4 Mayıs 2013 Cumartesi

SA237/MB8: Pozitivist-Ateist-Teist Köleler ve Feodal Endüstriler

İnsan aklı, Allah’ı, tek düşmanı ilan ederek kendisini laboratuarların sentetik kokularla dolu atmosferine mahkûm etti.


İnsan aklının perdelediği teknik bir sorun binlerce yıldır insanlık tarihini olumsuz etkiliyor. Aklın öne çıkarıldığı tüm mantık kurgularında ve denetimlerinde akıl tek etkin güç değil; ancak aldanmış akıl öyle sanıyor. Aklın başlattığı etkileşim alanına akıl dışı faktörlerin müdahalesini fark etmeyen/edemeyen insan aklı, ürettiği tüm önermeleri aklın ürünleri olarak tasnif ediyor, karmaşık, çelişkili sonuçlar karşısında haksız yere insan aklını da suçlayabiliyor.

İnsan aklı, nefsin ve iblisin kontrast değerleriyle oynadığı bir ekranda terkip ettiği sonuçlardan mutlu olmayınca yine kendisini suçlamaya meyilli; dolayısıyla akıl, akıl dışı organizasyonların etkisinde kalarak ürettiği tüm sistemlerin çıkmaza sürüklenmesini tarafsızca sorgulayamıyor.

Aklı ve insanı yaratan ve insana aklını kullanmasını, düşünmesini öneren, aklını kullananları doğru bilgiye ulaşmada öncü role sahip kişiler olarak tanıtan Allah, yine aklın perdelediği bu teknik sorun yüzünden reddedilebiliyor.

Pozitivizm olarak 19. yüzyılda kavramlaştırılan ve sistematize edilen, ancak binlerce yıl önceden –örneğin; Antik Hind, Antik Mısır, Antik Yunan, Antik Roma, Meşşaî Geleneği- biriktirilerek, mitolojik unsurlarla ve dinlerle çatışarak süzülüp gelen akıl indeksi, tamamen bu teknik sorunla mâlûl.

Allah’ın gönderdiği elçilerin, insan aklını, saf bozunmamış temel muhatap almaları, bu teknik sorunu gidermeye matuf ilâhi bir rahmeti resmettiği gibi, insan aklını yetersiz bırakan olağan dışı, olağan üstü ve sadece tanrısal özelliklere sahip mucizelerle de insan aklını perdelerle teknik bir yanılsamaya uğramış olmaktan uzaklaştırmayı hedefliyordu. Aklı, aklın mevcut verilerle yorumlayamayacağı olgular ve olaylarla karşılaştırmak kesin ve kuşkusuz bir ‘şok etkisi’ oluşturacak ve aklı yanılgılara sürükleyen nefsin ve iblisin fısıltıları, aklın etki alanından çekip gideceklerdi.

Allah’ın gönderdiği her metin, insan aklının, nefsin ve iblisin etkileriyle bozunmaya uğrattığı ilk metinlerin doğrulanmış, yenilenmiş özelliklerini içeriyordu. Muhatap daima akıldı ve aklın muhatap olduğu mesaj bu yüzden başlangıçta olduğu gibiydi.

Araya giren akıl dışı etkenler her ilahî müdahalede sistem dışına itilseler de, kıyamete dek nefsin ve iblisin var olacağı gerçeği, her ilahî mesajın aynı akıl dışı müdahaleye maruz kalacağını da gösteriyordu. İnsanlık tarihinin, insanlığın başlangıç değerlerine dönme isteğinin otonom yapısı bunu zorunlu kılıyordu.  Doğal olarak akıl ve din, daha doğrusu akıl ve Allah bizzat nefsin ve iblisin fısıltılarının güçlendiği dönemlerde, aklını kullandığını iddia edenlerce karşıtlıkla konumlandı.

Allah’ın insanlar için mükemmel/tamamlanmış eksiksiz bir sistem olarak yeniden gönderdiği ve çok kısa bir sürede çok büyük bir coğrafyaya yayılan akıl dini İslam, 9.,10. ve 11. yüzyıllarda insan nefsinden ve iblisin fısıltılarından etkilenerek sarsılan aklın ilgi alanından çıkmaya başladı. 15 ve 16. yüzyıllara kadar süren bozunma döneminde, akıl dışı fantastik kurguların İslam kültürüne egemen olmasıyla birlikte, aklın ürettiği her türlü bilgiye karşıt olarak geleneksel (tradisyonal) gerginlikler üretildi.

İslam kültürüne ait akıl dışı kültlerin varlığı, batıda somutlaşmaya başlayan insan aklının Kilise ve Havra ile birlikte Câmi’yi de aklın taraftarlarının hedefine koydu. İnsan, aklı kullanmayı emreden tek  Tanrı’yı, Allah’ı aklın karşısında konumlarken, Allah’ı temsil ettiğini iddia eden kardinallerin, rabbilerin ve şeyhlerin akıl tutulmalarını temel almış ve onların ürettiği sistemlerin insanlık için mutluluk getirmediğini, gelecekte de getirmeyeceğini düşünerek, haklı, ancak teknik bir hatadan başka bir şey olmayan yanlış bir adım atarak, Allah’ı zihinsel kurgularından uzaklaştırmayı tercih etmiştir.

