28 Temmuz 2017 Cuma

SA4650/KY57-AHCZD30: İslâm'ın Kavramları: Âhiret'e İman

"Âhirete iman, insan davranışları için bir yön ve hedef belirler. İnsan ancak nereden geldiği ve sonuçta nereye gideceğinin bilgisine sahip olduğu ölçüde kendisine bir gaye ve hedef belirleyebilir. Âhiret inancı aynı zamanda insanı Allah'ın çizmiş olduğu hudutlar dahilinde yaşamaya zorlayan bir kontrol mekanizmasıdır."


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren, modern tâğutlara boyun eğdirmeyen âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.


KUR'AN-I KERİM'E GÖRE ÂHİRET iNANCI

Bizi hidâyete erdiren ve kendine imân etme şerefini nasip eden, küfür ve şirkten nefret ettiren âlemlerin rabbi olan Allah’a kâinattaki zerreler adedince hamd’u senâ, üsve’i-hasene olan Resûlü Muhammed Mustafa’ya salât u selâm olsun.

GİRİŞ:

Yazıda sırası ile şu konular işlenecektir;

A- Âhirete İman
B- Kur’an’ı Kerim’de Âhiret
C- Kur’ân-ı Kerim’de Cennet Ve Cehennem
D- Kıyâmet Alametleri

Kur’ân‘da temel inanç olarak üç husus üzerinde durulur: “Tevhîd, Âhirete inanmak ve sâlih amel işlemek."[1]  Bununla beraber Kur’ân‘ın sunduğu tevhid sisteminin ise iki ana unsuru bulunmaktadır. Birincisi Allah’ın varlığı ve birliği, ikincisi âhirete imandır. 

Kur’an’da Allah inancından sonra en çok tekrar edilen âhirete iman meselesidir. Âhirete iman İslâmî düşünce içerisinde Allah’a imanın gereği olarak ortaya çıkar. Allah’a imanla âhiret gününe imanın Kur’ân’da çok sık ve birlikte zikredildiğini görürüz.( Bakara 2/126; Nisa 3/38- 39 ; Maide 5/69; Yusuf 12/37) Yine Kur’ân’da âhireti inkâr edenlerin Allah’ı da inkâr durumuna düştükleri vurgulanır.(Ra’d,13/5) Kur’ân’ın hedefi, Allah ve âhiret inancına dayanan ahlâkî bir toplum oluşturmaktır. Yirmi üç senelik gayretin amacı Tevhid inancını her türlü şirkten temizleme, âhiret inancını yerleştirme ve inanç ilkeleriyle ahlâkî bir olgunluk oluşturmaktır.[2]

Kur’ân’da âhiret gününden bahsetmeyen hemen hemen hiçbir sure yoktur. Kur’ân âhiret fikrini insanın düşünce ve kalbine bazen apaçık delillerle, bazen da örnekler vermek suretiyle yerleştirmeyi amaçlamıştır. Âhiret hayatından söz eden çok sayıdaki manası açık ayetler ile sahih hadisler âhiretin varlığını ispat eden, bu konuda şüpheye asla yer vermeyen nakli delillerdir.

İslâm’a göre herkesin iyilik ve kötülüğü ile hesaba çekileceği ilâhî mahkemenin kurulup ceza ve mükâfatların dağıtılacağı bir âhiret günü vardır. “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki ölüler iken sizi diriltti. Sonra sizi vefat ettirip tekrar diriltecektir. Daha sonra da ona döneceksiniz[3]”( Bakara 2/28) buyrulmaktadır. Âhiret gününe iman eden insan bu dünyada hesaba çekileceğini büyük küçük yaptığı her şeyden muhasebeden geçeceğini, mükâfat ya da ceza ile karşılaşacağı doğrultuda hayatını sürdürür.

Kur'an'ı Kerim'in beyanına göre, dünya helâk ve yok olduktan sonra, yeni bir âlem kurulacaktır. Ölülerin tekrar dirilmesiyle başlayacak olan bu alem, "yevmu'l-kıyâme" yani kıyamet günü olarak tavsif edilen kozmik olayla başlar. “Kıyamet Günü” (= yevmu’l-kıyâme) isim tamlaması ise, sonunda bütün insanların yeniden yaratılıp Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkartılacakları ve dünyada yaptıklarının hesabını verecekleri gün için kullanılmaktadır. Kıyamet Günü’nün başlangıcı, ayetlerde “Sâat’in kaim olduğu gün” (= yevme tekûmu’s-sâatu) olarak da ifade edilmektedir (Rum 30/12). Ayetlerden anlaşıldığına göre bu “gün” dünyanın son ve belki de en uzun günü, ve ebedî hayatın başlangıcının ise ilk günü olmaktadır.[4]

"Kıyam" mastarından türemiş olan Kıyamet; sözlükte, ayağa kalkmak, ayaklanmak, dirilmek, saygıyla beklemek gibi anlamlara gelmektedir.[5] Bu itibarla Kur'an, insanın gerek ölüm ötesine uzanan serüvenini ifade etmek ve gerekse, bu zaman ve mekâna yapılacak imanı bildirmek için, daha kuşatıcı olan Âhiret kavramını kullanmıştır.( Bakara, 2/4; Nisa, 4/38.)

Kıyamet bir terim olarak, içinde yaşadığımız evrenin ve onun bünyesinde yer alan dünyanın parçalanıp dağılması, her şeyin alt üst edilerek ayağa kalkması ve bütün şuurlu varlıkların dünyada sergiledikleri eylemlerin, iyi mi kötü mü olduğunu görmek üzere, Allah (c.c.)ın huzurunda keyfiyetini tam bilemediğimiz bir şekilde hesap vermeleri şeklinde tanımlanmıştır.[6] Bunun ne zaman olacağı bilinmemektedir. Ancak İslâmî naslardan anladığımıza göre, bir takım şartlar tahakkuk edip,[7] yeryüzünde Allah'a ibadet edecek kimse kalmadığında[8] Allah, sûra üfürülmesini emredecek ve sonuçta kıyamet kopacaktır. Kıyamet koptuktan sonra başlayan ve insan için ikinci bir yaşam mekanı sayılan bu âleme, Âhiret diyoruz.[9]

İnsan Kur'an'a inandığında, kendisinin dünyaya kulluk için gönderildiğini öğrenmekte (Zâriyât,52/56), başıboş bırakılmayacağını anlamakta ve böylelikle de hayatını düzene sokmaktadır. 

Nitekim Kur'an'da, "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız.[10] (Mü’minûn,23/115.) "İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır[11].”(Kıyâme,76/36.) açıklaması yapılmıştır. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, şu anda yaşadığımız dünya hayatı, Allah'ın dilediği zamana kadar da sürecek olan bu yaşam, ruhun bedeni terketmesiyle başka bir hayat tarzına, yani Âhirete dönüşecektir. Orada Allah, insanları ve cinleri aynı yerde toplayarak hesaba çekecektir.[12]

Dolayısıyla herkes, öldükten sonra dirilecek ve dünyada yaptığı amellerinden hesaba çekilecektir.( Zilzâl, 1-8.) Yine Kur'an'î ifadeye göre, kişi kıyamet gününün dehşeti karşısında, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır.( Abese,80/34,36.) Ve o gün nice yüzler, ağaracak, nice yüzler de kararacaktır.( Al-i İmran,3/106.) Nitekim, peygamber olmasına rağmen Hz. İbrahim bile, "İnsanların dirilecekleri gün beni mahcup etme.[13]" (Şuarâ,26/87.) şeklinde Allah'tan niyazda bulunmuştur.

Gerçekten de Kur'an incelendiğinde Onun Âhiret hayatına iman ilkesine büyük önem verdiği görülecektir. Belki de bu yüzden olacak ki, Kur'an, Âhirete iman etmeyi, Allah'a imanın hemen arkasından zikretmektedir. Nitekim 0, müminleri överken "Onlar Allah 'o ve Âhiret gününe inanırlar[14].” (AI-i İmran,3/114; Tevbe,9/44; Mücadele,58/22.) kâfir ve münafıklardan bahsederken de, "Onlar Allah 'o ve Âhiret gününe inanmazIar[15]” ( Bakara, 2/264; Tevbe, 9/29,45.) açıklamasını yapmaktadır.

Âhirete iman, insan davranışları için bir yön ve hedef belirler. İnsan ancak nereden geldiği ve sonuçta nereye gideceğinin bilgisine sahip olduğu ölçüde kendisine bir gaye ve hedef belirleyebilir.[16] Âhiret inancı aynı zamanda insanı Allah'ın çizmiş olduğu hudutlar dahilinde yaşamaya zorlayan bir kontrol mekanizmasıdır.[17]

Konunun daha iyi kavranılması için şöyle bir örnek verebiliriz: Dünya hızlı giden son model bir araba gibidir. Bilindiği gibi şoför, ani bir tehlike anında arabayı durdurmak isterse firene basması gerekir; böyle bir durumda freni olmayan araba nasıl ki insanı felakete götürürse, aynı şekilde Âhirete iman da, dünyanın sonu gelmeyen istek ve arzularını kontrol allına alma hususunda arabanın freni mesabesindedir. Buradan hareketle denebilir ki insanoğlunun dünya ve Âhiret mutluluğu ancak ve ancak Âhirete tam bir imanla gerçekleşeceği için, Allah (c.c), Kur'an'da ısrarla Âhirete imandan bahsetmektedir.[18]

A- ÂHİRETE İMAN

1- LÜGAVİ YÖNDEN AHİRET KAVRAMI [19]:

Âhiret, Arapça bir kelime olup, "EHR" kökünden gelmektedir. "Son, sonra gelen, sonraki anlamların da, sıfat olan  “âhir” kelimesinin müennesidir. Kur'an-ı Kerim'de "Âhiret günü", "Âhiret yurdu" gibi isimlerle isimlendirilen Âhiret; kıyametle birlikte başlayan yeni hayata verilen genel bir isimdir. Bu dünya hayatından sonra başlayacak olan yepyeni bir hayattır ki, mü'minler buna kesinlikle iman ederler. Nitekim Yüce Allah bu hususta;  "Onlar, sana indirilenlere, senden önce indirilenlere ve Âhiret gününe iman ederler[20]."( Bakara, 2/4.) buyurmaktadır. Bu dünyaya “neş'e-i ula” (ilk yaratma), Âhirete ise, “neş'e-i saniye” (ikinci yaratma) denir.[21]

2- KUR'AN'DA AHİRET KAVRAMI [22]:

Lügatte “ son, sonra gelen, sonraki” anlamlarına gelen “ahret” kelimesi, Kur'an terminolojisinde bazen “Âhiret yurdu” anlamında “ ed-Daru'l-Ahira” şeklinde geçer. İşte “ahret” kelimesi, Kur'an'da hem Âhiret yurdu için hem de Âhiret hayatı' için kullanılır. Yani, gerek insanın ölüm ötesine sarkan varoluşunun zaman ve mekanı, gerekse ölüm ötesine ait inancı ifade için “Âhiret” kelimesi kullanılmıştır.( Bakara, 2/4; Nisâ, 4/38.)

 “… kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır[23].” (Nisa, 4/136)

Kur'an-ı Kerim Âhireti-gelecekteki ebedî hayatı- anlatırken başka kelimeler de kullanmıştır. Bunlar, “el-Yevm” , "es-Sâ'a", "el-Hâkkatü", "el-Kâriatü" ve "el-Vâkıatü" gibi kelimelerdir. Şimdi bu kelimelerin ayetlerde nasıl kullanıldı­ğını örneklerle görelim[24]:

a) "Yevm” Kelimesinin Kullanılması: “O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de[25] ... " (Al-i lmran, 3/30.)

"Ey İnananlar! ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de iltimasın olmadığı gün gelmezden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kafirler zalimlerin ta kendileridir[26]" (Bakara, 2/254.)

“0 gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. Hepsi, tek ve kahredici Allah'ın huzurunda durur[27]." (İbrahim, 14/48.)

"O gün, inkar edip peygambere başkaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler ...[28]” (Nisa, 4/42.)

 "0 gün, kim azaptan alıkonursa, şüphesiz o kimse rahmete erişmiştir(Allah ona acımıştır). İşte apaçık başarı budur[29].” (En'am, 6/16.)

“İşte o gün, gerçek mülk, Rahman'ındır, (bütün hükümranlık yalnız O'na aittir} ve o (gün}, kafirler için çetin bir gündür[30]." (Furkan, 25/26.)

O gün, hesap günüdür:

" ... Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unuttuklarından dolayı onlara çetin azap vardır[31]" (Sad, 38/26.)

"Bu bir hatırlatmadır. Muttakiler için güzel bir gelecek vardır: Kapıları kendilerine açılmış adn cennetleri. Orada (koltuklara} yaslanarak bir çok meyve ve içki isterler. Yanlarında da bakışlarını yalnız (kocalarına} diken (kendileriyle} yaşıt dilberler vardır. İşte hesap günü için size söz verilen budur[32]." (Sâd, 38/49,53.)

O gün feth günüdür:

"De ki: "Fetih günü (gelince, şimdi) inkar edenlere (o zaman) inanmaları fayda vermez ve kendilerine mühlet de verilmez[33]. " (Secde, 32/29.)

O gün Cem' (toplantı) günüdür:

"Biz sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik ki, kentlerin anası (Mekke)'yi ve çevresinde bulunanları uyarasın; (vuku'unda} asla şüphe bulunmayan toplanma gününe karşı uyarasın. (O gün), bir bölük cennette, bir bölük ateştedir[34].” (Şûrâ, 42/7.)

O gün, Din (ceza) günüdür:

"Din gününün sahibidir.[35]" (Fatiha, 1/3.)

"0, sadece korkunç bir sesten ibarettir. Hemen onlar (dirilmiş olarak) bakıyorlardır. Vah bize bu din (ceza) günüdür derler[36]." (Saffat, 37/19, 20.)

O gün, hurûç (kabirlerden ölülerin çıkış) günüdür:

"O gün (İnsanlar) o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu (dirilip) çıkış günüdür[37]. "( Kâf, 50/42.)

O gün, Telâk (buluşma, karşılaşma) günüdür:

"Dereceleri yükselten; arş'ın sahibi (Allah), emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir ki buluşma, karşılaşma gününe karşı (insanları) uyarsın[38].” (Mü'min, 40/15.)

O gün, Tenâd (Çağrışma) günüdür:

"Ey kavmim, sizin için o çağrışma gününden korkuyorum[39]. " (Mü'min, 40/32.)

O gün, Âzife (kıyamet) günüdür:

"Onları Azife günü ile uyar. Zira (o gün), yürekler (korkudan adeta yerinden sökülüp) gırtlaklara dayanmıştır; (kederlerini) yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulan bir şefaatçileri vardır[40]" (Mü'min, 40/18.)

O gün, teğabün (davranıştaki kusurların ortaya konduğu) günüdür:

"Sizi cem (toplanma) gününde bir araya getirdiği gün, işte o gün teğabün günüdür[41]." (Teğabün, 64/9.)

O gün, hasret (pişmanlık, yakınma) günüdür:

"Onları hasret gününe karşı uyar ki, o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir halde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur[42]" (Meryem, 19/39.) [43]

b) "es-Sâ'a" Kelimesinin Kullanılışı:

Kur' an-ı Kerim' de Âhireti ifade eden başka bir kelime de "es Sâ'a" kelimesidir. Bu kelimenin özelliği birçok ayette de ifade edildiği gibi, bünyesinde anilik fikri taşımasıdır. Dolayısıyla Kur'an'ın da ifade ettiği gibi kıyamet aniden kopacaktır. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi bu anın gerçekleşeceği zamanı Allah'tan başka hiç kimse bilemez:

"İnsanlar sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar. De ki: O'nun bilgisi Allah'ın yanındadır. Ne bilirsin belki o saat yakın olur[44]. "( Ahzab, 33/63; Yusuf, 121107; Lokman, 31/34; Zuhruf, 43/85.)

 c) “el-Hakkatü” Kelimesinin Kullanılması:

"Gerçekleşen (el-Hakkatü) nedir o gerçekleşen? Gerçekleşenin ne olduğunu nerden bileceksin?[45] " (Hakka, 69/1-3.)

d)  "el-Kâriatü" Kelimesinin Kullanılması:

“(Başlara) çarpan, (yürekleri hoplatan) hadise; Nedir o çarpan hadise? O çarpan hadisenin ne olduğunu, sen nereden bileceksin?"[46] (Kâria,101/1-3.)

