyı açıklığa kavuşturalım, sonra da açık kılınan yargıyı hayvanlara ulaştırmanın yolunu soralım.

Tâlib-i Evvel- İyi. Hadi o zaman.

Penisilinya mahallesinde metruk bir evden içeri zorla atabildik kendimizi. Derdimizi söyledik. Hemen Hoca Efendi’nin huzuruna çıkarıldık. Problemimiz karşısında gözyaşlarını tutamadı. Epey bir ağladı. Zorlukla kendine geldi.

Hoca Efendi- Âlem-i vahşiyi lemâların eteğinden temaşa her seyyâh-ı tâlibin pür şevk ve şitab isteyeceği bir zeria-yı istiğrakdır. Tâlib hiçbir mukaddeme-i levniye ile çehre-i asmanda bir nişane-i tulu göstermeksizin lemâ-i maktam arkasındaki kenâr-ı ufuktan işrâk ederek bütün hevâ-yi nesimiyeyi zerin hârik nâmütenâhi ile füruzân eder.

Tâlib-i Evvel- Zâhir öyledir. Biz şey için gelmiştik. Malum vahşi hayvanlar ile ilgili üstâdın bir yargısı vardı. İçinden çıkamadık. Hem ne anlama geldiğinde hem de düz anlaşılan gibiyse avcı hayvanlara bu hakikatin nasıl ulaştırılacağı konusunda kendisinden yardım umuyoruz. Ne rüyamıza geliyor bu zatlar, ne ayıkken görebiliyoruz. Kralın üzerindeki harika elbiseyi göremeyip “kral çıplak” diye bağıran çocuk gibiyiz. Ama bildiğimiz kadarıyla size geliyormuş. Çağırsanız da sorsak?

Hoca Efendi- Üzülmeyin.. imtihaz elbet sizlere de bir gün avdet edecektir. Üstâdımız şu an itibari ile yanımdadır. Ki; her zaman yanımdadır. Bu hali benden başka kimse de görmez. Ta ki ben gösterirsem. Size de göstermek isterdim. Ancak Musi gibi düşüp bayılabilirsiniz hem belki bir daha uyanamazsınız da. İşte bu vechile size göstermeyi münasip bulmuyorum. Demek av hayvanlarının yiyeceği hususu aklınıza takıldı. İyi olmuş. Allah sizden razı olsun. Onca işten, meşgaleden bu meseleyi hep es geçmişim. Bu da omzumda vebâl imiş. Sizlerin vesilesi ile bundan imdi vareste olacağız inşallah. Efendimiz lutfedip bu vahşi hayvanların yiyecek meselesini biraz vuzuha kavuşturur musunuz? Bu kardeşlerimiz haklı olarak bir azaba düçâr olmuşlar.

Üstâd- Rey-i musibi hasâfet-penâhilerince en mühim addolunan şeriat-i fıtrîyye'ye ait fetvâların hemen kâffeten bendelerine tahmil edileceği ilhamın menbâından anlaşılmakta olduğu halde bu vazifeyi hoşnud-i hudavendânelerini celb edecek derecede değil, âdi addolunacak mertebede dahi ifa etmekten âciz bulunan bir zatın tevcih-i rütbe-i âmiriyyetle tebcil ve rütbe-i zâtiyye-i kemterânemin mümkün değil ise de, tenzil edilmek istenilmesi..

Tâlib-i Evvel- El Fatiha.. Üstâd avcı hayvanların yiyeceklerinin diri olması şeriât-ı fitriyye'de belki haram olan hükmünüzle bu anlattıklarınızı bir türlü dercedemiyorum.

Hoca Efendi- Küstah.. bir dinlemesini öğren. Hem meselenin vuzûha kavuşması için gereken girizgâh yapılmalıdır. Hem yapılmadığında nice hatalar gelip gönlümüze yer edecektir. Sabır gerekir. Tâlib’e sabır, Üstâd’a ilham gerekir. Üstâd kendisine getirilen bir müşkîle cevap verirken bir ihtiyara sahip değildir. O’na ne bildirilirse onu söyler.

Üstâd- Bu teessürün hakikatte mûcib-i tâzib olan kebâirden olsa bile muttasıf oldukları ahlâk-ı rahîmâneye nazaran defter-i âmâlinde afvı kâbil bulunan sagâir sırasına kayd olunması lazım gelir sanırım.

Tâlib-i Sâni- Ben de gelirsiniz sanıyorum da..

Üstâd- “Şeriat-i Fıtrîyye’ce haramdır” kavline iktifâen istihsâl-i galibiyet zımnında bir tedbir ittihâzına meydân kalmadığı gibi bunlara tîği zebân ile dahi mukâble kâbil olamayacağını anladığımdan hemen tarîk-i firari tutmuş idim.

Tâlib-i Evvel- Yani.

Hoca Efendi- Şimdi mülaaneye başlayacağım. Elinin körü.

Üstâd-  Bu serzeniş epeyce açılmış olan gadâb-ı tehevvür haline gelmekle, hemen dönerek husemâsıyla uğraşmağa başlamış isem de çokluğa galebe mümkün olmadığından âkibet maktulen düşmüştür. İmdi ilham-ı kudsiyetle ile deriz ki, vaz’ı ile delâlet eden lafız üç kısımdır. Birincisi, Kelime ya konulduğu manânın tamamına  “delâlet-i mutabaka” ile delalet eder. İkincisi delalet-i tazammun ile delâlet eder, üçüncüsü manaya zihinde lazım olan bir sıfat üzerine delâlet eder.

Tâlib-i Evvel- Bunlar şuan O’na ilham olunan şeyler mi?

Hoca Efendi- Beli!

Tâlib-i Evvel- Bu üç madde isagoci mantığında mantık kurallarıdır. İlhama gerek var mı?

Üstâd- Bire densizler, siz buraya bozgunculuğa gelmişsiniz. Sizin meramınız hakikat-i ilhâmın meyvelerinden istifâde etmek değil, tersine hakikat-i ilhâmın hilâfına sözlerin ağzımdan çıkmasına çalışmaktasınız. Daha adımınızı atar atmaz anlamıştım sizi. Ve fakat biraz müsamaha göstermek sureti ile belki hidâyet nasip olur ummuştum. Derhal meclisimizi terk edin. Aksi takdirde hem mülaane ile hem mevcut hukuk alanında sizinle uğraşırım. Vesselam.

Kovulduk işin açığı. Kös kös metruk evden ayrıldık. Bizi öyle bir uğurlayışı vardı ki Hoca Efendi’nin.. ağzında birkaç laf.. zındık mı diyor, münafık mı diyor, Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selül’ün şeytanî aklına bile bunlar gelmez mi diyor;  pek anlayamadık, fakat kıpkırmızı olmuştu. 

Günahımız neydi anlayamadık. Avcı Hayvanları bir dertten kurtaracaktık ki, haram ile iştigal ettikleri zannı ile telef olmayalar... olmadı.



Fikri Muhayyer, 06.08.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazar



Seçkin Deniz Twitter Akışı