20 Nisan 2013 Cumartesi

SA228/SD30: Evliliğe Dair Kompleks Bir Analiz

“…Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz…” -Bakara 187-



Stratejistler ne der bilmem; ama insan hayatının en stratejik kararları ‘evlilik’ konusunda alınan kararlardır. Evlilik kavramını şirket ortaklıklarında bile kullanan insanlar, ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde de bu kavramı kullanmakta bir beis görmüyorlar. Hatta evlilik kavramını kullanarak ilişkilerin ciddiyet düzeyini belirleyebiliyor, birçok devletin biraraya geldiği birliklerde ayrılmaz bütünleşmeyi vurgulayan katolik nikâhı’ndan bile bahsedebiliyorlar. 

Evlilik, ciddi bir kurum olduğu için ciddi koşullar barındırır. İnsanların böyle hayatî bir konuda karar verirken titizlenmelerini de bu sebeple doğru anlamak gerekir.

Mevcut evliliklerden her hangi birinde doğmuş ve büyümüş bulunan insanın gözlemlediği ve analiz ettiği ilk evlilik örneği, ebeveyninin evliliğidir. Genellikle ferdin, evlilikle ilgili hayal standartları bu ilk örnek incelenerek elde edilmiştir. Sonraki örnekler, masallardan, kitaplardan,dizilerden ve filmlerden devşirilmiş; elde edilen görsel ve zihinsel deneyimler ilk örnek dışında, yakın akraba/komşu evliliklerinde denetlenmiştir.

Müstakbel bir eş olarak çocuk, masalların gerçeküstü söylevlerine farkında olmadan kapılıp giderken, gerçek, ebeveynin evlilik içi ilişkilerinde kendini, kendi çıplak doygunluğunda umarsızca tanıtmaktadır. Fert, evlilikle ilgili kanaatlerini bu dual algılamanın bulanık sularında oluşturmaya devam eder. İlk gençlik dönemlerinde evliliğe dair tepkilerin bir kısmı evliliği tümden dışlayıcı, diğer bir kısmı da ideal evliliği önceleyici/sağlayıcı doğrultularda sürüklenir.

Çocukluğun dual algı mahkûmiyeti ve gençliğin teklifsiz dışlayıcılığı ya da idealistliği erken yetişkinlik dönemlerinde evlilikle ilgili karar alma süreçlerinde taban olarak kullanılır. İki genç insanın evlilik kurumunun inşâsı aşamalarında aşması gereken iki büyük sorun yumağı vardır; korkular ve beklentiler. Bu iki sorun evliliğin erkek ve kadın kısmında birçok kişisel birikim çukuru veya kişisel hayal zirvesi oluşturmuştur. Gözlenmiş ve izlenmiş örneklerin taraflarda bıraktığı olumsuz tortular, haklı veya haksız bir konumda karşılıklı korkuların oluşmasına ve korku patlamalarının her an tetiklenmesine sebep olmaktadırlar.

Diğer bir sorun yumağı da karşılıklı beklentilerin oluşturduğu kişisel hayal zirvesidir. Bu zirve, olumsuz örneklerin tersinirliğinden üretilmiş kişisel olumlulayıcı ve tamamlayıcı özellikler taşımaktadır. Ve karşılıklı hoşgörü-kabul mekanizmasına ihtiyaç duymaktadır. Buna karşılık beklentilerin, sırtlarında taşıdıkları dayatma gücü, hayal zirvesinin kişisel olmaktan öteye gidememesine neden olabilecek ve oluşması kuvvetle muhtemel tıkanıklığın korkuları besleyen birikim çukurlarına yeni yıkım artıkları bırakması gibi riskler ortaya çıkabilecek, böylece kişisel hayal zirvesi olumlayıcı/tamamlayıcı olmaktan daha fazla olumsuzlayıcı/ eksiltici sonuçlar doğuracaktır.


Evlilik, erkek ve kadın için ruhsal ve fiziksel bir bütünleyicidir. ”Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz” Standart koşullar altında gerçekleşmiş bulunan evliliklerin en önemli özelliği budur. Erkek ve kadın ruhsal ihtiyaçları ile birlikte fiziksel ihtiyaçlarını da tamamlayabilecekleri meşru bir çerçeve elde ederler. Evliliğin karşılıklı birer örtü niteliğini görecek eşleri bir araya getiren sosyal bir kurum olması, örtüsüz fertlerin yaşayacakları ve çevrelerine yayacakları negatif istekleri ve davranışları ortadan kaldırmaya yöneliktir.

İdeal olmayan evlilikler bile kurumsal ağırlıkları dolayısıyla asli iki üyeyi karşılıklı kontrol mekanizması içerisinde tutarak sağlıklı toplumlar oluşturmak ve sağlıklı çocuklar yetiştirmek için kullanılabilir olmaktadırlar.


Günümüz insanının evlilik kurumuna bakışı gün geçtikçe farklılaşmaktadır. Din, söz konusu kurumun gerekliliğini ve sürekliliğini vurgularken, bilişsel düzeyde dinden uzak kalmayı tercih eden fertler evlilik dışı birliktelikleri normal olarak algılamaktadırlar. Evlilik dışı birlikteliklerin artmasındaki en önemli etken evlilik kurumunun bağlayıcılığıdır. Son zamanlarda önemi hızla artan evlilik sözleşmeleri, bu bağlayıcılığı sınırlandırmakta, hatta eşlere farklı kişilerle birliktelikler yaşanmasına izin verecek hükümleri içerecek esneklikte olabilmektedirler. Çıkar sözleşmeleriyle anlam kayması yaşayan evlilik kurumu, sosyal bir kurum olmaktan çok ekonomik bir ortaklık haline gelmektedir.

Evlilik kurumunun geldiği son nokta gençleri haklı olarak endişelendirmektedir. Karşılıklı tanıma koşullanmasıyla evlilik kurumuna yaklaşan eğitimli genç, yeterli olup olmadığına emin olmadığı sorgulama gücünü sağlıklı bir şekilde kullanamamakta, kendi oluşturduğu kanaatleri yeterli sayarak karşısındaki insanı kabul etmekte/sorgulayıp dışlamakta; deneyimli yetişkinlerin olumlu/olumsuz tenkitlerini gereksiz bularak tanıdığını sandığı kişiyle evlenmekte veya onu reddetmekte cesur davranmaktadır.Yine aynı şekilde deneyimli yetişkinlerin önerdiği ve seçtiği kişileri yeterli bulan/bulmak zorunda kalan eğitimsiz gençlerin herhangi bir sorgulama hakkını kullanmamaları da travmatik bir durumdur.

Ne var ki; istatistikler boşanma oranlarının üniversite mezunu çiftlerde daha yüksek olduğunu kanıtlamaktadır. Kuşkusuz görücü usûlü ile gerçekleşen evliliklerde görülen boşanma oranı düşüklüğü, evlilik kurumunun ideal bir şekilde yürüdüğü anlamına gelmemektedir. Bu daha çok, evliliğin insan üzerindeki durgunlaştırıcı ve sonrasını düşündürücü yapısının gücünü ve aracıların oluşturduğu koruma kalkanına sahip evliliklerin daha uzun ömürlü olduğunu gösterir.


Birbirini tanıyarak evlenen çiftler aracıların oluşturduğu koruma kalkanından mahrumdurlar. Yeni söylemde evlilik psikolojisi ve bu psikolojiyi denetleyen ombudsman psikoterapistler, görücü usulundeki daimi koruma kalkanını oluşturmak üzere konumlanmış ve insanlar modern çağda yeniden aracılara muhtaç hale gelmişlerdir. Hatta bu türden kurumlar evlilik öncesi uyum merkezleri adı altında bir nevi görücülük üsulünü yeniden kullanıma sokmaya çalışmaktadırlar.

Evlilik okulları, ebeveyn okulları, milyonlarca yıllık insanlık tarihinde yeni tip aracı kurumlar ve kişiler olarak eğitimli insanları evlilik kurumunun saygın şemsiyesi altına toplamaya gayret etmektedirler. Ezeli ve ebedi kaide değişmemektedir:” Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır” (Nisa 35)


İnsanların ürettiği ve Medenî hukuk adını verdikleri hukuk sistemleri kadının veya erkeğin haklarını korumak üzere her gün kendilerini geliştirmek zorunda kalmakta, yüksek yargı kararları, birer ictihat olarak kanun yerine geçip kadın ve erkeğin uzlaşması üzerine farklı seçenekler üretmektedirler. Fakat Kur’an: "... Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler…” (Bakara 228) demektedir.

Önce insanı sadece erkekten ibaret sayan, sonra birer lütuf bahşeder gibi süre giden zamanda kadına bir insan olarak kullanabileceği esnek hak aralığı ikram eden ve bundan sonrasında ortaya çıkan dengesizlikleri ortadan kaldırmak için erkeklerin haklarını düzenleyen insan, yetersizliğini gizleyememektedir.”Eğer bir kadın kocasının, kendisine kötü davranmasından, yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” (Nisa 128)


Tüm tahriflere rağmen evlilik kurumu insan merkezli olmaktan uzaklaştırılamamakta ve varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Ne yazık ki; gençler, ebeveynlerine ait buldukları evlilik şeklini beğenmezken, kendilerinin üretebildikleri bir şekle henüz sahip değiller. İtiraz ettikleri, kader merkezli evliliklerle irade merkezli evlilikler bağlamında yeterli kanaatlere ulaşabilmiş de değiller. Görücü usûlü evliliklerle, karşılıklı tanıma ile başlayan evlilikler arasında açığa çıkan büyük boşluk gençleri yeni tür korkulara sürüklemektedir.

İnsanın kaderinde ne yazıldığını bilmemesine rağmen, yaptığı tercihleri kadere yüklemesi çok ilginç bir tezat oluşturmaktadır. Bu tezat, kendi iradesiyle karar veren insanın kader dışında bir gerçekleşmeyi sağlamaya gücü yetecekmiş gibi bir anlam kaymasını da barındırmaktadır. Görücü usûlü zemininde gerçekleşen evlilikler kader dahilinde; seçerek, anlaşarak gerçekleşen evlilikler kader dışında gibi algılanmaktadır. Oysa kader, insanın bilerek düşünce ve davranışlarını ona uydurmaya /uydurmamaya çalıştığı bir program değildir.

Kader, sadece Allah tarafından bilinir ve zamana tabii olan insan, aklı ve iradesiyle karar vermekle mükelleftir. Evlenme usûllerinin bu tarz bir değerlendirme zemini bulması geçmişte yapılan saptırmalardan kaynaklanmaktadır. Allah’ın insan irâdesi’nin alanına koyduğu evlilik kararının, insanlar tarafından yanlış konumlandırılan kadere yüklenmesi, rıza dışı evliliklerin meşrulaştırılması gibi ahlâk ve İslâm dışı gerçekleşmelerden dolayı insanların algılarına sürülmüş kara bir lekedir.

Elbette; Allah, yarattığı her şey üzerinde hüküm ve bilgi sahibidir. O’nun bu sınırsızlığı, sorumlu tutulacağı alanlarda insanı kendi iradesi dışında davranmaya zorlamaz. İnsana kendi irâdesi ile yüklenen sorumluluklar dolayısıyla ödül ve ceza sistemini vaat eden Allah, insan iradesi üzerinde bu tarz bir baskı kurmamıştır. Zirâ Allah âdildir.


Yeni nesil müslüman genç erkeklerden ve genç kızlardan birçoğu yaşadıkları toplumların/devletlerin fertlere tanıdıkları hakları kısıtladıkları- eğitim-öğretim hakkı, çalışma ve giyinme hakkı- üzere bir sıkıntı yaşadıklarını vurgulamaktadırlar. Onların şikayetlerinde haklı oldukları kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalarla sabittir. Kanun koyucular ve kanunlara uyulup uyulmadığını denetleyen yargı ve kolluk sistemi kadınlara dayatılan kıyafet tiplerini hukukî bulurken demokratik davranmayarak anayasal anlamda tutarsız davranmaktadırlar.

Dayatılan ve meşrulaştırılan kıyafet tiplerine göre insanların özel/iş hayat alanlarını daraltan ve eş seçimlerinde, medeni hukukun sağladığı hakları kullanamayan bazı tesettürlü kızlar ve kadınlar ile yasaklanmış kıyafetleri giyen eşlere sahip olmakla işlerini kaybetmek riskinin tetiklediği kaygılar taşıyan erkeklerin özgür iradeleri bizzat sistem eliyle sınırlanmaktadır. İnsanları inandıkları değerlere göre davranmaktan dolayı cezalandıran sistem laik bir sistemden daha çok dayatmacı ve din karşıtı bir sistem olarak yerinde durmaktadır.


İnsanlar eş seçimlerinde yaşadıkları ruhsal ve fizyolojik, sosyolojik sorunlardan sonra bir de ideolojik sorunlarla boğuşmak zorunda kalmaktadırlar. Medenî hukuk sistemi, yazılı olmayan ilkel hukuk normlarını yazılı hâle getirerek medenî özelliğini kazanmış olmamaktadır.

Aynı sistem, resmî tek, gayrî resmî çok eşliliği de medenî-çağdaş bulmaktadır. Eşlerin anlaşmış olmaları hâlinde tek eşliliği, birlikte yaşama formülasyonuyla çok eşliliğe dönüştürmekte ve resmi eşten başkasıyla yapılan ‘cinsel eylemi’ suç saymamaktadır. Buna karşılık büyük sosyal sorunlar oluşturan bu tür düzenlemelerin neden olacağı sosyolojik ve psikolojik travmaların önüne geçebilecek Kur’an ile verilen ruhsatı çağdışı kabul etmekten çekinmemektedir. "Eğer, yetim kızlar hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur” (Nisâ 3)

Sistem, sağlık, ekonomi vb. sorunlarla birliktelikleri sağlıklı bir şekilde yürümeyen eşlerin resmi kurumlar nezdinde ayrılık işlemlerini onaylamadan başka bir eş ihtiyacını giderecek yasal düzenlemeleri yapmamakla birçok zarar verici ve yıkıcı olayların müsebbibi olmaktadır. İnsanları tek eşliğe mahkûm ederek onların sahip oldukları hakları sınırlarken sistemin öngördüğü şey evlilik kurumunun sağlığıdır ve birden fazla eş, erkek için sorunlar yumağı olmaktadır. 


Muhakkak ki, birden fazla eş bir ruhsattır, emir değildir: ”Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır kılınmıştır”, diyen Allah,” Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise büsbütün gönül verip ötekini askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir”.( Nisa 129) şeklinde uyarılarda bulunarak tek eşliliğin adalet sağlanmasında uygun olduğunu bildiren 3. Ayeti tamamlayıcı bir ayetle insana seslenmektedir.

Ve Allah, verilen ruhsatın keyfiliğini tavsiyelerde bulunarak insan irâdesinin yürütme aralığında daraltmıştır. Ancak, mevcut eşle yaşanılabilecek sıkıntıların giderilmesine de –diğerlerini boşama şartı olmadan dörde kadar eş almak- izin vermiştir.


Kadınların ve genç kızların zihinlerine hâkim olan eşitlik algılarına aykırı gibi duran ve onları, erkeklere daha fazla hak tanındığı şeklinde yanılgılı düşüncelere sürükleyen yukarıdaki ayetler, insanı yaratan Allah’ın insanın yaşayacağı sıkıntıları biliyor olmasından kaynaklanan bir ruhsattan bahsetmektedir. Bu ruhsatın içeriği farz/emir değildir.

Aile içi problemlerin köklerine de ışık tutan Allah, düşünceleri modern-çağdaş algılarla sınırlanan müslüman genç kızların ve kadınların anlamakta zorlandıkları evlilik gerçeklerine dikkat çekmekte ve tavsiyelerde bulunmaya devam etmektedir: “Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. Başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. onları dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür”( Nisa 34)


Yaşanan sosyal gerginliklerin bireysel gerginliklerden beslendiğini gören insanoğlu, artan boşanmaların, evlilik içi şiddetin vardığı ölümcül boyutların ve evlilik içi iki başlılıktan kaynaklanan faciaların istatistiklerini kolaylıkla tutabilecek ve inceleyebilecek teknik donanıma ve imkanlara sahip olduğu üçüncü bin yılın başlangıcında bu ayetin neden indiğini anlamakta zorluk çekmeyecektir.

Allah, eşinin itaatsizliğinden dolayı öfkelenen erkeği üç aşamalı bir yola sürüklemektedir. İtaatin ve itaatsizliğin sınırlarını çizen Allah, itaat gerçekleştikten sonra başka yol aramamayı emrediyor ve tersi durumda boşanmaya izin veriyor: “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”(Bakara 231)

Modern çağ, ayrıldığı için öldürülen kadınların cesetlerini saklayamadığı halde Allah’ın koyduğu sınırları anlamakta güçlük çekmeye devam ediyor; kadının dövülmesine dair üçüncü aşama ruhsatını öne çıkararak bu ruhsatı eleştiriyor ve riyâkârca, masum bir varlık olarak telakki ettiği erkeğin kadını öldürme, tecâvüz etme veya tehdit etme gibi ileri derece vahşete kadar gidemeyeceğini tasavvur ediyor. Sonra da tasavvur etmediği gerçekleşmelerle karşı karşıya gelince, erkeği cezalandırmak için yeni kanunlar ihdas etmekten utanmıyor. Her şeye rağmen Allah’ın ayetlerini kuşkuyla karşılayan müslüman kadını ve erkeği Allah: “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”( Ahzâb 36) diyerek tekrardan uyarıyor. Görüldüğü üzere evlilikle ilgili temel problemler eş seçmekle sınırlı değildir.


Bazı müslüman genç kızların, kendilerinde bulunduklarını vehmettikleri üstünlükleri dolayısıyla, evlenmeyi düşündükleri veya kendilerine evlilik teklifinde bulunan erkeklerle ilgili kanaatleri de eş seçimi döneminde önemli sonuçlar doğurmaktadır.

Yüksek öğretim yaparak belli bir meslekle iş hayatına atılan veya evde bekleyen genç kız/genç erkek, kendisine denk olmadığını düşündüğü genç kızı/erkeği dışlarken, hiç şüphesiz evlilik kurumunu çocukluğunda dinlediği masallar çerçevesinde algılıyor, kişisel hayal zirvesinde görünüyor olacaktır. Ve göründüğü bu yerde, “Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”(Nisâ 32) ayetinin dikkat çektiği yerleri tefekkür etmek zorundadır. Doğru bir mantık yürütme de kişisel hayal zirvesinin yeri elbette vardır, ancak gerekçeler yeterli değildir.

Evlilik uyumlu bir birliktelik ise, birlikteliğin mesleki ve diploma boyutu, hem erkek için hem de kadın için aynı derecede önem kazanır. Denklik kurgusunun temelinde yer almayan ‘sevgi’, denkliği bozan temel unsurdur. “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum 21) Ayet, sevgi ve merhamet temeline oturttuğu evliliği başka hiçbir kıstasa gerek duyurmayacak kadar net bir şekilde ortaya koyuyor. Ve evlilikte oluşacak olan uyumlu birlikteliğin ana hedefi olan huzuru bu iki temel koşula bağlıyor.


Allah’ın, yarattığı erkeği ve kadını sevgi ve merhamet hisleriyle birbirine bağladığına dikkat edilirse, eş seçiminde, başka hiçbir kriterin esas için yeterli ve gerekli olmadığı anlaşılabilir. Ne fayda ki; erkek ve kadın güzellik, yakışıklılık, kariyer ve zenginlik gibi ardıl ayrıntıları iki esas kriterin yerine koymakta acelecidirler. Kültürel format farklılığı kadını ve erkeği, birbirinden farklı korkular ve beklentilerle yüklemiştir.

Birikim çukurları ve kişisel hayal zirvesi, mahur bir ‘aşk’ dalgasıyla birbirini yutabilir olsalar da, geçici körlüklerin sona ermesi ile daha şiddetli çukurlar ve zirveler oluşacaktır. Sorunlu evliliklerde veya eş seçim dönemlerinde ortaya çıkan sonuçlar genellikle bu çerçevededir. Oysa sevgi ve merhamet her bir kültür modunda mevcutturlar ya da insanın kültürün etkileyemediği derinliklerinde saklı durmaktadırlar. Geçici körlükler sona erdiğinde ayakta kalan sevgi ve merhamet ise geride sorun olarak değerlendirilebilecek erkek ve kadın sebepleri kalmayacaktır. Birlikte yan yana ve ileriye doğru bakmak, ancak sevgi ve merhametle mümkün olabilecek, bu iki büyülü his diğer alt sorunları silip süpürecektir.




Seçkin Deniz, 06.06.2009, Sistematik Analizler 92



Not: Evlilik, sevgi ve merhamet gibi temel değerlerin işlendiği Dustin Hoffman ve Emma Thompson’un oynadığı ‘Son Şans Harwey-Last Chance Harwey’ adlı filmin izlenmesini tavsiye ederim.

Seçkin Deniz Twitter Akışı