 e) “el-Vâkıatü" Kelimesinin Kullanılması:

"Olacak vakıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse çıkmaz. O alçaltıcı, yükselticidir[47]." (Vâkıa, 56/1-3; Kehf, 18/21)

“Kur'an-ı Kerim'in Âhiret konusunu işlerken kullandığı üslupta dikkatleri çekici bir yön bulunmaktadır. Söz konusu Âhiret olaylarının anlatımı sırasında diğer anlatımlardan farklı bir ifade ve anlatım biçimi kullandığı hemen hissedilebilmektedir. Çoğunlukla ilk dönemde gelen vahiylere ait olan bu üsluba ait ifadeler kısa fakat anlam bakımından yüklü ve gerilimlidir. Kur'an, muhatabı etkileyebilmek; onun dikkatini çekebilmek için yalın ifadeler yerine sanatlı bir üslubu seçer. Vahiy bu üslupla muhatapta vicdan! tepkiler uyarır, onun iç hayatında bir hareketlenme meydana getirir.[48] 

İşte Kur'an'da Âhiretle ilgili manzaralar da bu üslup ile ele alınmıştır. Haberden inşaya, tavsiften konuşmaya geçilir ve muhatap kendini sanki olayların cereyan ettiği sahne içinde bulur. Kur'an bu dünyada muhataba va'd ettiği Âhiret alemini anlatmıştır. Kur'an dilinde bu alem, sanki bizzat muhatabın gördüğü bir resim, adeta bir canlı, bir şahıs haline gelmiştir. Böylece bu ayetleri okurken, muhatap kah son derece heyecanlanır, kah tüyleri ürperir, kah korkuyla dolar, kah huzur ve güven duyar, kah ateşin yalımları ile sarılır, kah cennetin latif rüzgarlarını hisseder. Böylece va'd edilen günün gelmesinden önce, onu bu dünyada tanır.[49] 

Kur'an'da Âhiret için böyle sözünü ettiğimiz türden sanatlı bir üslubun kullanılmasının başka bir sebebi de; dünya aleminde iken farklı, henüz bilmediği bir alemi muhataba anlatma zarureti olabilir. Bilindiği gibi, ahin;t gerek fiziki, gerek sosyal ilişkileri alt üst ederek gelir ve insanın yaşayacağı yeni ortama kendi düzenini getirir. Bu yeni alem dünya hayatından farklı olarak, zaman, mekan gibi boyutları değiştirerek gelecektir.”[50]

3- KUR'AN DA ÂHİRET AHVALİ:

Kur'an'ı Kerim'den önceki semavi kitaplar, gerek otantik gerekse apokrif kabul edilen nüshalarında, Âhiret inancına yer vermekle beraber, bu konu hiçbir zaman Kur'an'da yer aldıgı şekliyle etkileyici ve kapsayıcı değiIdir. [51]

Bu alemin ve varlıkların yok olması (kıyamet), insanların yeniden dirilmesi (ba's), sorgulama, amellerin hesaba çekilmesi, haşr, şefaat, mlzan, cennet, cehennem gibi hususlar Âhiret aleminin meselelerindendir. Şimdi Kur'an ışığında bu hususları açıklayacağız.

a) Kıyamet:

Âhiret alemi  "sur" denilen ve mahiyeti bizce bilinmeyen bir şeyi üflendikten sonra meydana gelecek çok şiddetli bir gürültü ile başlayacağı bildirilmektedir. "Nefha-i Ula" da denilen bu olayla birlikte göklerde ve yerde bulunan tüm canlılar ölecek, bu suretle dünyanın durumu değişecek, göklerin düzeni bozulacak, yer yerinden oynayacak her şey alt üst olacak, bu merhaleden sonra bambaşka bir alem vücuda gelecektir. Ebedî hayatın başlangıç noktasını teşkil eden uhrevî alemin meydana gelişindeki bu fevkalade olayı, kıyamet hâdisesini, Kur'an-ı Kerim Tekvir suresinde:

"Güneş büzüldüğü ... , yıldızlar kararıp döküldüğü ... , dağlar yürütüldüğü ... , on aylık gebe develer başı boş bırakıldığı ... , vahşi hayvanlar bir araya toplandığı ... , denizler kaynatıldığı ... , nefisler çiftleştirildiği ... , (ruhlar bedenlerle yahut amelleriyle birleştiği), diri diri toprağa gömülen kızın hangi günahla öldürüldüğünün sorulduğu ... , (amel) defterleri açılıp yayıldığı ... , gök sıyrılıp açıldığı ... , cehennem alevlendirildiği ... , cennet yaklaştırıldığı zaman .. " (Tekvir, 81/1-13.) diyerek en çarpı­cı bir şekilde tasvir ettikten sonra şu ikaz ve hatırlatmalarda bulunmaktadır.

"Allah ki, O'ndan başka tanrı yoktur. Sizi, vukuunda asla şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır[52] ... " (Nisâ, 4/87.)

"Sur'a üflenir, göklerde ve yerde olanlar ölür. Ancak Allah'ın dilediği kalır.[53]” (Zümer, 39/68.)

"Her şey helak olacaktır, ancak O'nun zatı baki kalacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. " (Kasas, 28/88.)

"Sonra tekrar Sur' a üflenir, birden onlar kalkarlar, bakarlar (bekleşirler)" (Zümer, 39/68.) 

Bu kalkma ve bekleşme, Âhiret hayatının başlangıç noktasıdır. Bundan sonra meydana gelen olaylara, uygulanan işlemlere Âhiret ahvalî denilmektedir. İkinci "nefha" ile başlayıp sonsuz olarak devam edecek olan zaman içerisinde haşir, mizan, şefaat, sırat ve nihayet, cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin ise cehenneme gidişleri gerçekleşecektir.[54]

b) Ba's (Yeniden Diriliş):

Ebedi hayat olan Âhiret hayatını yaşamak için insanın, öldükten sonra dirilmesi gerekir. Kur'an-ı Kerim'de bu husus hakkında varid olan ayetlere göre tekrar dirilme muhakkak olacaktır.

Sûra ikinci defa üflenmesi ile kabirlerinde bulunan tüm insanlar ile sair canlılar, “bir tohumun yeşermesi, bir tomurcuğun filizlenmesi" gibi(Kaf, 50/9-11.) dirilecek ve bulundukları yerlerden kalkacaklardır. Bunda asla şüphe edilmez. Çünkü Âhirete iman, öldükten sonra dirilmeyi kabul, etmekle tamamlanır. 

"Ba'sü ba'de'l-mevt"in hak olduğunu, yoktan var edildiğini bilen her aklı başında kişi kabul eder. Zira yoktan var eden Allah için, ölmüş olanı diriltmenin zor olmayacağını bilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu konuda tereddütü olanlar, hatta Übey b. Halef gibi bir kemik parçası elinde olduğu halde Peygamberimize gelip, "bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyenler için bir çok delil bulunmaktadır. İşte onlardan bir kaçı:

"İnsan, bizim kendisine nasıl bir nutfe (sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O size ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır. O'nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol" demektir hemen oluverir." Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet O, her şeye kadirdir[55]. " (Ahkaf, 46/33.)

"Görmediler mi Allah nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iade ediyor (dönüp yeniden yaratıyor). Bu, Allah'a göre kolaydır. De ki: Yeryüzünde gezin, bakın yaratmağa nasıl başladı, sonra Allah, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah, her şeyi yapabilendir.[56] " (Ankebut, 29/19-20.)

"İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan (bir sudan). O (Allah), onu tekrar döndür(üp yarat)mağa kâdirdir.[57] " (Târık, 86/5-8.)

 "İnsan başı boş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Rabbi onu) yarattı, ona şekil verdi. Ondan iki çifti, erkeği ve dişiyi var etti. Şimdi bunları yapan Allah'ın, ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?. [58]" (Kıyame, 75/36-40.)

Kur'an-ı Kerim bu apaçık delillere rağmen onu kabullenmeyenlerin bulunduğunu, bulunabileceğini de belirterek onları ölü, sağır, kör olarak nitelemekte ve şöyle demektedir: "Sen, ölülere işittiremezsin, arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Ve sen körleri düştükleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola· döndüremezsin. Sen ancak ayetlerimize inananlara duyurabilirsin ve onlar derhal Müslüman olurlar[59]. "( Neml, 27/80, 81)

c) Haşir;

Haşir, ölülerin tekrar dirilip mahşere çıkarılması, sevk edilmesi demektir. İnsanların mahkeme edilmeleri için toplanacakları yere de mahşer denir. 

"İnsanlar o gün alemlerin Rabbı olan Allah'ın huzuruna çıkar” (Mutaffifin, 83/9.) ve uçsuz bucaksız bir meydanda toplanırlar. Ama herkes kendi derdiyle meşguldür, birbirine bakamazlar. Zira "O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün herkes kendi derdine düşer. O gün bazı yüzler aydınlıktır, gülmekte, sevinmektedir. Ve bazı yüzler ise (o gün) tozlanmış ve onları karanlıklar bürümüştür. İşte onlar kafirler ve facirlerdir[60]. " (Abese, 80/34-42)

Kur'an-ı Kerim'de haşir günü; şu şekilde tasvir edilmiştir: 

"Sûr'a üfürülür; işte bu, geleceği va'dedilen gündür. (0 gün) herkes, beraberinde sürücü ve şahid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere) gelmiştir[61]. (Kaf, 50/20, 21.)

"O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür[62]."( Hud, 11/103.)

"Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o aldatma gündür ... " (Teğabün, 64/9.)

Mahşer meydanında herkes bir araya getirilip toplanacak ve yaptıklarının hesabı sorulacaktır. O gün kötülerin aldandığı, iyilerin de haklı olduğu ortaya  çıkacaktır. Bu zikredilen ayetteki “yevmü 't-teğabün" ifadesine "kar-zarar günü" anlamı da verilmiştir.

O gün Allahu Teala bütün mahlûkata, "bugün mülk kimindir?" diye hitap edecektir. Yüce Allah'ın bu sorusuna hiçbir varlık cevap veremeyecek ve Allah kendi cevap vererek, "mülk, Kahhar olan Allah'ındır" buyuracaktır. 

Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 

"O gün, onlar (kabirlerinden dışarı) çıkarlar; Onların hal ve amellerinden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. (Allah şöyle buyurur): "bugün mülk kimindir?” (hiç kimse buna cevap veremez ve yine Allah): "Mülk Kahhar olan Allah'ındır" buyurur[63]. (Mü'min, 40/16.)

d) Hesap ve Mizan:

Haşir meydanındaki uzun bekleyişten sonra ilahi adaletin tecelligâhı olan ve adına "mîzan" denilen büyük mahkeme, (mahkeme-i kübra) kurulacaktır. "Kirâmen Kâtibîn" tarafından yazılmış bulunan her kula ait amel defteri, o gün açık ve anlaşılır bir kitap halinde ortaya getirilecektir.

 "Her nefis yaptığı her bayrı ve yaptığı her kötülüğü (o kitapta) hazır bulur".( Al-i lmran, 3/30,) 

"O gün asla zulüm yoktur." (Gafir, 40/17.) 

"Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür ve zerre kadar şer işlerse onu görür." (Zilzal, 99/7-8.) 

"Her insanın günahı boynuna vurulacak ve ... kitabını oku, bugün kendi nefsin, kendine hesapçı olarak yeter .. " (İsrâ, 17/14.) denilecek, arkasından da bazılarının ki sağdan, bazılarının ki ise soldan olmak üzere herkesin kitabı kendisine verilecektir. 

"Kitabı sağından verilenler, "Alın, kitabımı okuyun, doğrusu ben hesapla karşılaşacağımı sezmiştim zaten" der. "Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir bahçede memnuniyet verici bir hayat (ortam) içindedir ... Kitabı sol tarafından verilen ise "keşke kitabım verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu" bilmeseydim, keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı. Malım beni kurtarmadı, gücüm, saltanatım benden yok olup gitti der " (Hakka, 69/19-29.) ve son pişmanlığın fayda vermediğini anlamış olarak cehenneme sevkedilir.

Bu arada çarptırıldıkları cezaya itirazda bulunanlar, bu cezayı hak edecek kötü bir fiilinin olmadığını ileri sürenler de olacaktır. Ancak onların bu itirazlarına karşı kendi azaları (organları) aleyhlerine şahadette bulunacaktır: 

"Allah'ın düşmanları o gün toplanıp hep birlikte cehenneme sevk olunurlar. Oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhlerine şahitlik ederler. Derilerine "niçin aleyhimize şehadet ettiniz?" (derileri), "her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. Sizi de ilk defa O yarattı, yine O'na gönderiliyorsunuz derler. " (Fussilet, 41/19-21.)

 "İşte o gün insanların, ağızları mühürlenir, fakat elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder" (Yasin, 36/65.) 

"Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahitlik ettikleri gün, onlar büyük azaba uğ­rayacaklardır. " (Nur, 24/24.) 

"Biz kıyamet günü için adaletle tartan teraziler koyacağız. Artık hiç kimseye hiç bir suretle zulmedilmeyecektir. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında da olsa, onu tartıya koyacağız. Amellerin hesabını yapmak için biz yeterliyiz." (Enbiya, 21/47.) 

"Kıyamet gününde amellerin tartılması haktır. Kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse işte onlar kurtulanlardır. Kimin de tartılan hafif gelirse işte onlar da, ayetlerimize yaptıkları haksızlık sebebiyle, kendilerine yazık edenlerdir." (Araf, 7/8-9.) 

"Mizanda iyilikleri hafif gelenler, kendilerine yazık edenlerdir. Onlar cehennemde kalanlardır" (Mü'minûn, 23/103.)  

"Çok süratli olarak görülecek bu yargılamada o gün, hiç kimseye asla zulüm yapılmayacaktır." (Gâfir, 40/17; Ra'd, 13/41.)[64]

Kıyamet gününde hak sahipleri arasında hesaplaşma da olacaktır. Bu husus Hz. Peygamberin hadisleri ile sabittir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır "Kimin Müslüman kardeşinde zulümle alınmış bir hakkı varsa, dinar ve dirhemin (paranın) bulunmayacağı kıyamet gününden önce onunla helallaş­sın. Helallaşmadan ölür ise iyi bir ameli varsa, zulmettiği kadar alınıp hak sahibine verilir. Eğer yeterince iyiliği yok ise bu defa hak sahibinin günahı alınır ve hak yiyen zalime yükletilir. " (Buharî, K. Mezâlim 10.) 

Bu duruma düşen kişiyi Hz.' Peygamber (s.a.v) gerçek müflis (iflas eden) olarak nitelemekte ve şöyle demektedir: "Müflis kimdir bilir misiniz? Şüphesiz gerçek müflis, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna namaz, oruç ve sadaka gibi iyi amellerle geldiği halde hak sahiplerine hasenatı, iyilikleri dağıtılan kimsedir. Eğer bu kişinin iyilikleri tükenir de hak sahiplerinin hakkını karşılayamazsa (bu defa) onların hataları alınıp, hak yiyen zalimin üzerine yükletilir; sonra da cehenneme atılır. İşte asıl müflis budur." (Müslim, Kitâbu’l- Birr, 60.)

e) Sırât:

“Âhiret konusunun sonunu oluşturacak olan cennet ve cehennem bahsine geçmeden önce ele alınması gereken konulardan biri de "sırat"tır. Akaid alimleri, Meryem Suresinin 71. ayetini sırat için delil olarak kullanmaktadırlar. ancak ayette sırat (yol) sözcüğü bulunmamaktadır:

 "İçinizden hiç biri istisna edilmeksizin, hepiniz oraya varacaktır. Bu Rabbinin katından kesinleşmiş bir hükümdür." [65]

f) Şefaat[66]:

Kur’an’ı Kerim’de değişik surelerde kullanılan şefaat sözcüğü fiil, mastar ve sıfat fiil olarak tam otuz bir kez geçmiştir.[67]

“O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir?” (Bakara,2/255)

“O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta ha, 20/109.)

" ... Onlar, (Allah'ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve O'nun korkusundan titrerler" (Enbiya, 21/28.)

"Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekemez (borcunu ödemez); kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz" (Müddessir, 74/48)

“İslam dini bütün yanlış, bâtıl itikatları temelinden yıkar ve Allah nezdinde şefaatin ancak Allah’ın izniyle olabileceğini bildirir. Yoksa hiçbir şefaat kâr etmez. Kâr edecek ve işe yarayacak bir şey varsa, kendi amelidir ve kendi iyiliğidir. Onun için şefaat ve bütün şefaat, yalnız Allah’a aittir ve bunu yalnız O’ndan beklemek haktır. Birtakım putlara, adaklara, meleklere, kullara, hurafelere aldanarak veya güvenerek şefaat beklemek boş bir hayaldir. Ve insanların bu hayal ile oyalanmaları tam manasıyla sapıklık ve müşrikliktir. İslam dini müşrikliğin bu çeşidini de baltalar.”[68]

İbn Teymiye’ye göre de şefaat Peygamberin duasına, Allah’ın icabet etmesidir.[69]

“Allah’ın şefaat için kimlere izin verdiği veya vereceği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü bu Rabbimizin bileceği bir konudur. Şu kadar var ki, şefaati yardım etmek, birinin zarardan kurtulması için dua etmek, iyi bir şeye öncülük manasıyla alırsak, müminlerin ve sâlih insanların diğer kimseler hakkındaki dualarını, şehitlerin ve çocukların yakınlarına dua etmelerini, peygamberlerin ümmetleri için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz. Şefaati, bir kimseyi azaptan kurtarmak için Allah’a aracı olmak şeklinde düşünürsek; bu, olmayacak bir şeydir. Hiç kimsenin-kendisi himmete muhtaç- bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi, gücü de yoktur.”[70]

“Kim kendini günahlardan arındırır, gücü ölçüsünde iman eder ve güzel davranışlarla kendini değiştirip düzeltirse, Allah katında kendisinden hoşnut olunan, makbul bir kul olur, gücünü aşan hususlardan sorumlu tutulmaz. Kim böyle yapmazsa Allah’ın gazabını celbeder ve O’nun engin hoşnutluğundan mahrum kalır. Ahiret boyutunda ise, dünyada iken başvurduğu araçlardan hiçbiri geçerliliğini koruyamayacaktır. Ne kendisine daha önce sığındığı dostların dostluğu, ne veliler, şefaatçilerin arka çıkmaları ve ne de daha önce sahip olduğu servet ve zenginliği kendisini yaklaşan azaptan kurtarmak için yeterli olup işe yaramayacaktır. İnsanlar ahirette ancak kendi amellerinin karşılığını görecektir.”[71]

Bu durumda Fatiha Suresi’nde sürekli okuyup tekrarladığımız, “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”( Fatiha 1/5.) ayetinin, tevhit anlayışını temellendirmede ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bir kez daha hatırlamış olalım.

Bu konuda Hz. Muhammed (sav) İslam toplumuna örnek bir davranış bırakmıştır. O, en yakın akrabasını toplayarak Allah’ın emrini tebliğ ettikten sonra onlara şunları söylemiştir: “Amel ediniz, çünkü ben Allah’tan gelecek bir şeyi sizden savamam. (...)”[72] Buna göre ahirette kurtuluş yolu kişinin kendisini imanla ve salih amelle temizlemesidir[73]. Orada insanın kendi amel ve davranışları ile Allah’ın rahmetinden başka sığınılacak bir vasıta bulmak mümkün gözükmemektedir[74].

B- KUR’AN-I KERİM’DE AHİRET

Kur’an’da Ahiret halleri ile ilgili oldukça bilgi vardır.

a- Ahiret hayatı ile dünya hayatı arasında sûr’a üflenmesi (yaygın kullanımı ile kıyametin kopması) vardır; “Sûr’a üfürülür; işte bu söz verilen gündür” (Kaf, 50/20).17 

Bu dünya düzeni sûr’a ilk üflendiği anda bozulacak, insanlar bayılacak, ardından ikinci üfleme ile insanlar ayağa kalkacak ve toplanacaklar; “Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar ve yerde olanlar çarpılıp bayılmıştır. Sonra ona bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar” (Zümer, 39/67-68).[75] O andan itibaren artık ‘soy’ bağı yoktur, kimse birbirine bir şey soramaz (Mû’minûn, 23/101).

 “Kıyametin kopması” olarak bilinen es-sâ’at’tan itibaren kozmik düzenin bozulacak ya da yok olacaktır; “Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp toz duman haline geldiği zaman siz de üç sınıf olursunuz…” (Vâkıa, 56/5-7).[76] Allah’ın bu dünya için belirlediği sürenin sonunda (ki kıyamet vaktini O’ndan başka kimse bilemez ‘Fussilet, 41/47’) kainat ve dünya düzeninin bozulma anına Kur’an’da es-sâ’at, bundan sonra insanların hesap vermek için kalkacakları ana da yevmu’l-kıyame (kalkış günü) denir.

Dünyada yaşamış bütün insanlar, Allah’ın kudretiyle toplu olarak yeniden diriltilecekler (ba’s); “Gözleri düşmüş halde, yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar. İnkarcılar çağırıcıya boyunlarını uzatarak: ‘Bu zorlu bir gündür’ derler.” (Kamer, 54/7-8).[77] Allah, dağılmış kemikleri nasıl tekrar toplar ve yeniden diriltir (Yâsîn, 36/77-78) diye merak edenlere karşı, yoktan yaratan Allah, elbette dağılmış olanları da yeniden yaratabilir (Yâsîn, 36/79). Bu, Allah’ın tek bir kişiyi yaratması gibidir (Lokmân, 31/28). 

Daha sonra ikinci kez sûr’a üflenmesiyle birlikte mükafatlandırılmak ya da cezalandırılmak amacıyla hiçbir kimse bırakılmaksızın insanların hepsi bir araya getirilecek ve dizi dizi Rablerine sunularak (Kehf, 18/47- 48), ‘Allah’ın huzuruna’ çıkartılacaktır ‘haşr’ (Yâsîn, 36/32).21 Mahşerde O günün ağırlığından ve ciddiyetinden insan ‘kardeşinden, ana-babasından, eşinden ve oğullarından’ kaçacak (Abese, 80/34-36), insanlar kendilerini dünyada aldatanlara düşman olacak (Ahkâf, 46/6), zalimler aşağılanmış bir durumda (Meâric, 70/44), boyunlarını uzatmış, başlarını dikmiş bir halde bakışları ve yürekleri boş bir halde, adeta akıbetlerinin üzüntüsü ve bunalımı içerisinde olacaktır (İbrahim, 14/43). Onların yüzleri karanlık bir gece parçası kadar simsiyahtır (Yunus, 10/27). Ancak Allah’a itaat etmiş ve yararlı iş yapmış olanlara gelince onların yüzlerinde ne bir karalık vardır ne de horluk vardır (Yunus, 10/26), onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecekler ( Şûrâ, 42/68) ve Allah onların (dünyada başkalarının kötülüklerini öreterek affettikleri gibi) kötülüklerini örterek ebedi olarak kalacakları cennetlere koyacaktır (Teğâbûn, 64/9). Bütün bu kıyamet sahnelerinin olacağına dair hiçbir şüphe yoktur (Hac, 22/7).[78]

b- Adalet, yargı ve hesaplaşma, ahiret olgusunun en önemli unsurlarıdır. Sorumluluk sahibi her insan tek tek dünyada yaptıklarından (veya yapması gerekip de yapmadıklarından) hesap verecek: “Rabbin onların hepsine işlerinin karşılığını tam ödeyecektir; O onların yaptıklarından haberdardır” (Hûd, 11/111).[79] Orada herkes dünyada yaptıklarının ‘sağında ve soluna oturan iki melek’ tarafından kaydedilmiş olduğunu görecek (Kaf, 50/17-18), bütün yaptıklarının mevcut olduğu amel defterini ‘sağından veya solundan’ alacak (Vâkıa, 56/8-9)[80] ve nihayetinde amelleri mizanda tartılacaktır:

“Kıyamet günü teraziler kuracağız; hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmayacak. Hardal tanesi kadar olsa bile (yapılanı) ortaya koyarız…” (Enbiya, 21/47).[81] O gün kimsenin gizlediği bir şey olmaz (Târık, 86/10), küçük-büyük her şey hesaba tabidir (Kamer, 54/52-53). Hesap öylesine dakik ve adil olacak ki (dünyada yalan söylediği durumlar vaki olduğu için) insanların ağızları mühürlenecek, onun yerine elleri ve ayakları yaptıklarını anlatacak (Yâsin, 36/65), kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında tanıklık edecek (Fussilet, 41/20). O gün, kimse kimsenin yükünü çekmez, günahını paylaşmaz (En’âm, 6/164; İsra, 17/15). 

(Dünyadayken) Ahireti inkar edenler, inkarlarından dolayı ateşin önünde durdurulduklarında dünyaya tekrar dönüp iman etmek için: ‘Rabbimiz, gördük ve işittik; artık bizi dünyaya geri çevir de iyi iş işleyelim; artık gerçeği biliyoruz’ deseler de onların bu tenasüh istekleri reddedilerek dünyaya geri döndürülmeyeceklerdir (Bakara, 2/167; En’âm, 6/25-28; Secde, 32/12). Onlara amel defterleri solundan verilecek (Secde, 84/10-12) ve pişmanlıklar içinde (kendi elleriyle) yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu görecekler. Fakat geri dönüşün olmadığını anlayınca; ‘Keşke ben toprak olsaydım’ diyecekler (Nebe’, 78/40). Az sonra girecekleri cehennem adeta onlara yaklaştırılmıştır, ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır (Mü’minûn, 23/104). Diğer taraftan o gün, mümin erkek ve kadınlar adeta çevrelerini aydınlatan bir nurla hareket ederler (Hadîd, 57/12). Onlara amel defterleri sağından verilerek ‘Size selam olsun’ denecek (Vâkıa, 56/90-91), onların hesabı kolay olacak ve onlar ehline, arkadaşlarına ve yakınlarına sevinçle, müjdeyle döneceklerdir (İnşikâk, 84/7-9). Onlara Rablerinden bağışlama ve büyük ödül vardır (Mâide, 5/9). Onların iyilikleri on katı ile mükafatlandırılır (En’âm, 6/160). Onlar hesabı güzel verdikleri için yüzleri ağarmış, Allah’ın rahmet ile sevinmişlerdir (Al-i İmran, 3/107).

c- Ahiret hayatının en önemli unsurlarından birisi de ödüllendirme (cennet) ve cezalandırmadır (cehennem). “Allah, inanıp yararlı işler yapanları, yamaçlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Kafirler (dünyadan) yararlanırlar ve hayvanların yedikleri gibi yerler. Oysa, onların varacağı yer cehennemdir” (Muhammed, 47/12). Cennet, Kur’an’da 147 defa kullanılmıştır. Allah’ın adalet ve merhamet sıfatlarına taalluk eder. Allah, inanan, haramdan ve itaatsizlikten sakınıp salih amel işleyen kullarının amellerinin karşılığını vereceği gibi, onlara fazladan da nimet vereceğini bildirmiştir.[82]

C- KUR’ÂN-I KERİM’DE CENNET VE CEHENNEM

Cennet, insanın hür iradesiyle ‘Allah’a inanıp yayarlı işler yapanların’ (Bürûc, 85/11), ‘tartısı ağır gelenlerin’ (Kâria, 101/6-7), Allah’a karşı saygılı olanların (Kaf, 50/31) karşılığıdır. Orası ‘ebedi olarak kalınacak’ bir yurttur (Kehf, 18/107)[83]. Cennetliklere cennet kapısı açıldığında, bekçi onlara: ‘Selam size, hoş geldiniz! Ebedi olarak kalacağınız şu cennete giriniz’ der (Zümer, 39/73; Zuhruf, 43/69). 

Cennetlikler, (kendilerinden daha iyi derecede ödüllendirilmiş olanları kıskanmasınlar diye) gönüllerinde kin adına ne varsa sökülüp çıkartılmış bir vaziyette (A’râf, 7/43), esenlik ve dirlik içinde (Furkan, 25/75), altından ırmaklar akan cennetlerin gölgeliklerinde, bahçelerinde ve pınar başlarında oturur, eğlenceyle meşgul olur, boş ve yalan söz işitmez, eşleriyle birlikte sıra sıra yastıklarda, serilmiş yumuşak tüylü halılarda ve tahtlarda kurularak istedikleri meyveleri yer, baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehlerden, misk kokusu olan mühürlenmiş saf içecekleri içerler (Yâsin, 36/55-56)[84]. 

Onlara canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey verilir (Zuhruf, 43/71). Orada maişeti temin etme derdi yoktur, herkes rızkını sabah akşam hazır bulur (Meryem, 19/62). Onlar orada altın bilezikler, inciler ve değerli taşlarla süslenir, ipek elbiseler giyerler (Fâtır, 35/33; Vâkıa, 56/15-16). Kadın olsun erkek olsun her insan inanıp salih amel işlerse ona öte dünyada hoş bir hayat vardır (Nahl, 16/96; Kâria, 101/6-7).

Cehennem ise Allah’ın buyruklarına uymamanın karşılığıdır. Kur’an’da 77 yerde geçmektedir. Cehennem Allah’ın adalet sıfatının gereğidir. Cehennem ve oradaki ceza çeşitleri, özellikle Mekkî surelerde oldukça yoğun olarak yer almıştır. Bunların caydırıcılığa yönelik olması ihtimal dahilinde olsa bile (İsra, 17/60; Zümer, 39/16), Allah’ın adaleti gereği insanların nankörlüklerinin cezalandırılacağına inanıyoruz. Zira bu konuda öyle çok ayet vardır ki bütün bunların sadece korkutmaya yönelik olduğunu düşünmek veya mecazi olduğunu iddia etmek mümkün değildir. 

Kur’an’da cennet tasvirlerinde olduğu gibi cehennem tasvirlerinde de müşahhas ifadeler vardır: 

“Yakıcı ateşin ne olduğunu bilir misin?(O ateş) insanın derisini kavurur” (Müddessir, 74/27, 29)[85] Bununla birlikte Cehennem azabı sadece maddi değildir. “Yüzlerin kararması” (Âl-i İmrân, 3/106.), “zillet”( Yunus, 10/26-27.) ve “pişmanlık”( Bakara, 2/167.) gibi manevi azaplar da vardır.
Cehennem, Allah’ı yalanlayanlar içindir (Müzzemmil, 73/11-13). Onlar, amel defterlerindeki günahların ve kötülüklerin çokluğundan dolayı kitaplarını soldan alacaklar.[86] 

Bu ise onların akıbetinin cehennem olacağının habercisidir. Onlar cehennem azabını tattıklarında: ‘Rabbimiz, bizi çıkar; yaptığımızdan başka yararlı iş yapalım’, diye bağrışırlar. Ama onlara; “sizi öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadın; zalimlerin yardımcısı yoktur” denecektir (Fâtır, 35/37). 

İnkâr edenler cehennemde azabın hafifletilmesi için yalvaracaklar. Ancak kendileri, dünyadaki uyarıcıları (peygamberleri veya kainattaki ayetleri) hafife aldıkları için bu yakarışları boşa çıkacaktır (Mü’min, 40/49-50). Cehennemdeki azabın şiddetine katlanamayan zalimler, hiç değilse ölümü isteyecekler, ancak bu istekleri de geri çevrilecektir (Zuhruf, 43/77- 78). Bütün bu yapılanlar onlara zulüm değil, bilakis onların dünyada kendi iradeleriyle yaptıkları günahların, nankörlüklerinin ve küfürlerinin neticesidir (Yâsin, 36/54). Dolayısıyla kendilerine böyle bir son hazırlayarak zulmeden aslında yine kendileridir. Allah, sadece vaat ettiğini yerine getirmekte. “…İşte bu size söz verilen cehennemdir. Bugün inkarcılığınıza karşılık oraya girin…” (Yâsin, 36/63- 64).[87]

D- KIYÂMET ALÂMETLERİ[88]

İslâm inancında önemli bir ağırlığı olan âhirete îman, Müslümanların zihin dünyasında önemli bir yer tutmuştur. Âhiret hayatının nasıl olduğu, âhirette insanların durumu, cennet ve cehennem gibi alt başlıkların yanı sıra, âhiretin başlangıcını teşkil eden kıyâmet konusu da Müslümanların meraklarını celbetmiştir. Kıyâmet, âhiret hayatının başlangıcını, dünya hayatının ise sonunu ifade etmektedir.

Geleceği Kur’an ayetleriyle sâbit olan kıyâmet ne zaman ve nasıl gerçekleşecektir?