19. yüzyılda iki Fransızın, Claude Henri de Saint Simon’un ve Auguste Comte’un Pozitivizm/Olguculuk olarak kavramlaştırdığı, ‘ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai sebepleri aramayan ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasındaki ilişkilerle sınırlı olmasını’ önceleyen görüşleri, teoloji ve metafizik içermeyen, sadece fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışını yüceltti; insanın mutluluğunu sağlayacak sistemlerin ancak insan aklının ürünü olabileceğini iddia eden arkasında masonik/satanistik/siyonistik güç bulunan insanlar ve gruplar yaygınlaştı; sosyalizm ve marxizm sektörel konumunu bu dönemde yetkinleştirdi
.
İnsan aklı, yine dışarıdan bir müdahaleye muhataptı; teknik sorun sürüyordu; nefsin ve iblisin fısıltıları, Kilise’nin, Havra’nın ve Câmi’nin duvarlarında gezindikleri gibi karanlık Loca’ların karanlık koridorlarında zengin dokunuşlarla büyüyorlardı. İnsan aklı, Allah’ı, tek düşmanı  ilan ederek kendisini laboratuarların sentetik kokularla dolu atmosferine mahkûm etti.

Veremden ölen sevgilisini insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp ona ‘Ulu varlık’ adını veren Auguste Comte’un kuruculuğunu üstlendiği Pozitif Din/ İnsanlık Dini, insanlık tarihini üç temel aşamaya ayırarak insan aklını ikna etmeyi tasarlamıştı; teolojik ya da hayalî durum, metafizik ya da soyut durum, pozitivist ya da bilimsel durum… Pozitivist/bilimsel durum sonraki çağların aklı yücelten son durumu olacaktır.

Kendisi de kurduğu dinin peygamberi olarak Rus çarına ve Osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eden Comte, şeytan yerine Napolyon'a lanet etmeyi vaazlarına konu edinen bir taklitçiden başka bir şey değildir.  Zihinsel çöküntülerle ve his dalgalanmalarıyla dolu hayatı, kurduğu pozitif sisteme tamamıyla ters, mistik ve metafizik değişkenlerin egemenliğinde sona erer. İnsan aklı, yine nefsin ve iblisin fısıltılarına yenilmiştir.

Comte’a göre daha rasyonel bir bakış açısına sahip olan Saint-Simon ise düşüncelerinin çok sonra 20. yüzyılda , teknik sorunlarla boğuşan insan aklının en büyük yanılgısını hazırladığını göremeyecekti.

 Fransız Devrimi’nin mutluluk getirmediğini, evrensel insan haklarının ilanının aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmadığını söyleyen, toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir toplumsal düzenleme, bir sosyal reformla sağlanabileceğini iddia eden Saint-Simon, toplumda gerçekleştirilecek reformun toplumsal yasaların bilgisine dayandığını ve bunun bilimlerde de bir reformu gerektirdiğini düşünmüştü.

Saint-Simon haklıydı. Kilise’nin, Havra’nın insan aklının uzağında konumlanan yasaları, haksızca sahte kodlarla ilahî formlarda görünüyorlardı ve Fransız devrimi kilisenin gücünü kıracak yasalar üretememişti. Toplumsal değişme ve düzenin yasalarının pozitivizmin marifetiyle bulunabileceğini düşünüyordu.

Sonraki yüz elli yıl boyunca Saint-Simon’un fikirleri sistematik bir şekilde somutlaştırıldı ve pozitivizm insanlık tarihinin başat, görkemli eserlerini verdi. Buharlı makineler, elektrikli makinelerle yer değiştirirken, pozitivizm geçmiş binlerce yılın ayrımlarını altüst etti. Metafizik, fizik sınırları geliştikçe daraldı. İnsan aklı, evrenin bilinmezlerini keşfettikçe reddedilen bir Tasarımcı Tanrı’nın varlığını gözlemledi.

Gelişen teknoloji, elektronik ve uzay çağlarını ürettiğinde artık bilgi form değiştirmişti. Çok Tanrıcılık/kölelik, Teizm/feodalizm ve Pozitivizm/endüstriyalizm evrelerinde kasılmaya bırakılan kusurlu insan aklı, bu üç evreyi yeniden diriltip sürekli devinen ve zaman zaman ateist-teist pozitivist kölelerin ürettiği feodal endüstrilerde insanları tanrılaştıran karma ve sonsuz bir evre başlattı.

Pozitivist- Ateist- Teist insan aklı, aklının perdelediği teknik bir sorundan üreyen bir akıldı. Bu aklın, Allah’ın kullanmayı önerdiği saf akıl olmadığı, o aklın ürettiği vahşet ortaya çıktığında kanıtlanmıştı. Fakat Feodal endüstriler bu hastalıklı, kusurlu aklı değerli bulan milyarlarca köle insan üretmeye devam ettiler.



Mümtaz Bahri, Sonsuz Ark, 04.05.2013
Mümtaz Bahri Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı