11 Mart 2013 Pazartesi

SA202/RK5: Savaşlar, Faiz ve Kıtlık Tanımlı Ekonominin Sonu

"Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma!. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir!"
Kapitalizmin yayılma araçları savaşlara bağımlıdır. Her savaş sonrası bütçesi açık veren devletler yüksek faizle yerel ve küresel para kaynaklarınca tedarik edilen kredilere müracaat ederler. Savaşlar, kapitalizmin en etkili yayılma araçlarıdırlar. İnsanların hayatlarını doğrudan etkileyen ve gelecek nesilleri borçlandırarak kendisine bağımlı hâle getiren kapitalizmin önüne çıkarılabilecek ilk ve en güçlü engel bu sebeple barıştır.

Kapitalizmin, öncesinde savaş ganimetleriyle, istilâlarla, korsanlıklarla, haraçlarla ve vergilerle gelir kaynakları düzenlenen bütçeleri yeni savaşları kışkırtarak zayıflatması ve yüksek faizle ele geçirmesi, büyüyen ve derinleşen bütçe giderleri için sürekli kaynak temin ederken kapitalistlere devletlerin iç ve dış politikalarına müdahale etmesine fırsat verdi. Yüksek faizli paranın gücü 18. yüzyılın sonunda başladı ve 2008 ABD ve AB ekonomik krizinin patlak vermesine kadar sürdü.

İmparatorlukların egemenlik savaşları, Fransız darbesi ile sona erdiğinde dünya yeni bir mekanik savaş algısına alıştırıldı. Bitmek bilmeyen İngiliz-Fransız savaşlarında, Fransa’nın dolaylı olarak İngilizlere karşı desteklediği Amerikalıların bağımsızlığı, önce Fransız hazinesini, sonra İngiliz hazinesini boşalttığında, Siyonist kapitalistlerin İngiliz hazinesine verdiği faizli destek yeni mekanik savaş algısının ilk örneği olarak tanımlanmış oldu.

I. Napolyon’un sürdürdüğü büyük Avrupa yıkımı da yine yüksek faizli kredilerle desteklenen Fransa hazinesini kapitalistlerin kontrolüne bıraktı ve 19. yüzyılda her Avrupalı yüksek faizle borçlandığı kapitalistler için savaştı. 


Osmanlı’nın Mısır ve Kırım’da sürüklendiği savaşların devlete hediye ettiği en büyük tehdit Duyûn-u Umumiye adlı kurum oldu. Devletin bütün gelir kalemlerine el koyma hakkını elinde tutan bu kurum, kapitalistlerin çıkardıkları savaşlar için yüksek faizli paralarla destekledikleri devletleri soymak ve bağımlı hâle getirmekten sorumluydu. Osmanlı böylece yıkıldı.

20. yüzyıla borçlu giren dünyanın bütün insanları iki büyük savaştan sonra faiz merkezli borç ağlarına monte edildiler. İnsanlar, zorunlu ihtiyaçlarını temin ederken, iktisat teorilerinin ‘kıtlık’ merkezli tanımlarıyla tanıştılar. Paraya hükmedenlerin ‘kıtlık’la ilişkileri ancak paralarının faizini tahsil ederken akla geliyordu.

Devletlerin hazineleri, maliye politikaları yüksek faizle temin edilmiş borçlarla ekonomik sistemlerini yürütmeye çalışırken, halklara yoksulluk sınırlarının altında, açlık sınırlarının üstünde bir hayat standardı vaat edebildiler. Kapitalistler, devletlerin iç ve dış politik argümanlarının tamamına, eğitim ve güvenlik politikalarına doğrudan müdahale ettiler. Hükümetlerin ya da yönetim biçimlerinin değişiyor olması sonucu değiştirmiyordu. Faiz sarmalından kurtulmanın tek yolu tasarruftu; ancak tasarruf yapabilecek gelire sahip halk kıtlığı çekiliyordu.

1945 sonrası, kapitalistlerin dünyayı ikiye ayırdıkları soğuk savaş dönemiydi. ABD-NATO merkezli darbeler kapitalizmin özgür ayağını tesis ederken, Rusya-Varşova- Çin merkezli kapalı devre sistemler tek tip sömürü ayağını inşa ettiler. Demir Perde ülkeleri, para kullanmadıkları için faizle baskı uygulayamadılar, ancak özgür(!) ülkeler faizle bütün insanları Demir Perde ülkelerinin standartlarında yaşattılar.

Sosyalist olduklarını iddia eden Demir Perde ülkelerinin sosyal devlet anlayışı ile özgür ülke olduklarını iddia eden kapitalist ülkelerin sosyal devlet anlayışı insanlara sağladıkları imkanlar dolayısıyla neredeyse aynıydı. Örneğin Türkiye, özgür bir ülkeydi; ancak ısınma, ulaşım, barınma problemleri hiç çözülmemişti. Buna karşılık bütün Demir Perde ülkelerinde ısınma, ulaşım ve barınma sorunları tamamen çözülmüştü.

1989’da Demir Perdenin çözülmesi, aşırı silahlanma yarışında NATO ve Varşova Paktlarına üye ülkelerin ekonomilerinin çökmesi ile başlamıştı. Demir Perde erirken, özgür ülkeler de artık darbelerle inşa edilmiş sömürü düzeninden beslenemez hâle gelmişlerdi.

Irak’ın 1991’de ve 2003’te iki kez işgal edilmesinin, katliamlarla kana boğulmasının tek sebebi kapitalist sistemin çöküşünü geciktirmekti. 11 Eylül Senaryosunun tatbik edilmesini izleyen yıllarda yine savaş vardı ve savaşa entegre olan bütün ülkeler faiz sarmalına takılmışlardı. IMF güçlü ülkelerin sömürü makinesi olarak konumlanmıştı ve küresel bankalar bütün ekonomileri sömürü düzeneklerine entegre etmişlerdi. Kredi derecelendirme kuruluşları yatırımlardan daha çok ilgili ülkenin faiz sarmalında sıkıştırılma boyutlarını belirliyorlardı.

Savaşlar, aşırı ve kontrolsüz harcamaları, aşırı harcamalar ücretleri etkiliyor ve finansman ihtiyacı, faiz maliyetini artırıyor ve sistem özel olarak üretilen bir döngüde psikolojik ve sosyolojik sorunları giderek karmaşıklaşan tek tip insan üretiyordu.

Yunanistan 2008’de başlayan ekonomik krizden güya kurtulmak için iflas eden ekonomisine finansal destek veren Almanya’nın Leopard tanklarını almak zorundaydı; derinleşen kriz hükümetleri devirirken, askerleri, polisleri, işçileri sokaklarda protesto yürüyüşlerine zorlayan da ‘Savaş’a ve dolayısıyla sömürüye karşı başkaldırma duygusuydu.

Türkiye’nin 20. yüzyılda yaşadığı savaşlar, askerî darbeler ve terör, sürekli zenginleşen bir kesimin hükümetleri belirleyecek bir güce kavuşmasını sağlarken, çalışan insanların giderek yoksullaşmasına, sürekli çalışsalar da zorunlu ihtiyaçlarını gidermekten âciz kalmalarına neden oldu.

Türkiye’nin 1946-47’de başlayan üyelik ilişkileri ile IMF, Türkiye ekonomisini sürekli bir baskı altına aldı. 1961’de, İlk Stand-by anlaşması yapıldı.  60 darbesinin hemen sonrasında IMF gibi bir soygun mekanizmasına bağlı kalacağı 52 yılın son 11 yılı, IMF ile ilişkileri dönüştürmeye yetti; borç almaktan borç vermeye dönen süreç Türkiye’nin maliye politikaları ile sağladığı tasarrufun bir sonucuydu. Mayıs 2013’teki son borç taksitinden sonra Türkiye, özgür bir zihinsel alan bulma fırsatını elde edecek.

Büyük ekonomik kayıplara neden olan terörü sonlandırmak üzere olan Türkiye, düşen faizlerle birlikte yeni bir sistem arayışında. Reel faizlerin enflasyon karşısında neredeyse sıfıra, hatta eksiye düşmüş olması, devletin tasarruf gücünü arttırırken, ekonominin faizlere karşı direncini de beslemiş oluyor. Ancak devlet, tasarruf ettiğinde halkın hareket alanı daralır, devlet halkın tasarruf edebileceği yeni bir sistem üretirken tasadduk mekanizmalarını da tartışmak zorundadır.

Nasıl bir tasarruf anlayışı, faizden kurtulmayı sağlayabilir? 
Kur’an’a tekrar bakalım:

“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” Kur’an/Furkan/67

“Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah tövbeye yönelenleri çok bağışlayandır. Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma!. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” Kur’an/İsrâ/ 25-27

Savaşlar sona erdiğinde faiz sarmalı bitecek, ekonomi kıtlık tanımlı açılımlardan tasarruf ve tasadduk merkezli bir dağılıma taşınacaktır. Dolar ve Euro genişledikçe genişleyen emisyon alanlarında toza dönüşürken, tasarruf edenler bu kaostan uyanacaklardır.


Ragıp Kefeci, Sonsuz Ark, 11.03.2013

Ragıp Kefeci Yazıları




İlgili Okumalar:

1- Seçkin Deniz, Beyaz Yakalı Gangsterler’in Kar Maskesi: IMF, 28.11.2008, Sistematik Analizler 79
http://seckindeniz.blogspot.com/2011/09/79-analiz-beyaz-yakal-gangsterlerin-kar.html

2- Dr. İbrahim Turhan- Dr. Lokman Gündüz, Türkiye-IMF İlişkilerinin Kronolojisi, MÜSİAD, Cep Kitapları 14

Seçkin Deniz Twitter Akışı