Genel olarak “Kıyamet alametleri” diye isimlendirilen bu olaylardan bazıları Kur’an-ı Kerim’de bildirilmektedir, diğer bazıları da Hz. Peygamber’den (s.a.v.) nakledilen bazı hadislerde bildirilmektedir.[89]

Kur’an, kıyâmetin kopacağını kesin olarak bildirmiş, Hz. Peygamber de, kendisine yöneltilen sorular üzerine kıyâmet hakkında bilgiler vermiştir. Ancak bu konuda gerek Kur’an’ın, gerek Hz. Peygamberin verdiği bilgiler, kıyâmetin kopacağı zamana netlik getirmek yerine, sadece bunun yakın olduğunu bildirmekle yetinir. Kur’an[90] , zaman bildirmekten ziyâde, kıyâmetin başlangıcı ile birlikte meydana gelecek olan olağanüstü olaylardan bahsetmektedir.[91]

يَا رَسُولَ اللهِ مَتَى السَّاعَةُ؟ قَالَ: «وَمَا أَعْدَدْتَ لِلسَّاعَةِ؟»

Müslim’in rivayetinde, Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e bir adam gelir ve:
“–Yâ Rasûlallâh! Kıyâmet ne zamandır?” dedi. Efendimiz (sav):
“–Kıyamet için ne hazırladın?” cevap ve sorusunu unutmamak gerekiyor. (Müslim, Birr, 163,H.No:2639)

“Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair sorularına, kesin bir cevap alamayan Müslümanlar, kıyâmetin yaklaştığını gösteren işaretlerin var olup olmadığı düşüncesine yönelmişler ve Hz. Peygamber’e bu konularda sorular sormuşlardır. En azından hadis kültürümüz bize bunu söylemektedir.” [92]

SONUÇ

Ölüm korkusu nasıl insanın en temel korkusu ise, ölümsüzlük ya da sonsuzluk arzusu da en temel arzusudur. İnsanda gerçek bir ebedi yaşama, sonsuzca yaşama isteği vardır. Bir olgu olarak ölümün evrenselliği ne ölçüde gerçekse, bir duygu ve arzu olarak ölümsüzlük isteği de o ölçüde evrensel bir psikolojik gerçektir. Hz. Adem’i Allah’ın buyruğu dışına çıkmaya ve Şeytan’ın telkinleri altında davranmaya sürükleyen de bu arzunun tâ kendisidir ( A’raf 7/20; Taha 20/120).

Küçük ya da büyük her iş ve davranışının hesabını kıyamet günü Allah’ın huzurunda vereceği bilgi ve inancına sahip kimse üzerinde bunun etkisi, davranışlarını içsel bir kontrole tabi tutma ve derin bir sorumluluk duygusu içerisinde hareket etme şeklindedir. Bu dünyada gerçekleşmesi imkânsız gözüken mutlak adaletin öteki dünyada yerini bulacağına dair inanç, hayatı katlanılır kılmakta, insanın erdemli olma çabalarının boşa çıkmayacağı ümidini canlı tutmaktadır. Bu dünyada yaşanan bütün farklılıkların, ihtilafların anlam ve gerçeğinin ortaya çıkacağı, tüm hakikatin eksiksiz anlaşılacağı bir günün beklenmesi, kişilerarası ilişkilerde tahammül ve hoşgörüye önemli bir dayanak oluşturmaktadır.[93]

Âhiret hayatının ispatı her şeyden önce Allah'ın varlığını ispat ve kabul etmeye bağlı bulunmaktadır.  Denebilir ki, Âhiret inancı, dini öğretiler içerisinde inanma ve kavrama güçlüğü en üst düzeyde olanıdır. Gerek İslam öncesi dönemde gerekse günümüzde yaratıcı ve düzenleyici bir Tanrının varlığına inanan çok sayıda insanın, Âhiret hayatına inanmadığı görülmektedir. Yeniden yaratılış zihinsel düzeyde bazı güçlüklerle karşılaşırken, ilahî huzurda hesaba çekilme ve cehennem kavramları bilinç dışı “suçluluk ve günahkârlık” duygularını harekete geçirmekte, bir savunma ve direnme mekanizması olarak inkâra başvurulmaktadır.[94]

21. yüzyıla girerken dünyamız, “Âhirete inanmayan, ölüm ötesi hayatı inkâr eden ve Allah tarafından insan için çizilmiş bütün sınırları aşan insanlar” sayesinde her geçen gün çoğalan işgaller, cinayet, katliamlar, işkence, nefret, zulüm, ahlaksızlık -ve adaletsizlikle sarsılmaktadır. Öte yandan manevi buhranlar günbegün artmakta, kula kulluk, adaletsizlik, yalanlar, nifâk alametleri, rüşvetler, suistimaller, insan hakkı ihlalleri, zulüm giderek yaygınlaşmaktadır. Hiç şüphesiz bunların sebebi, İslam'ın ilkelerinden yüz çevirme veya bunu gereği gibi anlayamamadır. Nitekim Kur'an'da bu duruma dikkat çekilerek şöyle buyrulmuştur: 

"Kim beni anmaktan (Kitabımdan) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır.” (Tâhâ, 20/124)

Hz. İbrahim(as)in duası ile bizde Rabbimize yalvarıyoruz: 

"İnsanların dirilecekleri gün beni mahcup etme." (Şuarâ,26/87.)


Ahmet Hocazâde, 28.07.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları




[1] Mehmet Aydın, Ana Konularıyla Kur´ân,  Anadolu Ünv. Yay.,Eskişehir, 1999, s.146
[2] Nilay Uyanık, Kur’ân Bağlamında Âhirete İmanın İnsan Eğitimindeki Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. İdris Şengül, Ankara-2010, s. 10.    Link: acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5755/Binder1.pdf
[3] كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
[4] Şakir Kocabaş, Kur’an ve hadislerde kıyamet günü, Divan, s.130.
Link: http://www.divandergisi.com/downloadPDF.aspx?filename=98.pdf
[5]İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrut, tsz., XII, 496-97. “Kavama” md.
[6] Ali Arslan Aydın, İslam'da İman ve Esasları, İst. 1969.s.156.
[7] Buhari,  Sahihu 'I-Buhari, İst. 1992, İman, 36.
[8] Müslim, Sahihu Müslim, İst. 1992, Fiten, 131.
[9] Ahmet Çelik, Kurana Göre Âhiret İnancının Bireysel ve Toplumsal Yönü,s.174-175.
Link: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/30768
[10] أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ
[11] أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
[12] Ahmet Çelik, Kurana Göre Âhiret İnancının Bireysel ve Toplumsal Yönü, s.175.
[13] وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
[14] يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ
[15] وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا
[16] Prof.Dr.Hayati Hökelekli, Dini Hayatın Bütünlüğü Açısından Âhiret İnancının Psikolojik Temelleri,s.7.
Link: http://www.kelam.org/web/upload/files/conferences/hhokelekli.pdf
[17] Muhammed Kutub,  İslam’da Fert ve Cemiyet, terc. Mehmet Süslü, İst. tsz.  S. 307.
[18] Ahmet Çelik, a.g.m., s.187.
[19] Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 37, Sayı: 4, Ekim-Kasım-Aralık 2001 , s.59.  Link: http://isamveri.org/pdfdrg/D00033/2001_c37/2001_c37_4/2001_c37_4_SOYSALDIHM.pdf
[20] والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
[21] Rağıb el-lsfehani, Ebu'I-Kasım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an, Mısır, 1970, s.13, 14.
[22] Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.60.
[23] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
[24] Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.61.
[25] وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ عُدْوَانًا وَظُلْمًا فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَارًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا 
[26] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
[27] يَوْمَ تُبَدَّلُ الأَرْضُ غَيْرَ الأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ وَبَرَزُواْ للّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
[28] يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثًا
[29] مَّن يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ
[30] الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمَنِ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرِينَ عَسِيرًا 
[31] إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ 
[32] هَذَا ذِكْرٌ وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ
[33] قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ
[34] وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ
[35] مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
[36] فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ
[37] يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ
[38] رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ 
[39] وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ 
[40] وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ 
[41] يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ
[42] وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
[43] Rağıb el-lsfehani, a.g.e, s. 247.; Bkz. Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.61-64.
[44] يَسْأَلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَرِيبًا 
[45] الْحَاقَّةُ مَا الْحَاقَّةُ
[46] مَا الْقَارِعَةُ ﴿٢﴾ الْقَارِعَةُ ﴿١﴾
[47]   لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ 
[48] Seyid Kutub,  Kur'an'da Kıyamet Sahneleri Cennet, Cehennem, Tre: Süleyman Ateş, Ankara, trs,. s.13.
[49] Kutub, a.g.e., s.49; İzzet Derveze, Kur'an Cevap Veriyor, Terc: Abdullah Baykal, İst, 1988, s. 327 vd.
[50] Bkz. Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.65.
[51] Ahmet Çelik, a.g.m., s.177.
[52] اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا
[53] وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
[54] Bkz. Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.67.
[55] أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى بَلَى إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
[56] أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ 
[57] فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ 
[58] أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
[59] إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ 
[60] يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ
[61] وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ 
[62] إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّمَنْ خَافَ عَذَابَ الآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوعٌ لَّهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُودٌ 
[63] يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ 
[64] Bkz. Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.70.
[65] Mehmet Soysaldı, Kur'an-ı Kerim'e Göre Âhiret İnancı, s.71.
[66] Konu ile ilgili ayet ve hadislerin geniş bir değerlendirilmesi için bkz. Hasan Hüseyin KALAYCI, Tefsir Disiplini Geleneğinde Şefaat Kavramı, Ankara – 2006, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mehmet PAÇACI, s.48-201.    acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/2391/3072.pdf
[67] Bkz. Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li-elfâzi’l-Kur’an-ı Kerîm, El-Mektebetü’l- İslâmiyye, İstanbul-1982, s.384.
[68] Ö. Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, (Mukaddime), c.1, s.77-78.
[69] Bkz. Meraği, Tefsiru’l-Meraği, c.1, s.106-111: (İ. Teymiye’den naklen.)
[70] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Şefaat md., s.607-609.
[71] “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” Necm 53/39. Mevdudî bu konuda şunları söylemiştir: Bu ayete göre her şahıs kendi yaptığının karşılığını görecek, başkasının yaptıklarına ortak olmayacaktır. Hiç kimse yapmadığı amelin karşılığını alamayacaktır. Bir başkası adına yapılan hayırların ya da duaların o kişiye ulaşması mümkündür. Geniş bilgi için bkz. Mevdudî, Ebu’l-Alâ, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan yay. İstanbul 1996, c.6. s.32-37.
[72] Buhari, Sahih, Kitabu’l-Vesâyâ, b.11, c.4. s.7-8. Ayrıca bkz. İnfitar 82/19; Lokman 31/33
[73] Bilgi için ayrıca bkz. Muhammed Ahmed Abdusselam,  Kur’an Niçin İndirildi? ç. H. Rahman Açar, Fecr yay. Ankara 1996, s.35-43.
[74] Hasan Hüseyin KALAYCI, Tefsir Disiplini Geleneğinde Şefaat Kavramı, s.251.    
[75] Ayrıca bkz. Kehf, 18/99; Hâkka, 69/13-15; Nebe’, 78/17-20.
[76] Ayrıca bkz. Tâhâ, 20/105-108; Furkan, 25/25; Müzzemmil, 73/14; Mürselât, 77/7-15; Tekvîr, 81/1-6;Kâria, 101/1-5
[77] Ayrıca bkz. A’râf, 7/29, 57; Hac, 22/7; Mu’minûn, 23/16; Zümer, 39/30; Kâf, 50/2-3, 9- 11, 15, 41; Kıyâmet, 75/11; Âdiyât, 100/9-11.
[78] Mustafa Ünverdi, Kuranda Ahiret İnancı Bağlamında Adana Ve Hatay Bölgesindeki Tenasüh Ve Reenkarnasyon İnançlarının Değerlendirilmesi, Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, Temmuz-Aralık 2004, s.282-283.       http://isamveri.org/pdfdrg/D02498/2004_2/2004_2_UNVERDIM.pdf
[79] Ayrıca bkz. En’âm, 6/160; A’râf, 7/6, 147; Yunus, 10/4, 26; İsra, 17/71; Lokmân, 31/16; Sebe, 34/26; Saffât, 37/20-34; Zümer, 39/69-70; Mü’min, 40/16-17, 40, 52; Duhân, 44/40; Kaf, 50/21-29; Necm, 53/38; Fecr, 89721-22; Zilzal, 99/6-8.
[80] Ayrıca bkz. A’râf, 7/8-9; İsra, 17/13-14; Câsiye, 45/28; Kamer, 54/52-53; Vâkıa, 56/8; Hâkka, 69/19-20; Tekvîr, 81/10; İnşikâk, 84/7-12.
[81] Ayrıca bkz. En’âm, 7/6-9; Mû’minûn, 23/102-103; Kâria, 101/6-7.
[82] Nisa, 4/173; Fâtır, 35/33-35; Kaf, 50/31-35; Kamer, 54/54-55; Mürselât, 77/41-44.
[83] Ayrıca bkz. Furkan, 25/15, 76; Feth, 48/5; Kaf, 50/34; Beyine, 98/8.
[84] Cennetle ilgili benzer tasvirler için bkz. Hac, 22/14, 23, 50; Saffât, 37/45-47; Duhân, 44/51-52; Tûr, 52/17-24; Rahman, 55/46-78; Hâkka, 69/24; İnsan, 76/11-22; Mürselât, 77/41-44; Nebe’, 78/31-36; Mutaffıfîn, 83/18; Gâşiye, 88/8-16.
[85] Cehennemle ilgili somut tasvirler, Ahiret hayatının (keyfiyetini bilemediğimiz bir biçimde) cismani olacağı görüşünü kuvvetlendiriyor. Benzer ifadeler için bkz. A’râf, 7/41; Tevbe, 9/35; İsra, 17/97; Hac, 22/19-21; Furkan, 25/12-13, 34; Saffât, 37/62-68; Sâ’d, 38/57; Zümer, 39/60; Mü’min, 40/71-72; Vâkıa, 56/41-56, 92-93; Hâkka, 69/ 30-37; Meâric, 70/15-18; İnsan, 7674; Gâşiye, 88/1-8.
[86] Vâkıa, 56/41; Beled, 90/19.
[87] Mustafa Ünverdi, a.g.m., s.289.
[88] Geniş bilgi için bkz. Süleyman Altuntaş, Kıyâmet Alâmetleri (On Alâmeti Bir Arada Zikreden Rivâyetlerin Tahlîli), Yüksek Lisans Tezi, Ankara – 2007,s.1-108.
Link: acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1890/2556.pdf
[89] Geniş bilgi için bkz. Şakir Kocabaş, Kur’an ve hadislerde kıyamet günü, s.147-154. http://www.divandergisi.com/downloadPDF.aspx?filename=98.pdf
[90] Kur’an’da yer alan kıyâmet ile alakalı ifadelerin büyük bir bölümü, kıyâmeti inkar edenlere yönelik olmakla birlikte, bir kısmı da, mü’minleri bu güne hazırlıklı olmaya çağırma, onu zihinlerde pekiştirme, teselli ve öğüt mâhiyetindedir. (Bkz: İlyas Çelebi, Îtikâdî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, s. 58).
[91] Örnek olarak bkz. Kur’an-ı Kerim, 75/ 7-9. Âyetler. Bu ve benzeri âyetlerde, kıyâmet esnâsında vukû bulacak olan olağan üstü haller sıralanmıştır. Meselâ bu âyette, ayın burulmasından, ay ile güneşin bir araya getirilmesinden bahsedilmektedir. Aynı içeriğe sahip olan 89 / 21. âyetlerde, yeryüzünün parça parça olup dağılacağından, 84 / 1-4. âyette göğün yarılacağından, yerin dümdüz yapılıp, yerin içindekilerin dışarıya atılacağından, 82/ 1-5. âyetlerde, göğün yarılacağından, yıldızların saçılacağından, denizlerin kaynatılıp fışkırtılacağından bahsedilmektedir.
[92] Geniş bilgi için bkz. Süleyman Altuntaş, Kıyâmet Alâmetleri (On Alâmeti Bir Arada Zikreden Rivâyetlerin Tahlîli), s.20-22.
[93] Hayati Hökelekli, Dini Hayatın Bütünlüğü Açısından Âhiret İnancının Psikolojik Temelleri, s.16.
[94] Hayati Hökelekli, a.g.m. ,s.15.



Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı